3 Mart 1932 Tefrika No. 2 SEBA MELİKESİ ' BELKIS | -—— 13 Mart 1932 ISKENDER FAHI Yazan: Harp ilân edilince, İstanbul'a avdet etmek imkânı kalmamıştı. Hüdeyde'den dahile doğru gidiyorduk. Vücudumun iki yerinde kurşun yarası vardı.. Dünkü tefrikanın hülâsası: (Uzun müddet Ye- mende kalan vo mü: tarekeden sonra | bula avdet eden C bey, Seba Melik BELKISİR meinleke tinde meler gördüğünü anlatıyor. Mabadh aşı dıda..| Kahraman Cemal, Türklere has olan âlemşümul cesare- tile senelerce gezip dolaştığı bu esrar- engiz iklimden bah- sederken: — “Azizim, dedi. Hepsini muhtasar anlatıyorum. o On senelik bu mühim maceranın (bütün tafsılâtını tabattur ve bir ande ifade etmek mümkün müdür? Maamafih lusa ve kusurlu da olsa, hatıra- larım, biç şüphesiz tarihe mal edilecektir, Hiçbir tarih kitabı yoktur ki, (Seba) ülkesi ve meli- kiyesi hakkında tam ve sahih malümat vermiş olsun! (Belkıs) m hükümran olduğu bu diyarda (Etnografya) noktai nazarından tetkik edilecek öyle kıymetli âsar vardır ki, bunların tarih ve cografiya âlimleri tara- fından mutaleası, tarih ve cogra- fiya kitaplarını değiştirmeğe saik olacak ve bütün dünyanın - o diyarı meçhule - nazarı dikkatini celp edecektir. (Seba) harabeleri arasında geçirdiğim günler, may- munlar içinde yaşadığım dakika- lar, benim için unutulmaz birer hatıra olduğu gibi, cemiyeti be- şeriye için de öğrenilmesi pek elzem olan heyecanlı hâdiselerle doludur. Bu esrar beldesine, şimdi ker hangi bir ferdin gitmek ih- timali yoktur...,, Cemal beyin hatıralarını kendi agzından not ettim. Ve kendisile görüşürken örendim ki, bu vatan- pever Türk gencinin sergüzeştlerini dinlemek ve satın alarak Nev Yorkta neşretmek için zengin bir Amerikalı yolda kendisine Amerikaya (o birlikte (gelmesini teklif etmiş. Fakat, sevgili vata- nına ve çocuklarına senelerden beri hasret çeken bu fedakâr Türk gencini, Amerikalının dolar- ları yolundan çevirememiş... Cemal, büyük bir azim ve imanla yola çıkmış, üç ayda Hüdeydeden, Tefrika No 29 O— 13 Mart 1932 LEKE Eşk, macera ve fen romanı Nakili: o (Va - Nü) Ortasında avlu amma, avlunun tavanı kapalı. Her katın odala- rından bu avluya nazır balkondan koridorlara çıkılıyor. Balkon ko- ridorlardan yekdiğerine, merdi- venlerle iniliyor. (o Hulâsa, tam Şam'a yakışacak biz otel... Vesime, ilk iş olarak, buradan, Abmet Ferid'e telefon etmek lâzım geldiğini düşünüyordu. Her kalde, onun adresini bulabileceğini umuyordu. Fakat, avukat, buna meydan bırakmadı. Tam otele yerleşmişlerdi ki, bir araba ısmar- ladı. Pakize teyze: Seba Melikesi Belkis (Tefrikamızın ikinci kısmına ait resimlerden) (Aden) ve (Bombay) tarikile bir çok felâketlere göğüs gerdikten sonra, ana vatana kavuşmuş.. Rıhtıma ilk çıktığı gün alnını bu aziz top- rağın üstüne sürmüş ve vatan eşiğinde saatlerce ağlamış. Cemalin, esrar ve heyecan dolu sergüzeştlerini oOkendi ağzından dinliyeceksiniz.. . ... Birinci kısım — Biz (Menaha) dan avdet edinceye kadar (Hüdeyde) de Türk asker ve zabitanından kimseler kalmamıştı. (1330 - 18 ağustos) son kafileyi götüren Hıdıviye vapuru, benim Hüdeydeye muva- salatımdan beşgün evvel Suvakin Cidde tarikile (Suveş) e mütevec- cihen hareket etmişti. Bahri Ah- merde müthiş bir fırtına vardı, vapurun (Masva) limanında kaldi- ğı ve günler geçerse, harbin ilânı pek muhtemel olduğundan vapur- daki Türklerin Suveşde ingilizler tarafından esir alınacağından en- dişe ediliyordu. Zaten bu ibtimal varit olmasa bile benim vapura binecek taket ve iktidarım yoktu. Ufak bir müfrezei askeriye ile Menaha cebelinden geçerken bir bedevi pususuna düşmüş ve iki yerimden ağır surette yaralanmıştım. Has- tahanede yatıyordum. Fakat, dok- torsuz, ilâçsız bir hastahanede... Bu sırada cıvardan gelen asker ve zabitan hüdeydeye gitmek üzere Bacilde toplanmışlardı. Bu içtima — Nereye gidiyoruz, kuzum? - diye sordu. — Settar beyle görüşeceğiz. Bir otomobil, kendilerini kapıda bekliyordu. Kadınlar hayrette kaldı: Bu otomobil Rols-Roys marka bir otomobildi. Düşündüler ki, şayet bu on binlerce liralık makineler, Şam şehrinde kira otomobili ne- vinden kullanılıyorsa, Şam dehşet yahu! Hayretleri arttı. Zira, avukat, şoföre hiçbir adres vermemişti. | Hattâ, Vesime, i söyledi. | Üstat Huravi, genç kızın ihta- rına baştan savma cevap verdi. | Nereye gideceklerini, şoföre tele- fonla bildirdiğini söyledi. Otomobil, çok geçmeden, Şa- mın en şık mahallelerinden birinde şık bir demir parmaklığın önünde durdu. Temiz giyinmiş bir kapıcı, bunu avukata | Akşam YENİ NEŞRİYAT Telli Haseki IMuharriri: İskender Fahrettin- Naşiri; Tefeyyüz kitaphanesi - 400 sahife- Fiati 150 kuruş | Samur ve anber devrinin bütün çılgınlıklarını sade ve güzel bir üslüp ile yazan Iskender Fahrettin beyin bu roman: bu gün kitap hâlinde intişar etmiştir. Telli Haseki de Sultan Ibrahi- min, annesi Kösem Sultan tara- findan (o nasıl (o boğdurulduğunu, Cinci Hoca nın, senelerce, padi- şahı cin ordularile nasıl korkut- tuğunu ve saraydaki sefahat âlemlerini okuyacaksınız. Samur ve Anber devrinin en mühim hadiselerini çok heyecanlı bir aşk macerasile biribirine bağ- liyan bu kitapta ayrıca nazarı dikkati celbeden bir nekta var: (Telli Haseki)ye âşık olan o devrin kahramanlarından #amzanın aki- betil O güne kadar, ruhen malül ve sinirli kimselerden bile hiç bir ferdin böyle feci bir akibete maruz kaldığı vaki değildi. Hamza, Telli Hasekinin kolları arasında can verirken, onu telin eden nesiller, bu ateşli delikanlı- nın, günün birinde, Türk tarihinde ilelebet © yaşıyacağını düşünme- mişlerdi. Telli Haseki, bu hâdisenin içyüzünü bütün uryanlığile teşrih eden mühim ve tarihi tetkikata Karileri- müstenit bir romandır. mize tavsiye ederiz. gittikçe büyi oluyordu. Hastahanede eski ve tecrübeli bir eczacımn yardımile kolumdaki ve bacağımdaki yaralar bir buçuk ayda kapanarak ayak üstünde dolaşmağa (o başladığım zaman, San'ada (Imam Yahya) da Yeme- nin idarei umumiyesine Vvazıyet etmiş bulunuyordu. Bu müddet zarfında harp de ilân edilmiş ve sahilden herkes dahile doğru çekilmeğe başlamıştı. Bir akşam ( 14 Teşrinievvel 1330) ufukta görünen bir takım siyah dumanlar hepimizi endişeye dü- şürmüştü. Aradan bir saat geç- meden iki torpido muhribi ile 1 zırhlı kruvazörün Hüdeydeyi işgale geldiği anlaşıldı. Bunlar, muhtelif bayraklar taşıyan Bahriahmer kor- sanları idi.. Sahipsiz, (Bahriahmer) sahilerini bu suretle işgal ediyor- lardı. Nihayet sıra Hüdeydeye gel- mişti. Bu açık ve sahipsiz kalan şehirde ergeç