eği dizi, 10 Nisan 1932 >> Akşam Tefrika No. 30 10 Nisan 1932 SEBA MELİKESİ İ BELKIS Melikenin çehresinde ki Yazan: ISKENDER FAHRETTİN en ince hatları bile seçe- biliyordum. Tılsımlı direğin dibinden kulağıma bir ses aksetti: “ Cinlerimin sana bir fenalığı dokuumiyacak!,, Gözlerimi yerden ayırmıyordum: — Görüyorum, Hüseyin, dedim. Tüylerim dikenlenmeğe başladı. Kendimden geçtim.. Bizanslı sih- hirbaz Zamoranın tılsımlı aynası, Paleoloğ hanedanının beş yüz sene- lik mazisini, bütün muharebeleri, ve bütün sefahetlerile nasıl gös- terdi ise, ben de bu tılsımlı dire- ğin dibine bakınca BELKIS kas- nbin esrarına yavaş yavaş nüfuz etmeğe başlamıştım. Hüseyin birdenbire ellerile yü- zünü kapayarak bağırdı: — İşte. İşte. Uzun boylu. göğsü ve omuzları kıllı.. Başı yu- karıda gezen bir kadın görüyorum. Ab, işte o.. O meşum kadın! Hüseyin, yirmi beş asırlık ma- ziyi bir sinema filimi seyreder gibi görüyordu. Gözlerimi yavaş yavaş bu tılsımlı direğin dibine çevirerek, ben de onun gibi seyr- etmeğe başladım. Beni hislerim aldatmıyordu. Tıpkı Hüseyinin gördüğü kadını görüyorum: Uzun koylu.. Başı yukarda.. Göğsü ve kolları kıllı bir kadın. Işte, sehhar gözlerile bara bakıyor.. “Berim esrarımı keşf etmeğe geldinse - sana acırım - birşey öğrenemiye- ceksin!,, Demek istediğini bakış- larmdan seziyordum. İşte etra- fında alelacaip bir sürü hayalet- ler.. Bunlar besbelli cin tayfası olacak (1).. Mermer sutunlar üze- rinden birer beyaz bulut halinde toprağın üstüne yığıldılar.. Kula- ğımda bir sesin çınladığını bisse- diyorum: Boğalım mı? Fakat, melikenin çehresinde, endişelerimi izale eden manalı bir tebessüm var.. Başını salladı: Hayır, diyor. Bu hayaletler bir ande, kesif bir hava tabakasına kalboldular ve güneşin keskin zıyası altında dağılan bir yağmur bulütu gibi etrafa yayılıp dağıl- dılar. s daha: “ Buraya müverrihle- 7 s'in kas taribiyed ya sıtında bir ölkesi on Tagiliz I fından tetkik edilmek istenilmiş! ava beyet reisinin birdenbire hastal Belkısın cinleri tarafından fena şeklinde telâkki edilerek, heyetin ak avdete muvaffak olan bir srarengiz melikenin r vasıl daki tarihi ri erle karşılaş- Tetrika No s7 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: oO(Vâ- Na) Servet bey, “M.,, zadeler aile- sine neticeyi haber verirken onları incitmemeği kendine gaye ittihaz etmişti. Bu düşünceyle o yalanı uydurmuştu. Bu yalanın ilâvesile, Vesimenin namusu, ve dolayısile “M.,, zadenin ailesini her cihet- ten masun kılıyordu. Pakize teyzede, kocasının söy- lediklerini dinledikten ve enine böyuna düşündükten sonra, Servet beyin mütalaasını doğru buldu. Genç kadın, şimdi yeğeninin İzmir'e gelişini düşünüyordu: Al- kasdi ile ayrılması onu nasıl sars- mmştus “Hizmetçilerin.: “Çikolata — 10 Nisan 1932| ber gün gelebilirsin... Göze görün- meyen cinlerimin sana bir fenalığı dokunmıyacak!,, Derin, korkulu bir rüya gör- müş gibiydim. Başımı kaldırdığım zaman Hü- seyini karşımda göremedim. Bu esrarengiz sütunun dibinde yalnız mı kalmıştım? — Hüseyin.. Neredesin? Diye haykırdım. Zavallı delikanlı.. Benim kendi kendime konuştuğumu görünce yanımdan o uzaklaşmış. Beş on adım ileride, sarı