29 Mayıs 1932 Akşam Teirika No. 76 29 Mayıs 1932 Büyükdere suyu aj Büyükdere halkı, Büyükdere SEBA MELİKESİ | | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Firaunun kızı olan Süleymanın zevcesini o akşam sedye ile saraya getirdiler. Prensesi bir okla göğsünden yaralamışlardı... Kudüste doğum mabedi ve gebe kadınların duası... Halk büyük mabetten dönme- ğe başlamıştı. Sarayın kapısı önünde: “Enverano takip edilmiyecek..,, tarzında bir emir ilân edildi. Süleymanın valdesi pencereden bakıyordu. Siyon dağının yamaç- ları yerlilerle dolmuştu. O gün bu mesele kapanmadan, yeni bir gaile daha çıkmıştı. Sarayın önünde birdenbire müt- hiş bir kalabalık peyda oldu. Sü- leymanın validesi : — Oğlum, iç avlıya doğru sedye içinde bir hasta getiriyorlar. Diye seslendi. Kudüste (Doğum mabedi) ne götürülen gebe kadınlar öldükten sonra merasimle defnedilirlerdi. Süleyman: — Belki; kumandanlarımdan birinin zevcesidir. Dedi ve ehemmiyet vermedi. Fakat sedye avluya dahil olun- ca, nöbetçiler birden mızraklarını yere indirerek cesedin önünde eğilmeğe başladılar. Nöbetçiler (o ancak hükümdara mensup bir cenazenin önünde eğilirlerdi. Süleyman bu manzarayı görünce odanın balkonuna koştu. Aşağıya doğru baktı. Belkıs odada ayakta duruyordu. — “Zevcem.. Zevcem..,, Diye bir ses işitti. Beni Israil hükümdarı, sediyenin içinde zevcesini görünce şaşırmıştı. Balkona koştular.. Sarayın içi birande karma karı- şık olmuştu. Herkes biribirine soruyordu: — Ne olmuş..? — Firavunun kızını vurmuşlar.. Tefrika No: 41 üçük Hanımın Kısme Küçük Hanımın Kıs Jzzet “ Hayatını namuskâr ve dürüst | bir çalışma ile kazanan elinizin bileğine bu bilezik lâyik değildir, bunu biliyorum, fakat meşhur bir sözdür: “ Yarim beni ansın da, bir yarım elma Bu bileziği addediniz. “ Sahteye değmeyen, sabtekâr- ile ansın derler. bir (yarım elma lığa erişmeyen ellerinizden öperim. ,, Belma iliklerine kadar ürperdi. Sahtekârlığa erişmiyen eller! En samimi, en candan olduğu zamanda bile Hidayeti aldatıyor- | du. Sahtekârlık yapıyordu. Beyza | ismi ile onu aldatıyordu.. Hidayet de ona, bu candan Süleyman, Firavunun küçük kızile izdivaç ettiği günden beri haremde çok mesut bir hayat yaşıyordu. Firavunun kızı kıskanç değildi, fakat çok mağrurdu. Süleyman daima onun gururunu okşar ve saraydaki cariyelerin adedi seneler geçtikçe çoğalırdı. Süleymanın bu izdivacı memle- kete de refah getirmişti. Mısırlılarla tüccari münasebatı ilerlemiş olan balk, elindeki mahsulatı çok yüksek fiatlarla Mısırlılara satıyorlar ve mukabilinde (o Flistinde olmıyan emtia alıyorlardı. Hattâ halk arasında eden dedikodulardan firavnun kızına aitti: “Büyük mabetteki (tabutülahd) ın üzerindeki nakışlar, firavnun gönderdiği altınlarla yapılmıştır. Büyük mabede giderken firavne de dua ediniz!, Firavnun kızı bu sözleri babası- na da yazmıştı. Fakat, Süleyman bunu derhal hüsnü tevil ederek: — “Biz sizin sıhhatiniz içinde mabette dua ederiz, Tarzında cevap vermişti. Halkın, bu kabil dedikodulara rağmen, Süleymanın o zevcesine muhabbeti de vardı. Çünkü, bu kadın