bu feci akıbeti görecekti. Halk birbirine girmişti. Birkaç istimpot karantina daire- sinin önüne yanaşırken, diğer taraftan askeri kışla arkalarına kruvazörden savrulan bir kaç merminin tehditkâr ve mahuf sadaları, zaten günlerini heyecanla geçiren Araplar üzerinde çok fena bir tesir yapmıştı. (Arkası var) k bir yeküne baliğ demir parmaklığı açarak, otomo- bile yol verdi. Bu alafranga zevahire rağmen, Şam, herşeyi şarklılaştırıyordu. Umumi manzara, gene alaturka idi. Bahçeye girdiler. Tam Şama yaraşacak bir bahçe! Evin önünde durdular. Biri genç, biri ihtiyar, iki zat kendilerini karşıladı. Eşikte, bir ihtiyarla, diğer bir zat... Üstat Huravi, takdim merasi- mini ifa etti: — İşte efendim, Settar bey ve da, bizzat Nasuhi beyin evidir. Sonra, hanımları gösterdi : — Pakize hanımefendi, Vesime hanımefendi... “ Velit Nasuhi ,, ismi üzerine, Vesime hanım, gözlerini kosko- caman açtı. Demek ki, Ahmet Feridin dostunun evine gelmişlerdi: Demek ki, Ahmet Ferit... arkadaşı Velit Nasubi bey... Burası | Her akşam ( bir hikâye ( Birçok hikâyeler, lisana, darbı- mesel nevinden birtakım sözler bırakmışlardır. Meselâ, “turşuyu ya sen sat, ya ben satayım!,, derseniz, şu mana anlaşılır: Siz bir meseleye dair, doğru dürüst izahat veriyor- sunuz. Halbuki, gevezenin biri, lâfı, boyna karıştırıyor. Sözünüzü yarıda kesip ortaya fuzuli birtakım izahat, sokuyor. Bu tabir, Nasraddin kocanın meşhur fıkrasından lisana yadigâr kalmıştır. Hoca, eşeğine turşu yüklemiş, satıyor muş. Tam o: — Hassıyetli turşuuu... Diye bağıracağı zaman, eşek anırır mış. Bu hal bir kaç defa tekrarlanınca, hoca, eşeğe: — Şu turşuyu ya sen sat, ya ben satayım! - demiş. Lisanda, diğer bin bir tabir vardır ki, bunların nereden geldiği bilinmez. Meselâ : — Kulak asma... Bunun aslı nedir? Dilimize nere- den ârız olmuştur? Sonra: “Kuy- ruk acısı, .. Eş mana?... Bugün, size, bir hikâye anlata- cağım ki, “kuyruk acısı,, tabirinin menşei göstermektedir diye bana naklettiler... Bir çalgıcı, şehirde açlıktan ölmek derecelerine gelmiş. Çocuk- lar evde kıvraşıyorlar. Ne yiyecek, ne içecek, ne giyecek. Kimin evine, kimin meybane- sine, kimin eğlencehanesine baş vursa, önünde kapı divar... Bedbaht çalgıcı, kendi kendine düşünmüş : “ — Bari sazımı alayım, dağ- lara çıkıp çalayım. Kurtlar kuşlar sesimi işiderek üzerime hücum etsinler. Beni paralasınlar. Ben de bu kabpe dünyadan kurtu- layım. ,, Bu maksatla, dağlara gitmiş. yanık yanık çalgı çalıp dururken, karşıki kovuktan koca bir yılan zubur etmiş. Çalgıcının nağme- lerine tempo uydurarak sağa sola zevkle sallanmış, sallanmış. Sonra, dişlerile (O kuvuktan bir beşibiryerde altın çıkarıp çalğıcıya atmış. Çalgıcı, memnun, eve dönmüş... Bütün ihtiyaçlarını almış. Ertesi gün, gene ayni yerde çalğı çalmış. Ayni suretle para almış. Daha, daha, daha, daha ertesisi günler, ayni hal... Mükemmel... Fakat, bizim çalğıcının, gene çalgıcı olan bir oğlu varmış. Babasının esrarına merak salmış. “—Piyasada çalğı çalarak para kazanacak yer yok... Benim babam, Velit, iki «adının huzurunda, hürmetkârane eğildikten ve avu- katın elini sıktıktan sonra, mısa- firleri, ortası havuzlu gayet güzel arabesk bir salona aldı. Havuzun limonluk çiçeklerle minimini bir En