27 Mayıs 1932 e işer Teirika No. 74 SEBA MELİKESİ BELES | 27 Mayıs 1932 Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Ağaçlarda cıvıldaşan kuşlar, şairin ölümden Kurtulduğunu -hissetmişler gibi, nihayetsiz bir sevinç ve neşe içinde cıvıldaşıyorlardı.. Dağların koynunda - kimseye fenalığı de- kunmadan - yaşamış hür bir insan için, saray hayatı ne tahammül edilmez bir saadetti! Milletine zaman zaman ilâhi kanun- lar tebliğ eden bir hükü mdar, sarayında cereyan eden kanlı hâdise- lerden nasıl haberdar olamıyordu? Şüri dağ. larda bulan ve dağların kucağında şair (o olan Enwerane gene dağ- larda , 'dağ- ların kucağında ölmeyi, kanlı ve kamçılı (o saltanatların (o verdiği bütün saadetlere tercih ediyordu. Kilubesini uzaktan gördü. Agaçların üstünde cıvıldaşan kuşlar, şairin ölümden kurtuldu- ğumu 'bissetmişler gibi, nihayetsiz bir sevinç ve meşe içinde çırpını- yorlar, “daldandula uçuşuyorlardı. Süleyman, bin 'bir düşman olan 'bir tahtın sahibi olmuştu. Fakat, 'Enverano... 'O, gaddar ve fettan saraylıların ayak “basma- dıkları, “Zaplonlarm “kamçilarını şakırdatmağa muvaffak olamadık- ları bir diyarm bâkimiydi. Dağların “oğlu, şehirlere doğru yaslanmiş vakur ve asil dağların sahibiydi. Onun masumlara karşı zulüm ve teş saçan Zaplonları, küküm- darlara zehir sunan cariyeleri, zincirleri, zındanları yoktu. Enve- rano kuzularından, kuşlarından başka, nefes almağa muktedir hiç bir mahlüka o hükmetmiyordu. Bir insan bemcinsini nasıl esir gibi kullanır; döver; asar diyordu. Enverano, “dağlarda bir melek gibi 'yaşadiğı için, Süleymanın, memleketin asayişini tesis maksa- Hazreti Davut, harp meydanında düşmanla çar- pışan kumandan (Yoâp) a bir mektup yazarak, (Orya) nın harpte telef edilmesini emretmişti.. dile 'koyduğu nizam ve kanunların şiddetinden çok korkmuştu. “Büyük .bir 'taş kovuğunun ara- sında kurduğu ufacık .kulübesinin önünde dizlerinin kuvveti kesildi.. — Kendi sarayıma geldim. Diye bağırarak yere düştü. . Belkiste Süleyman'ın kavgası Saray muhafızlar, Enveranonun firarımı haber “verdikleri zaman, Belkis, hazratı Süleymanın'yanında idi. Süleyman derhal Roditi çağırt- mişti, Rodit meseleyi: biliyordu. Hükümdarın huzuruna girdiği zaman: — Anahtar nerede? Süaline, genç'kız, elini'koynuna sokarak: — Boynumda asılı.. Cevabını. vermişti. Süleyman. (Rodit) ten altın ka- pının anabtarını aldı. Odanın içinde hiddetli hiddetli gezini- yordu. Dağların oğlu, zencirlerini kıra- rak mahbesten nasıl ve nereye kaçmıştı? Belkıs. şairin idamdan m Küçük Hanımın Kısmeti Selâmi İzzet Hidayetten cevap bekliyordu: Kimbilir belki de Hidayet, resmi alıp tanıyınca yırtıp atmıştı! Bir sabah, bu acı düşüncelerle işine giderken, bir erkek ona elini uzattı: — Merhaba Belmal erkeğin yüzüne baktı, sonra gü- lümsedi: — Ay sen Istanbulda mısın Fuat?,. Bu yeğeni, uçarı çapkın, yara- | maz Fuattı. — Ben değil, benim