bir taş parça- sının üstünde oturuyordu. Hüseyin benim harabeler içinde fazla dolaştığıma mani olmak istiyordu. — Artık, buradan gidelim.. Aklınızı oynatacaksınız ! Diye söylenmeğe başlamıştı. mıntakaya, asırlar vardıki, kimse- nin ayak bastığı yoktu. Otuz sene mukaddem bir İngiliz müverrihi Seba harabelerini tetkike geldiği halde - tetkikatının daha ilk gününde - burada cinler tarafından boğulmuştu. San'a da anlattıklarına göre, bu müverrihin oğlu, dört beş sene sonra , obabasinn esrarenğiz ölümü hakkında malümat toplamak üzere Londardan Yemene gelmiş. San'adan arap kıyafetile Cebeli Raimeye geçmiş: Imam'ın müsa- adesini alarak Sebaya vasıl olmuş. Fakat, işte bütün hikâye bundan ibaret. Bir ay sonra, Hüdeyde Ingiliz konsolosu Londraya şöyle bir rapor göndermiş: “... Mr. Tom Kings'in de ba- basının meçhul mezarına kavuş- muş olduğunu büyük bir teessüle ihbar ederim. Bu vesile ile, In- giliz tarihşinaslarının nazarı dik- katlerini şu noktaya celp etmeği bir vazife addediyorum: Seba dahi, müverrihlerin tetkik edeme- yeceği * meçhul bir ıklım olarak kalacaktır. Bu havalide tetkikata giden hiç bir etnografya müte- hassısı geri dönmemiştir. Seba da kayıbolan bir çok âlimlerin ve fen adamlarının cesetleri bu- lunamamıştır. Melikenin sarayı o hududuna serbesçe girip çıkan bazı kabile efradı, buralarda hiç bir insan bey, diye isim taktıkları bu ! Mısırlı, o Vesime'nin hayatı üze- İ rinde nasıl meşum bir rol | feci bir şeyler döndüğünü hisset- mişti. Pakize, bütün bu esrarı Jülide- nin bildiğini tahmin ediyordu. Onun yanına giderek esrarı öğren meği doğru buldu. Zira, Jülide- nin Vesime ile son derece sıkı fıkı dostluk ettiğini o biliyordu. | Julide, Vesimeye “Sosyete,, haya- tının keşmeşki içinde klâğuzluk | etmişti. Jülide, Pakizenin kendisinden randevu istemesi üzerine onun yorulmasına meydan vermedi. bizzat geldi. | Velidin mensup © bulunduğu Nasuhi ailesine varis beklemeğe başladığı tarihten itibaren, yeni i karı koca, < Şişlide güzel bir Hüseynin hakkı vardı. Bu meşum ölkesi, maalesef binlerce asır sonra oynayabilir diye, Pakize, o zaman- lar düşünememişti. Fakat, genede, Iran şahının Berlinde davası Mahkeme maznunların beraetine karar verdi Berlin, 6 — Dün Berlin cünha mahkemesinde, meraklı bir dava rüyet edilmiştir. Bu davada müd- | dei Iran şahı Rıza handır. Kendisini avukatları temsil ediyorlar. Maz- nunlar da dört Alman gazetecisile Murtaza Ulvi namında bir Iranlı talebe idi. Iran şahı, Berlinde çıkan bir Iran mecmuasında intişar eden ve iki Alman gazetesi tarafından iktibas edilen makalelerle gerek şahsının ve gerek hükümetinin tezyif ve tahkir edildiği kanaa- tında bulunduğu cihhetle, Berlin Iran sefareti vasıtasıyle bu neş- riyat sahipleri aleyhine takibat yapılmasını Alman hükümetinden talep etmiştir. Bu mesele etrafında uzun siyasi müzakerat cereyan etmiştir. Çünkü bidayette alman adliyesi, bu me- selenin kendi salâhiyeti kazaiyyesi dahilinde bulunmadığı mutalâsını dermeyan etmişti. Fakat Iran şahının ısrarı üzerine en nihayet mesele Berlin cünha mahkemesine tevdi edilmiştir. Celse açılınca, heyeti hâkime, muhakemenin hafiyyen cereyan etmesine karar vermiş ve sami- lerle dolmuş olan mahkeme sa- lonu, mübaşirler vasıtasile tahliye ettirilmiştir. Heyeti hâkime, uzun bir müzakereden sonra maznun- ların beraetine karar vermiştir. cesedine tesadüf edememişlerdir. Bu esrarengiz iklimin günün birinde bir ingiliz mezarlığı ol- masına ne lüzum var? Bu hava- lide vazifeten tetkikat yapmış tecrübeli bir memur sıfatile söy- liyorm: Seba'ya - bundan sonra - tetkikata gelecek âlimler, muhak- kak timarhaneden Kaçmış mec- nunlardır... Jih.,, O gece bizim ufak kalede otu- rurken, Hüseyin bana dedi ki: — Başkaları gibi bizim de cinler tarafından boğulmadığımızın sebe- kini biliyor musunuz ? — Hayır.. — Anlatayım: Burada bir âdet vardır: Sebanın taşına toprağına el sürülmez. Halbuki tetkikata gelen ecnebiler burada taharriyata başlıyorlar. Önünde durduğumuz kırmızı mermer sütunun tepesine çıkmağa çalışiyorlar. İşte o vakit cinlerin hücumu başlıyor.. meşum kadının ruhu muazzep oluyor.. ve gelen adam derhal boğulup öldürülüyor. — Halbuki biz öyle yapmadık.. Orada bulunan gayri mer'i kuv- vetlere karşı hürmetkâr davran- dık, değil mi? (Arkası var) apartmanın katına yerleşmişlerdi. Bu apartmanı / için, Valit, sanki kendi halini süsler gibi, üzene düzene süslemiş moderleştirmişti. Kadınlar arasında adet olan öpüşme merasimini ve havadan sudan basma kalıp “ nasılsınız, — REY pek garip bir safhaya | giriyor? - - dedi. - Erkekler bu İ bahse dair vazih bir fikir edin- meden evvel, bu mesele hakkında biz aramızda konuşalım diye dü- şündüm. Bu gibi ahvalda, kadın- İ ların anlaşmaları daha muvafıktır. Doğrusu, Pakize çok akıllı davranıyordu. . Jülide'nin bütün bildiklerini teker teker ağzından çekecekti. Fakat, Jülide, tahsili kadın olmadığı için, telegonie'nin ne demek olduğuna pek akıl ileri bir Her akşam bir hikâye Aliye hanım, odayı kapamaz- dan evvel, her şeyin muntazam olup olmadığına bir kere . daha baktı. Tamam... Beşikte çocuk, mışıl mışıl uyu- yordu. İki saattan evvel uyan- mazdı. Zira, Aliye hanım, yavru- sunu muayyen zamanlarda meme emmeğe alıştırmıştı. Oğluna bir kerre daha, muhabbetle bir nazar attı. Evet, işte, odada her şey derlenip toplanmıştı. Yalnız kocası bu akşam geç dönmiyeceği için, tabancasını konsolun üzerine bı- rakmıştı. Aliye hanım, tabancayı konsolun gözüne kapadı. Beşigin ayak ucunda yatan uzun tüylü kocaman köpek, hanı- mının gittiğini sevk: tabiisile anlayınca, sanki “Sen meraketmel Ben çocuğa mukayyet olurum!, demek ister gibi, Aliye hanımın yüzüne baktı ve kuyruğunu salladı. Genç kadını kapının eşiğine kadar teşi ettikten sonra, gene beşiğin yanına kıvrıldı, yattı. "Aradan bir buçuk saat geçmiş geçmemiştiki, Aliye hanım, işini bitirdi, evine döndü. Anahtarla sokak kapısın açtı. Merdiveni çıktı. sofayı geçti. Allah Allah...? Köpek, niçin böyle havlayıp duruyor?... Delirmiş gibi... Kudurmuş gibi... Aliye hanım, adımlarını sıkı- laştırdi. Yüreği çarparak ve dima- gında bin bir türlü fena ihtimal- ler yaşatarak, çocuğunun yattığı odanın kapu tokmağını çevirdi. Eşikte dona kaldı. lik gördüğü manzara, bir kır- mızılık oldu.. Bu kırmızılık, oda- nın bir çok yerlerinde, bütün dehşetile göze çarpıyordu. Köpe- ğin