15 Kânunusani 1932 Tefrika No: 35 ŞE Habibenin İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA? 15 Kânunusani 1932 Nakleden : çantasından çıkan krokiyi kii ederken, birdenbire kâğıdın üzerinde mavi çizgiler harekete karar vermiştim. belirdi. O gün Istanbula Yarım saat zarfında beş numa- | gizlice takviye etmek fakat Tür- rahi odaya nakletmiştim. Odada yalnız kalınca, ilk yapa- cağım işin ne olduğunu elbette tahmin edersiniz: Habibenin vali- zini açmak! Türk casusunun valizi kilitli olmasına rağmen, hafifce kurca- lar kurcalamaz derhal açılıyordu. Valizin içinde iç çamaşırları ile kadınlara ait podra, levanta, çorap ve mendilden başka birşey gözüme ilişmemişti. Bu çantanın Habibe için ne kadr çok kıymetli olduğunu hili- yordum. Zavallı kadın son dakik- sında bile bana bu çantadan bahsedeceğini söylemişti. İskoç askeri bir iki dakika daha erken davranmış olsaydı, beiki, bu can- tanın esrarına da vakıf olacaktım. Mamafih, Habibe idam edilirken nöbetçi yaverine çantasından çok bahsetmişti. Ölümle karşılaşan bir kadının, son nefesini verinciye kadar, mütemadiyen bu 'çantayı düşünmesinin elbette mühim bir sebebi olacaktı. Çantanın içindeki eşyayi tama- mile çıkardım. Altın üstüne ge- tirdim, evirdim, çevirdim, adam akıllı muayene ettim. Aradığımı bulamadım.. Yukarıda saydığım eşya ara- swmda bir ufak kâğıt parçası bile zuhur etmedi. Fakat, süphelerim boş ve ma- rasız değildi. Bu çantanın keşf edecektim. Büyük gözün dibindeki astarı iyice muayeneye koyuldum. Bu tetkikatım iki dakika bile devam etmedi. Kendi kendime: — İşte, yakaladım. Diye söylendim. Astarın altında el ile çizilmiş bir kroki ile bir kaç pusula bul- dum. Tahminimde hiç de yanılma- sırrını o mutlaka mıştım. Habibe Türklerin resmi casu- sidi.. Ve bu kroki, Flestin hu- dudunun zaif noktalarını ve bu noktalardan icabında nasıl kaçı- labileceğini gösteriyordu! Bu kroki mubakkaktı ki, bir erkânı barp tarafından çizilmiş ti. Bu hale göre Türkler, Flestin cephesinde İngilizlerin zaif noktı- larını yakinen ( biliyorlardı. Bu noktalar bakikaten çok zayifti. lik yapılacak iz bu nokktaları klere karşı, büsbütün zaiflanmış göstermekti. O gün bu vaziyeti Ingiliz cep- hesine bildirmek çaresini aramak üzere sgkağa çıkmağa karar ver- dim. Bu işi akşam üstü de göre- bilirdim. Habibenin esrarengiz çantasın- dan çıkan pusulalar arasında iki adres nazarı dikkatımı celbetmişti: 1 — Şişlide meşrutiyet mahal- lesinde S. M. G hanım. 2 — Yedi kulede İstasyon ci- varında doktor Bogos yedi par- makyan efendi, Puslaları cebime yerleştirdim. Yerdeki eşyayı çantaya koy- dukdan sonra, krukiyi elime ala- rak pençerenin önüne oturdum. Asabiyetimden Oo mütemadiyen pipomu fdoldurıyor ve içiyordum. Bu esnada, elimde tuttugum koruki üzerinde, birdenbire hafif mavi cizğiler belirdiğini hayretle gördum. Pipom krokinin altında duru- yordu. Neşrettiği hararetle, kroki üzerindeki eczalı çizgiler yavaş yavaş meydana çıkmağa başla- mıştı. Şimdi, biraz evvel bem beyaz duran krokinin kenarında bir çok isimler, çizgiler meydana çıkmıştı. Habibe, icap ederse, zayıf