25 Mayıs 1932 k Sahife 9 Tefrika No. 72 25 Mayıs 1932 SEBA MELİKESİ | | | BELKIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Dağların oğlu yer altından giderken, birden, güneşi ve ziyayı görünce, çılgın gibi yerlere kapanarak: “İşte hayat..!,, diye bağırdı.. Enverano, Samı, sarayın baş cellâdı zannetmişti. Cellâtlar da- ima böyle heybetli ve haşin adam- lardan seçilirdi. Zavallı idam mah- kümu, kendisinin bir an evvel asılacağına hükmetmişti. — Seba melikesi (sözünde durdu.. Diye söylendi. Sam mahkümun koluna girmişti. — Haydi, yürü! dedi - Seni kurtarmağa geldim. Artık asılmı- yacaksın! Ve omuzlarını tutarak ilâve etti: — Senin masumiyetin bence tahakkuk etti. Mert ve akıllı adamlar, ölmesini bildikleri kadar ölümden kaçmasını da bilmelidirler. Haydi yürü..! Enverano şaşkın ve mütehayyir.. muhatabının yüzüne bakıyordu. Sam'ın kim olduğunu tanıma- dığı için sözlerine itimat etmedi. Mamafih, zaten ölümü beklediği için muhalefete de lüzum görmedi. Fazla bir şey söylemeden, büyük bir teslimiyetle merdivenlerden indi. Sam mahzendeki gizli yolun kapısını açtığı zaman (Enverano) biraz daha canlanmıştı. Sam : — Seni buradan kaçıracağım.. korkma | Dedi. Idam mahkümu, Kudüsün gizli yerlerini bilmediği halde, Altın kapının esrarına vakıftı. Oradan sur haricine çıkıldığını biliyordu. Bir gün dağdan geçen bir yolcu, Enveranonun o kulübesinden su istemişti. Dağlarin oğlu yolcu ile uzun boylu konuşmuştu. Bu adam vaktile altın kapının bekçilerin- den imiş.. Sarayın bütün esrarını Enveranoya anlatmıştı. Dağların şairi yolcunun sözlerini, bir masal gibi dinlemiş... Fakat o güne kadar unutmamıştı. Sam: — Seni bu gizli yoldan kaçıra- cağım! Deyince bu masalı hatırladı. Sam eline bir meşale alarak Enveranonun kolundan yakaladı: — Benim cellat Oolmadığımı şimdi anladın, değil mi? Idam mahkümu, kendisini hür- riyete kavuşturacak olan rehberinin halâ kim olduğunu anlıyamamıştı. — Evvelce bir yolcu bana bu gizli yoldan bahsetmemiş olsaydı, beni cehenneme götürdüğüne ina- nacaktım. Bu yolun sonunda tek- | rar güneşi ve dünyayı gürürsem, Yehova nın azemetine iman ede- ceğim. Sam elindeki meşaleyi mahkü- mun yüzüne tuttu: © Tefrika No: 37 üçük Hanımın Kısmeti Y Küçük Hanımın Kıs İzzet ll “Iş, kadının en kıymetli ziyne- tidir. Sizi daha fazla takdire, tebcile başladım. “ Hatırlamıyorum, fakat, eğer mektuplarımda kadınlar aleyhinde | bir cümle sarfetmişsem, bu size raci olamaz. “O danızı tahayyül ediyorum. Kim bilir odanızı nasıl sade, fa- kat yüksek ve ince bir zevkle tanzim etmişsinizdir. Odamız ne şekilde?.. Kanepeleriniz, o koltuk- larınız, masanız nerede ve nasıl duruyor?... “Buralarda havalar bozdu. Pek ender yağmur yağarmış, amma bir kere de başladı mı durmazmış. “Adana'ya gidecektim. Alelek- r ». — Beni hâlâ tanımadın mı? Sebalı Sam... Senin gibi dağlarda büyüyen bir adam! Enverano karanlık yoldan sen- deleyerek giderken, bu sözü işidince birdenbire durdu: — Beni kurtaran; oBelkisin muhafızı mıdır?! — Evet... — Sana bu cesareti kim verdi? — Dağlar... Bir kaç adım ilerlediler. — Dağlar mı dedin?! Fakat, sen sarayda yaşayan bir adamsın! Bahusus şimdi.. Süleymanın misa- firi bulunuyorsun! Bana karşı gösterdiğin bu