benzerim burada | — Sahi çok değişmişsin, seni öz kalsın tanıyamıyordum. Biyik bırakmışsın. — Birakmak lâzım geldi. — Neden? — Bıyıksız, yirmi beş yaşında genç gibi görünüyorum. — İyi ya, zaten pek fazla | değilsin. Belma irkildi. Başını kaldırıp | — Doğru amma, biraz daha | yaşlı görünmek istiyorum. — Sebebi? Yoksa yaşlı, zen- gin bir kadınla mı evlenekeksin? — Hayır, tahmin et bakıyım. — Edemem. — Babam beni kendine ortak yaptı. — ... Zeytinyağı fabrikasına... Anladım. rmarnammanan Akşam Eski bir vesika Ültra viyole şuaı ile okunan yazı İngilterenin el yazısı mütehas- | sıslarından kaymakam Mausfield ültra viyole şuaile bir kaç saniye içinde silinmiş yazıların fotoğra- | fını almağa ve okumağa muvaffak | olmuştur. Motösikletle devri âlem | seyahatı yapan mister Jill türki- yeden geçerken bir antikacıdan üzeri boş bir parşömen parçası almıştır. Antikacı bunun 1921 senesinde eski Sultanın sarayından alınan eşya arasında çıktığını ve bir vesika olacağını zannettiğini beyan ederek bir hatıra olarak almasını söylemiştir. Mister Jill Ingiltereye döndük- ten sonra bu parşömenin ne olduğunu anlamağa merak etmiş ve üzerindeki izleri okutmağa çalışmış isede muvaffak olamamış. Nihayet mister Jill el yazısı mütehassıs kaymakam Mansfield'e müracaat etmiştir. Mgiliz mutahassısı gayri mer'i ziyayı fotoğraf pilâkina yetişmez- den evvel gümüş tellerden yapıl- mış bir perdeden geçirmiş ve wesikanın yazısını okumağa mu- vaffak olmuştur. Vesika “ Müslümanların 'büyük hükümdarına ,, hitdben yazılmış olüp kont Choisel de Gooffiernin sefir tayin edildiğine dair Fransa hükümdarı on beşinci Lui tara- fından imzalanmıştır. ması için hükümdara ricaya gel- mişti. Fakat, bu haber Seba melikesini de (hayretler içinde bıraktı. Biraz evvel mahpeste konuştuğu Enverano birdenbire o yaralı vücudile yüksek surlardan aşıp nereye gidebilirdi ? Süleyman, Zaplona şiddetli emirler veriyor, katilin derhal tutulup idam edilmesini istiyordu. “Zaplon atına bindi, yanına bir bölük muhafız asker alarak sur haricin: çıktı. “Hassu kumandanı Kudüsün et- rafmda aramakla Enveranoyu weşğulken, Bekis, sarayda Süley- manla. münakaşayıilerletmişti. Beni Israil hükümdarı, Amonlu cariyenin katilini affetmemekte | israr ediyordu. Belkıs: — Çok haklısınız, âdil hüküm- dar! diyordu, insan anasının, zevcesinin ve: kızının katilini affe- demez. Enverano katil değildir. Ben onunla yarım saat kadar görüştüm. O delikanlı, bir kuşu bile öldüremez.. Süleyman çok hiddetliydi : — Iki günden beri vergi ve - inşaat işlerini yüzüstü bıraktım. Bu hadise beni çok meşgul edi- yor. Cariyemi cinler öldürmediler ya?! Katili arayıp bulmak lâzım.. (Arkası var) Her akşam bir hikâye Fanyli yirmi beş sene evveli | bir kış gecesi, Cebellübnanda, köy delikanlıları ve kızları şeyhin evirde toplanmıştı. Ev sahibi olan şeyhin oğlu o sıra fazla cesaret iktiza eder bir oyun, daha doğrusu bir bahse girişmeği teklif etmişti. Bu bahis tam dağ adamlarına yakışacak ve manasız bir şeyden ibaretti. Herkes derhal kabul etti. Mevzu şu idi: Şu köyden iki dağ ileride tak- riben bir saatlik mesafede yıldırım süratile akan seylaplar (aşırı bir mağara var. Adı Ugart -ul- Wahş, yanı “ canavar mağarası ,, işte oraya gitmek cesaretini kim gösterir? Gittiğini isbat etmek için mağaranın ta'göbeğine kendi bastonunu reksetmek lâzım. Ertesi gün gündüz gözile, arkadaşlar hep birden gidip kontrol edecek- lerdi. (Bunu yapan köyün en güzel 'kızı Zehra ile evlenmeğe namzet olacaktı. Şunu da ilâve edelim ki bu mağarada vahşi bir hayvanın barınıp barınmadıği!lmeçhul amma burası her halde, insanın, elleri cebinde, ıslık Tçala çala gezinti ! için gideceği yerlerden değil. Yiğitlik bu yal.. Beş delikanlı ellerini birden kaldırdı. — Ben giderim! Nihayat aralarında kura çek- tiler. Tali Abbas namında, 18 yaşında bir delikanlıya çıktı. Bu Abbas zaten cesaretlile şöhret bulmuştu. Bir lakap ilâvesile ona Aslan Abbas derlerdi. Köy güzeli Zekranm da gözüne kestirdiği o idi. Aslan Abbas geniş omuzlu abasını sırtladı, eline sopasını aldı, Zehranın yalvarmalarına rağ- men, yola koyuldu. “Ha unutuyordum; yanında silâh bulunmaması şarttı. Buna dair yemin etmişti. Ciddden üzerinde bir çakı yoktu. Abbas mağaranın ağzına var- mıştı, amma zavallı çocuk ne halde idil Anasından emdiği süt burnun- dan gelmişti. Iki defa, seylâpları geçerken, suların sürüklediği'kaya- larla beraber kayıp gitmesine ramak.kalmıştı. Bacağındaki:kaloş, çuha şalvar sırsıklamdı. Paçaların- dan 'şarıl 'şarıl akan sular, ona yaz günleri dereden çıkan koyunların manzarası gibi komik bir mauzara veriyordu. Fakat o anda kendi kendine gülecek bir vaziyette değildi, çün- kü karşıki dağda, rüzgârdan yer- lere kadar eğilen çamağaçlarının iniltilerine yabancı -sesler karış- mıştı. Evet bir nevi böğürtüler, bir vahşi hayvan böğürtüleri gibi. Firkinil bir lahza, nefes cin için duran bir insan gibi birden kesildi. Hayvan elân göğürüyordu. Şüphe yoktu artık, bu meşhur canavardı ve sesi gittikçe mağa- raya yaklaşıyordu. Aslan Abbas korktu. Hayvanla - başbaşa kaldığı takdirde, aslanlı- ının para etmiyeceğini anlamıştı. Hem soğuk, hem dal tesirile bütün di titremeğe başladı. Tekrak inlemeğe başlıyan Çam- ların arkasından vahşi hayva mütemadiyen bağırıyordu. Aksi gibi ses, köy istikametinden geliyor; yani çocuğun dönüş yolu tarafından..." Yahut aksisada yü- zünden ona öyle geliyordu. Fakat Abbas birden kendini ivüledi Vücudundaki titremeler, permeler kesildi. Aslan lakabı- a letme yoktan verilmediğini hissetti. Çünkü dimağı tam inti- * -zamla işliyordu. Bir iki dakika daha vahşi hayvanın böğürtülerine kulak verdikten sonra muhakeme etti. — “ Hayvan elân hayli uzakta. Manialı ormanlar arasından bu: raya irişmesi için hayli zaman lâzım; belki yarım