2 Mart 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

2 Mart 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika No: 80 Lei Vİ 4014 İngiliz Casusu « (2 P7? LAVRENS iSTANBULD —a— 2 Mart 1932 A Nakieden: 1 Hintliler hiç bir sözüme inanmadılar: “ Bizi takibe memur olan şu hafiyeyi de Mis Morgan'ın yanına götürünüz!,, dediler.. mezara mı götüreceklerdi? Hüviyeti meçhul Hintli anlat- mağa başladı: — (Cemiyeti hafiye ) miz Hin- distandan altın ihracını sureti katiyede (o menetmiştir. Biz de, buna rağmen altın ihracına çalı- şanları imha etmek vazifesile mü- kellefiz. Mis ( Morgan ) ım kocasını öldürmek istemedik. Çünkü bize hayli hizmeti vardır. Fakat, ken- disine cemiyet hafiye bir ceza “ vermeği kararlaştırmıştı. Elinden karısın aldık ve hapsettik. Israr ederse kendisini de ortadan kak dıracağız. Hintli kaşlarını oynatarak : — Nasıl, dedi, bu kararımıza siz de muhalefet edecek misiniz? Yani siz de Bombay'da bizimle mücadeleye girişecek misiniz ? Cebimdeki silâhımın beş para etmediği bir zamanda bana karşı vaki olan bu tehdide me cevap verebilirdim ? — Evet.. mücadele edeceğim, Desem, herifler beni bir tütsü ile tekrar uyulup mahvedecek- lerdi. Bu vaziyete düşen bir adamın, tehlikeden kurtulmak için, daima mütavaatkâr görünmesi Jâzımdı. — Hayır, Hazret! dedim, ben Bombaya sizinle döğüşmeğe gek medim, Ben siyasi bir memurum. Bu gibi işleri zabıta memurları takip eder. Hintli manidar bir tebessümle gözünün birini kıpırdatarak ya- mma yaklaştı. — Bu sözünüzün yalan oldu- ğunu ispat edeyim mi? Kendi kendime: Tuhaf şeyl dedim. Benim Bombaya ne vakit ve ne için geldiğimi benden ve Bombay valisinden başka kimse bilmiyordu. — Sizi şerefimle temin ede- rim ki, ben Bombayda sizinle meşgul olmıyacağım! Hintli yüzüme bakarak elini cebine soktu; — Şu vesikaya ne dersiniz? Ve cebinden çıkardığı bir mek- tubu bana uzatarak: — Okuyunuz! Dedi. Mektubu görür görmez tanr mıştım. Okumağa lüzum görmedim... Ben uyurken arka cebimden rovelverimin kurşunlarını alan el, bu mektubu da ceketimin iç cebinden çalmıştı. acaba beni de Mektubu görünce oçenelerim tutuldu, Hiddetimden çıldıracaktım. Hintliye birşey söyliyemedim. Mektupta şu satırlar yazılıydı: Hariciye nezareti — Londra: 18 mart.. “Aziz dostum! ,.. Bu mektubumu alır almaz, ilk vasıta ile bombaya hareket etmenizi hariciye nazırı emretti. Orada son günlerde bir takım hofi cemiyetler teşekkül etmiş ve bu cemiyet azaları, İngilizlerle mücadele ediyorlarmış. Hatta harice altın ihracına da filen mani oluyorlarmış. Son hafta zarfında İngiliz tebaasından üç tacir esrarengiz bir şekilde orta- dan kaybolmuş. Bunların da mez- kür cemiyet azaları tarafından imha edildiği o anlaşılmıştır. (Bombay) a muvasılatınızda ilk yapacağınız iş bu cinayetlerin faillerini bulup meydana çıkar- mak olacaktır... Hintli benim kadar güzel ve fasih Ingilizce konuşuyordu. Ben önüme baktım, Muhatabım sordu: — Buna ne dersiniz? Güldüm: — Bir vazife.. Fakat, emin olu- nuz ki, ben Bombayda bu gibi işlenle meşğul olmayacağım. Dedim. Hintliyi ikna etmek mümkün değildi. Ben de Hintlinin yerinde olsam - böyle mühim bir vesika karş sında - elbette muhatabımın hiç bir sözüne inanmazdım. O da benim düşündüğüm gibi yaptı.. Hiç bir sözüme inanmadı.. Ve arkasındaki uşaklara elile işaret ederek: — Bizi takibe memur