28 Nisan 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

28 Nisan 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 Nisan 1932 ——— Tefrika No. 45 o $— 28 Nisan 1932 SEBA MELİKESİ | BELES Yazan ISKENDER FAHRETTİN Belkıs, muhafızına bağırdı: “Siz, kabileler arasında benim malümatım olmadan, böyle adaletsizliklere cüret ediyorsanız, derinizi çabuk yüzdürürüm! ,, — Derhal satın alıp buraya gelir! — Sahibi satmıyor... — Niçin? — Geçenlerde ölen münecci- min evlâtlığı imiş.. Tavusa evlât gibi bakıyor. Seba melikesi eski bir hatırayı gözünün önüne getirdi: — Tara'dan mı bahsediyorsun? dedi. O benim çocukluk arkada- şımdır. Ve ayağa kalkarak şu emri verdi: — Atımı hazırlasınlar.. nın evine gideceğim. Tara Belkıs tozu dumana katarak, biraz sonra Seddi Maarib'in met- haline varmıştı. Sam, uzaktan genç kızın kulübesini gösterdi. Fakat bahçede tavus görünmi- yordu. Tara, Melikeyi pencereden gör- müştü, Derhal bahçeye koştu ve çocukluk arkadaşını karşıladı. Belkıs, gurur ve azametini sara- yında bırakmış gibiydi. Tarayı görünce boynuna sarıldı, onu yanaklarından öptü. Sam, Melikenin bu derece lâü- baliliğine ilk defa şahit oluyordu. Seba melikesi, Çoçokluk arka- daşına sordu: — Senin bir güzel tavusun varmış, Tara, öyle mi? — Evet.. Fakat, onu benden ayırmak ii rlar. — Para ile satmazmısın? — Hayır.. Çünkü onu doğduğu gündenberi ben büyüttüm, baktım. Ben onsuz yaşıyamam. — Fakat, onu satarsan zengin olursun! — Servette gözüm yok ki.. — Bu sefaletten kurtulursun! — Ben hayatımdan memnunum. — Burada yalnız mı yaşıyorsun? — Evet. ve talim çıkıncaya kadar da yalnız yaşayacağım. — Genç kızların talii çok hot- bin olur.. Tenha yerlerde dolaşmaz. — Acelem yok.. Elbette bir gün bu tarafa da yolu düşer... Belkıs, bu eski arkadaşının sa- fiyet ve samimiyetini (o hayretle karşıladı. Tarayı çok sevmişti. Ellerinden sım sıkı tuttu: — Demek ki tavusunu satmak, ondan (ayrılmak öylemi? Genç kız başıle cevap verdi. Sam hiddetinden çatlıyordu. Kendi kendine : istemiyorsun, Tefrika No: 10 | — Böyle fakir bir kıza Meli- kenin bu derece mahviyet ve te- vazu göstermesi onu büsbütün şimartacak.. Diye söylendi ve bir aralık, Tara tavus getirmek için dışarıya çıktığı zaman, Melikenin kulagına fısıldadı: — Maariplilere fazla yüz ver- meyiniz, fazla şimarırlar.. Emir ediniz de tavusu kucaklayıp ceb- ren götüreyim! Belkıs kaşlarını çatarak Sam'ın yüzüne baktı. — Siz, kabileler arasında, benim malümatım olmadan böyle adalet- sizliklere cüret ediyorsanız, deri- nizi çabuk yüzdürürüm! Sam Melikeden ilk defa böyle tehditkâr bir cevap almıştı. Deli- kanlının canı sıkıldı. Bir çok kabile reislerini ayağına getirten ve onları, henüz kimsenin keşfedemediği garip ve füsünkâr bir tesirle kendine tebiyete mec- bur eden Melike, bu fakir kıza neden bu derece iltifat ediyordu? Sam başını önüne eğdi ve sustu. Tara tavusile beraber odadan içeriye girmişti. Belkıs tavusu görünce şaşırdı. Kendi sarayında bukadar uzun kuyruklu bir tavusa malik değildi. — Bu mutlaka tavusların padi- şahı olacak.. Diyerek uzun müddet tavusu tetkik ve muayene etti, Artık ondan vazgeçemezdi. Taraya; — O halde tavusla beraber seni de sarayıma götüreceğim! Teklifime sakın itiraz etme.. Ca- nım sıkılırsa kalbini