fedakârlık hüküm- darı gazebe getirmez mi? — Her şeyi göze 'aldım... hü- kümdar, benim seni kaçırdığımı duyarsa, kendisine hesap vermeğe hazırım. — Ya seni de tecziye etmeğe kalkarsa..?! — O vakit ben de kaçar ve senin gibi dağlara iltica ederim. — Ben bir Amonlu cariye için feda edilir adam mıyım, Sam? — Hakkınız var! Kibarların kurbanı oldunuz! Meşalenin neşrettiği ziya gittikçe azalıyordu. Yer altındaki yol ümit ettikle- rinden fazla uzamıştı, Sam idam mahkümunu sürükliyerek götürü- yordu. Meş'ale karanlıkta yürümek çok müşkül olacaktı. Enverano hayata yaklaştıkça, ölümden korkmağa başlamıştı. Sam'a sordu: — Sen Seba'da hiç bir idam mahkümile başbaşa kaldın mı? — Hayır... — Sizin memlekette cezası yok mudur? — Ben yalnız harpte ölenlerle başbaşa kaldım. Fakat senin kadar ölümden yılmayan bir adamla ilk defa karşılaşıyorum. — Günahı olmayan adam ölüm- den niçin korksun? Sen benim bigünah olduğuma kanisin, değil mi? — Amonlu cariyenin (Zaplon ) tarafından öldürüldüğüne inanma- sönerse idam saydım, seni kurtarmağa gelir miydim? Bu esnada uzaktan bir ışık göründü. Enverano sevinçle haykırdı : — İşte hürriyetin müjdecisi... Yeryüzüne çıkıyoruz. (Arkası var) 25 Mayıs 1932 ser, hem de fazla canım sıkıldığı zamanlar kalkıp Adanaya kadar giderim. Bu uzun seyahat kımılda- mak, yer değiştirmek arzularımı tatmin eder. Orada bir çok dostlarım vardır. Bugünlerde tekrar gitmek istedim Sonra caydım. Neden caydım bi- lir misiniz? Dans etmemek için. “Dedim ya, müthiş vahşi oldum. Sebebini sormayın. Belma içini çekti. Sormıya ne hacete, biliyordu. Demek Hidayet henüz, bütün gönlünü (açtıracak, dertlerini dökecek kadar itimat vermemişti. sebebini | Her akşam bir hikâye ( Rahip — Ey Abide ve Zahide | kadın ! Anlattığınız macera feci mi feci... Sergüzeştiniz, ağıza alınmıyacak derecede müstehcen!, Ruhunuz, Cehennemin gayyasına kadar alçalmış... Düşes — Heyhat! Bende bunun| farkındayım... İşte cehennemden kurtulmak için size müracaat ediyorum... Rahip — Aklım bir türlü alma- yor... Sizki, bu derece abide ve zahide idiniz... Siz, bu işi yapar- sınız; kocanızı o adamla aldata- sınız... Bu derece sukut edesiniz... Halbuki, bundan üç sene evvel, tam manasile melektiniz... Düşes — Muhterem peder!.. Şeytana uydum... O müthiş gü- nahı işledim.. Fakat şimdi piş- manım.. Cehenneme gitmekten korkuyorum. Sevgilim olan o deli- kanlı zihnimi öyle çeldi ki.. Rahip — Kocanız, meselenin farkına varmadı mı? Varmadı diyorsunuz, öyle mi?.. Öyleyse, sizin için bir tek kurtuluş yolu vardır: O da, zevcinize her şeyi itiraf etmek... Düşes — Ben mi itiraf ede- ceğim? Rahip — Evet, siz.. Artık bundan sonra, sizinki... Yani, sev- giliniz, evinize ayak basmıyacak... Itiraf da ettikten sonra, güna- hınız affolunacak! Düşes — Kocam Dük'e herşeyi itiraf etmek ha?.. Lâkin siz, onun ne çeşit adam olduğunu bilmeyor- sunuz.. Hiddetinin ilk anları gayet müthiştir! Kedinin fareyi boğup öldürdüğü gibi beni boğar öldürür. Hatta, cesedimi şatonun zindanına bile attırır. Kocam öyle müthiş bir adamdır. Rahip— Bu meseleye döğül- mek söğülmek cihetinden değil, rühunuzun ebediyen cennete ya- hut cehenneme gitmesi nokata- sından bakınız... O zaman, koca- nızın hiddetinin