olan şu hafiyeyi de Mis Morgan'ın yanına götürünüz | Dedi. Acaba Mis Morganı öldürmüşler miydi? Benide mezara mı götüreceklerdi? ( Arkası var ) Yakında BELKIS Şark panayırında Türk pavyonu Filistinde Telaviv şehrinde bir şark panayırı açılacağını. yazmış- tık, Ihracat ofisi şark panayırında bir Türk pavyonu açacaktır. Şim- diye kadar pavyona 27 firma iştirak etmiştir. Ofis sergiye bir heyet gönder- mek niyetindedir. —— Akşam Askeri ilânlar 328 doğumlular yoklamaya çağırılıyorlar Eminönü askerlik şubesinden: 1 — 328 doğumluların ve bu doğumlarla muameleye (o tabi bulunanların ilk (O yoklamalarına S/mart/932 den itibaren başlana- cağından Eminönü kazası mınta- kası dahilinde mukayyet ve mu- kim yerli ve taşralı efrattan mın- tıkalarına tahsisi edilen günlerde ve dördüncü maddede yazılı vesaik ile müracaatları ilân olunur. 2 — Yerli efradın yoklama günleri A — Kamkapu nahiyesi nufu- sına mukayyet bulunanlar 5 Mart ilâ 10/Mart/932 zevaline kadar. B — Beyazıt ve Küçük pazar nabiyeleri (o nufusına (mukayyet bulunanlar 12/ Mart ilâ 17/Mart 932 zevaline kadar. C — Alemdar nahiyesi nufusu- na mukayyet bulunanlar 19 Mart ilâ 24/Mart/932 zevaline kadar. D — Sirkeci merkez nahiyesi nüfusuna mukayyet bulunanlar 26 mart ilâ 3İ mart 922 zevaline kadar. 3 — Nahiyeler nüfusuna mu- kayyet mektep talebeleri perşembe günleri zevalden sonra müracaat etmelidirler. 4 — Taşralı efradın yoklama- ları İ mayıs 932de başlıyarak Haziran nihayetine kadar devam edecektir, esbabı sıhhiye ve saire dolayısile ikinci maddede yazılı günlerde müracaat edemeyen yerli efratta bu müddet zarfında şubeye müracaat edebilirler. 5 — Işbu doğumlu efradın yok- lamada ibraz edecekleri vesaik: A — Nufus cüzdanı (cüzdanı zayi olanlar da müracaat etmeli- dirler). B — Üç kıt'a vesika fotoğraf, C — Mektep (o şehadetnamesi veya vesikası (memur ve talebe için), D — Askeri ehliyetname (As- keri tedrisat görenler için). YENİ NEŞRIYAT Fenni eğlenceler Tefeyyüz kütüphanesi tarafın- dan bu serlâvha sttında bir eser neşrine başlanmış ve üç kısmı intişar etmiştir. Eserde bir çok bünerler ve el çabukları tarif ediliyor. Hoş vakit geçirmek istiyenlere (Obu eseri (o bilhassa tavsiye ederiz. Nasıl? Tahsin Halil B. tarafından neş- redilen bu küçük hikâye ve şiir kitabından bir nusha da matba- amıza gönderilmiştir. Fiat 35 kuruştur. Mektep Onuncu sayısı Sadri Etem, Nu- rullab Ata, Mustafa Şekip, Nahit Sırrı, Hikmet Münir ve Kenan Hulüsi beylerin makale ve yazıla- rile intişar etmiştir, Mübeccel hanım, yatağında, ateşler içinde yatıyor. Biran, soluk yüzünü kocasına döndürdü. Beyaz çarşaflar arasından beyaz elini çıkardı. Kocası Harun beye işaret etti: “Yaklaş! Daha yaklaş |, Harun bey yaklaştı. Bunun üzerine, Mübeccel hanım, göz- lerini kapadı; titrek bir sesle dedi ki; larun'cuğum! Senden birşey istiyeceğim. Bu son arzumu yapa- cağına dair bana söz ver.. Şayet benim başıma bir felâket gelirse.. Ölürsem... Harun güldü. — Deli misin? Ölmek ne de- mek?.. Senin, olsa olsa şiddetli bir nezlen var... Haydi, diyelim, en fazlası, grip'e yakalanmışsın! Genç kadın başımı salladı. Du- daklarında acı bir tebessüm belirdi. — Hayır, hayır... Belki sen ihtimal vermiyorsun; fakat ben, gayet iyi biliyorum. Adeta iman ediyorum: Başıma bir felâket gelecek.. Felâket gelirse, istedi- ğimi yapacağına