kırarım! dedi. Tara biraz düşündükten sonra gelmeğe razı oldu, Melike, Tarayı, Sam da tavusu atlarına aldılar ve şehre döndüler. * .. Belkıs bu güzel mahlüku Kudüse nasıl götürecekti? Günler geçtikçe tavusun ihtişam ve zarafeti karşısında hayret ve incizabı artan melike, tavusa, fil dişinden bir sedir yaptırtmıştı. Talili kuş, bir hükümdar haşmet ve azemetile tahtına kurulur ve etrafındaki üçyüzden fazla tavusun sabah akşam resmi geçidini sey- rederdi. Tara melikenin sarayında, bir hafta zarfında mühim bir mevki ve şöhret sahibi olmuştu. ( Bel- kıs) ın cebelden toplayıp getirdiği genç kızlar talim ve terbiyeye müh- taç bir halde, her gün melikenin canını sıkarlar, hiddetlendirirlerdi. (Arkası var) 28 Nisan 1932 İ Küçük Hanımın Kısmeti İ Selâmi İzzet Böyle bir imkân kimsenin ak- lından geçmemişti. Buna imkân yoktu. Hidayet kendikendine 'söylendi: — Aldandın oğlum, hem çok aldandın! Fakat bir türlü aldanmış olmağı | da istemiyor, bunu gönlüne, sevdalı olan kalbine yediremiyor- du. Bu düşünceyi fikrinden silip atmak istedi. Muvaffak olamadı. Sanki bu fikir beynine, kızgın bir demirle kazınmıştı o Afacan yola gelmez, halini ıslâh etmez; oldandım! Belma, afacan bir çocuk değil, beyinsiz kadının timsali idi. Ken- | Bir lâhza gözlerini yumdu. | all dini beğenmişliğin nümunesi idi. ? (Ne haltetmişti? Ne diye, beyin- Belmanın kafası boş muydu? Hayır. Dolu idi. Münasebetsizlik- lerle, omanasızlıklarla Keşke boş olsaydı. çok daha kolay olurdu. Zavallı oHidayetin eski bir hatıra canlandı. gözlerinde Çok sevdiği bir arkadaşı, Feneryolun- | daki köşkünde can verirken, karısı, penbeler giymiş, bahçede gül agaçlarını buluyordu... Tırnakları bozulmasın diye, ellerine eldiven giymesini de unutmamıştı. Şu anda, bu hatıranın, canlanmasında ne mana vardı? | ları mutfağa götürdü. Gündelikle dolu idi.. | Doldurmak | ! yediremedi: Acaba sevmiyor mu? | biri Belma, onu, kocası can çekişirken acı hatıranın gözlerinin önünde | Her akşam bir hikâye Kocası işini gitti... Işi, evinden uzak olmasına rağmen, adamca- gız, iktisat olsun diye tramvaya binmez yaya yürürdü... Suzan, sofrayı topladı. Tabak- çalışan hidmetci kadın, yarın sabah gelir, bulaşıkları yıkardı. Bulaşık yıkamak, Suzan'ın iğren- diği yegâne ev işidi. Zira, bu iş, elleri de bozuyordu. Başka herhangi bir işte eski eldivenleri kullanmak kabildi amma; bulaşık yıkarkek de eldiven giyilmez- di ya... Kapının zili çaldığı vakit, Süzan, mutfaktan yemek odasına dönü- yordu. Hayret etti. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi? Suzan, kapıyı açmağa gitti. Kapıyı açtı. Gelen adamı görünce yüreği hop etti. Gelenin yüzüne kapıyı kapata- caktı. Amma, cesaret edemedi. Ziyaretçi, hâkim bir tavırle eve girdi. Kapıyı itti. Suzan'ı selâmladı. Bu genç bir adamdı. Gayet şık giyinmişti. Sarı, küçük bıyıkları vardı. Itimadinefs ifade eden haline rağmen azıçık heyecanlı olduğunu belli ediyordu. Süzan: — Faruk bey... Neistiyorsunuz? Buraya niçin * geldiniz ? - diye kekeledi. Ayni zamanda, tedehhüş etmiş gibi geri geri yürüyerek misafir odasına girdi. — Sizi görmeğe geldim. — Kocam evde değil. — Biliyorum. Esasen yolda, onun çıkmasını bekledim. Sizi evinizde yalnız bulmak istiyor- dum. İleri dogru iki adım attı, Kadn bu sefer, geri geri yürüyerek ye- mek odasına geçti. Heycanıma hakim olmak için nahak yere uğraşıyordu. Faruk bey ehemmiyetli bir Ban- kanm şube müdürlerindendi. Ko- casının amiridi. Süzanın kocası Ahmet beyin bütün istikbali bu Faruk beyin elindeydi. Bu amirin, bundan bir kaç ay evvel, bir balo esnas'nda genç kadını tanımış, ona kur yapmıştı. İlk önceleri gayet kibarane ve çekingen dav- ranmışsada, sonra o hücumlarını artırmıştı. Faruk beyin hücumlarına, Suzan, vakarla mukavemet etmişti. Lâkin, Faruk, takiplerinde ısrarla devam etmiş; onun yolunu beklemiş, ona mektuplar göndermiş, araya vası- tacılar koymuştu. Nihayet, genç adam, Belma, belki kaybolan kedisinin arkasından gözyaşı dökerdi de, kocasının yalnız cançekişmesine ehemmiyet bile vermezdi. Ne denir, hılkat... buraya siz, uçarı şımarık bir kızı kendine hayat arkadaşı intihap etmişti? Artık anlıyordu. Belmadan pek çabuk usanıp bıkacaktı. Belmanın yanındayken, yalsızlığı, kimsesiz- liği çok daha iyi hissedecekti. | Evet, Belmanın yanında manen | yalnız kalacaktı, çünkü afacanın | fikren kendisini anlamasına imkân yoktu. Maddeten yalnız kalacaktı, zira Belma kendisini sevmiyordu. | Bu mülâhazayı fikrine | son bahçede gül budayan kadın kadar da sevmiyor muydu? Evin içi davetlilerle dolmıya İM? WE kadar gelmek küstahlığı da gös- termişti işte... Suzan, korkuyordu. Basit entarisi içinde, muntazam vücudunun hututu görünüyordu. Vücudunun zangır zangır titrediği anlaşılıyordu. Elleri takallus etmişti. Göğüs, heyecanla inip çıkıyordu. Siyah ve azıcık dağnık saölarının çerçevelediği güzel yüzü sarar- mıştı. Dilsiz gibi duruyordu. Faruk düşündü; Pınar başında avcı görmüş bir ceylan gibi... Ne güzel manzara. Bu manzara, ihtirasını kamçılı - yordu: — Sizi bu derece korkutuyor miyim? - diye, sesini tatlılaştırarak sordu. Kadın, mümkün olduğu dere- cede metanetle : Buradan derhal gitmeniz lâzım- dır, Faruk bey! - dedi. — Hayır gitmiyeceğim. Sizi seviyorum. Sizi delicesine sevi- yorum. Genç kadın, siyah gözlerile Farukun yüzüne baktı. — Peki amma ben sizi sevmi- yorum. Ben kocamı seviyorum. — Buna imkân yok. Bu adamı sevemezsiniz. Bu adam istidatsız, manasız, iktidarsız. Size lâyık değildir. — Belki öyle.. Fakat, iktidar- sızlığı, bilhassa, kendini istemiyen bir kadını cebren ele geçirmek hususundadır. Sizin yaptığınız şey alçaklıktır, Faruk bey! kocamın maişeti sizin elinizde ve siz böyle bir vaziyetten istifade etmeğe kalkışıyorsunuz. Sizi ona şikâyet etmiyeceğimi biliyorsunuz. Hem buraya bakın. Madamki beni sev- diginizi söylüyorsunuz, — öyleyse sakin bırakın benil Bu sözleri söyledikten sonra, azminin ve kuvvetinin apice yerine geldiğini hissetti, Evet, oldukça canlanmıştı. Faruk, hararetle: — Hayır! Sizin peşininizi bırak- mak niyetinde değilim.- dedi.