19 Kânunusani 1932 Sahife 9 Tefrika No: 39 NS a İngiliz Casusu > 2? LAVRENS İSTANBULDA! Nakleden : Kalabalığın arasına karıştım. Adam sende... Dae da beni kim tanır? Dediğim halde, vagondan çıkarken, birden bire içime bir şüphe girmişti. Konyadan geçerken.. KE Halepden Konyaya kadar rahat geldim.. Trende, adeta kendi memleketimde seyahat ediyormışım gibi, serbest ve müsterih, hiç bir memurun şüphesini tahrik etme- yecek kadar vaziyetten emindim. Konyada iki saat kalacağımızı yolda öğrenmiştim Tren Istasyona geldiği zaman, gece saat onbir vardı. Iklim değiştiği için, yaz gece- si olmasına rağmen kompartman penceresinden üşütücü bir hava esmeğe başlamıştı. Pencereyi ka- padım ve uyumak istedim. Fakat yanımdaki yolcular ıstasyonu gez- meğe çıkdıkları için, gözüme uyku girmedi. Kompartmanda kendi kendime bir kaç dakika dolaştık- dan sonra: — Adam sende.. Burası işlek ve büyük bir istasyon burada beni yani yüzbaşı Kresi kim tanır? Dedim ve şapkamı giyerek vagondan aşağıya atladım. Istasyon cidden kalabalıktı. Konya, harp esnasında türklerin en işlek bir ticaret (merkezi olmuştu. Askeri sevkiyat nokta- sından da Konya haizi ehmiyet bir şehirdi. Kalabalığın arasına karıştım. “Adam sende... Burada beni kim tanır? ,, Dediğim halde, vagondan çıkar- ken, birden bire içime bir şüphe girmişti. Ah bu melun şüphel Ben ne vakit ve neden şüphe- lenirsem, muhakkak O işte bir uğursuzluk vardır. Keşke tırenden inmeseydim.. Istasyondan benüz beş on adım bile o yürümemiştim. Birdenbire karşıma bir türk askeri çıktı: — Affedersiniz, yüzbaşı Kres Istanbula mı gidiyorsunuz? Neferin yüzüne hayretle baktım. Nefer “garip bir yılışkanlıkla sözüne devam etti: — Aradan, beni o unatacak kadar uzun bir zaman geçmedi, yüzbaşım! Şamda size hizmet eden levazım memuru ( Artin)i onuttunuzmu? Birdenbire hatırlamış gibi gö- rünerek gülümsedim; — Kusura bakma oğlum! çok dalgınım.. başım ağrıyor.. Nasıl- sın? nereye gidiyorsun? (Artin) le fransızca konuşuyor- duk, — Istanbula gidiyorum, yüz- başım! — Nerden geliyorsun? — Şamdan... Tefrika numarası: 109 — Einli misin? —— Evet, yüzbaşım! On beş gün istirahat aldım. Istanbulda otura- cağım. Sizde İstanbula mı yorsunuz? — Evet... — Çok kalacak mısınız? — Belli değil, Belki üç gün.. Belki üç ay.. Yine mühim bir vazife aldınız, galiba? Şamda iken de mütemadiyen İstanbula taşınırdınız! — Evet.. Sakın beni tanıyan- lardan birine, bana tesadüf etti- ğini söyleme, emi? — Baş üstüne, yüzbaşım! Ben Şamda bulunduğum zaman sizden çok büyük iyilikler gördüm... — Istanbulun hangi semtinde oturuyorsun! — Makırköyünde... — Belki seni gelir görürüm. Fakat, sakın evde veya herhangi bir dostuna benden bahsetme! — Baş üstüne yüzbaşım! Merak etmeyiniz. Istanbula çok mahrem ve mühim bir vazife ile gittiğinizi anlıyorum... Beni Makrıköy posta- hanesinden sorunca derhal gös- terirler; evim postahanenin cıva- rındadır. Istasyondan bir türlü aydınlığa çıkamıyordum. (Artin) beni gözlerimden tanr- yacak ve: — Sen Kres değilsin! Diye birdenbire suratıma hay- kıracak gibi, yüreğim hoplıyordu. Lâkin ben yüzbaşı (Kres) e bu kadar çok mu benziyordum? Sesim, tavırlarim, yürüyüşüm muhatabımı hiç te şaşırtmıyor mıydı? Bu ne benzeyişti yarabbi! (Artin) den yakamı kurtarıp trene geldiğim