28 Teşrinievvle 1931 Roman fefrikamız: 78 Sahife 1 KR e ——— 28 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: Mukaddes çiçeklerin birdenbire Külli” av salam almıyordu. (Lamaya)nın kız kardeşi yogo- v da'nın arkadaşıydı.. ondan nasıl şüphe edebilirdim?! Eyvahhhi Dışarda bir ses var... Gözlerimi açtım: Hindistan- dayım | Bir hıçkırık. Yogodanın sesi.. Yogoda ağlıyor! Acaba, Hintli delikanlı öldümü? Tekrar (o gözlerimi oOkapamak, vatanıma, sevgilime dönmek iste- dim. Heyhat! Bu bir tatlı rüyadan başka bir şey değildi. Vatan hasreti bir gün beni deli edecek, mezara götürecekti... Yogoda içeriye girdi. Hint yıldızı artık benim için ölmüş bir kadındı. Başkasın (o seven, başkasının peşinden koşan,'aglayan bir kadını nasıl sevebilirdim? Yogoda yatağımın kenarında durdu: — Seyit,uyuyormusun? Bogazında dükümlenen hıçkırık- larını gizlemeğe lüzum görmeden, tekrar aglamaga başladı. — Seyit. Seyit! Şimdiye kadar nerde idin? Seni aramadığım yer kalmadı.. Yogodanın bu gözlerimi açtım: — Mabede gittin? Yoksa... — Ben mabede gitmedim, Seyyit! Sen şimdiye kadar mabet- temiydin? Yogodanın benim için telâş ve sözü üzerine beni aramağa mı heyecana düştüğünü anlayınca yataktan kalktım: — Evden gelirken bir kaza geçirdim de.. (Onun için geç kaldım. — Guruba kadar seni kapıda bekledim, Seyit! Güneş battıktan sonra ormanın medhaline kadar yalnız gittim. Seni (Ağaçların, Ceylan yuvalarının etrafında ara- dım. Bulamadım. — Mukaddes gölde Boğanın sırtını yere getiren delikanlıyı gördünmü? Yoğuda önüne baktı: — o burayamı gelmiş? — Haberin yokmu? Hayır... — Dün gece pencereden görü- nen gölğe onun gölğesi değilmiydi? — O, Lâmyanın hemşiresinin gölgesiydi ... — Nita bizi terassutmu ediyor? Hint yıldızı cevap vermedi : — Neden sustun, Yogoda? O senin iyi, vefakâr bir arkadaşın- Tetrika numarası: 38 dır... Ondan şüphe edebilirmisin? — Kendimden bile şüphe edi- yorum, Seitl Bu filizlerin kuruyup mahvolmasını havsalam almıyor. Şimdiye kadar Muyalılar arasında böyle bir hadiseye tesadüf edil memiş... Ben, mukaddes çiçek bahsini kapamak için, tekrar boğa kahra- manını hatırlatmak istedim. — Boğayı yenen delikanlı acaba kimin evine misafir indi? — Buraya geldiği muhakkak mı? — Reis söyledi. — Sen reisi nerde gördün? — Ormandan gelirken rast- ladım.... — Reis ne dedi? — “ Bombaydan bir delikanlı gelmiş.. Beni öldürüp gidecekmiş.. Giderken Yogodayı da kaçıra- cakmış! ,, dedi. — O delikanlıyı ben çok yakın- dan tanırım, Seyit! O bir çekir- geyi bile öldüremez... Ve buraya gelmesine imkân yoktur. — Bana o delikanlının şeklini tarif edermisin? — İri boylu. Açık alınlı.. bilek- leri kuvvetli.. Sağ yanağının üs- tünde bir yanık işareti var... — Kâfi. Ta kendisi.. Onun cesedini mabedin kapısı önünde gördüm! Yogoda, en ufak bir telâş ve heyecan eseri bile göstermedi; — Eğer buraya kadar gelmiş- se, tecennün etmiş demektir. — Niçin? — Mıdya havalisine, reise mu- arız bir adamın girmesi cinnetten başka ne olabilir?! — Bumbaydan Büyük Hazret