g A EDEBİ BAHİSLER önül acıları Mehmet Rau'fun ziyar münasebetile 931 kışı edebiyatı cedide sahi- felerinden bir yaprak daha ko- | pardı. Geçen karlı günlerden birinde ( Mehmet Rauf ) ta bir küçük (kafilenin o omuzlarından ( Haristan ve Gülüstan ) sahibinin dünyasına terkedildi. Bana, o mektep ( sıralarındaki edebiyat aşkını tattıran üstatlardan | biride Mehmet Rauftu. O zamanlar Mehmet Rauf edebi şöhretini yapmıştı. Eylül ve Siyah inciler ellerde geziyordu. Ve bizim nesil coşkun bir aşk | ve heyecanla edebiyatı cedide külliyatına sarılmış mütemadiyen okuyorduk. Mehmet Raufun, uzun bir bas- | talıktan sonra sönüşü bana on | sekiz yıl evvelki on dokuz yaşımı ve o zamanki edebiyat sevgimi | hatırlattı. Bekledira ki edebiyatı cedide | onun erkânından bir arkadaşı hakkında bir konferans versin, Mehmet Raufu; eserleri bugünkü | şerait içinde yetişen nesle meçhul kalacak bu muharriri tanıtsın. Ne yazdılar, ne söylediler. Belki ileride Fikret için tertip edilen merasim gibi bir ihtifal yapılır ve Mehmet Raufun. edebi | hayatı hakkında malümat verilir. Ben Mehmet Raufun yalnız bir | kariiyim. Kendisile ancak bir kere görüştüm. Fakat eserlerile çok yaşadım. Ömürlerini gazetecilik ve mubarrirlik hayatında çürüten- lere çok acırım. Bu his, kendimin de aynı akibete namzet oluşumdan geliyor. Böyle de olsa | teessürüm gene samimidir. Mehmet Rauf gibi türk edebiya- | tma yirmiye yakım eser veren bir sanatkârın akıbetini gördükten sonra elimdeki kalemi bir düşman | gibi gördüm. Ölmek belki de | acıdır. Fakat ihmal edilmek on- dan daha az feci değildir. Zavallı Mehmet Rauf bu hakikati daha gençliğinde keşfetmiş gibi (Siyah inciler) deki bir mensur şiirinde hayattan acı acı şikâyet ettikten sonra köprü üstünde gördüğü dünyadan habersiz bir hamalın yaşayışına imreniyor: — Ah bende senin' gibi hissiz heycansız olsaydım! diye mırılda- niyordu. Hem o zaman Mehmet Rauf aşk ve şöhret peşinde koşan ve daima muvaffak olan genç dinç, pürmeşe bir insandı. Kim bilir son yıllarında onun hassas ruhu neler hissetmiş ve | maatesüf söylememiştir. Zaman insanları o kadar hotbin ve öyle lâkayit yaptı ki böyle sanatkârların iztirabı degil, ölümü bile kimseyi tahrik etmeyor. Bu akıbet nasıl oluyorda bize ve bizi takip eden nesle ibret olmuyor bilmem! (Gustave o Flaubert) öldüğü zaman başta (Zola) olduğu halde zamanın bütün edeip ve muharrir- leri kilo metrolarca yoldan koşup son vazifelerini yapmışlar. Göâzeteler ve mecmüalar aylarca ( Flober )in edebi ve hususi hayatını yazmışlar. AnatoleFrance öldüğü zaman Fransanın bütün darülfununlarında ustadın hayatına ve eselerine ait konferanslar ve- rildi ve bütün Fransız matbuatı günlerce ondan bahsetti, Şahısları o mukayeseye | lüzum yok. Fakat her milletin kendine göre edibi, muharriri, şairi vardır. (Monteskiyo) nun: “Her millet lâyık olduğu tarzı hükümete nail olur, Dediğini“her millet lâyık olduğu edibe, şaire nail olur, şekline çevirmek te mümkündür, Yeterki insan lâyık olduğu kadar hürmet ve takdir göstersin. Darülfünun var. Güzel sanâtlar belki | Habeş veliahtı Avrupaya geliyor için çalışmaktadır. Adis Ababa'dan hareket ederk. maz | akademisi. var. Mecnmiualar var, gazeteler var. “Fakat bütün bu müesseseler (Biographie) biografi denilen bilğiye kapılarını kapa- mışlardır . En ehemmiyetsiz gazetesinde meşhur bir fransız / sedibinin hayatına, eserlerine ve ! resimlerine ait bir dosya bulabi- lirsiniz. Fakat ben iddia ederimki Darülfünun edebiyat şubesi, değil Mehmet Raufun ( şairazam) dedi- ğimiz . Hâmidin bile biyoğrafisine malik değildir. Sanatkârlar, edibler hayatlarında ıztırap, yoksuzluk çekerler, bu zamanlarının kendilerini anlaya- mamış olmasındandır. Eserlerini neşrettikçe şöhret ve sanat yapan sanatkârlar vardır. Fakat kiymet- leri ölümlerinden sonra anlaşılan ve kendileri sefalet içinde göz- lerini kapadıkları halde varisleri zenğin olan sanatkârlar (opek İ çoktur. (Balzak) tavan arasında yaşardı ve o kadar iştihalı bir adam olmasına rağmen çok defa ekme- ğine katık bulamazdı.Borç içinde öldü.SFakat Balzak ailesi bugün onun eserlerile yaşıyor ve (Paris) in en güzel bir caddesi onun ismini taşıyor. | Eski bir şehremini yeni açtığı bir caddeye kayin pederinin meçhul bir. fransiz İ Habeş kralı Ras Tafari 3 nisan 1930 tarihinde kendisini | büyük merasimde tetviç resmi yapılrıştı. Ras Tafari şimdi Habeşistana asri bir hükümet şekli vermek İ Ababa'da bir çok yeni istasyonu yapılmıştır. İmperator bir muazzam ordu teşkiline çalışmaktadır. Fakat henüz ancak maiyyet askerlerine üniforma — giydirmek kabil olabilmiştir. Ras Tafari oğluna yaverlikle birlikte cenerallık rütbesi vermiş ve kendisini tetkikat için avrupaya göndermeği okararlaştırmıştır. Henüz 12 yaşında İ bulunan küçük ceneral bir kaç hafta evel Cibuti tarikile Mısıra hareket etmiştir, Resmimizde Veliaht Memleketin payıtahtı olan Adis a9aNESEMANEASANEESA EEE ismini vermişti. Yeni bir belediye reisi de merhum (Süleyman Hazif) namını, İstanbulun “en berb. kaldırımsız: bir sokağına dü Ve Nazif nasıl mahrumiyet içinde öldise, Rauf ayni ıztırap ile göz- lerini kapadı. Sanatta feragat şarttır. Hiç bir sanatkâr kâzanmak ve takdir edilmek gayretile çalışmaz. Sanat hodgâmdan. hoşlanmaz. o Fakat Genap Şahabeddin beyin: “Ucunda vadü firdevs olmasa kimse nafile namazı kılmaz,, Dediği. gibi: öldükten sonra da bir tebcil eseri görülmezse yeti- şen nesil ne cesaretle bu hayata atılır. Sanatkâr hasis düşüncelerden uzaktır ve onun için feragatle çalışır. Fakat onun feragatini sui istimal etmek nankörlüktür. Avrupada hayatlarında kıymet- leri bilinmeyen muhartirlerin eser- leri ölümlerinden sonra bir servet oluyor. Fakat bizde edebi hayat- larına maddi ve mali sıhriyetler karıştırmayan muharrirlerin geriye bıraktıkları kitaplar, değerleri de olsa bu kıymet ancak kilo ile ölçülüyor. Gençliğe fena örnekler veriyo- ruz. Yetişen nesil fikir hayatından mabrum kalmak tehlikesindedir. Hayet çok maddileşti. Fakat ne | Kl imperator ilân elmiş ve geçen sene bu binalar, bir şimendifer I- olsa edebi “varlığı, zevk: ve heye- canı olan bir milletiz. Ve bunlara Il muhtacız. o Sanatkârlar (sefalet içinde sönebilir, fakat onların bu feragati bizi fikri mahru- miyete — alıştırmamalıdır. e Cihau maliyesini elinde tutan Amerika- nın en derin ıztırabı şaşaalı bir tarih ve cihanşumul bir edebiyat- tan mahrum oluşudur. Dolar milyonerlerinin demir ve | gaz ticaretile kazanılmış paralarla | Avrupadan aldıkları tarihi tablo- lar, kıymetli san'at eserleri bile onların yoksuzluğunu gideremiyor. Fakat en fakir bir “İngilizi iftihar edecek bir şairi ve gi sünü kabartacak bir zaferi vardır. Fransızları (o başka (milletlere karşı magrur ve müstehzi bakdı- ran fikirleri ve mütefekkirleridir. Son zamanlarda sanata ve fikir hayatına lâkayıt olmağa başladık. Her gelen kış bir mü- tefekkirimizi alıp götürüyor ve buna yetişen nesille beraber baş- larina ayni mevsimin karları düşen meslektaşlar da alâkasız kalıyor. Bu ihmal, bu kayıtsızlık devam ederse bugünün çocukları ölenleri değil yaşıyanları bile unutacak. Mehmet Raufa rahmet dilerim. Bürhan Cahit 29 Kânunuevvel 1931 ARADA SIRADA esefle anılacak bir ka- Bizde, vardır: (Hastaneye giden kanaat, yaldız savamın okur yeretmiştir. naat ölür. Bu değil bazı dımağlarında | Hastanelerimiz | | | | yazarların bile | Türk | edebiyatının yıkılmaz bir âbidesi İ olan “ Eylül,, ün yaraticısı Meb- | met Rauf'u, bundan üç sene evel İ Bakırköy emrazı asabiye hastane- sine götürüp bırakacağımız zaman, bizim bile içimizde, gizliden giz- liye sızlayan, bizi derinden derine mustarip eden bir çıban başı peyda olmuştu. Bütün bir devir gençliğini ka- lemiyle teshir eden Rauf, bitkin, | harap, aciz bir halde otomobilin | köşesine büzülmüş otururken, he- | pimizin omuhayyelesinde yılların efsane, hem de korkunç bir efsane gibi gözlerin (o önünde | canlandırdığı hailecngiz.. “Hasta- hane,, vardı: Kasvetli, kirli bir mağara.. Havasız, taş kovuklarda yarı çıplak yatan, inliyen, oksü- rüp tıksıran insanlar. o Safsaf teneşirler ve bu teneşirlerin ba- şında insan öldüren bir takım | sadamlar.. .. Bakırköy Oemrazı asabiye hastanesinin çam ağaçlı geniş bahçesine girdik. Tertemiz, gül gibi merkez binasiyle, tek katlı, | bembeyaz pavyonlariyle, dikkatli i bakım neticesi her an iyiliğe yüz tutan hastalariyle, her taraf yüzü- müze güldü. Rauf'u tam bir hu- zuru kalp ile Bakırköy hastane- sinin kiymetli erkânına, iyi yürekli | efradına tevdi ettik. Doktor Fahri Celâl, Ismail Ziya ve ölünceye İ kadar büyük hastanın başından | ayrılmıyan Doktor Ahmet Şükrü bey, ona bir evlât şefkat ve mubhabbetile baktılar. iwkabul etmiyordu. Kısa fasılalarla felç nöbetleri geçiriyordu. Hasta- nenin ihtimamı Rauf'a biraz can verdi ve onu uzun zaman yaşattı. Rauf'u -en ileri, en asri mücs- seselerimizden biri olan - Cerrah- paşa hastanesinin şefkat ve ibti- mamına teslim ettiğimiz zaman, | artık yaşamıyordu denilebilecek bir haldeydi. Son “ogfeşimi' ver- İlmeğe uğraşan Rauf'a hastane etibbası rahat ettirmek için tam otuz dokuz gün çalıştılar ve mu- vaffak oldular. Rauf dünyaya, evlendiği günden, ; son: nefesini verdiği dakikaya kadar yanından ayrılmıyan Muazzez'inin eli elinde gözlerini yumdu. Hastane baş doktoru Rüştü beyin kiymetli İ ihtimamile rahat canverdi ve bir hüsnü tesadüfle Bakırköyünden Cerrahpaşa hastahanesi emrazı asabiye mutahassıslığına (tayin edilen kıymetli doktoru Ahmet Şükrü beyin tedavisinden bir an bile mahrum kalmadı. Ölü gibi bıraktığımız Rauf'a Cerrahpaşa hastahanesinde tıbbın var olan bütün kudretini göster- diler ve Rauf'u otuz dokuz gün yaşattılar. (Fakir yurdun alil, mustarip evlatları, bu çok kıy- metli, çok müşfik bakım yurtkı- rına, sonnefeslerine kadar minnet- tar kalmalıdırlar. Biz kendi hesa- bımıza bütün aile bu iki müesse- seye (o minnettarız. < Cerrabpaşa Rüştü beye alenen teşekkürü bir vecibe addederiz. Fahri Celâl ve İsmail Ziya beylerin “hizmet- lerini ömrümüz oldukça yadede- ceğiz. Tam dört sene Rauf'a bıkmaz, usanmaz, yılmaz bir ihti- mamla bakan, en ağır zamanla- rında yetişip ona can veren | Ahmet Şükrü beye ilelebet med- | yunu şükran kalacağız. l Selâmi İZZET Mehmet Rauf'un hastalığı tedavi» hastahanesinin gayyur baş doktoru