zaman, vücudum terden sırsıklam olmuştu. Kom- partımanda kendi köşeme otur- dum. Başımı açtım. Geniş bir nefes alarak, kendi kendime: — Geçmiş olsun! Dedim. Fakat, böyle giderse, ben İs- tanbulda sık sık terliyecek, sıkı- lacak ve kendi kendime daima: Geçmiş olsun diyecektim. Madamki yüzbaşı Krese bu kadar çok benziyordum. Günün birinde bu komedyanın bir faci- aya müncer olmaması için ne yapmalıydım? Hatırıma gözlük oldu. Vapur dumanı bir gözlük.. Kâşke bu gözlüğü Halepte tedarik etseydim. Istanbula daha emin olarak giderdim. (Arksı var) gidi- ilk gelen şey bir 19 Kânunusani 1932 Denizlere dehşet ———— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Şaşılacak şey | Telefon muhaberesi © inkıtaa uğramamıştı. Konuşmağa muvaf- fak oldum. Kışlalar sahasından ne suretle çıkabildiğimi kendisine o hikâye ettim. Ona da, aynı usulü tatbik etmesini tavsiye eyledim. Kumandan, söylediklerimi na- zarı itibara almak istemedi. Va- zifesi başında kalmağı, her ne dense, boynuna borç biliyordu. Ansızın, midemde fevkalâde bir açlık hissettim. Saatime baktım: Akşamın altısı olmuştu. Mütercimi : (Vâ - Nü) Ağır hatvelerle evime doğru | ilerledim. Ansızm, müthiş bir sesi işittim. Sokak muharebesi mi oluyordu. Topçular mı işe karışıyorlardı? — Bu,ne demekti? mitralyöz Okadar ehemmiyetli değilmiş. Bu gibi endahtlar, müteakıp günler zarfında tekerrür etti durdu? Hoş, bunlar, zarar verici mahiyet iktisap etmediler. Bu endahtlar, “ inkılâpçıların neşeler , inden dolayı idi. Ya havaya, yahut ta evlerin pencere- Bu a hile bize, bir mecliste naklettiler. Galiba, altı yedi kişi kadar insan vardık. Gözlerimiz mutattan bir hayli fazla açılmış, saçlarımız irkilmek- ten dimdik kabarmış bir halde, kalplerimiz güm güm atarak, nefesletimiz sıklaşarak macerayı dinledik. Macera hakiki imiş, otuz küsur sene evvel Mekke'de cereyan etmiş. O sıralarda bizzat Mekke'de bulunan Lütfiye hanım, bize bunu anlattı. Fakat, bazı hikâyeler, anlatılır- ken tesirli oluyordu, yazılınca kıy- metinden pek çok kaybediyor. Sanırım ki, bu hikâyede öyle ola- cak. Çünkü, gazetemizin bu sütu- nunda çıkan bir yazının hakiki olduğuna dair yeminler etsem sizi inandıramam; “Aldırma! uy- durmadır!,, diye geçersiniz. Hal- buki, bu hikâyenin kıymeti, ha- kiki olmasındadır. — Hele bir gayret edin, bir günlük itimat gösterin; hikâyemi hakiki niyetine lında, bir cinayet lamış. in tamamile kendisine ait Şevki olmasını istemiş... Düşünmüş , düşünmüş... Ak- projesi hazır- Bilmem nereden, vaktile, Habibe hanım işitmişki, şâyet elması, havanda döverlerde tozunu birine içirirlerse, bu zehir yerine geçer. Habibe hanımın bir elmas yü- züğü varmış. Elması yüzüğünden ayırmış; havanda güzelçene döv- müş. Hasıl olan tozları bendin içine koymuş. bir tük- Ataullah efendinin bir âdeti vardı. Eski ahbabımız olduğu için, bunu, biz de bilirdik. Yatmazdan evvel, mutlaka bir limonata içerdi. Zaten Mekke sıcak.. Şerbet filân içmeden, insan bir türlü rahatlayıp uyuyamaz.. Gene o akşam yatağına yatmış: — Yahu! -diye seslenmiş.- Ver şu limonatamı bakalım | Hanım, içeriki odada, elmas tozu dolu tülbendi limonata bar- okuyun. Işte, Lütfiye hanımın anlattıkları: Mekkeimükerremede peder me- muriyet veriyordu. Pek nadir ailelerle görüşüyorduk. Görüştüğümüz bir tüccar Ataullah efendi ailesi vardı. Karısı Habibe hanım, kırkını bulmasına rağmen, hâlâ genç ve dinç bir kadındı. Bunların bir de akrabaları genç kız vardı ki, aynı evde oturuyordu. Genç kızın ismi Emine... Emine, Ataullah efendinin hemşiresinin kızıydi...Habibe hanım, epice şir- retçe bir kadın olduğu için, kızı, yarı küçük hanım, yarı ahretlik gibi büyütmüştü. Vakta ki kız, on altısına geldi; sancısı... varmadan ölmüş. yaz efendi, zehirlenmiş olduğunu anladı. Mek- kede başka bir doktorda vardı. Oda aynı fikirde bulundu: Tüccar zehirlenmiş. dağı içine sokmuş. İçinde karış- tırmış, karıştırmış, eritmiş. Sonra, bardağı cibinliğin altından Ataul- lah efendiye uzatmış. Efendi, zehirli limonatayı gövdeye devirmiş. Yarım saat sonra, bir mide sancısı, bir mide sancısı, bir mide Zavallı efendi, sabaha Ertesi gün, askeri doktor Fey- Ataullâh efendinin Amma, kim zehirlemiş mesele- sile karşılaşıyorlardı: Belki, muzir bir şey yiyerek, kendi kendine zehirlenmiştir. Fakat, Atawllâh onu Şevki bey isminde birile | efendi, o gece bizde misafirdi. evlendirdiler... Şevki bey, baba- | Habibe hanım, kocasının bizim yiğit delikanlının biri... Enli, | evde zehirlendiğini büyük bir boylu, o zamanın modasına göre koç boynuzu, burma bıyıklı... Ense kulak yerinde... Habibe hanım, çok geçmeden, bu Şevki beye gönül vermiş. Gönül O vermekle de (kalmamış. Mercimeği fırma vermişler... Al takke ver külâh, gidiyorlarmış. Esasen Emine aptalca, kâh mut- faga yollarlar, kâh komşuya gön- derirlermiş; Habibe hanımla Şevki bey, başbaşa kalirlarmış. Atâullah efendiye gelince, ibtiyarın biri. Işile gücile meşgul. Komşudan komşuya ziyaretler yapıyor... Fakat, Şevki bey Habibe hanımı gittikçe sarmış. Artık, onun ge- celeri Emine ile aynı oda da kapanmasına; kendisinin ise bu müddet zarfında pinpon Ataullah efendi ile bir yatakta yatmasına kail olamamağa başlamış. lerine kurşun sıkıyorlardı.. Sadece “izhar şadımanı,!.. Çocuklar gibi, sevinçlerini ifade ediyorlardı. Evime gidince, ( salâhiyettar zevata ve bazı arkadaşlara telefon etmek teşebbüsünde bulundum. inmek mecburiyetinde Haltstenstrasse'ye girdiğim sırada, (burası, Kiel şehrinin en büyük caddesidir.) o Külliyetli inkılâpcının, mekte olduğunu gördüm. yaygara ile ilân etti. Dedikodular, buram buram deveran ediyordu. Belki bizim başımızada bir musi- bet gelecekti. Fakat, aradan üç gün geçmişti ki, garip bir hadise zuhur etti. Habibe hanım, odada gürül gürül kuranı kerim okutuyormuş. Evvelden kocası için göz yaşları döküyormuş. Fakat, o esnada, Şevki bey aklına gelmiş. “ Bakayım nerede? , evin içinde aramış.. şükür | Şimdi, kocası öldü. Şevki beyi Emine'den boşatmak işten bile değil... öyle seviyor ki. ölünün öldüğü diye, onu, Oh, yarabbi Onu öyle seviyor, Lâkin, Şevki bey nerede acaba? Onu alt katta aramış, bulamamış. Yukarda bir yük odası varmış ki, dama serilen yataklar, burada yığılı dururmuş. Habibe hanım, kılıkla kaldım. Ertesi gün, şehre, sivil miktarda bana doğru ilerle- Tayfalar, küçük zabitler, Hattâ Lâkin heyhat! e e güverte zabitleri, bu kafileye Telefon , merkezi, inklâpçılar iştirak etmekteydi. Tayfalardan tarafından işgal edilmiş bulunu- | ekserisi, karnavala iştirak eder yordu. gibi giyinmişlerdi. Bazıları silindir Hususi muhaverelere müsaade | şapkalar o giymişlerdi. ( Bunlara, olunmayordu. inkılâpçılıklarına (işaret Oolmak Akşam üzeri, tahtelbahir mek- üzere, kırmızı kurdeleler bağla- iebi tarımdan; eiyime Balikmi mışlardı. Bazıları da,kadın elbise- edilen emirberim geldi ve sokağa çıkmamaklığımı bana tavsiye etti. Zabitleri görünce tevkif ediyor- larmış. Aynı zamanda da evlerde tahar- riyat yaparak, silâh arıyorlarmış. Bir çok zabitleri tevkif etmişler bile... leri giymişlerdi. Hepsi de gülüyorlardı. Bin türlü maskaralıklar yapıyorlardı. Çoğu- nun elinde, içki şişeleri Konyak ve sair sert müskirat. Elden ele dolaştırarak hepsi de ayni şişeden içiyorlardı. Bu saye- de hepsi ayni şişeden içiyorlardı. Bu sayede vardı. hepsi de pür neşe Yeni neşriyat : ——— Dünya “ Dünya ,, gazetesinin nushası çıkmıştır. Şen çocuk Memleketimizin en güzel çocuk mecmuası olan (Şen çocuğun) birinci ve ikinci nushası çıkmıştır. Çocuklara mahsus en güzel ya- zıları ile şiirler, masallar, resimler, büyük adamların hayatı, cocuk hikâyeleri, çocuk oyunları ve daha bir çok güzel yazılar vardır. Şişlide Acele satılık ev Şişlinin en mutena bir ye- rinde 10 odalı, bahçeli konforlu güzel kârgir bir ev müsait şeraitle acele satılıktır. Müracaat yeri : Umum Emlâk Acentesi Bahçekapı, Taş han Ko. 20-21-22 Telefon: 20307 ikinci oraya girmiş. Bir de ne görsün? Sevgili Şevki'si, evdeki mamadadı ile pür muhapbet edeğil mi? Artık zivanadan çıkmış Şevki beyide, mama dadıyı da kafalarını yarmecaya kadar dövmüş. Bağır- mağa, rezaletlerini pencereden konukomşuya (O haykırmağa ve Şevki beyi lekeleyecek en ağır sözleri söylemeğe (o başlamış. Cinneti git gide artmış: Uğrunda bir cinayet (o işlediği (o erkek ona en yakın olması icap eden bir günde mamadadıya tenez- zül etsin.. Zihnini oynatmış.. Habibe hanımın, bağıra bağıra sokaklara düştüğünü gördük: — Kocamı ben öldürdüm! Ona elmas tozu içirdim. Zehir de çan- tamın içindedir. inanmazsanız açın, bakın. Bunun sebebi, Şevki beyle sevişmemdir. Habuki o .. Ilâ ilâ.. Çantası muayene edilince, için- de, tülbende sarılı elmas tozu çıktı. Fakat, Habibe hanım, hare- ketinden mesul tutulacak vaziyette değildi. Zira deli olmuştu. Zincir- lenip bir odaya habs edilmesi lâzım geldi. Şevki beye gelince, kendisine, o günden itibaren bir yerde tesadüf oldu da. Galiba, kervan- lardan birine katılarak çöl yolunu tutmuş. Lütfiye hanımın hikâyesi bu kadar. Şayet, onu hakiki niyetine okumadınızsa silik ve belki de manasız Sulmuşsunuzdur. Bu hikâyenin kıymeti, cidder cereyan etmiş olmasındadır. (Hatice Süreyya) idiler. Hiç şüphesiz, içlerinde bir çokları, vaziyetin fecaati hakkın- da birşey düşünmiyorlardı. Biri ne yaparsa ötekilerde onu yapı- yordu. Her ne olsa, boşlarına gidiyordu. Kahkahaları koparr- yorlardı. Meteora gittim. Orada, hayretle gördüm ki, zabitlerin ekserisi sivildi. Harp gemilerinden gönderilmiş bir kaç tayfa, Meteor'un idaresini ellerine almıştı. Tayfalar, bizi gerçi selâmla- mıyorlardı amma, bize fena mua- mele yapmağa da kalkışmıyor- lardı. Şayanı hayret olan bir şey daha varsa, bu gasıplar, ne salon- ları, me de kamaraları bizden almağı akletmemişlerdi. Yahut, buna hernedense cesaret etme- mişlerdi. Veya, buraların, insiyaki surette, kendilerine lâyik görme- mişlerdi. (Arkası var)