falan zerrece ehemmiyeti kalmaz! Düşes— Buna bir türlü cesaret edemiyeçeğim!... Rahip — (Ciddi.) öyleyse, ben de sizin ruhani selâmetiniz için cenabı hak nezdinde tavassutta bulunamam... İlle zevcinize itirafta bulunmalısınız. Düşes — Kocam o kadar sert ve haşindir ki, ilk cümleyi söyle- memi müteakip, dercenk evel, sura- tıma müthiş bir tokat indireceği şüphesizdir. Rabip — Eh, bunun çaresi var. Zemin ve zamanı kollayın... Mu- vafik bir zemin ve zamanda iti- rafta bulunun!... Meselâ kalabalık bir yerde, bir sokakta... Kocanız, alem yanında bhuşunet göster- Okumakta devam etti: “ Esasen oanladım, o hayatta yalnız bir işe yarıyacağım: Mek- tuplaşmıya. Mısır kraliçesi Kleo- patra'nın sönük mevcudiyeti beni eğlendirmeğe, bara vakit geçirt- | meğe kâfi gelmiyor. “Kieopatra da kimdir mi? Benim de, sizin gibi bir Kleopatra'm var: Köpeğim. Ona, sadakatinden tamamile emin ol- mak için, hiç tasma takmadım. “İşte böyle Beyza hanım, bura- | daki hayatım bundan ibaret. Ya- | zılacak hiç bir şey bulunmıyacak kadar basit ve yeknasak. İ “Önünüzde diz çöküp, hürmetle elinizi öperim. Hidayet Beyzadan Hidayete “ Odamı tarif etmemi istiyor- | sunuz. Bilmem odam tarif edil meğe dayanabilecek mi? Böyle mekten çekineceği için kurtulur- sunuz... Haydi ey betbaht abide ve zahide kadın!... Gidin... Ancak itirafatta bnlunmanızı müteakip zevcinizi günahdan kurtarabilirim. Dük — Aman iyi ettinde sine- maya geldin.. Hem bu filim lâkır- dılı değil de sade muziklı oldu- gu için pek makbule geçecek. Fakat kâşke bir loca tutsaydık... Zira, ortalık çok kalabalık. kolumu oynatamiyorum.. oOFakat ( artık susalım.. Ortalık karanlık oldu... (Filim başlar. Bir Çinli haydut bir kızı tayyareyle kaçırır.) Dük - bayılırım böyle filimlere.. Filim dediğin heyecanlı olmalı... Düşes — ( Melül nerek: ) Dük!. melül sesle- Dük — Ne var? Düşes — Sana bir itirafta bulunacağım ! Dük — (Sinemayla meşgul) aman yarabbi!.. Tayyareden loko- motife bu atlayış! Düşes — ( Karanlıkta kimseyi görmediği için O cesaretlenerek itirafatta bulunurum Dük?!.. Ben sizi aldattım. Dük — Merak ediyorum. Aceba bu filmi nerede aldılar ? Düşes — ( Daha yüksek sesle) Dük1.. Ben sizi aldattım. Dük — Ne? Seyircilerden biri — Susun!,. Gürültü etmeyin! Dük — Ne dediniz, Düşes? Düşes — Diyorum ki size boy- nuz taktırdım. Dük — Aman yarabbi! Aman yarabbi! Neler işitiyorum! Cıvardaki seyirciler — Susacak mısınız, yoksa kolunuzdan tutup sizi dışarı atalım mı? Şarkılı ve musikili filmi mi dinliyeceğiz? sizi mi dinliyeceğiz ? Dışarı çıkın | Dük — Evet, dışarı çıkalım. Düşes — (Böyle muvafık bir yerden ayrılmasını istemiyerek : ) Imkânı yok, Dük1!.. Ne tarafa doğru gitsek yirmi beş kişiyi rahatsız edeceğiz! Allah aşkına beni dinleyin... Ben, sizi, altı aydan beri aldatıyorum. Dük — (Avaz avaz bağırarak) Aman Allahım ! Civardaki seyirciler — Bu va- zıyete tahammül edilmez... Deli herifi dışarı atmalı ! Dük— (Hiddetli, (o kudurmuş, intikam almak için köpürmüş bir halde) kaltak karı! Beni kiminle aldattın? Düşes— Komşumuz baronle... Dük— ( Gittikçe sesini yüksel terek) ah alçak herif! Cıvardaki. seyirciler — Sinema- | nın kontrolunu getirelim ! Lâmba- | ları yakın! Bu herifin ne biçim herif