15 Kânunuevvel 1931 Akşam Tefrika No:4 Isviçre toprağına ilk ayak İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 15 Kânunuevve! 1931 Nakleden: İ. F. bastığım gün Faşistlerin nümayişile karşılaşmıştım. Musolini'yi gördü- güm zaman şu hükmü verdim: İşte istikbalin en maruf adamı..! Baş dönmesi ve mide bulantısı derhal kesilmişti. Başımı pencereye dayadım ve dürbünü elime alarak etrafı tema- şaya daldım. Pilot: — Dikkat ediniz Mister, dedi, (Paris)in üzerindeyiz. Telefonla cevap verdim; — Biraz aşağıdan Ogeçmek mümkün değil mi? — Bilâkis.. Beş dakika sonra bin metro daha yükselmeğe meç- burum. Pilotun Obu çevabı hiçt te hoşuma gitmedi. Bu hesapca, aşağı yukarı ikibin metro irtifa- dan uçacaktık. Her türlü mezahime müteham- mil olan vücudum bu derece yük- sek mesafeden uçmağa nasıl ta- bammül edecekti? — Niçin bu kadar fazla yük- seliyoruz? Diye sordum. — Aşağıda fırtına çok şiddetli- dir. İsviçre hududuna kadar bu mesafeyi katetmeğe mecburuz. artık piponuzu söndürünüz! Bu ihtara derhal itaatle pipomu söndürdüm. Tütün, havada mide bulantısını artırıyordu. Tayyarenin içinde, başım arkaya dayandı. Ayaklarım geriye doğru vücudumu itiyordu. Belliydi ki, bulutları tırmanr yorduk. Bu suretle, tamam bir saat sonra İsviçre hududundan içeriye girmiş ve belki de karaya ayak basmış olacaktık! ME tie. Faşistlerle karşı karşıya... Lozan şehri uzaktan gölge ha- linde göründü. Fakat, ben, şehir haricindeki Otayyare ohangarına inmiştin; Isviçre toprağına ilk ayak bas- tığım gün, Isviçredeki Faşist'lerin ufak bir nümayişile karşılaştım. İsviçrede bulunan mufrit milli- yetperverlerden omürekkep bir gurup, İtslyan amelesi namina tezahüratta bulunurken, ben de balk arasına karışmış, bu tezahü- ratı takip ediyordum. (Musolini ) yi ilk defa burada gördüm ; yüksek bir yerden Jtal- yanlara şu suretle hitap ediyordu: —“,. Harp üç sene, beş sene de devam etse, nihâayet bir gün, imperyalimmin iflâsile neticel; necektir. Ve o vakit siz, ey se- nelerden beri ana yurduna hasret çeken asıl ruhlu vatandaşlar , memleketinize hür ve serbest olarak gideceksiniz! Ecdadımızın size bir vedia olarak bıraktığı aziz vatanımızın toprağına, ticaretine ve hattâ siyasetine hâkim olacaksınız /,, (Musolini) nin bu nutkunu s0- kakta toplanan İsviçre köylüleri de alkışladılar. Içtima çok devam etmedi. Po- lisler yetişerek italyan faşistierinin bu milli tezahüratına mani oldular. Musolini, kirli yakalı caketile halk arasına karışarak ortadan kaybolmuştu. Onu çok yakından teşhis ettim. Esmer, orta boylu, açık alınlı, ancak kırk yaşında görünen ve bakışlarında azim ve iradenin en bariz (o manaları (o sezilen (oObu ateşli italyan faşist hakkında o gün, kendikendime şu hükmü vermiştim : . İstikbalin en maruf ibtilâlcilerinden biri | > e Sinyor Balbo kimdir? Kristal O gazinosunda İtalyan Faşistlerinden Sinyor Balbo ismin- de bir gençle dost olmuştum. Sinyor Balbo, Faşistlerle mü- cadele eden Italya hariciye nazırı kont o Sforçiya aleyhinde atıp tutarken, büyük o bir safiyetle dedi ki: — Siz Isviçre Almanları, Itak yan Faşistlerinden hoşlanmazsınız, değil mi? — Bu suale neden lüzum gör- dünüz ? Biz misafirlerimizi ve bil- hassa sizin gibi idealist mülte- cileri çok severiz ! Sinyor Balbo ateşli bir gençti. Italyada emperyalizm istipdadı memleketi yıkıyor, dedi, biz Ital- yan milliyetperverleri bu izmihlâ- lin önüne geçmek istiyoruz. — Çok haklısınız. Ben de Ital- yan olsaydım sizin gibi hareket ederdim. Bugünkü nümayişte polisleriniz yedi Italyan gencini yaraladılar, Hükümetin gösterdiği bu şiddet, bitaraflığa muhalif değilmidir? Artık tamamile bir Isveçreli gibi konuşuyor: — Hükümet, asayışı temin için, şiddetli davranmağa mecbur ol- muştu. Düşüncelerinize mani ol- mak istemez. İçveçreliler hür li Neden azalmış? Hastalar tabut fabrika- sından kaçmışlar Doktor Morbais o naminda bir Fransız tabibi geçen sene bir hastahane (açmıştır. Büyük bir istikbal vadeden -bu hastahane 1930 senesinde 149,000 frank varidat temin ettiği halde 1931 senesinde 26,300 franğa düşmüş. Acaba bu tenezzülün sebehi nedir? Doktor tahkikat yapmış ve bastaha- nesinin bidayette bu kadar rağbet gördüğü halde sonradan zeval bulmasının yegâne sebebi, hasta- hanenin tarı karşısında bir tabut fabrikasının küşat edilmesinden ileri geldiğini anlamıştır. Filhakika sabahtan akşama kadar tabut imal eden makineler işledikçe ve yapılan tabutlarda hastaların gözü önünde teşhir edildikçe, bunların sinirleri bozuluyor ve en nihayet hastaları bu tedavi müessesesinden kaçırtıyordu. Doktor marbais sonra bhasta- hanede tek başına kalmıs, ve hastalarını kaçıran kendisini büyük zararlara sokan tabut fabrikası sahibine karşı açtığı (odavada 150,000 frank tazminat almağa muvvaffak olmuştur. | i İ Hastalığa karşı Fransada sağlamlar için bir klinik açıldı Şiradiye kadar (o bastahaneler münhasıran hastaları tedavi etmek için açılır ve oralara müracaat edenlerde kendilerini tedavi ettir- mek istiyen hastalardan ibaret bulunurdu. Halbuki Fransadaki Pasteur enstitüsü, bu taamül hilâfına hareket etmiş hastaların değil, fakat sap sağlam bulunan- ların müracaati için bir klinik açmıştır. Bu kliniğin gaye ve vazifesi, müracaat edecek olan sağlam adamlara, hastalanmamak ve sıh- hatlerini korumak için tevessül edecekleri tetbirleri öğretmekten ibaret olacaktır. Bunun için de klinikte hıfzıssıhha mutahassısları bulundurulacaktı severler insanları hürriyetperverleri daima himaye ederler. düşünen ve — Bu sözününüz oümitlerimi kuvvetlendirdi. Keşke bütün Is- viçreliler sizin gibi olsalardı. Oo Sinyor Balbo önce beni Italyan faşistlerinin kulübune götürecekti. Akşam üstü saat yedide aynı gazinoda buluşmak üzere kendi- sinden ayrıldım. (Arkrsı var ) bir hikâye Durmuşların Ayşe, betnam bir aileden doğmuş güzel bir kızdı... Evinde bizmet- cilik etmeğe razı olduğu Murat beye aşık... Fakat, Murat bey, — Ona ilk önce iltifat etmişsede — sonra, ailesinin betnamlığından kor! kızdan elini çekiyor. Kızın ümidi kesilmiyor. Sebat ediyor. Nitekim, işte, o gece, kapısı varüldu. Murat beydir zannile kapıyı açıyor. Bu evin istirahatine karşı fev- kalâde hürmet beslemekle ve kimseyi uykudan uyandırmamak istemekle beraber bir çığlık ko- parmaktan kendini alamadı. İnekci Rıza efendi, kanbur vü- cüdile içeri girmişti. Kızı müte- kallis kollarile sarmıştı. — Sus, kız, kımıldanma... Ba- ğırma,. Sus.. Bak sana neler ata- cağım.. Sen benim ol, sen benim ol. - diye Ayşeyi osusturmak isteyordu. Ayşe, bütün kuvvetini topladı. Inekciyi kapı dışarı itti. Bu mes'le evden kendinin de çıkmasına sebebiyet verdi. “He- rifi baştan çıkardın... Kırıtıp onu odana aldında sonra nazlan dıni,, diye, bahane buldular. Mu- rat beyin annesi: — Ben evimde böyle rezaletler istememi erkeklerle kırıtacaksan, git, başka yerde kırıt! - dedi. Kız, kapı dışarı oldu. “Onun için bu kadar çalışıp didindiğim neye yaradı?, diye Ayşe ağlıyordu. Şimdi artık menfaatini de düşünüyordu: Bu kadar çalışmış, beş para bile kazanamamıştı. Aşkını kimseye itiraf etmedi. Göz yaşları deryası çabuk dindi. Evine gitti. Babası, hapisten çıkmıştı. Bu kadar çalışıp ta para kazanama- dığı için, onu azarladı. Ertesi gün, tarlada çalıştığı esnada, bir: delikanlı onun üstüne düştü. O da bu münasebetin aleyhinde (bulunmadı. Birlikte, ormanın kıyısına doğru bir gezinti yaptılar. Delikanlı, çok gençti. Âşıkane muvaffakiyetinden başkalarına da bahsetti, Onlarda ayni tecrübeyi tekrarladılar. Ayşe, o böylelikle, elden ele dolaştı. Üçler köyünde, üç tane araba imalatçısı vardı ki, en zengin insanlardı ve köyün huvardalarıydı. Ayşe'yi bunlar, aralarında payla- şamamağa başladılar. Artık Ayşe'den, güzelliğinden, şehvetinden bahsederlerken, kimse, ailesinin fena aile olduğuna dair bir telmihte bulunmayordu. Hattâ: — Ayşe'nin Darmuşlar'dan na- sıl çıktığına hayret edilir. -Diyor- lardı.- Her halde, annesi, onu, bir kişi zadeden kazanmış olacak! Ayşe, yeni mesleğinde yavaş yavaş tayyı meratip etti. İzmir'e gitti. Bir barda şarkıcı ve oyuncu oldu. Bir akşam, bir ması başında oturmuş, üç dört huvarda ile karşı karşıya kahkahalar atıyordu. Hepiside, © Ayşe'yi! kendilerine celbetmek — istiyorlardı. & Ayşe, bunları yan çiziyordu. O esnada, barda, Murat bey, Ayşe'nin gözüne ilişti. Bir köşe- de, bir masa başında acemi acemi oturuyordu. Ona, eskisine naza- ran bambaşka bir gözle bakı- yordu. Ayşe birdenbire: — Bana kim şampanya ai cak bu akşam bal 2 Dize sordu. Hovardalar, kaç zamandır Ay- şe'nin peşinde dolaşa dolaşa epr- ce fazlalaşmışlardı. Bu suale cevap vermediler. O esnada, Murat, köşeden atıldı: — Ben| — Sen ol, yahut başkası olsun. Fark kii vi ii Sofra ba; ikleri delikanlı, kei ei fisildadı — Arabada seni öptüğüm ze- manı batırlayor mısın? Kız: — Vallahi (hatırlayamıyorum.. - diye bir kahkaha attı. - Beni, o kadar çok adam öptü ki. O zamandan bu zamana, akılda böyle şeyler kalır mı? Oğlan ateşlenerek, kıza eğildi. — Bu barın üstünde odalar yar oraya çıkarmıyız! Kız, başile: “Hayır!,, işareti yaptı. Murat bey, Ayşe'ye, gittikçe artan bir merak ve alâka ile bakıyordu. Halbuki o zamandan bu zamana, Ayşe, güzel değil, bozulmuştu bile... O eski berrak renk solmuştu. Yalnız tavırlarına bir ustalık gelmişti. Bu tavırları nereden öğrendin? Gittikçe başı dönüyordu. Ayşe- nin elini okşayordu: — Ne yumuşak deri! Kız, elini çekti. Oğlanın harareti arttı. — Buraya bak, Ayşe... -dedi.- Ben yarın Istanbul'a gidiyorum. Orada yerleşeceğim. Sana bir ev açarım... Hattâ evleniriz... Benimle beraber gelirmisin? Al, işte sana yüzlük bir (Okaime veriyorum... Kız, parayı reddetmedi. Oğlan memnundu. Tren zemanını söyledi. Birbirlerine randevu ayrıldılar . Fakat ertesi gün, uşağını çağrıttı: — Murat beyi istasyonda bul! -dedi- Verdiğimiz karardan cay- dım. Onunle beraber gelmiyece- ğim. Kendisine bildir. Nakili : (Hatice Süreyya ivererek kız, barın Tefrika numarası: 74 amam Denizlere dehş salan tahtelbahir 15 Kânunuevvel 1931 et- Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Max Valentiner Köşkün kapıları açıldı. Sicak ıslık çalarak dışarı boşalıyor. Hummalı gözler, sanki kör- leşmiş gibi karanlıklara nufuz etmeye çalışıyor. Bir şey görmek istiyoruz, fakat (göremiyoruz. Kabil mi? Anlaşılır iş değil. Görünürde hiç bir şeyler yok. Hayret ... Ya şurada? Schretzmeyer'in sesi kulağımda fısıldadı: “ Arkada düz bir ışık var.,, Cevap yok mu? Süküt.. Muharriri: (Vâ - Nü) Bu sükütu, ne müthiş bir heye- can içinde dinliyoruz. Mütercimi : Dümenci, dürbünle (ortalığı yokladıktan . sonra, bizi şöyle teselli etti: — Bu ateş, balıkçıların yak- tıkları ateş olacak.. Balıkçılar, sis içinde kayboluyor. Bundan teselli bulduk. Bilhahara, Cattara'da, Avustur- yalı arkadaşlarımla, bu geceden bahsettik, o Gördüğümüz aydın- latıcı bombalarla projektör ziyaları ve uzaktan uzağa görüldeyen ve çakan şimsek ve © yıldırımlar, Novarra kuruvazorile karakol ge- mileri arasinda Volona'da meydana gelen muharebe imiş. Novarra'nın kaptanı Horthy, duşmanları hiçte memnun etmeyen bir netice vermiş. bir kaç hafta sonra, oOtrante karakol gemilerine aynı oyunu oynamış. Bu gemileri ihata etmeğe, onları tarumar etmeğe muvaffak olmuş. Takriben otuz tane kara- kol gemisi imha: edilmiş. Bu mu- harebe, Otrante muharebesi diye şöhret kazanmıştır. Bunları, aynı zamanda, üç nakliye gemisile birde küçük kuruvazör batmış. Neticede, oHortiy, kendisine bütün süratile hücum eden düşman kuvayı külliyesi karşısında riçate mecbur kalmış. lâkin, maiyetin- deki bütün torpitoları ve üç kruvazörü, Avusturya (limanına tek arızasız sokmağa muvaffak olmuş... Sade onun bayrağını taşıyan küçük Novarro'nın bazı avaryaları olmuştu. Onu diğerle- rinin peşlerine bağlayıp sürükle- mesi lâzım gelmişti. Bizzat Horthy yaralanmıştı. Bu hadise neticesinde, Horthynin ismi, bütün dünyaca tanındı. Bir kaç ay sonra, bizim imperator, Pola'ya gelerek bu mevki müs- tahkemi topa tuttu. Bizim impe- ratorun Ootavassutu (sayesinde, Horthy, amirallık rütbesine isat edildi. Bu terfi, bir ay içinde müthiş bir terfidi. Küçük bir kruvazörün komandanı filo ko- mandanı oluvermişti. On sekiz Avusturya amiralı tekaüde çekmek mecburiyetinde kaldılar. Korthy, kısa bir zaman içinde, filoyı, daha canlı bir hale soktu. Maalesef, bu teşebbüsün semere- sinin alınmasına vakit kalmadı. Bugün, Horthy oMacaristanın naibi hükümetidir. “ Ağaçlar arasından geçen gece, ye bir kere. daha avdet edelim: Şuna kaniim ki, şayet Horthy o hücumu yapmasaydı da Italyan- ları sinirlendirmeseydi, onları o tarafa doğru çekmeseydi, bende, tahtilbahir arkadaşlarımda, bugün namevcuttuk. Tahtelbahirlerle insanlar biri- birlerine benzerler. Büyük faa- liyetler, onları yıprandırır. U 38 de, hayli yıpranmıştı. (oUmumi vaziyetinde büyük bir değişiklik ve tamirat yapmak zarureti vardı. Maalesef, yapılması lâzımgelen tamiratı çok ihmal etmiştim. Bu sebeple bir haile olmasına ramak kalmıştı, 1917 senesi nihayete eriyordu. Bu tahtelbahirle, o sıralarda son seferimi yapmaktaydım. Otrante kanalından çıktım. Burada, Hor- tby'nin faaliyeti, umulmaz bir ( Arkası var