göndermiş olmasın..? — Kabil değil. Babam artık benimle meşgul olmaz. — Bu delikanlı, boganın sırtını yere getiren bir kahramandır. Ona yardım etmek istemez misin? — Hayır... — Sen ona: “bogayı yenersen, sana varacağım!, demişsin...! Oda bogayı mağlüp etmiş.. Buraya o ümitle gelmiş olabilir... Yogoda elini boğazına götürdü. Ve öksürerek yere birdenbire düştü : — Ne yazık, Seyyit... Kalbimi hâlâ anlıyamadın ! ( Arkası var ) 28 Teşrinievvel 1931 Denizlere dehşet ———— —— salan tahtelbahir Bir Alman bahı bahriyelisinin I hatıratı Max Valeatiner Muharriri : Lâkin vapur stop etmedi. Ye- lunu değiştirdi. Kaçmak teşeb- büsünde bulundu. Güvertesine ateş ettim. Derhal stop etti. Bir italyan bayrağı taşıyordu. Bende kendisine (O bayrağımı gösterdim.. Daha doğrusu, Avus- turya bayrağını gösterdim. Zira, osırada, akdenizde çalışan bütün Alman tahtelbahirleri Avusturya bayrağını taşırlardı? Ve buradaki | bütün Alman tahtelbahirleri Avus- turya'ya devredilmişti. Zira, İtalya ile Avusturya harpte bulunmasına rağmen, Almanya, resmi surette, Mütercimi : (Vâ - Nü) | Italya ile henüz mubarebeye giriş- memişti. | Boşalan vapuru seyrediyordum. | Bir acele bir acele kayıklara | doluyorlardı. Lâkin, kayıklara dolanlar, yolcular degildi. Müret- | tebattı. Yolcular hiç nazarı itibara | alınmıyordu. İ Bir an zannettim ki, bütün bu | manvra bir hiledir. Bir tuzaktır. yim beniz alla gelsek bir kurnazlığıdır. Aradaki mesafeyi açtım. Hini hacette serian dalmak için | lâzım gelen bilcümle tedabiri | aldım. Bu sırada, sis tabakası Her akşam bir hikâye Genç Pilibii muhrrirlerindem Monsicur Rober Doret şarka dair bir eser vücude getirirse kitap tabından on bin frank ücret kopa- racaktı. Oh, ne seadet! Bununla hem metresine bir hediye verecek, aprtımanın üç aylık kirasinı öde- yecekti... Tabiden aldığı bu vait üzerine, derhal paçaları sıvıyarak faaliyete girişti: Kalemi eline aldı; hokkaya batırdı ve düşünmeğe başladı... Şark! Şark! Şark?... Hanği memleketten bahsetsin... Ve nasıl bahsetsin?... Heyhat ki bütün ömrünce Paris'ten dışarı çıkmış değildi. Aklına hemencecik Pierre Loti'nin kitaplarında oku- yup öğrendiği Türkiye geldi. Azi- ade'nin,, memleketi... Aziade”- nin omemleketil.. en muvafık budur!.., Diye kendi kendine söylendi. Sihenülerin gördüğü bütün manzaraları da Bumdenda derledi topladı. Ve, cızırda cızır, cızır da cızır yazmağa başladı: 1931 senesinde, Rene'nin bindi- ği vapur, İstanbul'un ufkunda görününce, minarelerde nöbetçi duran imamlar: — Lâilâhe illallahl.. Ey mü'- minler! koşun! şehrimize deniz- den bir şey geliyor! - diye hay- kırdılar. o - tepesinden (oduman çıkıyor... Lâilâhe illallah... Yeniçerilerle sipahiler, silâh- larına (o sarıldı. | Yakındakiler eşeklerine bindi ve uzaktakiler Hicin develerine atladı. Şehre felâket getirmesinden korktukları bu acaip deniz ejderine ( — yani mmm İstanbul'da bir vaka! hikâyesi / Fransız ” ) —— 1 vapural ) Barşıcı çıktılar.. Haremlerin bütün O kafesleri kalkmış; kadınlar, başıbozukları teşçi için haykırıyorlardı: — Haydi yiğitler! Bizi muhafaza edin... Padişahın ne kadar silâhşoru varsa vapura birer ok attı. Lâkin okla vapur delinmediğini görerek, * bu dehşetli canavardan (1) yıldılar ve secdeye kapandılar. Bu esnada, vapur, Kâğıthane köprüsünün (o muhteşem mermer kemerleri altından geçerek Halic'e dahil oluyordu.. Haliç! esrarlı Haliç.. Kıylarında harem iie kugularla alt alta üst üste şaka- laşarak yıkandıkları Haliç. Ayakları sadef nalınlı, bacak- ları bulhalli, belleri ve karınları çıplak, yüzleri yaşmaklı harem kadınları. İlk önce, her ne kadar vapurdan korktularsada, güverte- sinde Rene'yi ve arkadaşlarını görünce, bu delikanlıları pek beğendiler; derhal yere bir halı yaydılar; halılara yan gelip yat- tılar; şarkılars öyliyerek iskambil falına baktılar; ve: — işte bizi yamyam harem ağalarının esaretinden kurtaracak olan insan geldi! - dediler. Cinevizliler zamanından kalma Galatanın kanal sokaklarından gelen Gondollar, vapura yanaştı. Kaptanı Rene'yi alarak, doğruca padişahın Yıldız sarayına götürdü. Padişah, 99 yaşında bir ihtiyar- dı. Süt beyaz sakalı dizlerine ka- dar iniyordu; 999 zevcesi etrafını almış; hayretle ve muhabbetle Rene'ye bakıyordu. Hervakit muvaffakiyetten eminim çünkü Bromural alarak sinirlerimi hüsnüidare ediyorum. Bu ilacın hiç bir mahzuru yoktur, #inirlerimi kuvvetlendirir. ve zihnimi açar. (Ludwigshafen a.Rh.,Almanya) KnollA-G. Kumpanya. sinin Bromural'ı çeyrek asırdanberi halkın aradığı ve heryerde muhtaç olduğu bir ilaçtır. 10 ve 20 komprimelik tüpler içerisindedir. dagılmıştı. Bi: çok büyük ovapurların, - şeytandan kaçarmış gibi bir isticalle - bizden o uzaklaştığını | gördüm . Ne olacağını, ne fırıldağın dö- neceğini görmek için, bekledim. Takriben altı yüz metro uzunluk- ta doruyordum. Tahmin etmek istemeyordumki, gemi mürettebatı, £ tahlisiyelere | binerek gemiden kendileri kaç- | sında, yolcuları, yüzüstü bırak- sınlar... Derhal işaret verdim: —“ Vapurunuzu heman tama- İ mile boşaltınız! Bundan başka bir tabliye ame- lesi olmadı. Takriben yarım saat sonra, va- purun ön tarafına doğru bir mer- mi endaht ettim. Bununla, teşeb- büsümün çiddi olduğunu anlatmak istedim. Vapurda daha bir cok kayıklar vardı. Onları da indirmek ve içine binip vapurdan uzaklaşmak lâzım i geldiğini kaptana anlatmak iste- ! kayıklar, ufukta bir nokta gibi | | İ | dim. Balbuki, attığım top, hiç bir fayda vermedi. Ne yapmamız lâzım geldiğini biribirimize sorduk. Bizzat ben gemiye yaklaşarak, kendi mürettebatımla kayıkları indirmeği düşündüm. Zira, evvelce içine mürettebatı alarak uzaklaşan görünmeğe başlamıştı. Onları geri çağırmak, bu işi onlara yaptır- mak pek uzun sürecekti. Acele İ etmemiz lâzımdı. Zira, sahile pek yakındık. yordu. Düşünüp durduğumuz sırada, dumanlardan birinin büyüdüğünü ve bütün sür'atile üzerimize yü- Dumanlarda görünü- Padişah; Rene'yi tahtının sa- ğına, kaptanı ise soluna oturttu. — Salom aleyküm! diye onları yedi kerre selâmladı; ve derhal dansözlerine emir vererek misa- firlerinin şerefine göbek dansı yapmalarını (yani, göbek atma- larını) emir etti. Buhurdanlar yakıldı ve göbek dansı atıldı. Dolmabahçe sarayında yapılan bu merasimi seyir etmek için, Beyazıt meydanında, halk, biri- birini çiyniyordu. Dansın musikisi öyle hoştuki, Eyipteki güvercinlerle | bülbüller de. Hulumalarını, (o şakımalarını buakarak, Yıldız sarayının Dol mabahçesine kulak verdiler. Dolmabahçe, Babilin asma bah- çelerinden daha harikulâde bir bahçedir; içindeki Jlâleler, öyle meşhurdurki, Sultanı Suhan nami- le meşhur şair Nedim, bunu sev- gilisi için (yaptırmıştır, (Bu da tarihi malümat...) Hanım sultanı hilesine kurban olmadılar: Onun verdiği esrarlı şerbeti içerek şarkkâri zevklerine dalmak ve esaslı vazifelerini unutmak gafletini göstermediler. Bilâkis, onlar, Padişahı ve bendelerini serhoş ettiler ve ser- hoş ettikten sonra, sarayın arka kapısından Karacaahmet mezar- lığına çıktılar, Mezar taslarına ve servilerin arkasına gizlene gizlene ilerlediler. — Yangın var! - diye bağırıp davul çalan meyzinlerin teftişin- den kurtularak doğruca Tokatli- yan oteline gittiler. Orada, bir meşveret kurdular. Ne yapacaklardı? Fransız asil- zadelerinden baron Crac'ın ahfa- dından olan ve korsanlar tarafın- dan yakalanarak hareme kapanan Hi 'u nasıl kurtaracaklar? Onar kali miras öyle büyük- tüküki, şayet Fransaya götürülecek olursa Rene de iyii da mik yonlar kazanacaktı. Tokatlıyanm meşhür arka s0- kaklarına daldılar. Işte demir kapı ile kapalı evler ... Pencereden biçare kadınlar bakıyor... Rene'yi içeriye çağırıyorlar... Esrarenğiz haremsaray! Rene, gizlice: — Hayganoş sordu. Haremsaraydan bir kadın çıka- rak, Rene'nin boynuna sarıldı. Rene ile kaptan, Hayganoşun ihtiyar e vezirle nişanlı olduğunu biliyordu. Onu akağalardan ka- cümak lâzımdı. Bu al ple, il Fransız, genç kızı Tüzel alıp, yolda koşmağa başladı. Kız, mes'eleyi anlıyamamış olacak ki: — Safroş hovardalar beni ka- çırıyor, mamaaâ.. rakola haber ver! - diye ba; ; ve Galata saray merkezini Sipahi Ocağı karakolunu ayağa kaldırdı. Bereket versin, Rene ile kaptan, Yeraltı camiine daldılar ve Yere- batan sarayının kayığı ile Kuşdili deresine ulaştılar oradaki vapur- larına binerek doğrucaBahrisefide aştılar. (Vâ - Nü) rüdüğünü gördüm. Tam bize doğ- - ru geliyordu, tam... Bunun telsiz telgrafla çağrılmış bir harp gemisi olduğunu anladık. Anladık ki, vapurdakilerin demin ki anlaşılmıyan manevraları, bizim barekâtımıza mani olmak ve işi- mizi geciktirmek içindi. Şimdi artık, faaliyete geçmek zamaniydi. Bir torpil attım. Amma, geminin baştarafına... bu suretle, gemi birden bire Obatmıyacak, için deki insanlar kaçmak fırsatını bulacaklardı (Esasen ,gemide çok adam bulunmadığını fark etmiştim. tahlisiye * sandalları, bu vapurda bulunanlardan iki misli (insanı kurtara bilirdi.) Vapur, hafifçe meyillendi. Arzum veçhile, ağır ağir batmağa başladı. Kımılda- maksızın yerimde durdum. Olup bitenleri seyre başladım. (Arkası var) nerede? - diye ve 7