olduğuna bakalım ! bir şeye tahammülü olduğunu zannetmiyorum. Fakat mademki istiyorsunuz, yazayım. “ Duvarlarını kâatlattım. Satı- cının itirazına rağmen:- Genç kız odasına gitmezmiş - koyu renk bir kâat koydurdum: Gül kurusu rengi. “Eşyama gelince: Aile yadigârı geniş bir divanım var. Viyana mamulâtı da döşemelerim... “Vay vay vay!.. Bu ne lüks! diyeceksiniz. Filvaki bu eşyalar yeni iken, fi tarihinde çok iyi imişler. Amma şimdi perişan bir haldedir. Tuttuğumuz yer kopu- yor. Bunlar da baba yadigârı. “Masanın üstünde büyük bir saat, büyük bir vazo, bir kaç kitap ve... Sizin resminiz duruyor. | Yerde gene eski bir Anadolu halısı var. Işte bundan ibaret, “ Gönlünüz oldu mu? “Bu odada ben duruyorum. Düşes — Sizi, haftada dört kere aldatıyordum. Dük — (Artık nefsine hâkim olamıyarak) kaltak! Seni geberte- ceğim. Geberttikten sonra da, şatonun bodrumuna atacağım... Etini domuzlara yedireceğim. Bütün seyirciler — Çenenizi kısın.. Bu ne rezalet! Ihtiyar bir miyop — Aman ne iyi icat... Demek ki, sinemalar, artık biradam tutarak yazıları okutturmağa başladılar. Düşes — (Bir hırıstiyan mü- lâyemetle) ben çok melün bir kadınım. Vücudumun kirlenmemiş bir nokatası bile kalmadı... O yabancı adam, benim pak olan ismetimi mahvetti... Dük — (Boğulur gibi) bu ka- labalıkta, bu dar ve rahatsız kol- tuklarda elimi bir türlü serbest kullanamiyorum. Yoksa, şimdiye kadar çoktandır kalbini deler, irin kanını akıtırdım... Fahişeler bile, senin yanında melek kadar temizdir. Bütün seyirciler — Bu ne ke- pazelik... Deliyi dışarı atın... ari yakın! Lambaları Ya- n Dük — (Lâmbaların yakılaca- ğını merak ederek intikamını alamıyacağını anlar." Kolunu ansı- zın koltuğun kenarından kurtarır. Karanlıkta bütün kuvvetile bir şamar sallar.) Al tokatı, karı! (Karanlıkta tokadı, yanlış isti- kamete atmıştır. Tokat şişman ve ihtiyar bir kadının suratına yapışır.) Ihtiyar şışman kadın — Imdat! katil var. (Lambaları yakarlar.) Ihtiyar ve şişman kadın-Haydut! Beni öldürmekmi istiyordunuz? Dük — | Muhterem ailesinin ismini böyle rezilane bir hâdiseye karıştırmamak istiyerek : | Abdal karı, ne bağırıp (duruyorsun.. Ben sana tokat mı attım.. Ne münasebet?.. Maksadım pek be- gendiğim filmi alkışlamaktı! Nakıli : (Hikdyeci) EMLÂK SAHİPLERİ! Emlâkiniz için süratle kiracı bulmak Emlâkinizin kiralarım muntaza- men tahsil edebilmek Emlâkinizin varıdatını temin edebilmek bususatında mutehassısla Emlâk rın tecrübesinden istifade edebilmek için EMLAK İDARESİ umurunda kesbi ihtisas etmiş olan UMUM EMLÂK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDiNiZ! Adresi: Bahçekapı, Taş han No. 20-21-22 Telefon: 20307 Ince uzun boylu, ablak oçeh- reli, kalın kırmızı ağızlı, sarı lepiska saçlı bir kız... Beni bir çok arkadaşlarım rusa benzetirler. Yalnız gözlerin kapkara... Gözle- rimi İspanyollardan alışın. “Kleopatraya çok selâm, size de hürmetler. Beyza Hidayetten Beyzaya “Kara gözlü sarışın hanım, sizi, geniş sedirinizde tahayyül ediyo- rum. “İstanbul'da olmak, odanızda bulunmak. O sedirde başbaşa verip sizinle uzun uzun konuşmak isterdim. “Senelerdenberi, ilk defa, bu derece şiddetle Istanbul'a gelmek arzusu içimde canlandı... “Amma gelmiyeceğim.. (Bitmedi) '