Mısırdan geldiği günden beri memlekete çok para sarfet- mişti. Her gün, fakir çocukların içtimagâhı olan sur kenarlarına devran biri de | giderek onlarla temas eder, yi- | yecek ve giyecek verir ve dert- lerini dinlerdi. Halka hiç bir mazarratı dokun- mıyan bu kadını kim vurmuştu? Herkes dehşet ve hayret içinde birbirine bu suali soruyordu. (Arkası var) 29 Mayıs 1932 zamanında: Sevme ! diyordu. Halbuki o seviyordu. Seven birine dostluk kadehini | | | sunmak, zehir içirmek gibi bir şeydir... Bu hali ne olacaktı? Bu mek- tuplaşmanın sonu nereye çaktı? EE. — Belma hanım Şadizadelerin hesabını çıkardınız mı? — Çıkardım efendim, bugün Faik beye verdim. İskonto isti- | yorlar. — Gene mi? İ Patronun yüzü, mutadı hilâfına | fazla kızardı. Ağzından tükürükler e vara- | suyunun Refik bey isminde bir zatın arazisi dahilinde olduğundan ve susuz kaldıklarından bahsederek şikâyette bulunmuşlardı. Bunun üzerine belediyenin teşebbüsü ile | yapılan keşif neticesinde sumem- baıın hakikaten arazi hududu dahilinde kaldığı ve köy halkının su tedariki hususunda müşkülât içinde bulundukları anlaşilmıştır. Mahkemenin bu keşfine rağmen Refik bey belediye aleyhine dava açmıştır. Kartalda dispanser yapılacak Erenköyünden Pendiğe kadar uzanan geniş sahada hiç bir sıhhi müessese olmadığı için bu havalideki sayfiye ve köylerde oturanlar hastalandıkları zamam mutlaka şehire (Oinmek (mecburiyetinde kalıyorlardı. Bu husustaki mahzuru kaldır- mak maksadile bu sene Kartalda bir dispanser yapılacaktır. Umumi vilâyet meçlisi bütçe- sinden iki bin lira tahsisat veril- mek suretile bu teşebbüse yardım edilmesi kararlaştırılmıştır. Otomobil kazalarında yapılacak tahkikat Şimdiye kadar otomobil kaza- larında hadiseye zabıta vaziyet ediyor, kaza eğer müsademe şek- linde ise polisle beraber bir de seyrüsefer memuru tahkikat yapı- yordu. Diğer çarpma ve düşme kazalarında yalnız polis tarafın- dan tahkikat yapılmakta idi. Son zamanlarda bu şekil mu- vafık görülmemiştir, Bundan sonra her türlü vesaiti nakliye kazala- rında behemehal polisle beraber bir de seyrüsefer memurunun bulunması ve beraber tahkikat yapmaları kararlaştırılmıştır. Damızlık boğalar Vilâyetin (oköylere ( dağıttığı boğalardan bir * kısmının az bir zaman geçtiği halde ya bakım- sızlıktan dolayı öldükleri ve yabut hastalandıkları görülmektedir. Boğaların, ölüm ve hastalık gibi bir tehlikeye maruz kalmamaları için nasıl bakılmaları lâzımgele- ceğine dair bir talimatname yapı- lacak ve bu talimatnameye hem heyeti ( ihtiyariyeler, oOhem de köylüler riayet etmeğe mecbur tutulacaklardır. Birbirlerini yaraladılar Kantarcılarda Mehmet ve Enver isimlerinde iki kişi dün gece bir meseleden dolayı kavga etmiş- lerdir. Kavgada Mehmet bıçakla Enveri vücudunun 8 yerinden ağır surette yaralamıştır. Enver de Mehmedi bacağından yaralamıştır. Yaralılar hastahaneye kaldırılmışlardır. saçarak, kekeliyerek devam etti: —Yüzde beş tenzilât yapmıştık. Daha yüzde beş mi istiyorlar? — Hayır, yüzde on beş tenzi- lât yaptık.. — Ya daha ne istiyor bunlar? — Yüzde beş daha istiyorlar. — Bu hesap amali erbaa ile i çıkmaz.. Işi cebre dökmeli.. — Işi cebre onlar döktüler efendim. — Biz de dükeriz. Bu aralık içeri Faik girdi ve hayatında ilk dafa olarak, mahçu- | Macide hanım, içeriye girince, masaya örtü seren hizmetçiye : — Küçük hanım evde mi?- diye sordu. — Evet, hanımefendi! Odasına çıktı Macide hanım, mantosiyle şap- kasını çıkardı. Kızının odasına gitti. — Geldinmi, kızım... Nasılsın | bakayım? — Teşekkür ederim, anneciğim. Emel, soyunmuş; akşam yeme- ğine hazırlanmıştı. Annesinin kar- şısına geldi. Ikisi de sarışındılar. Güzel tavırlı, güzel endamlı ve zariftiler. Yekdiğerlerine nasıl da benziyorlardı. Şüphesiz ki, on sekiz yaşlarında bulunan Emel, daba canlı, daha taze, daha sporcu bir şeklüşema- ile malikti. Macide hanımın güzel- liği ise, daha rakik, daha az çarpıcı olmakla beraber senelerin hututu veçhiye üzerinde bıraktığı tesiratla, daha manidardı. Ana kız, bariz bir muhabbetle ve samimiyetle öpüştüler. Macide hanım, altı senedenberi duldu. Bütün mevcudiyetini kızına hasretmişti. o Nazarında, varsa, yoksa Macide'ydi... Sade onu dü- şünüyordu. Hayatını Emel'e göre tanzim etmişti. — Avukat Nizami beylerin evinde (o eğlenebildin mi bari, yavrum? — Çok eğlendim... Gayet hoş vakıt geçirdik, anneciğim: Senin orada bulunmadığına herkes teessüf etti doğrusu! — Ben, fakir kadınları himaye cemiyetinin (o içtimama (gitmek mecburiyetindeydim. Oraya gittim de seninle beraber gelemedim, yavrum. İçtima hemen şimdi bitti. — Zavallı anneciğim... Nasıl güç işleri üzerine aldın. — Ne yapayım, meşgalesiz du- ramıyorum. Başkalarına faydalı olmak istiyorum. Emel güldü. — Çok iyi kalplisin, çok di- gerbinsin anneciğim... Senin kadar şefkatli insan görmedim. Haydi yemeğe gidelim... Açlıktan ölü- yorum. — Beş dakika sonra, yemek odasında, karşı karşıya oturmuş bulunuyorlardı. Çorbayı içerlerken, Emel hanım: — Doktorların evinde birine rastladım, anne!- diye bir şey hatırladı. - Bu bey sizi tanıyor. Seni de babamı da.. On iki sene evvel ahbapmışsınız. Hattâ evi- mize gelip beni gördüğünü bile iddia etti. Lâkin ben onu hatır- lıyamadım. Tabii nereden hatır- layacağım. Hem ozaman ben küçüktüm; hem de eve babamım bir çok ahbapları, arkadaşları gelirdi. — Kimmiş bakalım?.. Babanın eski dostlarından biri rsi? — Pek eski olmayacak; çünki ibtiyar değil. 33, 34 yaşlarında birşe: Gayet güzel bir çocuk. çıktı. Yalnız kaldıkları zam Faik sordu: — Belma hanım, Tutak nere- dedir? Tutak mı? Bunu ne diye soru- yordu? Bütün kan başına sıçradı. Sanki biyetini unutarak, sual sorulmadan söze karıştı: — Belma hanımın hesapları İ zaten karişık.. Patron, yüzde yirmi tenzilâta mecbur kalacığından başka bir | şey düşünmediği için, Faik'in İ cesaretli söz söyleyişinin farkına | bile varmadı. yüzünden her şey anlaşılıyormuş gibi başını önüne eğdi. Faik fazla ısrar etmedi ve fazla mahçupların takındıkları şuursuz bir küstahlıkla güldü ve odadan çıktı. Belma derin bir endişeye düştü. Tutak'a mektup yazdığını nere- den öğrenmişlerdi? Bu ne işti? Bütün günü düşünceli