ağzında, köpeğin. Aliye hanıma doğru üzattığı ön ayak- larında, beşiğin önünde, beşiğin içinde... Ve... Genç kadın, tüyleri diken diken kabararak, gözleri çeşimhanelerin- den dışarı uğrayarak gördü Çocuğunun yüzünde, gö Kırmızılık kandı! Kan... Odanın içi, kan'revan içindeydi.. uzun tüylü köpek, delirmişcesine, kudurmuşcasına, “avaz avaz hav- lıyordu.... Kudurmuşcasına.. Demek ki, kadın dışardayken köpek kudurmuştu? Yarabbi 1... Ne demeğe bu hayvanı evlâdile yalnız birak- mıştı?.. Ne demiğe?.. İşte, oğlanı köpek boğmuştu.. Üç aylik çe- cuktan bukadar kan aktığına göre, yavru, ya tamamile ölmüştü, yahutta, ölmek üzereydi. Aliye banımın beyni döndü. Köpek, ön ayaklarile mütema- diyen onun üzerine tırmanıyor, bir yandan da havlayor. Aliye hanım, derhal konsola koştu. Kocasının tabancasını oradan çıkardı. Köpeğe, bir, bir daha, birdaha, bir daha ateş etti. Hayvan, acı acı inliyerek yere serildi. Fakat, yine de, hazin göz- lerile hanımına baktı. Kuyruğunu salladı, salladı... Aliye hanım, bu işi bitirdikten sonra, çocuğundan acaba ümit kaldımı diye beşiğine koşacaktı. Lâkin, 'çocuk, hayatta olduğuna dair bizzat kendi haber verdi: Avaz avaz aglamağa başladı. Genç kadın, onu kucağına aldığı vakit hiç bir yerinde bir yara olmadığını hayretle gördü. peki, öyle ise bu kanlar?. Bu kanlar nereden akmıştı? Beşiğin yanında bir yılan cese- dinin ölü olarak: yattığını görmek her şeyi izah etti: Köpek, çocuğu bir yılanın hucumundan kurtar- tarmıştı. Nâkili: (Hikâyeci) Emlâk sahipleri! Üzüntü ve zahmet çekmeden Çok irat almak isterseniz Emlâkinizin idaresini UMUM EMLÂK ACENTESİNE tevdi ediniz! Bahçekapı, Taş han No. 20-21-22 Telefon : raporunu ona izah etti, Velid'den öğrendiği veçhile, Saliha'nın söy- lediklerini de ilâve etti. Her hal- de, bu bahse dair Jülide de bir şeyler bilecekti. Bu bildiği şey- leri saklamamasını, her ne bili- yorsa kendisine söylemesini, aile- nin bunlardan istifade edeceği, genç kadın, Jülide'ye anlattı. — Aileyle görüşmezden evel bu meseleye dair sizin fikrinizi almak istedim. Jülide hanımciğım! öyleya: Siz, merhumenin sır yoldaşı gibi bir şeydiniz. Takriben onun reh- beri vaziyetinde bulunuyordunuz. - (Bu sözleri, Pakize boğulur gibi bir sesle ilâve etti) - binaen aleyh, ne biliyorsanız haber verin, rica ederim. Doğrusu Jülide, buraya gelir- ken, böyle bir mevkie düşeceğini, böyle | sıkıştırılacağım aklından geçirmemişti. Mustekim bir kadın 20307 — Posta kutusu: DöS İstanbul olduğuna, kendisini seven koca- sını inandırması gayet kolay ol- muştu. Amma, Pakize gibi Zeki bir kadının karşısında, vaziyet, aynı değildi. Jülide, umumiyetle, soğukkan- lıığa hâkim bir kadındı. Lâkin, Şimdi, karşısında, soğukkanlılıkta onu geçen bir kadın vardı. Mu- havereye hâkim muhatabıydı! Jülide, ilk önce, dolambaclı bir yol takip etmek istedi: — Vallahi ben de pek az bir şeyler biliyorum, Vesime, annesi- nin himayesinden uzak kalmış bir kızdı. Yegeninizi siz de benim kadar bilirsiniz, değil mi? Vesi- me'nin pek çok flirtleri vardır. Hatta, ihtiyacından fazla.. Murtaza beyin karısı, mevzudan uzaklaşıyordu. Bunu kasden yapr- yordu. Pakize onu sadede getirdi: (Arkası var)