veya kuvvetli olan noktaları nazarı dik- kate alarak, buralara kolaylıkla iltica edebilecek veyahut bu mın- tıkalardan malümat kaçıracaktı. Lübnan dilberi, şimdi, gözümde bir az daha büyümüştü. Bu evrak onun idamından evel zuhur etmiş olsaydı, onu -belki de- kurtarmağa teşebbüs oederdim. Bu meçhul muadeleleri süratle ve kendi kendime Ohal etmek mümkün değildi. Yukarıda verdiğim malü- matı, krokinin müsbet ve menfi npktalarını Oo mukayese (o etmek suretile elde edebilmiştim. Habibenin çantasından çıkan evrak, benim için çok büyük bir ehemmiyeti haizdi. Adresleri ocebimdeki deftere kaydederek, krokiyi yanıma aldım. Odada kendi kendime düşü- nüyordum: Bugün korokiyi hu- duttan İngiliz karargâhına gön- dermeğe mi teşebbüs edeyim? Yoksa Istanbula mı hareket edeyim ..? (Arkası var) S/kânunuevvel/931 Seviyorum, seviyorum, seviyo- rum. Bu Malike hanimefndiyi sevi- yorum... Yarebbil... Hemde nasıl seviyom... Aklımda, fikrimde hep o.., Ne harikullâde kadın... Gözleri, kaşları, saçları kirpikleri, yanak- ları, dudakları, eni, boyu, kolları, bacakları, hasılı, heryeri meşre- bimce... Koca Nedim'in dediği gibi: Sak'ü süri'ü gabgabü lep meşrebim- cedir; Sertabepay hasılı hep meşrebimcedir. Evet, O, tepeden tırnağadek benim meşrebimce... Fakat, ben, onun meşrebince miyim acaba? Ne münasebet?... Ne mümkün?... Ibtimali mi var?... Ben, Malike hanım efendinin nasıl meşrebince olabilirim ki, O, benim muharrir olduğumu bile, (©) gazetesinin hikâyecisi oldu- ğumu bile bilmiyor... Maalesef, onu, ancak ve ancak maneviyatımla, hissiyatımla, ze- kâmla kendime meftun edebili- rim... Yoksa, harici eşkâlimle, ne münasebet... Allah bana ne boy vermiş, ne bos... Yüz, göz cazibelerinden tamamile mahru- mum... Bu acı hakikati biliyorum... Arkadaşım Memduh'un ablası olan Malike hanımefendiyi, olsa olsa, sanatkârlığımın ve sanatkâr- lık hususundaki şöhretimin kuv- vetile (o cezebedebilirim.. Ve illâ felâ.. ümidi kesmeliyim.. 20/Kânunuevvel/1931 Aşkım devam ediyor. Malike hanım efendi için yanı- yorum, — tutuşuyorum, mahvolu- yorum... Hikâyelerime, hep onun aşkını akis ettiriyorum. Fakat, acaba bizim gazeteyi okuyormu?.. Benim hikâyelerimi takip ediyor mu?.. Benim hikâye- lerimi otakip etse, behemehal onu sevdiğimi farkeder. Zira, ona dair rumuzlu rumuzlu cüm- leler yazıyorum. 21 kânunuevvel 1931 Bir cesaret gösterip, sevgilime sordum. — (934) gazetesini misiniz? — Evet, diğerlerine tercih ede- rim! - çevabını verdi. Obh.. Yüreğim ferahladı. — Hergün alıyor musunuz? , — Maalesef, almıyorum. — Yaa.. Peki öyleyse.. 30 kânunuevvel 1931 Artık, arkadaşım Memduh'u ziyaret ederken Malike hanıme- beğenir ğe hergün bir gazete be kıyordum. — Bizim (***) gazetesini diğer- lerine tercih ettiğinizi söylemişti- niz de... - diyorum. — Evet... Diğerlerine (tercih ediyorum... Mersi... Pek makbule geçiyor... Her gün getiriyorsunuz. Zahmet oluyor. Müteşekkirane (| gülümsiyerek, gazeteyi alıyor, odasına götürüyor. Ah, yarabbi! Yarabbi! Yarabbi! Şüphesiz ki yazılarımı, yatağına yattığı zaman okuyacak... Ak, yarabbi ! Yarabbi! Yarabbi! Benim hikâyelerim hakkında ne düşünecek acaba ?... Benim yazdığım rumuzlu cüm- lelerin Okendine ait olduğunu anlıyacak mı? Zeki kadındır... Anlar... Anlar... 