dair vadet, bakayım!, — Vadediyorum.. Fakat Allah esirgesin., Vallahi bir şeyin yok.. — Inşallah netice dediğin gibi çıksın. Amma, bilmem.. Dinle, Harun.. Şayet başıma bir felâket gelirse, çekmeden küçük anabtarı al. Dolapta duran kasamı aç. Sol gözünde kapalı bir zarf vardır. Onu yırtmadan, ateşe at, yak.. Kimse tarafından okunmasını iste- miyorum; Hâttâ, senin tarafın- dan bile... Yemin ettin... Sus... Artık, bu bahsi bir daha konuş- mıyalım. Harun, sarardı. Dudakları kısıldı. Az daha haykıracaktı. Kendi sini zor zaptetti. Demin gelen doktorda söyle- mişti: Genç kadının sadece bir Grip'i vardı. Iki üç güne belki de yarma kadar iyileşecekti. O hal- de, yarına kadar, behemehal, zar- fın içinde ne olduğunu öğrenme- lil yoksa, yarın, kendi bizzat yataktan kalkarak, zarfı yok- eder... Çok geçmeden Mübeccel uyu- y:cak, acele etmeli... Yarabbil... saatler ilerliyor. Mübeccel'in, bu akşam, nasıl da uyuyamıyacağı tuttu. Harun, niyetini belli etme- mek için, onunla sevimli sevimli konuşuyor.. Genç kadın, işte, işte... Başını yastığın beyaz yumu- şaklığı içine gömdü. Geniş geniş nefesler almağa başladı. Uyudu... Demek zaman geldi. Harun, çekmecede anahtar kül çesini buldu. Anahtarları biribirine çarptırmamağa gayret etti. Kapa- ğını gıcırdatmadan dolabı açtı çinden küçük kasayı çıkardı. Açı, terif edilen yerden ri aldı... Mübeccelin gözleri yarı" arakk değil mi?.. Hayırl.. Haruu oradan dışan çıkarken kapı gıcırdadı. Amma, Mübeccel uyanmadı. Yapışık bir zarf açmanın usulü herkesçe malümdur. Bir tencerede su kaynatmalı; zarfın yapışık yerini buhara ma- ruz tutmalı, Harun, ömründe bir uğramadığı mutfağa gitti. Aşçı orada değildi. Hayazaxilz ya aa ani buhara tuttu. Zarf açıldı. Içinden çıkan iki mektubu, Harun, büyük bir heyecanla okudu. Hab, bab, hah.. Ne biçare aşk romanil... Ahmet Fevzi isminde bir genç doktor, mübeccele, oilânaşk ediyor. mübeccel'i (o seviyormuş. oŞayet randayo almağı kabul etmezse, Istanbul'dan ayrılarak Vilâyet Şar- kiyede bir vazife kabul edeceğini söyliyor. Ikinci mektupda Vilâyet Şarkiye'den yazılmış. Erzurum'dar Mufassal adresi verilmiyor. Bu aşkın bu uzak diyarda gömüle- ceği söyleniyor. Ne hazin, ne hoş, ne şairane!.. Biçare Mübeccel! Demek, ha- yatının yegâne macerası bu, ha?.. Bu macerayı, kasanın emniyeti içine gizlemiş olursa, esrarınıda beraber (sürükleyüp (o çötürmek isteyor. Ah, sevgili Mübeccel!.. Şimdi, zarfı zamla yapıştırmak lâzım! Yapıştırdı. Oday- girdiği vakit, kapu, gene gıcırdadı. Fakat Fakat Mübeccel uyanma'ı. Zarf, kasanın içinde «olap ka- pandı. Anahtarlar, gene çekme- cede ... Harun'un, uyandığı vat, ka“ nsını, öptü, öptü. Hastalık, sabiden de, sadece ipmiş... Dört sonra, a ii abuk. ye Si Beşinci gün, gezmeğ- çıktı... Gezmenin sonunda, bir apartı- mana girdi. Orada, bir genç erkeğin boynuna sarıldı. İyileştim, cicim ! - dedi. - Artık ömrümün sonuna kadar rahatım | Grip'e yakalandığımı anlıyarak, bundan istifade etmek istedim: Küçük grip'imden fayda temin etmeği düşündüm. Sana yazdırdığım (mektuplar, cidden işime yaradı. Bizim Harun tuzağa yakalandı. Zarfı kasadan aşırırken onu göz ucuyla tetkik ettim. Öyle apdal bir suratı vardı ki... Kah- kahayı koparacaktım arma, ken- dimi zor zabtettim. Artık, ömrü- mün sonuna kadar rahatım. Kocamın, zarfı açıp okuyacağına emindim. Fakat, nede