peş © Tefrika No:10 . 21 Kânunuevvel 1931 İLLA ev İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 21 Kânunuevvel 1931 Nakleden: |. F. Lübnan dilberi gözlerini süzerek dedi ki: “Dün, ben de zengin ve mesut bir kadindım.. fakat şimdi..,, Şeyh Salih, Lübnan güzelini tanıyordu. Onu bir kaç defa Şamda| ve Beytullahım'de gördüğünü söy- | lemişti. Habibeye sordu: — Şamdan yeni mi sitti Habibe? Genç kadın gözlerini süzerek: — Evet, ya şeyh! Dedi, yeni geldim.. Cemal Paşanın elinden kurtulmak o kadar müşkül ki... Habibe, Şamdaki hayatından memnun değildi. Sefahatin yıpratıcı ıztırapları, Lübnan güzelinin sevimli çehre- sinde vaktinden evel ince çizğiler vücuda getirmişti. Bir müddet şuradan buradan konuşduk. Şeyh Salih arasıra rakı istimal ettiği halde, benim yanımda iç- meğe cesaret edemiyordu. — Odalarımıza çekilelim, şeyh Abdullah! Diyerek ayaga kalktı. — Fena olmaz, dedim, ben de yorgunum. Ve Habibenin elinden tutarak odama girdim. Kapıyı içeriden sürmeledim. Habibe bu hareketimi tabii bir alışkanlıkla karşıladı. Kırmızı Hama kumaşile süslen- miş geniş ve zarif bir sedirin üzerinde yan yana oturmuştuk. Habibenin bakışlarında, bana, yürüyeceğim yolda muvaffakiyet- ler vadeden bir mana seziyordum. Lübnan güzeli, bir bülbül gibi, dizimin dibinde ötmeğe başla- anıştı; — Siz bu güzel sakalınız ve nafiz nazarlarınızla o kadar he- şuma gittiniz ki... O gece, sabaha kadar, bu güzel mahlukla başbaşa kalmağa karar vermiştim. Kulağımda, beni her zaman ikaz eden bir ses çınladı: — Vezifeni unutma! Vazifemi ihmal etmiyordum. Fakat, Cemal paşanın gözdesi olduğunu söyleyen bu maruf kadınla baş başa bir gece geçir- mek ve ondan icabeden malumatı öğrenmek te bir vazife değil miydi? geldin, Habibe, ordunun umumi vaziyeti hakkında çok şeyler söylüyordu. — Habibe bir şey içmez misin? Dedim. Güzel kadın gözlerini süzdü: — Siz içerseniz... Derhal bir şişe konyak aldırttım. Bir kadeh.. bir daha.. Üstüste Tetrika numarası: 80 Denizlere dehşe ———— salan tahtelbahir üç dört kadeh birden içtikten sonra, Habibeye sordum: — Bu harp belâsından ne vakit kurtulacağız, Habibe? — Sorma, ya şeyh! Bütün Lüb- nan ve Filistin halkı harpten bezmiş bir haldedir. Üç senedenberi, her gün sulh olacak ümidile avu- nuyoruz. Ailelerimiz perişan oldu. Erkeklerimiz o cephelerde öldü. Bu müthiş kasırgadan müteessir olmayan bir fert yok. — Sulhun bir an evel olmasını arzu ediyor musun? — Arzu ediyorsun demek te lâf mı, ya şeyh?! Sulh olsa ve cebbelerde kan ve barut kokuları dinse, bende yuvama gider, huzur ve refah içinde yaşardım. — Hangi yuvandan bahs edi- yorsun? — Lübnandaki aile yuvamdan.. — Ailenden kimler var? — Annem bhayatta.. küçük kardeşlerim de var. Fakat kocam.. — Kocan yokmu? — Geçen seneye kadar vardı. Ab, ben ne mesut, ne zenğin bir kadındım... — Ya şimdi..? Habibenin gözleri sulandı: — Şimdi, dünyanın en bedbaht bir kadınıyım. Herkes beni kay- ğusuz, şen bir insan zanneder. Halbuki ben, kalbi her dakika sızlıyan o kadar çok muztarip ve talisiz bir kadınım ki... — Kocanız harpdemi öldü? — Hahır... — Hayatta mı..? Lubnan hıçkırarak haykırdı: — Hayır... Genç kadınım kollarını tuttum, . bir az daha göğsüme çekerek: — İki sualime de menfi cevap verdiniz.. oOÖldümü, yaşıyormu.. Anlamadım? Rica ederim, izah ediniz! Dedim. Habibe göz yaşlarını sildi: — Kocamı Şamda astılar... Onu çok seviyordum. Genc kadının hükümete kini olduğunu görünce, onu biraz daha tabrike lüzum gördüm. — Kocanıza bu fenalığı ya- pandan intikam almayı düşünme- diniz mi? Genç kadın hayretle yüzüme baktı: — Intikam almayı mı...?! — Öyle ya... Mademki masum kocanızı idam sehpasına gönderdi. Ona karşı, elbette, kalbinizde bir kin yaşıyor değil mi? ( Arkası var) 21 Kânunuevvel 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner U38'de, kaptan, bu küçük delik- te bile rahat edemezdi. Müret- tebat, arka kısma geçmek istedik- leri zaman, buradan geçerlerdi. Yeni tahtelbahirde, teslihat, müthiş mi müthişti. Evvel emirde onbeş santimlik iki tane top... On altı bin met- roya endaht etmek ve küçük bir kruazörle muharebeye girişmek kabildi. Bu yeni kezâlik, iki tane de torpil atma cihazı mevcuttu, Geminin taşıya- bileceği cephane, 1800 mermiye ve yirmi torpile kadar yüksele- biliyordu! — WA LEY tahtelbahirde , | | | | | l İ l | Mütercimi : (Vâ - Nü) İçindeki eşhas: sekiz zabit ve mürettebat olarak yetmiş sekiz kişi... Faaliyet sahası : Beş altı, bin mil. Saydığım rakamlar, müthiş rakamlardır... Bu cidden söyle- İ diğim noktaya kadar izahatımı dinleyenler, yeni gemimin cidden içinde çalışılması arzu olunan bir gemi olduğunu sanacaklardır. Lakin belâya bakın: Bu geminin içine — sikletten kâr etmek için, sade hafif maki- neler koymuşlardı. Beheri dört yüz beygir kuvvetinden ibaret olan 4 Akşam Yaşadığını ispat edecek! Fransada romanı andıran bir macera Fransada berhayat olduğu halde hükümet nazarında ölü addedilen Camille Laflorencie namında kırk üç yaşında bir adam var. Bu adamın hayatı, hakikaten bir romanı andıracak derecede garip maceralar ile doludur. Camille bundan kırk üç sene evvel, Laflorencie namında bir kızın, meçhul bir adamla gayri meşru münasebeti (neticesinde dünyaya gelmiş, fakat kendisi dünyaya geldikten bir kaç gün sonra, gene Laflorencie namında başka bir kız da gayri meşru bir münasebet netiçesi olarak bir erkek çocuk dünyaya getirmiş, ve birbirini asla tanımıyan bu iki genç kadın, doğurdukları çocuk- ları, bir daha görmemek kararile aynı süt nineye vermişler, onlar da çocuklara Camille ve Emille isimlerini de vermişlerdir. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Emille bir hastalık neticesi olarak ölmüş, fakat çocuğun vefatı, her nasılsa belediyeye bildirilmemiş olduğu cihetle, sicilline ve vefatına dair hiç bir yayıt konmamıştır. Aradan seneler geçmiş, Camille on sekiz yaşına girmiş, askere yazılmak istemiş, fakat babası mechul olduğu cihetle, ciheti as- keriyece (annesinin muvafakatı alınmak icap etmiştir. Genç Camille annesini hiç görmediği cevabını vermiş, ahbzıasker uzun uzadıya tahkikata girişerek metruk çocuğun) annesini bulmuş, muva- fakatını almış, ve keyfiyeti de Camilleye teblig etmiştir. Camille askerliğini ( bitirerek terhis edildikten sonra bir gün evinde otururken, kapısı çalınmış, kendisi kapıyı açınca ihtiyar bir kadın kucağına atılarak hıçkırıklar arasında: “yavrum en nihayet bul- dum. Ben senin annenim,, demiş ve gençliğinde başından geçen bir aşk macerası neticesinde, kendi- sini nasıl doğurduğunu ve nasıl bir süt ninenin eline vererek terk etmeğe mecbur kaldığını uzun uza- dıya anlatmış,oğlundan af dilemiş- tir. Camille ile annesi, mesut bir hayat sürmeğe başladıktan bir müddet sonra, annesi, ken disire (o karşı (gayet (o soğuk bir tarzda muameleye başlamış , bu halden hayrete düşerek ihti- yardan sebebini sormuş o da şu cevabı vermiştir : —Yavrum artık ben senin annen değilim. Benim çocuğum 1889 senesinde, üç haftalıkiken ölmüş- tür. Bunun üzerine Camille tahki- kat girşmiş ve Aurillac mahke- mesinin meçhul bir şahısın müra- caatı üzerin uzun uzadıya tahki- kata lüzum görmeden vefatına hükmettiğini hayretle öğrenmiştir. Şimdi bu adam, berhayatat oldu- ğunu hükmen isbat için mahkeme mahkeme dolaşıyor. iki makine.. Bunlar, müsait bir havada, ancak on mil yol alma- mıza imkân veriyorlardı. Bu mütevazi sürat, ön taraftan dalga geldiği tekdirde dört ilâ altı mile kadar düşüyordu. Şayet, ruzgârda şiddetli olarak buna inzimam ederse, o tarafa doğru yol almağa imkân kalmıyordu! Ben , hayalhanemde , daima, U 38'den daha hızlı giden ve ondan iki misli süratle dalan bir tahtelbahir yaşatmıştım ve böyle bir tahtelbahirde çalışmağı iste- miştim. Halbuki, yeni tahtek bahirimde vaziyet nasıl olacaktı? Benim idealime tevafuk eden vapurlar vardı. Almanlar bazı | tahtelbahirlerle, 38 dakikada dal- mak muvaffakiyetini') göstermiş- lerdir. Lâkin, bu vapurlar, bana göre değillerdi : Bunları bana muvafık görmemişlerdi. Bu mükemmel | “Bilmem korktuğu için midir nedir, vaktile geçirdiğim bir kaza bende nahoş bir tesir bırakmıştır. Fi tarihinde, bütün arkadaşlar gibi, benim de bir aftosum vardı. Adı ne Marika idi, nede Katina; Şöyle Biyanka gibi bir Ispanyol ismi. Anaslı Portekiz mi Meksi- kalı mimiş ne imiş (Beyoğlu muhi- tinde her şey mümkün, her ne ise) Biyankaya Galatasarayın yan sokaklarından birinde, bir pansi- yonda, bir oda tutmuştum. Kış- lada nobetçi olmadığım geceleri hep onunla geçirirdim. Kıt'amda Ali Saim isminde candan bir arkadaşım vardı. Saim ile daha yirmi gün evveline kadar Çanakkalede omuz omuza dö- güşmüş, birbirimize karşı olmadık fedakârlıklarda bulunmuştuk. Saimin de bir dostu varmış; ballandıra ballandıra bitiremezdi. O derece inceden inceve tasvir ederdi ki, âdeta sokakta rastla- sam tanıyacağıma yemin ederdim. Fakat kıskançlık mıdır nedir bir türlü ismini adresini söyliyemezdi. Ben de bilmukabele Biyanka ha- kında ketumiyette bulunuyordum. Gün geçtikçe Biyankaya karşı merbutiyetim artıyordu. Ah ne iyi kızdı o! Saflık derecesinde samimi idi. Ne şiirdi bem de. Hele miniminicik, havai bir bu- runu vardı ki, çoşkunluk anlerinde bin bir defa ısırılıp koparılmak gibi tehlikelere maruz bulunurdu. Bir gece yarısı ansızın Biyan- ka'nın yanına gitmiştim. — Ah dostum, ne iyi sürpriz! diye beni karşıladı. — Ah Biyaka'cığım, yavrum, meleğim; gel şu cici burnundan bir daha öpeyim... derken... Sokak kapısı güm diye örtüldü. Biyanka'nın esmer yanal bir- den ayva rengine girdi; titrek ve mütekattı bir sesle: — Aman odur, kaç bir deliğe gizlen diyebildi. —Oda kim Biyanka? Ne oluyoruz? Cevap vermek ne gezer! Beni hızla kapıya doğru itti; sofa- daki kalın perdeleri göstererek “Şuraya büzüll,, diye fısladı. Kan beynime sıçramıştı. Ne diye gizleneyim! Kerşımdaki er- kekse ben tavuk değilim ya! Ce- bimde de kocaman bir brovning var. Merdivene doğru fırladım. or- talık zifiri karanlık. Yanıbaşımdan hışırtile omuzumu sıyırarak biri geçti. Yabancı doğru Biyankanın odasına daldı. Ve sevgilimle senli benli, o küfürlübir Oo münakaşaya başladı. Iş anlaşıldı. Anide Biyankanan soğudum; ve caddeyi tutmağa karar verdim. Merdivenleri çifter çifter aşarken arkamdan boğuk bir ses haykırdı : tahtelbahirlerin kumandanlıklarını erkânı harbiyei umumiye'ye dak kavukluk edenlere vermişlerdi. Halbuki, onların tecrübeleri be- nimkine nispetle pek azdı. Erkânı harbiyei umumiye beni pohpohlayordu, amma, yorgun bir atı pohpohladıkları, okşadıkları gibi... (busebeble rütbemi iler- letmişlerdi.) erkânı harbiyei umu- miye, safdilâne bir inatla, U 157'- nin süratini oçok göstermeğe uğraşıyordu. “Nasıl on mil? Daha fazla, daha fazla yol alıyor... , Farzedinki, on iki mil yol aldı... Bu da bir şey değil., Sonra, erkânı harbiyei umumiye, onbeş santimlik topları benim karşımda yağlandırıyor, ballandı- | riyordu. Bu toplar sayesinde, her hangi, İngiliz, gemisile muhare- beye girişebilirdim. Bu gayretkeş arkadaşlarımın, EE 7 | ra Dostumun evinde N . e Sahife 9 3 — Kimdir o? Dur, ulan du patlatırım... j Kim durur! Daha seri inme için merdivenin trabzanına bindim gırrrr... Aşağı.” ' Fakat aksilik; kapının tol:maği bir türlü dönmez. Bir sola, bi sağa, bir daha sola; kabil değil Savuşmanın imkânı yok. Eh oldu olacak; ne yapa; dayanacağım. Muharebelerin bon ba döğüşmelerinden daha olamazya! Silâhımı geçtim. Yabancı daha atik davranmı Enmiyet tetiğini açtığını, namlı şıkızdattığını işitiyor. adinin eli Gi güçlü oynıyor.. Yabancı heyecanla dolu boğul bir sesle gene bağırıyor: ; — Sen kimsin kımıldama.... Nihayet ben de hazırım. Se: geldiği yere kolumu tevcih ettii Nihayet bende hazırım.) Se: geldiği yere kolumu tevcih etti Sol elimle elektriki düğmesi çevirdim... j Zannederim ancak bir saniye sonra önümdeki manzarayı kavrıyabildim. o Karşımda benzi solmuş gözleri donaka arkadaşım Ali Saim duruyor... Heyecanımız o kadar fazla imiş ki birbirimizi sesten tanıya mamışız. A Saimi teskin edinciye kadar hayli ter döktüm. Silâhını elinden O bırakmad “— Sende Biyanka için mi eve geldin, diye sorduğu val — Ne münasebet a canım! B evsahibi Madamın dostuyum di: cevap verdim. Arkadaşım, heyecanımızın anc: mükellef bir çilingir sofrasi, yatıştırılacağına hükmetti ve yankanın odasında, onler tath konuşurken bizim de mize o karakuru, ihtiyar berb kokona düştü.,, Bu hikâyeyi bir dostum ani ben yazdım. Salâh İzzeddin i 1932 senesine mahsus Hilâliahmer duyar takvimi Satışa çıkarılmıştır. Bunu alan- lar hem güzel bir takvim | edinmiş hem de Hilâliahmere bir yardımda bulunmuş olur. YENİ NEŞRİYAT mmm Poli Anna'nın öençliği (Poli Anna) ve (Poli Anna'nın fi gençliği ) kitapları matbaacıll: ve © neşriyat Türk anonim şirketi tar: | fından neşrolunmuştur. y Maarif vekâleti talim ve terbiye dairesi bu iki eseri fevkalâde takdir etmiştir. Her iki eserin de fiatı 75 kuruştur. Berlin'de beni ikna için katlan- dıkları zahmete güliyordum. Mamafih, ergeç, bu büyük yeni tahtelbahirde çalışmağı kabul et- tim. Lâkin, vapur hoşuma gittiği için değil, geniş faaliyet sahası bizi celp ve cezp ettiği için... Alt bin milmi?.. Demek ki, yeni tahtelbahir, bir solukta, tevakkufsuz olarak, hattı istiva'ya kadar gide bilirdi. hatâ, daba bile uzağa gidebilirdim: Umit burnuna kadar... Macera bana pek hoş görünü- yordu. Dünyayı devretmek isteyen küçük bir çocuğun neşesini ken- dimde görüyordum. 3 Teklifi kabul ettim. 4 Şimdi, bunun üzerinden vakit geçti. Artık söyliyeyim ki, verdi- ğim karardan dolayı asla müte- essir değilm, N U38 den, tecrübeli dümencimi Sehretzmeyeri ve iki adamımı beraber getirdim. j (Arkası var ) ANİ bet ye 202