5 kânunusani 1932 Anlar; fakat anladığını belli etmemek istiyor... Doğrudan doğruya hiçbir cüm- leyle bu anlayışını belli etmedi. Sadece bugün didi ki: — Ben, hiç yeşil rengi sevmem.. Yeşil renk elbise giymem.. Hak buki, bizim Memduh ne yapmış biliyormısınız?.. Benim odama kap- latacağım divar kâğıdlarını yeşil renkte almamış mı?.. Geri gön derdim; (o degiştirttim.. Dikatsiz çocuk, dikatsiz çocuk!! Malike hanımefendi, bu suretle, bir taş atıp iki kuş vurmuş oldu: Evvela, bana, dolayısiyle anlattı ki, hikâyelerimi okuyor. Zira, son yazdığım ve tasavvur ettiğim hikâyede elbisesinin yeşil oldu- ğundan bahsetmiştim. Saniyen, yeşil renkte elbisesi olmadığını, kıyafetlerine ve zevk- lerine daha ziyade dikkat etmem lâzım geldiğini bana işmar attil. Sahil benim tarafımdan ne ka- balık! Nasıl olduda, onun yeşil elbise giydiğini laalettayin yaz- dım... Mahcubiyetten yerlere geçiyo- rum. Aşık, maşukasının her hususi- yetine son derece dikkat etmeli değil midir? 3 imei 1932 Gazeteleri Malike hanımefen- diye taşımakta berdevamım. Her seferinde: — Mersi... Vallahi çok istifade ediyorum! - diyor. Odasına götürüyor. Elbette, yatağının başı ucuna Ve gece, yatağında, (ah, aman yarebbi, yatağında... yatağındal.. Çıldıracağım aklıma geldikçe... yatağında benim eserlerimi okuyor.. Elbette, çok geçmeden, benim ne istidatlı, hassas, ne zeki mubarrir Sahife 9 olduğumu; ne taşkın, coşkun his: ler beslediğimi farkedecek... Vi işte ozaman, o zaman, o zaman.. Mesele kalmıyacak... Şimdiye kadar süküt etmesine sebep, beni imtihan etmek için olsa gerek: Bakalım aşıkane his- 'siyatım ayni kuvvetle devam edi- yormu, ayni ilhamla yazı yazabi- liyor mıyım diye dikkat ediyordur mutlaka... 14 kânunusani 1931 Yine ("**) gazetesinin bugünkü nusbasını sevgilim Malike hanım efendiye verdim. Ber mutat, na- zikâne gülümsedi. Gazeteyi yatak odasına götürürken, mahut sevimli cümlesini tekrarladı: — Mersi!... Vallahi çok istifade ediyorum. Artık, bakla ağzımdan çıkar- dım: — Estağfurullah efendim... Beni teşvik için (o koltuklarımı Oka- bartmak için, cesaretlendirmek için böyle söylüyorsunuz. yoksa, benim yazılarımdan istifadeye şayan olan bir şey yok. — Nasıl?... Sizin yazılarınızda mı?.. Vayl... Siz muharrirmisiniz?.. (©) gazetesine siz yazı mı yazı- yorsunuz? — Bilmeyormiydiniz? — Hayır ! — Lâtife etmeyin! — Vallahi bilmiyordum. — Peki, niçin benden gazeteyi istiyordunuz... Onda ne okuyor- dunuz da istifade ettiğinizi söy- liyordunuz? — Hiçibir şey! — Eeee? — Efendim, odama duvar kâ- gıdı kaplatacağım da... Malüm, âdetttir: Duvar kâğıdının altına, gazeteleri yapıştırırlar... Bu (*) gazetesinin kâğıtları bütün gaze- teler içinde en sağlam... Onun için sizin gazeteden istifade edi- yordum ... Yoksa, vallâhi sizin mubarrir olduğunuzdan haberim yokdu.. Pardon. (Vâ-Nü) —12..1? Çabuk ve zahmetsizce: iş bulmak işçi tedarik etmek Ev, apartman kiralamak Emlâk satıp almak için bir tek çare vardır: AKŞAM gazetesine bir Küçük ilân koydurmak! Bir ilin 4Ö kuruş © Tefrika nur numarası: 105 15 Kânunusani 1932 Denizlere dehşete —---—— salan tahtelbahir Bir Alman bahı bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Artık kendimi adam olmuş addediyordum. Heyhat! Babam öldüğü sırada başka bir ölüme daha şahit olmam lâzım geldi. Babamın ölümünden bir kaç gün sonra, onun kadar, belki ondan daha kıymetli birşey oldu: Almanya imperatorluğu!.. Milk yonlarca Almanlar, matem içine gömüldü. Yirmi üçüncü kısım z Ale de inkilâp Bir topçu kıtası bali ö'nin zuhuru Zabit evi — No: bambaşka bir | | Mütercimi : o (Vâ - Nü) Tatil günlerim sayılı gibiydi. Devâsâ tahtelbahirin inşası, dev adımlarile ilerlemekteydi. Tahtelbabirim, yaman gemi olacaktı. Her makinası üç bin beygir kuvvetindeydi. Ceman ye- kün altı bin beygir. Saatta on altı ilâ on sekiz mil yol katedebile- cektim. kafilesi, hattâ, igemi benden Hiç bir gemi hiç bir ser: seyirli kaçamiyacaktı. Üstelik, on beş santimetrelik dört tane top. Yeni torpillerden de yirmi tane alacaktım, hani şu, izini belli J etmeden, köpük yapmadan giden ve rahneyi suyun altından açan torpillerden yirmi tane... Bu torpil yiyen gemi kimin taarruzuna uğradığını, taarruzun hangi istikametten geldiğini fark edemiyecekti. Zihnen, kuruvazöruma çoktan- dır binmiş gibiydim. Ansızın, orduda ve donanmada inzibatın bozulmuş olduğuna dair havadisler tereşşuh etmeğe başladı. Havadisler, oyekdiğerini (o takip ediyordu. Nibayet, dedikodular, vazıh şekil aldı. Wilhelmshafen'de bir ısyan çıkarmışlar. Işin ne olduğunu iyice anlaya- mıyordum. Bizim civardaki babri- yeliler arasında bir ısyan kaynaş- masını aradım fakat bulamadım. “Ihtimalki bu ısyan pek okadar vabim değildir. Esassızdır bastırı- bahriyeliler | iabilir, yatıştırılabilir! , diye dü- şündüm. Birdenbire, öğrenildiki, Wilhelm- shafen filosu, Kiel'e giriyor. önu- müzdeki saatler zarfında başımıza nelerin geleceğini bilmek, anla- mak, imkân haricindeydi. Filonun gemileri, köpükler sa- çarak ve izler bırakarak, ciddi ciddi, mehabetli mehabetli, bize yaklaşıyorlardı. hiç unutmam; bir bon güniydi. o Öyleden sonra idi. Ansızın trampet ve boru sesleri işitildi. Mürettebattan tabur. Yollarda dolaşıyor... Ne olduğunu kendilerinden sor- dum. — Herkes, derhal zırhlılaral - diye, bana bağırdılar. Mektep vapuruna koştum: Bi- zim Meteor'a... mürekkep bir Yolda bir kaç arkadaşa rast- ladım. Dönen işlerden, onlarda ancak benim kadar haberdarlar... Vapurda, müthiş bir münakaşa var. Arkadaşlardan bir çokları, do- nanmada ki he: va pek okadar ehemmiyet veri. <si lâzım gek mediği fikrindeler... Bizim tah- telbahir mürettebatı son derece zabtü rabıttalar... Hiç bir kuman- dan kendi gemisinin efradı hak- kında şikâyette bulunmadı. Bina- enaleyh, biz ( tahtelbahirciler donanınadan çıkacak bir isyanın harp avakıbı üzerinde müessir olabileceğine ihtimal veremiyor- duk; veremezdik de... Yalnız gayet genç bir kuman- dan, söylediği ateşin bir nutuk esnasında, bize, gayet müdhiş şeylerden korkmamız lâzımgel- diğini anlattı. (Arkası var )