Bi 3 Mavıs 1932 Teifrika No. 70 23 Mayıs 1932 SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Dağların kucağında büyüyen ve fenalıklardan nefret eden böyle bir delikanlıyı, Belkıs, dar ağacına nasıl gönderebilirdi ? Alın Kapı'rın altındaki gizli yol, (Hükümdarlar mezariığı ) na dayanıyordu... — O halde bu gizleniyor? — Zaplondan korkuyoruz .. Amonlu cariyenin başını (o nasıl kopardise, bizim başımızı öyle hem de kimseye sormadan kopa- rr ve cezasız kalır. — Demek ki bu memleketin hakiki hâkimi Zaplondur, öyle mi? — Bunu siz söylüyorsunuz, Mewkem! Ben bu sözü işitmekten bile korkarım. — Bu hakikat neden ketmedi- liyor, söylesene...? — Vakâyâ “benden başka şahit olmadığı için, Melikem! Enverano masumdur ve bugün asılacaktır. Seba melikesinin tüyleri diken gibi bir anda vücuduna batmağa başladı. Roditin sözleri onu asa- bileştirmişti. — Bu derece gaddarane hüküm olamaz.. Diye söylenerek yürüdü Rodit asabiyetin yarattığı ce- saretle Melikeye bütün bildiklerini “Vegördüklerini anlatmıştı. “Belkis, boynu daima yukarda gezön' ve Süleymana: “Ben masu- mumi, beni asmayın!,, demeğe bile tenezzül etmeyen dağların oğlunu niçin kurtarmak istiyordu? Beni Israil kibarlarının: - Piç! diye yüzüne haykırdıkları bu ce- sur ve hessas adam, Seba meli- kesini biranda teshir mi etmişti? © Rodit, şairin yattığı odayı gös- tey ire — Enverano * buradadır, meli- kem! Rodit odanın kapısım açtı. Ikisi birlikte içeriye girdiler. hakikat neden Belkıs, şairin senelerden beri dağların kucağında nasıl yaşadı- ğını anlamak istiyordu. Kendi de küçükken, ufak bir kabile içinde sessizce yaşarken, günün birinde bir çok kabileleri birleştirerek nasıl kuvvetli bir hükümet kur- duğunu hatırladı. Enverano senelerdenberi Heb- ron dağın yamaçlarında münze- viyane bir hayat yaşamaktan usanmamış mıydı ? Belkıs, dağların oğlunu yerde zincirler içinde yatarken görünce müteessir oldu. Yanına sokularak seslendi : — Gözlerini aç, Enverano! Seba melikesi seninle konuşmağa geldi... Şair başını kaldırdığı zaman, karşısında Belkıs'ı gördü. Gözle- rine inanamıyordu. Şüleyma'nın tahtında yanyana oturan Seba melikesi, bir çobanın ayağına ne diye ve nasıl gelebilirdi. Dağların oğlu hayretle Melike- nin yüzüne bakarken, Belkıs sordu: — Idam edileceğini biliyormusun? — Zaplon söyledi... Bugün mü asacaklar? — Masumiyetinden bahs edi- yorlar... Tahakkuk ederse, hiç şüphesiz kurtulursun! Enverano zencirlerle sarılmış kollarını güçlükle göğsüne götü- rerek doğruldu: — Ben artık merhamet istemi- yorum, Melikem! Bana şefaat et- mek isterseniz, biran evvel asıl- mam için delâlet ediniz! Belkıs bu sözü işidince titredi. Tetfrika No: 35 23 Mayıs 1932 İ Küçük Hanımın Kısmeti İl Selâmi İzzet “Üç kişi yola çıktık. Göztepede bir ahpaba gidiyorduk.. Üç kişi diyorum. Çünkü benden ve arka- daşım Medihadan maada bir de kırmızı balık vardı. Evden çıkarken arkadaşım ke- mali ciddiyetle: — Ne hediye getirseydim, bu kadar makbule geçmezdi, dedi. — Nedir hediyen? — Bir kırmızı balık. — Ne?.. Eğer bir kırmızı balık yiyeceksek açlıktan ölürüz. — Saçmalama. Köşklerinin bah- çesinde bir küçük havuz varmış. Balıkları yokmuş... Ben bir tane götürüyorum. Kolunun altındakı paketin kava- noz olduğunu, kavanozda da bir kırmızı balık bulunduğunu anladım. Yola çıktık. Haydarpaşadan trene bindik. Arkadaşım kavanozu sıkı sıkı kucağında tutuyordu. Feneryolunu geçtikten baykırdı: — Eyvah! — Ne oldu? — Islandım. Tren sarsıldıkça kavanoz sarsıl- mış ve sular dökülmüştü. Hem de nasıl, biçare balıkçağız bir parmak suda çırpınıp duruyordu. — Su lâzım su. Biletçiye yalvardık : — Bize su bul!. sonra 100 bin frank Yarısını vergi olarak verecek Fransanın Toulon şehrinde, ahi- ren mühim bir dava intaç edil- miştir. Bu davanın mevzuu şudur: ! 1924 senesinde doktor Marchak vatandaş ve Rus milyoneri olan Bespalofu mühim bir hastalıktan tedavi etmiş ve hayatını kurtar- mıştır. Rus milyoneri, doktora gönderdiği bir mektupta, artık çalışamıyacak bir hale geldiği zaman, kendisine yüz bin frank vermeği taahhüt etmiştir. Doktor Marchat ahiren kendi- sine yapılan bir ameliyat netice- sinde, iki bacağıda kesildiği ve artık çalışamıyacak bir hale gel- diği cihetle, eski müşterisinin bu vaat ve taahhüdünü hatır lamış ve kendisine müracaatla vadini ifa eylemesini talep eyle- miştir. Fakat rus milyoneri, bu taahhüdünü ifa etmediği cihetle, mahkemeye müracaatla, aleyhine dava açmış ve davayı kazanmıştır. Zavallı doktor bu davayı kazan- makla beraber, yeni bir belâya uğramıştır. Fransada mevcut vergi kanunları mucibince doktor ka- zandığı paranın yarısını, maliyeye vermek mecburiyetidedir. Zavallı doktor, pek müşkil bir vaziyette (bulunduğu o cihetle, Fransız maliye nezaretine acıklı bir istida vermiş, ve fen uğrunda kötürürüm kaldığı cihetle, hükü- metin oatıfet ve merhametine çıktığını ve kendisinden bu 50 bin frangın alınmamasını rica eylemiştir. Dana bayramı yapanlar İkmir 21 — Eski âdetlerden kanunen memnu dana bayramını tesit etmek isteyen yedi arap kadını tevkif edilmiştir. numaram Bu ne metin, ne sarsılmaz bir adamdı! — Niçin asılmak istiyorsun? dedi, insan dünyaya bir def'a gelir. Yaşamak, en büyük saadet- tir. Seni ölümden kurtarırsam, bana minnettar kalamazmısın? — Hayır.. Çünkü, boynumu eğmeğe muktedir olabilseydim, on sene evvel dağların kucağına atılmazdım.. Ve şimdi bende sır malı elbiseler içinde yaşayan bir zenğin damadı olurdum... Belkıs, hayatında ilk defa, böyle ölümden yılmaz, Servet ve saadetle istiza eden bir adam- la karşılaşıyordu. Seba melikesi, şimdi, Envera- nonun masumiyetine bir az daha inanmıştı... Ölümle karşı karşı- ya kalan bir insan yalan söyle- mezdi. Bilhassa bu derece metin solarsa.. Şair, yüzüne dökülen dağnık saçlarının arasından Seba melike- sine bakarak sözüne devam etti: (Arkası var) — Bende su ne gezer. — Belki yolculardan birinde vardır. Mesele ağızdan ağıza yayıldı, kulaktan kulağa duyuldu. Herkes soruyordu : — Ne var, ne oluyor? — Bir kırmızı balık ölüyor. — Su — Yok. Bir bey imdadımıza yetişti. Ka- rahisar maden suyu şişesini kava- noza boşalttı. Ne dersiniz, balık canlandı... Kanat çırparak yüzmeğe başladı. Amma arkadaşımın esvabı bir türlü kurumak bilmiyordu. Neyse, Erenköyüne indik. Ah- pabımızın kapısını çaldık. Evsahibi kapıyı açtı. Balığı görünce şaştı: — A... Ayol bir tek balığı Fahrünnisa hanım, şapkasını giydikten sonra: — Allaha ısmarladık, Şakir!...- diyerek, elini âşıkına uzattı. — Gülle güle, cicim! - cevabını verdi. - Fakat bu vaziyet ne zamana Okadar böyle davam edecek?... — Beni müşkül vaziyete sokma, Şakir.. Biliyorsun ki, sade seni seviyorum.. Ona karşı daima lâ- kaydım.. Amma, ayrılıp ta sana varmam imkânsız.. Zira, ailem ne der? Âlem ne der?.. Kocam, bana karşı daima dürüst davran- mış bir erkektir. Hiç bir kusuru yok ki bahane edeyim?! İşte, seninle sık sık buluşuyoruz.. Ko- camın ahpabısın.. Bu akşam da otomobilinle gelerek bizi alacak- sın.. Gezmeğe gideceğiz.. — Fakat kocan da beraber.. — Ne yapalım?.. Benim aklım fikrim, onun yanında iken de hep seninle mesgul.. Haydi, çocu- ğum.. Ben gidiyorum.. Vakıt geç oldu.. Saat beşi geçiyor.. Altı buçukta seni bekleriz.. Gel, bizi evden al. Fahrünnisa gittikten (sonra, Şakir, kanepenin üzerine keyifle uzdadı. Böyle güzel bir kadın sevilmek ve her şeye otercih edilmek tatlı tatlı düşündü. Altı buçukta üç ahbap birleş- tiler. Fahrünnisanın “nereye gide- ceğiz? “diye sorması üzerine, kocası Nadir bey: — Aman, bizin © arkadaşlar Samatyada denize nazır bir balıkçı meyhanesi (tavsiye (ediyorlar! - dedi. - Pek harikulâde yermiş. Heryün Tokatlıyan, Tokatlı, Tür- kuaz yok bilmem Ambassadör dolaşacak değiliz ya, bugün de oraya gidelim! Şakir, bu fikri mülâyim boldu. Yediye doğru, Samat'ya malüm meyhanelerinden birine varmış- tılar. O gün, ortalık hernedense o kadar kalabalık değildi. Bir masada, üç erkek, üç kadın, iki de çocuk bir çok ermeni ailesi oturuyor. | Öbür masada genç amelelerden mürekkep bir gurup , üçüncü masada ise, kaba- dayı kılıklı iki balıkçı, çekip duruyorlar... Gözleri kan çanağına dönmüş... Bizim üç arkadaşda bir masa başıra geçti. Oltalarile tutulmuş istavrit ve izmarit balıkları ve üç hişiye iki şişe bira ısmarladılar. Içe dursunlar, Fahrünnisann gözü kabadayı kesimli balıkçılara ilişi- yordu. Bunlar kan çanağı gibi gözlerile, mütemadiyen kendisine bakıyorlardı. Hattâ bir tanesi ona işaretler bile çakmağa baş- ladı. Bittabi, bu nevi bir kompliman genç kadının hoşuna gitmedi. — Aman, of artık buradan zevkini gidelim! - dedi. Nadir bey: — Niçin? - dedi. - Güneş adam akıllı batıncaya kadar burada ne getirdi havuzu balıkla doldurduk. Gelin bakın. Şu dünyada ne tuhaf insanlar vardır. Biz zahmetle bu balığı taşıdık, o bizimle alay etti. Bahçeye çıktık. Havuzda koca- man kocaman kırmızı balıklar vardı Ev sahibi : — Eğer bu sizin getirdiğiniz yavruyu havuza atarsam büyükler yerler, dedi. Atmadık. Akşam