geçti. Beyni altüst olmuştu. Herhalde Faik bir şeyler biliyordur. Muhak- kak bildiği bir şey vardı. AM eliyd öbik senelerçe gir çiftlik idare etmiş. Kim olduğumu öğrenince benimle tanışmak istedi. Adı Semih Rusuhi.. Hatırlamıyor musun? Macide hanım, Semih Rusuhi'yi hatırlamaz olur miydi hiç.. Elbette hatırlayordu. Hem de nasıl. Vücudu titredi. Kız gene heye- canını belli etmemek istedi. Se- mih Rusuhi, genç kadının haya- tında, bundan on iki sene evvel, cidden, oldukça ehemmiyetli bir rol oynamıştı. Semih oRusuhi, © sıralarda, adeta çocuk denecek bir yaştaydı. Macide'ye delicesine âşık olmuştu. Samimi, ihtiraslı, romantik bir şekilde ne ilânı aşklarda, ne ilânı aşklarda bulunuyordu. o Aşkına tam manasile bir erkeklik şidde- tini ve mini mini bir çocuğun saffetini mezcediyordu. Semih Rusuhi, fena şekilde evlenmiş olan bu genç ve cazip kadına ilânı aşk eden yegâne insan değildi. Lâkin, Macide'nin kalbine samimiyetinin taşkınlığile tesir eden yegâne insandı. Fakat Macide faziletli bir ka- dındı. Yalarlardan, dolaplardan korkar, çekinirdi. Onun için koca- sını aldatmak istememişti. Bilhassa, kızının nam ve namusunu siyanet etmek istemişti. Bütün hayatını ona vakfetmek istemişti. Bu sebepledir ki, Macide hanım, Semih Rusuhi beyin aşkını redet- mişti. Delikanlı, aşkı reddedilirken, genç kadının ne derece ıztırap çektiğini bilmemişti. Aylar zarfın- da, delikanlı, gittikçe büyüyen bir aşkla, onun peşinde gitmişti. Gece yarıları, kapısının önünde deli, divane gibi dolaşmıştı. Genç kadına yalvarıyordu: Ailesiz, ko- casını, bırakarak onunla kaçma- sını istiyordu. Kendisile evlenmesi için ona yalvarıyordu. Teklifi kabul etseydi, delilik yapmış olurdu. Lâkin bu delikan'ı deliliği genç kadının, gizliden giz- liye, son derece hoşuna gidiyordu. bu delikanlılar, başka erkeklerden öyle ayrıydı ki... Macide gibi öyle seviyordu ki... Nihayet aşkının teessüründen ortalıktan silinmişti, Genç kadın, onun seyahate çıktığını, cenup vilâyetlerine gittiğini, şöyle bir mubhem surette işitmişti. Demek ki, şimdi, aradan on iki gene geçtikten sonra, Semih Resuhi geri geliyordu? Emel diyordu ki: — Bu bey bana sordu, anne: Bizim eve gelip gelemiyeceğini öğrenmek istedi. Ben de kendisine buyursun dedim. Fena mı ettim? — Niçin fena edesin, kızım?.. Pek âlâ Satin. Kendisini iyi ha- tırlıyorum, Maalmemnuniye onunla görüşürüm. Semih Rusuhi beyin, ana kızı ziyareti (o yarınki (o müshamızda gelecektir. Bakalım neler konuşa- Sa ne e işler dönecek? Hatice in Bunu kimden, nereden, nasıl öğ- renmişti? Evvelâ: Faik bu suali ona boş yere sormamıştı. Sonra: Cevap beklemeden çıkıp gitmesinde bir hikmet vardı. Hidayetle Faikin arasında ne münasebet olabilirdi? Acaba Faikle Hidayet tanış» yorlar mıydı? Hidayet Faik'e bir mektup ya- zıp Beyza hakkında malümat istemiş olabilirdi.. Bir an düşündü. Hayır, eğer Hidayet Faik'i tanimış olsaydı bu malümatı çoktan ister, Beyzanın Belma olduğunu çoktan öğrenirdi. Amma ya öğrenmişse.. Belki de öğrenmişti, Beyzanın Belma olduğunu biliyordu da bilmemezlikten geliyordu. (Bitmedi )