saatten fazla. Ben o vakite kadar dört defa mağaranın. içine girer çıkarım. Öyle olmasa bile, arkadaşlarla bahse im; sözümü tutmazsam ne yüzle karşılarına çıkarım.,, Dedi ve metin adımlarla mağa- ranın içine girdi. Mağarada ilk adımlarından iti- baren boynunu -eğmeğz mecbur oldu. Adeta iki kat yürüyordu. Çünkü mağaranın tavan kemeri pep 'alçaktı. Bazen © derece eği- liyordu ki dört ayaklı hayvanlar gibi gidiyordu. Yerler yapışkan berbat bir çamurdan ibaretti. (Kemerden sızan sular, o ratip yeraltında delikanlıyı iliklerine kadar don- duruyordu. Papuçlarından bir teki çamura saplanıp kaldı. Fazla olarak mağaranın içi dönemeçlerle dolu idi; iki adımda bir, bir köşe. Yanında bir çöp kibrit bile yoktu ki aşığından istifade etsin; zaten o rutubetli, ıslak yerde kibrit ateş almazd:. Elindeki asa vasitasile yolunu bulabiliyordu ; fakat değneğin'her dönemeç başında'saplanması üze- rine, sevinçten yüreği hopluyordu. Zanmediyordu ki mağaranın: öbür ucunu buldu. Hayır mağara kıv- ram kıvram uzanıp gidiyordu. Ne bitmez tükenmez soğuk cehen- nemdi burası yarabbi! Ne kadar zaman geçtiğini iyice kestiremiyordu. Dışarıdaki cana" var mağaraya doğru hayli yol almıştı. İçeride fazla gecikmeğe gelmezdi, bundan ilerisine gitmek cinneti artık. © (Sonu yarın ) Salâh Jzzeddin mem b anbula mezunen geldim, işlerim var; — Ne vakit gidiyorsun? — Biriki gün sonra, bugünde beraber gezeriz. — Benim işim var. — Bugünüişi çiviye as, Beraber yemek yiyelim. — Kabil değil!. Hem bizi gö- renler ne der? — Vay!.. Aşıksın galiba.. Sev- dalından mı korkuyorsun? — Benim sevdalim yok. — Haydi, bunu başkasına din- let! — Seni temin ederim, bir kimseyle alâkadar değilim. Benim cidâi bir kız olduğumu sen pek alâ bilirsin. — Malüm. Esasen alâkadar ol- duğun biri varsa evlenirdin amma senin yüzünü görüp de yanaşmı- — Ameleye ağır başli gürün- | yan olur mu? az, amma yüz verirsem. — İster ver ister verme, benim canım bugün sana kur yapmak istiyor. Belma'nın çarptı: — Sabi mi? — Elbbette sahi. Akraba ara- sında teklif tekellüf yoktur. — Ben sana bir şey sorayım amma, doğruyu söyle. — Sor. — Şimdi mi .daha güzelim, yoksa eskiden mi daha güzeldim? Fuat ağzını, şapırdattı : — Eskiden bebek gibi idin. Amma şimdi ber erkeği deli edecek kadar enfes bir mahlük olmuşsun. (OEvvelden o çocuktun, şimdi kadınlaşmışsın... Seni görüp de sevmemek imkânsızdır. — Çok lütufkârsın ! — Gördünya, sevdalın olaçak birdenbire (kalbi ipte. ğ — Ben sevdalıma kendimi be- ğendirmiyeceğimden (o dorkuyor- dum. — Ha.. Iste meydana çıktı.. — Ne? — Söyle bakalım... Nişanlın kim? — Merak etme bir:gün'duyar- sın.. Ve şaşar kalırsın. Onu tanı- yorsun. — Ne?.Tanıyor muyum?.. Alla- sen kim? Belma güldü fakat sırrını ifşa etmedi. Yeğenimin elini sıktı ve ayrıldı. Hidayetten Beyzaya “Kara gözlü sarışın dostum, resmini aldım. Tutak'ta değildim. Hududa kadar uzanmıştım. (Bitmedi)