avdette ben balığı geri) götürmek istedim. Arkadaşım itiraz etti: — Yo, artık taşıyamam. — Ben taşırım. Evimize geldik. Arkadaşımla düşünmeğe başladık... Bu balığa bir isim bulmak lâzımdı. Ben buldum: “ Tutak güneşil, kalalım.. Hava güzel.. Mevki pek hoşuma gitti.. Acelemiz ne.. Fahrünnisa, oyun bozanlık etme- mek maksadile sesini çıkarmadı. Artık başını kabadayılardan ta- rafa çevirmekle iktifa etti. Bu sırada, ermeni ailesi kalktı. Genç ameleler de keza, bir şarkı tutturdular. Şakalaşarak uzal tılar. Ortalıkta kimse Emil Bir bizimkiler, bir de kabadayılar.. Tam o esnada, kabadayılardan biri, Fahrünnisa'ya doğru: — AH anam... Seni hangi ana doğurdu... Sen iliksin mübarek iliksin!... - diye ha; mı?... Şakir, derhal yerinden fırladı. — Kendine gel... Ne oluyorsun?. O sözü sen kime söylüyorsun ? - diye sordu. Kabadayı, adam akılı sarhoş olmuştu, Yayık yayık: — Sana lemiyorum bey birader! Şu kabile kafalı herife söyliyorum ! - diyerek ( Nadir'i österdi gi Nadir, Şakire: meme brak, buradan sa; yoksa başımız ya scl dede Kabadayı, Nadirin cesaretsizliği karşısında kabardı: Siz kime — Ulan keratalar... edepsiz diyorsunuz? di — Sustalı (o çakısını çektiği gibi iki erkeğe doğru yurudu. Vaziyet berbattı. Herifin ne yılışık Sarhoş olduğu belliydi, kıyasıya: yürüyordu. Fahrünnisa bunu anladı. Koca- sının önüne geçti. Vücudunu on? siper etti. — Bırakm kocamı 1... Ondan ne istiyorsunuz? - diyerek Nadir'i sürükledi. Şakir, kabadayı ile karşı kar- şıya kalmıştı. Bereket o bir ka- badayı, daha ayıkça ve sulhper- vermiş. mani Bıçak Şakir, sadece yüzünde iki yumruk izile meseleyi atlattı. On dakika sonra, burnundan kan akarak, otomobile geldi. Nadir: ii VİZE, güme iflere terecektim! - diye homurdanıyordu. Otomobil ilerledi. Şakir, tek söz söylemeden karı kocayı evire bıraktı a esnada, genç kadın, Şakir'in elini manalı manalı sıktı. Şakir, ona mukabelede bulunmadı. Evine dönerken, dudaklarında acı bir tebessüm, düşünüyordu : Fahrünnisa'nın aşkının ne oldu- ğunu şimdi anlamıştı. Genç kadı- nın bakiki alâkası kocasınaydı. Aile bağı, kendini göstermişti. Bu mubadenet karşısında Şakir. yabancı olarak görünmüştü! Hoşa giden ve hini hacette kocaya feda oluna bilen bir yabancıl Delikanlı: düşünüyordu: Yoksa, Fahrünnisa'nın iki erkek arasında asıl aldatılmış vaziyette bıraktığı bizzat kendi, Şakir, değil miydi? Nâkili: (Hatice Süreyya) Itiraz. ettiler. keşfetti: — Renginden kinaye, Sovyet diyelim, dedi. Kabul edildi. Kavanozu odama koydum. Artık Sovyetle başbaşa yetı- yorum. işte size bir mektup Hidayet bey. Bir mektup, ki eğlenmedise niz bile sıkılmamışsınızdır da... Biliyor musunuz, ki size mektup yazmakta güçlük çekmeğe başlı yorum. Bana kadın düşmanısınız hissini veren mektuplarınızı bir daha okudum da karşılık ne yazr- yım diye hayli düşündüm... Ne bileyim, hiç yoktan bana da düş- man olursunuz diye korkuyorum. Ne olur, olmıyacağınızı temin edin. Beyza (Bitmedi) Arkadaşım iyi