nadide etrafı gibiydi. süslüydü. Ev sahibi, dimagan bir mesele ile meşgul gibi (görünüyordu. Acaba düşündüğü neydi? Nihayet, kendini tutamadı; ve avukata sordu: — Kuzum, teyze hanımı ne | yaptınız? Avukat, hayretle : — Hangi teyze ? - dedi. — Bu küçük hanımların tey- zesi, efendim. Üstat Huravi, bir atmak ihtiyacını duydu; kendini muhafaza etii. Mütebessimana : — Teyze hanım buradadır! De- di. - İçlerinde hanğisinin teyze kahkaha fakat, | olduğunu arayıp bulun bakalım! hersabah, O sazını alıp nereye gidiyor, — beşibiryerdeyle eve dönüyor?,, Merak saikasile, babasını takip etmiş. Peşinde gizlene gizlene dağa gitmiş, yılan hadisesini sey- retmiş. sırra ağah olduktan sonra, şöyle düşünmüş: “— Babamınki de ne budalalık! Her gün, dağa taşınıp bir tek beşi bir yerde almağa ne lüzum var?... Belli ki, yılanın kovuğu altınla dolu! Onu öldürüp defineyi toptan almalı, vesselâm!,, Bu maksatla, ertesi gün, baba- sından evvel kovuk başına gitmiş. Saz çalıp yılanı çıkarmış. Fakat yılan çıkar çıkmaz, tabancasını üzerine boşaltmış. Yılan, kuyruğun- dan yaralanmış. Bittabi ölmemiş, oğlanın üzerine saldırarak onu zehirlemiş, öldürmüş. Baba, yarım saat sonra, kovuk başına bir de gelmiş ki, oğlu, davul misali yerde yatıyor. Sazı kırılmış. Elinde tabanca, yerde kanlar, kuyruğunda bir yara... Meseleyi derhal kavramış: “— Demek, oğlan beni takip etti. Yılanı öldürüp paralarımı almak istedi. Yılan da onu soktu.,, Çok mütesssir olmuş. Fakat, neylesin ki, diğer çocukları var, Karısı var. Onların geçimi için çalışmak lâzım. Sazını çalıp o gün de yılândan beşi bir yerdeyi almak istemiş. Evlâdının katili karşısında çalgı çalmağa kalkış- mış amma, bir türlü, eli işleme- miş. Bunun üzerine, gelmiş: — Buraya bak, çalgıcı başı! -dedi.- Sende bu evlât acısı, bende de bu kuyruk acısı var- ken nafilel,. Işte, bana naklettiklerine na- zaran, “kuyruk acısı, tabiri, bu hikâyeden yadığâr kalmışmış. (Wâ- Nü) yılân lisana ananas Evkafın sattığı mezarlıklar Evkaf tarafından satılan metruk mezarlıklara ait paralar bele- diyeye devredilmediği için bele- diye bu mezar lıkları evkaftan alanların aleyhinde muhtelif da- valar açmıştı. Bu davalar yüzün- den belediye (altmış bin lira raddesinde bir para istemektedir. Belediye, metruk (mezarlıklar üzerine bina yapılmış ise bu bina sahiplerini de davaya dahil ettirmektedir. , Maskaranın üstünden çıkan kama Davit isminde birisi dün gece maskara kıyafetinde caddede ba- ğırarak ( dolaşırken yakalanmış, üzerinde büyük bir kama bulun- muştur. Velit, şaşırdı: — Vallahi, bu derece genç olacağınızı aklımdan geçirmemişdim. Ber teyze diyince, gözlüklü ihtiyar, ve ağzında tek dişi kalmış bir hanımefeni ile karşılaşacağımı zannediyordum. Iş hususunda muhavereye giriş- mezden evvel, ev sahibi, gayet tabii bir sesle : : r — gittabı, (hepinizi >yömeğe alıkoymak için rica edeceğim dedi. Ricamı reddetmezsiniz, ha- nımefendiler. Yemekte, mektep arkadaşım , sevgili (odostum, aynızamanda milletdaşımız bulu- nan Abmet Ferit bey bulunacaktır. Ahmet Ferit bey, Suriye'ye İzmir- den henüz gelmiştir. Misafireten bende bulunmaktadır. Sonra, bir itiraza imkân bırak- maksızın, şu sözleri ilâve etti: — Buyurun, meseleyi anlatın, Settar efendi. (Arkası var) ça i