- Bu, esasen elimde değil. Sizi sevi- yorum. Aynı zamanda, sizin yaşa- makta olduğunuz bu süfli hayat beni isyana sevkediyor. Siz, ev işleri görmek için yaradılmış bir kadın mısınız, canım! — Ben, hayatımdan memnu- num ve mesudum. Bunu size evvelce de söyledim. — Söylediklerinize | inanmıyo- rum... Güzelsiniz, her güzel kadın gibi tuvaletler yapmağa hakkınız var... Suzan hanım! Ben sizi seviyorum. Sizi, delicesine arzu ediyorum. Siz, benim aşkıma karşı lâkayt kalamazsınız. Düşününüz!,. Neden korkuyorsunuz ? Hiç kimse başlamıştı. r Bahçeden z yükselen, etrafa yayılan çiçek kokuları, sanki bu mesut izdivacı tebrik ediyordu. Hidayet silkindi.. Işi amma da büyütmüştül.. OAfacan, nihayet şımarık bir gençkızdı... Fena düşüncelerine nihayet vererek davetlilerin arasına Oka- rıştı, Peki amma Belma nerdeydi? Belmanın meydanda olmaması yalnız onun değil herkesir nazarı dikkatini celbetti. Herkes soru- yordu: — Belma nerede?.. Afacan nerede ? Kardeşi ile haber yolladılar. Arkadaşları yukarı çıktı. Babası merdiven başından seslendi. Nihayet Belma, salonun eşiğin- de göründü. Üstünde beyaz, bem- beyaz bir elbise vardı. En dinsiz Sahife 11 m ma bizim biribirimize randeyu verdi- gimizden haberdar olamyacaktır . Hiç kimse kocanızı miçin terfi ettirdiğimi öğrenmiyecektir. Hayat şeraitinizi genişlettiğinizi görmek beni öyle bahtiyar edecek ki... — Demek ki beni para ile satın almak istiyorsunuz? — Sizi seviyorum, Sizin mesut olmanızı istiyorum. — Öyleyse beni bırakın diyo- rum size! Beni bırakın! Yalvarıyordu. Yoksa mukave- meti zayıflıyor muydu? Erkek, bunun böyle olduğunu sandı. — Hayır, sizi birakmayacağım. Bunu, evvelcede söyledim. Seni seviyorum, Suzan! Bu son cümleyi, ne büyük bir çoşkunlukla (söyledi. Ve birden bire ileri doğru bir bamle yapa- rak, genç kadını kolları arasına aldı. Fakat, kadın, çırpınarak bu hamleden : kurtuldu. Erkeğin hiç tahmin etmediği derecede bir kuvvetle onu itti. Faruk sendeledi. Az daha yere yuvarlanacaktı. Kapıya çarptı. — Alçak herif! alçak herif! defolun buradan! yoksa, şimdi haykırırım. Imdat çağırınm. Elini pençerenin topuzuna gö- türdü. Faruk, hiddetli bir küfür sa- vurdu. Şapkasını aldı. Omuz silkti. — Bana yaptığınız bu muame- leden dolayı herhalde pişmanlık duyacaksınız! - diye dişleri ara- sından hiddetle söylenerek çıktı, gitti. (Yarın bitecek ) Nakili: (Hatice Süreyya) x Kuzguncuk yıldırım gençler birliği umumi kâtipliğinden: 29 Nisan 932 Cuma günü saat on beşte fevkalâde kongra akdedi- leceğinden bütün azanın Kuzgun- cuk Halk fırkası ocağında bulun- maları rica olunur. / * Harp malülleri (cemiyeti umumi merkezinden: 1 — Malü- liyetleri yeniden tasdik edilenlerle zayiinden veya eskimesinden do- layi vesika almak isteyen arka- daşlarımızın yalnız i ve çarşamba günleri saat 12den 16ya kadar cemiyet binasına gelmeleri. 2 — Muntazam ve çabuk yazan bir daktilografa lüzum vardır. Arzu edenlerin sinleri, cemiyeti- mizden talepleri, muvazzah adres- lerile Beyazıt posta kutusu 12 No.ya yalnız tahriren müracaatleri. Bugün de Diyorlarki... Edebiyat Anketleri Muharriri : Hikmet Feridun Neşreden : Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor olanlar bile, Afacanı cennetten inmiş bir huriye benzettiler. Ona doğru ilerlediler. Onlara doğru yürüdü. Arkada kalan Hidayet Belmanın dekoltesine baktı. Afacanın sırtı beline kadar çırçıplaktı.., - Öne geçti Belmanın iki bileğini yakaladı : — Elbisenizin arkasını yırttınız mı? lik defa şahit olduğu erkek kıskançlığı ile afalladı: — Hayır, diye kekeledi, moda böyle... — Ne dediniz?2.. Moda mı? Gençkızların Oo modası O(o çıplak gezmek mi? — Ömrüm oldukça gençkiz mı kalacağım? Evlendikten sonra mı çıplak gezeyim?!.. ( Bitmedi )

Bu sayıdan diğer sayfalar: