20 Kasım 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

20 Kasım 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

m a 20 Teşrinisani 1931 Sahife 9 Roman fefrikamız: 99 20 Teşrinisani 1931 HİNT YILDIZI Yazan: 1. F. Işte, şimdi cephede nasıl vurulduğumu görüyorum: Bir şarapnel parçası bacağımı yaraladı... Bir hasta çadırında vasiyetnamemi yazıyorum | İngiliz tayyaresinin avdeti bir kaç gün daha teehhür edecek olursa, Bombay valisi sizi takipten sarfınazar edecektir. MMaamafih, siz, ikinci mektubumu alıncaya kadar ibtiyaten orman civarında ve tenhâ yollarda dolaşmayınız! ,, Mektubu okuduktan O sonra, gözlerimi kapadım. Beynimin içi bir kıskaçla sıkılır gibi oldu. — Lâmaya yaşayor demek... Diye söylendim. Hergün garip bir hadise ile karşılaşıyordum. Bu gün gözümün önünde yaşı- yan birinin birdenbire öldüğünü, dün gözümün önünde ölen bir kimsenin de birdenbire dirildi- ğini görüyordum. . İçime garip bir vehim geldi: — Acaba, uzun bir rüya mı görüyordum ?! Artık, © yaşadığıma yordum. Ölmüş miydim ? Hayatta mıydım? Muyalılar arasına (düştükten sonra, hayatım, esrarengiz hâdise- ler ve garabetler içinde geçmeğe başlamıştı. Lamaya'nın mektubunu cebime soktum. Gözlerimi açamıyordum. Birdenbire (O Hindistana nasıl geldiğimi hatırladım. Güya cep- hei harpte ölmüşüm de, ruhum başka bir âleme intikal etmişti! İşte, şimdi cephede nasıl vurul- duğumu görüyorum: Bir buçuk sene evelki Çanakkale ve Filistin cephelerinde iştirak ettiğim kanlı muharebeler, bir sinema şeridi gibi, gözümün önünden geçti. Bir şarapnel parçası bacağıma isabet ediyor.. Bölük kumandanımız ya- nıma koştu.. Çok ümitsiz bir ta- vurla yüzüme bakıyor. Yaramı sardılar. Çephe (gerisindeyim... Ufak bir hastahane çadırında vasiyetnamemi yazıyorum. Aman yarabbi, bu ne müthiş manzaral İşte bir tabut.. İşte tabur imami İşte bir mezar.. Şimdi şehitlikteyim. inanmı- Fakat, gene hatırlıyorum: Ya- ram iki ay zarfında kapanmıştı. Tekrar cepheye gittim. Filistin cephesine. Orada İngilizlere esir olmuştum... Hindistana geldim. Bombaydan Mikracenin kızile Muyaya firar ettim. Hafızamı kaybetmemişim.. Yanılmıyorum: Kalbim, eski kalıbımın içinde çarpıyor. Gözle- rim görüyor.. Beynim işliyor.. Vü- cudum bir mezar içinde çürüme- miş! Kendi kendime güldüm: — Dünyada, yaşayıp yaşama- dığının farkında olmayan bir insan tasavvur edilir mi? (Lamaya ) dan gelen ikinci mektubu okuyorum: “ Seyit! Sizi şiddetle takip eden meşhur Ingiliz casusu kolonel (Lavrens) bugün bir: torpito ile Süvişe hareket etti. İngiliz karargâhı telaş ve heyecan içinde. Sizi unuttular. Londradan gelen ha- berlere göre itilaf devletleri bir mütareke akdine teşebbüş ede- ceklermiş. Moya havalisine giden Ingiliz tayyarecisi Mr. (Vilyam) ın şimdiye kadar avdet etmediğine bakılırsa, kendisini orada yakala- dığınız ve imha ettiğiniz anlaşılı- yorl (Arkası var) 24 saatte 700 metro! 53 kilometroluk yere 3 ayda giden mektup Dünyada en geç mektup gön- dermek rökorunu Fransanın Salon şehri postahanesi muhafaza ediyor. 53 kilometro uzakta bir kasabaya gönderilmek için mezkür şehir postahanesine gönderilen bir mek- tup üç ay sonra mürselünileyhin eline varmıştır. Mektubun üç ay nerede kaldığı malüm değildir. Zira gönderen ile gönderilen postahanenin müh- ründen başka üzerinde başka bir mühür yoktur. Bir meraklı iki şehir arasında mesafeyi nazarı itibare alarak mektubun yirmi dört saatta 700 metro süratle seyrettiğini hesap etmiştir. Sütten zehirlenmişler Izmirde oturan Dürdane hanımla çocuğunda geçen gün zehirlenme alâmetleri görülmüştür. Yapılan tahkikatta Dürdane hanımla ço- cuğunun süt içerek zehirlendikleri anlaşılmıştır. | Hemen anne ile çocuğun o tedavisi yapılmış ve hayatları tehlikeden kurtarılmıştır. Güneşten onefret o ediyorum, sevgilim! Aman güneş doğmasın... Vakit sabaha yakınsa, odanın siyah perdelerini indir! Odanda bir sun'i gece yaratalım. Güneşi görmek istemiyorum. Bu gecenin dışına çıkmak iste- miyorum. Farkında mısın: Güneş ne âdi şeydir! Şeniyetin bütün kötü çıplak- lıklarını tekmil o kabasabalıklarile ortaya çıkarır. Halbuki, o, ortada yokken zulmetlerin (o kadife örtüsü sefaletlerin üzerine çekilir; ve bütün manzaralar esrarengiz bir güzelliğe bürünür. Bütün şekiller, gecenin ibhamı içinde güzeldirler. Şimdi, Alman şairi Schiller'e (—Şiller'e) de fena halde içer- liyorum, sevgilim. Zira bu şair güneşi severmiş... Viyana'da iken onun bir piye- sini seyretmiştim. Güneşe hitaben bir manzum methiye tirad'ı vardır. Piyesinin kahramanı, biristiyanlık- tan ayrılmış; Cermen'lerin eski ilâhlarından o biri olan güneşe tapınmağa başlamıştı... (Budalalar! güneşe taparlarmış!) Şair, onun lisanından anlatıyordu: Sözde gü- neş, kâinata hayat verirmiş.. Sözde güneş, kâinatın kalbiymiş.., Sözde güneşin hüzmeleri mevcu- datın zerrelerine kan gibi süzü- lerek onların hayat bulmalarına sebep olurmuş.. Ne bühtanl!,, Ne saçma söz!!.. Fezayi düşün, sevgilim.. Feza- nın azametini düşün. Fezanın lâyetenahiliğine kıyasla bizim Man- zumei şemsiyemizin küçüklüğünü, miniminiliğini, noktalığını düşün.. Güneş, sade bizim manzumedeki seyyarelerin kendine en yakın olanlarını zamanın mahdut bir kısmında aydınlatmaktadır.. Ro- koko döşemelerin parmak parmak âdi yaldızlarına müşabih âdi ziyasile kendi manzumesindeki mevcudatı boyamaktadır.. Öl Yaldız ne bayağı şeydir.. Yaldızlı güneş... Âdi güneş... Kâinatın lâyetenahiliğinin bizim manzumeden öte tarafı, güneşsiz nasıl ediyor.. Mektepte okumadın mı: Havayı nesiminin haricinde esas olan zulmettir! Lâfı güzaf: Güneş bize hayat verirmiş!! Güneş- siz hayat olmazmış!!.. Ne palavra... Sade bizim âlemde mi hayat var? Bunu böyle sananlar ne dar gö- rüşlü insanlardır. Kâinatın bizim manzumei şemsiyeden ayrı olan kısımları da, pek âlâ, kendi hayat- larını yaşıyorlar. Güneşsiz olârak ei Güneşe Hicviye tekâmül ve istihalelere tabidirle; Güneş hayat vermez, sevgilim... Güneş, yaz günleri, kazara çıplak kalan kafalara bir vuruş vurur ki, insanı yıldırımla çarpıl- mışçasına öldürür, sevgilim... Görüyor musun: Hayat vermek şöyle dursun, ineş, üstelik, katildir de, sevgilim... Güneşin ne feci şey olduğunu göldeki bedeviden sor, sevgilim... Hazreti Muhammet, güneş mem- leketinde doğup büyüdüğü hâlde, cennetinde güneş olduğunu değil, serin gölgelikler olduğunu müs- lümanlara bildiriyor; ve mümin- leri cennetin gölgeliklerine imren- direrek dine davet ediyor. Cehennem, güneşin remzidir!. Meşhur mucize: Muhammed'i bir bulut, güneşten esirgemişti. Kış mevsimi yaz mevsiminden bin kat güzeldir; zira, kışın, gü- neş, semamizı pek az lekeler.. Kışın geceler uzundur. Canımın içi kışl.. Ah canım uzun kış geceleri.» Hayatım sizin gürül gürül ateşli odanıza feda olsun, emi kış gece- leri.. Yere batsın boğucu yaz geceleri! Sivri sinekli, tatarcıklı, pireli, tahtakurulu yaz geceleri... Insana yatakta nefes aldırmayan yaz geceleri... Kısa süren ve yerlerini çabucak güneşe bıraka- rak alçakçasına derhal kaçan yaz geceleri... Güneş, insana hayat verseydi, sanatoryomları şimalin karlı dağ tepelerine değil, (o hattıüstüvaya yaparlardı, sevgiliml.. Bak, güneş ırkı esvedi ne hale sokmuş: onları kapkara etmiş; onları uyuşturup güneşsiz mem- leketlerin insanlarına müstemleke esiri eylemiş. : Idam mahümlarını güneş doğar- ken ipe çekerler: Güneşin doğ- ması o derece uğursuz bir saattir! Halbuki, güneşin batmasındaki letafeti, nefaseti düşün, sevgilim... Içimiz sevinçle dolar: Zira, gece başlayacaktır... Gecel Gece!.. Ey gece! Senin nen eksik?... Semanda mehtabın da var... Lâzım olan, şayet aydınlıksa, bedritamın ışığı nemize yetmiyor?.. Dahi Edison ampulü keşfetti... Üstelik yıldızlar, yıldızlar... Alabildiğine yıldızlar... Gök dolusu yıldızlar... Her biri hakikatte güneşten daha şahane, daha şaşaalı, daha iri olan yıldızlar... Fakat mütevazi yıldızlar... Uza- ğa çekilen, bizi şarlatanca bol ışıklarile rahatsız etmeyen mah- viyetli yıldızlar... Sabahın olmasına sebebiyet vermeyen yıldızlar... Oh... 254 günde... Boğa sırtında Nev Yorka gitti Amerikanın Mıntana vilâyeti Kovboylarından (o Ralf Sanders sırtına eyer geçirdiği bir boğaya binerek Nev Yorka gitmek için bahse tutuşmuş ve Brunovil şeh- rinden hareket eylemiştir. Iki şehir arasındaki mesafe 4000 kilometrodan ibaret bulunduğu cihetle, bu seyahatinde bir betaet rekoru tesis etmek istemiş ve 254 gün sonra Nev Yorka vasıl olduğu zaman şehremini M. Wal- ter tarafından merasimi mahsusa ile karşılanmıştır. Amerikalı zenginlerden biri kovboyu, boğasile beraber yemeğe davet etmiş ve ziyafetin sonunda meyvalar yenirken boğanın boy- nuzlarına 15000 dolarlık bir çek imzalıyarak asmıştır. Gözlerini kaldır. Yıldızlara da, mehtaba da baka- bildiğin kadar bak... Halbuki güneşe bakamazsın | Güneş, gü- zel gözlerini kezzap gibi oyar, Sevğilim ... Gözlerini Allah esir- gesin | Güneşten nefret ediyorum... Yok, hayır... Sözlerim mugalata değil... Orijinal bir söz söylemeğe yeltenmiyorum... Kavli mücerrede düşmüyorum. Güneşten nefret eden sade ben miyim ya: Yatak- larında tatlı uykusuna doyamıyan bütün iş güç sahipleri, kirpikle- rini aralayarak, güneşin doğmağa başladığını görünce, hiddetlerin- den küplere binerler; yorganlarını başlarına çekerler;.. Güneşin doğ- duğuna lânetler yağdırırlar... İş güç sahibi olmıyan sefihler de geceliyin “eğlenir... Cündüzün ne balo vardır, ne kabare... Gözlerini yum, sevgilim... Güneşin doğduğunu görmiyelim. Odanın siyah perdelerini indir, sevğilim. Güneşten nefret ediyorum. Güneşten nefret ediyorum. Ben bu sözleri söylerken sevği- lim, gece gibi siyah ve güzel saçlarile çerçeveli güzel başını yastıktan kaldırmıştı. Gece gibi siyah ve güzel gözlerimi gözle- rimin içine çevirmişti: — Yok, yok.. -dedi.- güneşten niçin nefret ettiğini bana iyice anlatamadın.. Her halde hakiki sebebi söyliyemedin... Başka bir sebep olacak.. Esaslı bir sebep?.. — Güneş doğunca, sabah olun- ca, senden ayrılmak, işime gitmek mecburiyetindeyim, sevgilim.. Gü- neşten nefret etmemin esaslı ve hakıki sebebi budur! Yegâne sebebi budur!- diye cevap verdim. (Vâ - Nü) Tefrika numarası: 50 Denizlere dehşet ————— salan tahtelbahir 20 Teşrinisani 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Bu sıralarda, biz tahtelbahirçiler şu emri almıştık: Batıracağımız bütün (İngiliz gemilerinin kaptanlarını esir ede- cek, beraber alacaktık. Bu yolculuğumuz esnasında, bir çok İngiliz kaptanı topladık. Ben bütün kaptanları beraber alma- yordum. Sada gemilerini müdafaa eden bir celadet gösteren kapdan- ları esir alıyordum. Korkakları salıveriyordum. Yeni yeni vapur- ları tahtelbahirlerimize teslim et- sinler diye.., Kaptanlar için, makine daire- sinin arkasında küçük bir salonu Mütercimi : (Vâ - NÜ) tahsis ettim. Orada geçirecekleri günlerin mümkün mertebe hoş olması içinelimden gelen gayreti sarfettim. Kendilerile Ingilizce ko- nuşuyordum. Bu suretle, lisanımı da ilerlet- miş bulunuyordum. Her yeni ya- kalanan kaptan, arkadaşları tara- fından muazzam bir neşe ile karşılanmakta, oalaylara maruz kalmaktaydı. Sonra, heyecan için- | de, biribirlerinin kollarına atılı- yorlardı: Hello, Jonny, ald friend! — | > Merhaba, Jonny, eski dos- | tum!) diye haykırışıyorlardı. Hemen hepsi, aralarında tanı- şıyorlardı. Kaptanlar, muhtelif vapurlardan aldığımız yiyecek mevatla alâka- dar oluyorlardı. Kiler, kaptanların oturduğu tarafa yakın bulunu- yordu. Ahçıbaşım, kaptanlara ga- yet iyi yemek pişirmek, onların ahçılarından aşağı kalmamak için, elinden geleni ardına koymıyordu. logilizlerin, bize nispetle pek çok zamanları olduğu için, bilâfasılâ yemek yiyorlar, içki içiyorlar, gevezelik ediyorlardı. | Bir gece, bir vapur torpillemiş- tim. Vapurun kaptanı, kamara- | sında oturmuş, hayalata dalmış | miş. Bizim vapura geldiği vakit, sırtında geceliği vardı. Kurşuna dizileceğini sanıyor , korkusundan tiril tiril titriyordu, Vapurumuzda meslektaşlarını görünce, yüreğine soğuk su serpildi. Elbise, diş RE 2 1 a fırçası, çamaşır nevinden nelere ihtiyacı ovarsa hepsinin listesini yapmasını kendisine (söyledim. Ertesi (oOosabah, bu isteyi bana verdi. Sonra, kaptanlar, bir saat müddetle düşman top- larının atıldığını dinlediler. Bütün harbi faaliyetler esnasında, bittabi hepside, yerlerinden tışarı çıkma- mak (mecburiyetindeydi. (Hiç şüphesiz, (o İngiliz (o olmalarına rağmen, bu esnada, Alman tah- telbahirlerinin muzaffer çıkmasını temenni ediyorlardı. Muvaffakiye- İ time duahandılar. Aksitakdirde, | yani U 38'in başına bir felâket gelirse encamları neye varırdı? Onlar da bizimle birlikte mahvolur- lardı. | Bunun o farkındaydılar . Öğle üzeri, düşman vapuru bat- mış bulunuyordu. Bir küçük zabitim, kaptana, verdiği listedeki eşyayı tamamladığını haber verdiği | vakit, kaptanın hayretini düşünün! Arzu ettiği tekmil eşyayı bir fransız vapurundan elde etmiştik. Diğer kaptanların da arzu ettikleri ber eşyayı batırdığımız gemilerden alıyor, o kendilerine veriyorduk. Otrante'ye vardığımız vakit, ingiliz kaptanları bizden daha büyük bir heyecana yakalandılar. Hattâ bana nasihatler bile ver- diler. o Tavsiyelerine ( teşekkürle beraber, mutmain olmalarını söy- ledim. Benim de bildiğim birşey vardı. Bu sefer de Otrante'den kolaylıkla geçtik. Cattarş methaline vardığımız zaman, kaptanlara güle güle de- dik. Kaptanlar, oradan, Puhleben" deki üsera karargâhına gönderildi. Ahçı başım, her biri için bir sepet dolusu yiyecek hazırlamıştı. Zira, Ruhleben'de gidai mevadın az olduğunu teessüfle öğrenmiştik. (Arkası var) İLİRİA ÜL İRİ İLİ İL LİLİ vi

Bu sayıdan diğer sayfalar: