17 Mayıs 1937 Teirika No. 61 —— 17 Mayıs 1932 İ SEBA MELİKESİ | BELİISIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Bu kargaşalıktan istifade etmeği düşünen Zaplon, göğsünü kabartarak cevap verdi: “Amonlu cariyenin katili şair Enverado'dur hükümdar!,, Süleyman'ın davetlileri, şairin vereceği cevabı bekliyorlardı. Enverano tekrar taşın üstüne çıktı : — Biraz evvel “Mamur beldeler köpeklerle dolarsa şehirlilerin ve şehirlerin hali ne olur ? ,, demiş- tiniz! dedi, bu sözünüze cevap vermeme müsade ediniz, âdil hükümdar! Ben küçükken, birgün, babamın harpte öldüğünü söyle- diler. Annem babamı sevmezdi. Bu kara haber onu, azat edilen bir esir gibi sevindirmişti. Üç ay sonra başka bir erkekle evlendi. Fakat, aradan bir sene bile geçmemişti. Bir sabah annem kuyudan su çekerken ayağı kaydı ve suya düşüp boğuldu. Arkasından benden başka ağlayan olmadı. Kocası komşumuzun kızını sevi- yordu. Derhal onunla izdivaç etti. Ben kimsesiz ve himayesiz kaldım, Annemden ve babamdan çok iyilik gören komşular beni himaye etmediler. Mahallemizin çobanı beni dağdaki kulübesine götürdü ve ben orada büyüdüm. Şehirden ve şehirlilerden nefretim, çocukluğumdan başlar. Davetliler kaşlarını çatmışlardı. Biribirlerine bakışarak dudakla- rını büktüler. Enverano sözüne devam etti: — Bir gün dağdaki köpeğimi- zik yavrusu nehir kenarından su içerken nasılsa düşüp boğuldu ve su bu yavrunun cesedini alıp götürdü. Yavrunun anası uzaktan bu manzarayı seyrediyordu. Yavru- sunun uzaklaşdığını ve boğulduğunu görünce nehirin kenarına koştu, saatlerce çırpınarak bağırdı.. Ne- birle mücadele etti. Eger bu nehir, su olmayupta onun gücü yeteceği bir cisim olsaydı, has- mını muhakkak parçalayacaktı. Zavallı köpek teessüründen gün- lerce ağladı, yavrusunun matemini tuttu, Onu su boğdu diye gün- lerce su içmedi.. Ve nihayet bir sabah, evlât acısı, bu hisli hayvanı hasmının aguşuna göndermişti. Köylüler onun 'cesedini nehir sahilinde (gördüklerini (o söyle- diler. Ben bu köpek için, kulübemin kenarında kendi elle- rimle bir âbide yaptım, etrafını dağ çiçeklerile süsledim. Bu çi- çekleri her sabah göz yaşımla sularım. Ne olurdu? Bu âbideyi sizlerden biri için dikseydim ve göz yaşımi hemcinsim için dök- seydim... Tefrika No: 29 Galiba Belmayı ilk gördüğü gün; Belmaya, iş istemek için müracaat ettiği zaman, âşık olmuştu. Patron Belmaya: — İşçiye ihtiyacımız yok! Dediği zaman, ilk defa bir cesaret gösterip başını kaldırmış: — Var, bir işçiye ihtiyacımız var! deyivermişti. Belma, onun sayesinde iş bul- muş ve gene onun patrona israrı ile, yazıhanede kâtibeliğe başla- mıştı, Belma, kâtibeliğe başladıktan sonra, Faik tuvaletine daha fazla itina ediyor ve her bahane ile, bir şey sormak üzere, günde elli defa gençkızın odasına giriyordu. geri — ç “ v Küçük Hanımın Kısmeti Birdenbire bir gürültü koptu. — Artık yeter.. tahammül edemeyiz. Diye bağırmağa başladılar. Asılzadeler ve Beni Israil kibar- ları şairin sözlerini dinlememek için kulaklarını tıkıyorlardı. Süleyman, şairin anlattığı hikâ- yeden çok müteessir olmuştu. — Mademki köpeğin yavrusunu su boğmuştur... Suyun cezasını vermek lâzımdır. Dedi. Fakat, asılzadeler, şairin tecziyesini istiyorlardı. — İnsanlar bir çoban köpeği ile mukayese edilemezler, diyor- lardı, bu piçin cezasız kalmasına tahammül edemeyiz... Gürültüler fazlalaştı. Kudüsün kibar aileleri, Envoranodan hoş- lanmadıkları için, ona vaktile: “Piç,, demişlerdi. Filhakika şairin anasını, babasım dağdaki çoban- dan başka bilen yoktu. Halk tarafından çok sevilen şair geriye çekilerek köylülerin arasına karışmıştı. Enverano: — Ben Adem ve Havva'nın evladıyım... diye bağırdı. Sarayın Obahçesinde kıyamet kopuyordu. o Muhafızlar (derhal atlarına binerek halk arasına karış- tılar ve şairi aramağa başladılar. — Tutur..! Vurun..! Gebertin..! Sesleri arasında, kalabalıktan korkup kaçan kadınların vaveylâsı, küçük çocukların feryadı, kamçı şakırtıları işidiliyordu. Süleyman, hassa askerlerine: — Onu şimdi bulup getirecek- siniz! Diye haykırıyordu. Bu esnada Seba melikesi Bel- kıs, beni Israil hükümdarına sordu: — Dağların yetiştirdiği bu tok sözlü şairin kabahatını anlaya- madım. Zavallı delikanlı, dağlarda şahit olduğu hazin bir vakayı anlattı. Ben, davetlilerinizin, bu hikâyeden (çok mahcup ve müte- essir olaçaklarını ümit ediyordum. Bu kargaşalığın, bu asabiyetin sebebi nedir? Hazreti Süleyman, Seba Meli- kesine müspet ve makul bir cevap verememişti. O sırada kalabalığın arasında gözüne ilişen Zaplon,a seslendi: — Koca arslân... Amonlu cari- yemin katilini buldun mu? Zaplon iki saat kadar dolaş- tıktan sonra meydana çıkmıştı. (Arkası var) 17 Mayıs 1932 Bu hakarete Selâmi İzzet Maksadı sadece Belmanın yü- zünü görmekti... Gençkızın saf ve asil bakışla- rına bayrandı. Fakat Belma hiç oralı olmu- yordu. Faik'in suallerine, gözlerini kaldırmadan Ocevap (veriyordu. Dudaklarında en hafif bir tebes- süm bile belirmiyordu. Hayattan boyunun ölçüsünü almış bir insan vakar ve temkini ile konuşuyordu. Faik'in arzusu, Belmaya yalnız balya, denk, yevmiye, haftalık hesabı sormak değildi. Fakat bir yor, iş haricinde tek kelime bulup söyliyemiyordu. Belmanın vekar ve temkin Faik'i davetliler arasında | türlü cesaret edip sözü çeviremi- | Akşam Kemal | vime baktığı vakit, otuz üç yaşına bastığını gördü. Bu tarihler, onun için, çok mühim tariklerdi. Her yıl dönümünde, mazinin bir sene- lik mubasebesini görür, istikbalin bir senelik proğramını yapardı. Otuz üç yaşında evlenmeği, artık, hayat ortasında müsbet ve kat'i bir vaziyet almağı ta eski- denberi “düşünmüştü. Bu düşün- cesini, bu sene tatbik edecekti. ! .. Ayağa kalktı. Çayını içti. Tuva- etini yaptı. Güzel eşkâlli ve renkli robdöşambrını giydi. Bir sigara yaktı ve vaziyeti mülâhaza etti, hayır, mubalaga etmiyordu; kendi hakkında müfrit bir hüsnü tevec- cüh göstermiyordu: — “ Ben, iyi bir ailenin çocu- ğuyum! Sıhhatim. yerinde! Yüzü- mün şekli güzel. İri yarı, kuvvet- liyim; fakat lâgar değilim! azimli bir tabiatım var. Tahsilim yerinde, her şeyden bahsetmesini biliyorum. Nihayet ozenginim de... Büyük babamdan ve babamdan tevarüs ettiğim serveti öretiyorum. Artık Leylâdan ayrılıp evlenmeliyim. ,, Leylâ, güzel, zeki, fakat ser- vetsiz dul bir kadındı. Üç sene- den beri beraber yaşıyorlardı. Kemal Fuat namuslu bir erkek olduğu için, ona, evlenemiye- ceklerini ve rabıtalarının omu- vakkat (oolduğunu (söylemişti. Hatta birgün başka birile evlenmek üzere Leyla'dan ayrılacağınıda ona haber vermişti. İşte o gün gelmiş bulunuyordu. imi Kemal Fuat, bugün, sevğilisine, vaziyeti haber verecekti. Lâkin, iki genç sevişiyorlardı. Ayrılış feci olmıyacak mıydı? Aceba Leylâ, ağlayıp bayılmıyacak mıydı? Bir dram zuhur etmiyecek miydi? Kemal, bu cihetleri düşünüyor da üzülüyordu. Leylâ, mütebessim yüzü, ince siluetile içeri girdiği zaman endi- şesi arttı. Ne gizli bir zarafetle giyinmiş güzel bir kadındı bu... Delikanlı, ona doyadoya baktı. İşte, elinde bir demet çiçek... Yıl dönümü hediyesi getirmişti... Mutat uyuşmalardan sonra, bu çiçekleri vazolara yerleştirdi. Yanyana oturdular. Kemali, ciddiyetle: — Yavrum! - dedi. - Seninle konuşmam lâzım. — Anlat bakayım', kocamanım benim! Bu “ kocamanım ,, tabirini, genç kadın Kemal hakkında daima kullanırdı. Tabirde bir çok şeylere birden telmih vardı: Kemal'in iri yarı olmasına. Leylâ'dan daha akıllı sayılmasına, Leylâ'yı himaye bütün bütün hayran ediyordu. Bir mevzu bulup gençkızla konu- şamadığı için kendi kendine kızı- yor, ayni zamanda da Belmayı daha fazla sevmeğe başladığını hissediyordu. Bir akşam, Belmanın peşine düştü. Kendini göstermeden ta evine kadar gitti. Bu mütevazi ev de Faik'in hoşuna gitti. Gön- lüne emniyet geldi. o Belmanın namuslu bir kız olduğuna bir kat daha kanaat getirdi. Ondan sonra tesadüfler Faik'e yardım etti. Birgün Belmanın çekmesinde Necip Faz'l'ın şiir kitabını gördü. O gün cesaret edip sordu: — Şiirden hoşlanır mısınız ? Belma hayretle Faik'in yüzüne baktı: — Neden sordunuz ?. — Tesadüfen gözüm kitabınıza ilişti de... Fuat, o sabah, tak- | | yordu. olabilirdi, bundan ötesine razı ola- | ür) O ZeylâileKemal | etmesine, hülassa, onun büyüğü mesabesinde bulunmasına.. — Kızım... Her şeye rağmen mantıki davranman icap ediyor... Neylersin, hayat böyle... Seninle geçirdiğim güzel günleri asla unutamıyacağım. Bana, üç senemi cennetteymişim gibi (yaşattın... Fakat... — Fakat? Genç kadın tes tekerlek açıl- mış gözlerile erkeğe baktı. Erkek, gözlerini çevirmek mecburiyetinde kaldı. Kabaca kestirip attı. — Ben, evleneceğim Leylâ. Leylâ, titredi, sarardı. Lâkin, Kemal'in umduğu ayılıp bayılma- lar vukua gelmedi. Sadece: — Ya? Öyle mi, kocamanım benim... - dedi. - seninle geçen güzel günleri ben de unutmıyacı- gım... Biliyorum. Esasen daha o geceden de münasebetimizin ebedi olmıyacağını bana haber vermiş- tin. Maamafih, seninle ne güzel günlerimiz geçtiydi. Ayrılacağımı- za müteessifim.. Ama, ne yapalım, mukadderat.. Evleneceğin kadınla mesut olmanı umuyor musun bari? Kadın gayet sakindi. Erkek bundan dolayı hem sevindi, hem de müteessir oldu. — Kiminle evleniyorsun? Kemal, azıcık şaşaladı. — Henüz bilmiyorum. Prensip noktasından (oevlenmeğe karar verdim... Arayıp bulacağım. Kadın, erkeğe yaklaştı. Elini onun omuzuna koydu. — Sana cidden lâyık bir hayat arkadaşı bulmak lâzım, ben seni hodbinliğin fevkinde bir aşkla seviyorum. Senin için feda olma- ğa razıyım. Lâkin fena bir ka- dınla evlenmene tahammül ede- mem. Erkek hayretle dinleyordu. — Bak, ne düşündüm: Bulaca- ğın kadınn kim olduğunu bana söyle. Onun hakkında benim fikrimi alda ondan sonra evlen... Zira, ben, çok insan tanırım ve kadınları kadınlardan dinlemeli... Olur mu? Seçip te evleneciğin kadına dair bir fikrimi dinlersin, değilmi? Kemal, mahcubane: — Doğrusu ne diyeceğimi bile- miyorum... Gösterdiğiniz samimi- yetten dolayı teşekkür ederim! - diye kekeledi. Li Maamafi, Leyla'nın bu dostlu- ğunu pek tabii buldu. Aradan bir ay kadar geçmişti ki: — Leylâ! - dedi. - Evleneceğim kadını intihap ettim. Ciddi, zeki, güzel bir kız... Bütün faziletleri şahsında birleştirmişe benziyor... Mübeccel Ferhat ha — Bazen okurum. Bunden sonra, biribirlerine biraz daha açıldılar. Belma, kendi kafa- sında bir memnundu. Artık, zaman buldukça edebi- yattan obahsediyorlardı... Fakat Faik'in istediği bu değildi. O, gönlünü açmak istiyor, muvaffak olamıyor, Belma da buna fırsat vermiyor, gencin imalı sözlerini anlamamazlıktan geliyordu. Amma Belma sevildiğini bili- Faik'le ancak arkadaş arkadaş bulduğuna mıyordu. Bir gün patron Belmayı odasına çağırdı: — Belma hanım, dedi, sizi her ne kadar yeni tanıyorsam da, mademki (beraber (çalışıyoruz, biraz olsun hususi hayatınıza mü- dahaleye kendimi salâhiyettar Sahife 9 Genç kadın, hayrete ka; beğ yı pılmışa Mübeccel Ferhat hanım mı?... Hakikaten gayet güzel, gayet zeki ve zengin... İyi seç- mişsin, kocamanım benim!... Hem gayet iradeli, hâkim tabiatli... Babasına bile sözünü geçiriyor... Hattâ, alârivayetin babası ondan korkarmış bile... Demek ki, ka- rarını verdin. Hakim bir kadının elinde mah- küm bir koca olmak istemeyen Kemal: — Yok, hayır! - dedi. - henüz kat'i kararımı vermiş değilim. Iki hafta sonra, Meliha Sabih hanımla (evleneceğini Leyla'ya soyledi. Leylâ, buna da: — Mükemmel! - dedi. - zengin bir aile.. Kendi de güzel, Yirmi beş yaşına geldiği halde hâlâ evlenemedi şayanı hayrettir. Hal- buki, hakkında didikodular ma- nasız.. Bir nişanlısı varmış da iki sene kadar onunla oturduktan sonra bırakıp gitmiş.. Ne çıkar?. Değilmi, Kemal'cığım? ne çıkar?. Insanın başından böyle hadıseler geçebilir.. Hakikatta güzel kızdır. Kemal: — Yok canım! İşte bunları bil- miyordum! - dedi. Biray sonra, Feriha Cevdet ha- nımdan bahsetti; genç kadın: — Evet, ona uzun zamandır kur yaptığını biliyorum! - Diye güldü. - Feriha cidden güzel, monden, zeki... Bilhassa zeki... heccav mı heccav... Etrafındaki- leri öyle alaya alıyor ki... Meselâ, geçen gün doktor Adnan beyle- rin evinde ağabeysinin yengesile yaptıklarını anlatıyordu. Onları öyle gülünç vazi'yette canlandı- riyordu ki, her kes kırıldı gük mekten... Kemal, düşünceye vardı. Feri- ha'nın ismini bir daha ağzına almadı. Bu sefer de Sabiha Münir ha- nımın modası: — Cidden harikulâdedir.. Mo- dern tiplerin en başında onu zik- retmek lâzım. Sporcu... Sinema artisti gibi.. Erkeklerle öyle arka- daşlık etmesini bilir ki.. Otomo- bilden denize, denizden tenise... Hattâ eve gelip yemek yemesini bile unutur.. Çok modern kızdır allah için, pek beğenirim... Kemal, canı sıkılarak: Elverir! - diye Leylânın sözünü kesti. - ben, kararımı ver- dim: Seninle evleneceğim. — Ah, benim kocamanım! Kucak kucağa atıldılar. Bu esnada, Leylânın dudaklarına bak- saydınız muzafferane ve müsteh- ziyane bir tebessümün belirdiğini görürdünüz. ili: (Hatice Süreyya) mama müsaade eder misiniz ? — Buyurunuz. — Faik sizi seviyor Belma hanım. Sizinle evlenmek istiyor... Belma tereddütsüz cevap verdi: — Ben insanlardan hoşlanmam... — Çocukça sözler söylemeyin. Faik namuslu bir gençtir. — Bu muhakkak. — Sizi de seviyor. — Bu kâfi değil, 1 — Size hayran. — On beş yaşında olsaydım, bu hayranlığa esir olurdum. Fa- kat artık aklım başıma geldi mahçup efendim. Ben kocama hayran olmak istiyorum. Ben kocamı sevip takdir etmeliyim. ( Bitmedi )