olsa, koca- ma gene içerledim: Verdiği sözü tutmayıp zarfı açtı. Nakili : (Hatice Süreyya) Tetrika No 18 2 Mart 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O(Vâ- Nâ) Pakize teyzenin ruhu da vücudu, tam bir ismet ve iffet arzediyor du. Zengin diye ismi çıkmış olduğu için, bir çok erkekler ona kur yapıyorlardı. Lâkin Pakize hanım, bütün kurlara kulağını kapıyordu. Bütün şefkat ve muhabbetini yeğeni olan Vesimeye hasretmişti, Vesime, İzmir'e giden seyrise- fain vapuruna bindiği vakit, hava cidden mükemmeldi. e Sırtında kahve renği seyahat elbiselerile, genç kız, ogün, gene pek gü- zeldi. Onu İzmir'e götürmek için, Pakize teyze evvlce Ystanbul'a gelmişti. Şimdi, birlikte seyahat ediyorlardı, Vapur, mutat mendil sallamak merasimile ve rihtimdan uzaklaş- tıktan sonra, iki kız, kamaralarına indiler. o Mantolarnı ( çıkardılar, Vesime, zaten ağlarken, şimdi büsbütün ağlamağa başladı. Tey- zesinin boynuna sarıldı. Pakize: — Ağla yavrucuğum, ağla da açıl... - Diye onun omuzunu okşadı. - Şimdi ağla, ağla da göz yaş- larını bitir... Sonra, artık yüzünü podralar, boyar, ortaya çıkardı. Vesime, göz yaşları ortasında tebessüm etmekten kendini ala- madı, Daha şimdiden, vücudunda, iki üç haftalık bir seyahat yor- gunluğu hissediyor gibiydi. İzmir'e vardıkları vakit, bu yorgunluk arttı. Fakat, eve gelince ve tey- zesinin kendisi için elceğzile ha- zırladığı şık odayı görünce, yav- rucağın neş'esi azıcık yerine geldi. — Burasını beğendin mi? Uzun zaman kalacak mısın? — luşallah, bakalım. Istanbulda olsun, yolda olsun, genç kız, teyzesine açılmamıştı. Aradan bir müddet geçince, Pa- kize hanım, yegenine sordu: — Büyük aşkın ne alemde?... Hâlâ kalbini zedeliyor mu? O adamla evlenemediğin için çok mu muztaripsin? Vesime, adeta tezyifkâr diye tavsif edilebilecek bir kahkaha attı, — Ah teyzeciğim! Hakikattan, ne derece uzaklarda bulunduğumu bilsen.. — Öyleyse, bu yeis? Bu göz yaşları?.. Bunların sebebi ne? — Farzet ki peşimanlıktan do- layı ağlayorum. — Nenin peşimanlığından deo- layı? — Onu da sana birgün anla- tarım. Haydı, yemek yiyelim. Li Pakize teyzeyi birşey hayrete düşürdü. Evvelki seneler, Vesime kendi- sini ziyarete geldiğ vakit, gezme- lerin haddi hesabı olmazdı. Genç kız, eve girmesini istemezdi. Nerelere gitmek mümkünse her- yere giderlerdi. Ebbapların çayları, müesseselerin baloları, hiç, hiç bir- şey kaçırılmazdı. Halbuki, bu sene, vaziyet, bam- başka bir hal kesbetmişti. Genç kız, evden tışarı çıkmasını iste- miyordu. Erken yatıyor, erken kalkıyordu. Teyzesinin refaketinde kendini bahtiyar addediyordu, Teyze, düşünüyordu k', madem ki yeğenin kederi var, onu gez- direrek oyalamak lâzım. Halbuki Vesime, sükün ve süküt arayordu. Gençkız, yavaş yayaş açıldı. Yanm itirafatta bulundu. Meselâ şu yolda: — Anlayor musun? o adami delice sevdim. delice sevdim. Delice... Ama, kelimenin tam manasıle deli gibi... Severken, asıldı. Evvelâ, babama, izdiyacı< mıza razı olmadığı için kızıyor- dum. Sonra, babamın haklı oldu- ğunu anladım. Sevdiğim adam, adi ruhlu, serseri bir erkekmiş. Servet peşinde koşuyormuş. Bane aşkını yalan söyledi. Bunu fark eder etmez, aşkım, parlamama- sından daha sür'atle söndü, Şim- di, ağlayorsam, emin cl, o adamı kaybettiğim için değil... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: