21 Teşrinievvel 1931 Roman tefrikamız: 77 27 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İ. F. “ Hindistanda kapanan gözlerimi bir an içinde Moda'da açtım. İşte, şimdi aziz vatanımda sevgi- limle beraberim. Bizden başka müşterisi olmıyan bir gazinoda onunla başbaşa kaldık..,, — Yogoda mabede mi gitti? Nita önüne bakarak O başını salladı : — Âşıkı mabede gelmiş.. Onu görmeğe gitti. Nasıl oldu da siz orada görmediniz ? — Onun âşıkı olduğunu sen nereden biliyorsun ? — Biz birbirimizin dertlerini ve Iztıraplarını çok çabuk anlarız. Yogoda buraya geldiği günden beri onu seviyor. — Sana itiraf etti mi? Genç kadın gözlerini süzerek yüzüme baktı: — İtiraf etti Hem de bir defa, iki defa değil. Bir kaç defa... Lamayanın kız kardeşi zeki bir kadındı. Sözlerine itimat ederek: — Peki amma, dedim, sen benim Lamayayı ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun.. Onun hatırı için obu sırrı bana neden ifşa eti — Sen de çok zeki ve akıllı bir adamdın.. Vaziyeti anlamalıy- dın! Mukaddes çiçekler her gün gözünün önünde solup ku- rurken, sen bunlarla meşgul bile olmıyordun! Sana ne söyle- meğe cesaret edebilirdim? — Demek ki, Yogoda o boğayı yenen kahramannı seviyor, öyle mi?l . .. Bir tatlı rüya.. Hiddetle evden çıktım.. Fakat iki adım ileriledikten sonra yürü- ye medim. Hintli delikanlıyı seven (Yogoda) mn peşinden gitmek çok gülünç alacaktı. Şimdi, benim yüzümden dayak yiyen bu feda- kâr gence biraz daha acımıştım. Boğann sırtmı yere getirdik- ten sonra, tehlikeli ormanlardan aşarak Muya havalisine, sevgilisini aramağa gelen bir genc, Yoge- dayı elbette benden fazla seviyor du. Bu bir hakikati... Tekrar geri döndüm, odama girdim.. Ve hiç bir şey bilmiyormışım, hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi ya- tağıma uzandım. Gözlerimi kapadım, fakat uyu- muyordum. Bir dakikacık olsun, hayalen Hindistandan uzaklaşarak İstan- bula geldim" Memleketimin evleri, sokakları, çeşmeleri ANE rize bah- çeleri, kadınları .. Her şeyi gözü mün önünden geçti. Çamlıcayı, Boğaziçini, Adaları dolaştım. Çe- cukluğumu geçirdiğim Modadan ayrılamıyordum. İşte iskeleye bir vapur yanaştı... Yolcular çıkıyor. İşte uzun boylu, genç ve güzel bir kadın, annesinin koluna gir miş.. Konuşarak ilerliyor. İşte şimdi karşılaştık.. Nazar- larımız birleşti. Bu kadın benim sevgilimdir. Bana son yazdığı şarkıyı tere nüm ediyor: “Sormadın hâlimi hiç, kalbimin esrarı nedir? Çekerim aşkını çılğın gibi ben N kaç senedir; Ölmeden ruhuma sen bari biraz neşe gelirt Çekerim aşkını çılğın gibi ben kaç senedir?! Allahım, bu ne güzel tesadüf. Bu ne tatl hayal! Hindistan'da kapadığım ( gözlerimi (Moda'da açdım. İşte, şimdi sevğilimle be- raberim. Uzun ve ihtiyar çamların gölgelediği sırtlarda, bizden başka müşterisi olmayan bir gazinoda oturuyoruz. Baş başa kaldık. damarlarım gerilmeğe başladı.. Beynim ( işlemiyor.. (o Gözlerim gözlerinin esiri... Ondan baş- ka bir yere bakamiyorum. Hava karardı.. Faaat, ben aydınlık için- deyim. Yalnız onu görüyorum. Yalnız onu düşünüyorum.. O ne müthiş bir cazibe, yarabbi! Mü- temadiyen yanıyorum; o eriyorum; kül oluyorum.. Sonra, tekrar, da- marlarımda yeni bir ateş, yeni bir hyatiyet, vucudumda yeni bir hareket his ediyorum. Garson önümüze iki kadeh ge- tirdi. Su mu, zebir mi? bilmiyo- rum.. Bardağı elime aldım; sevgi- lime söyliyorum: “Gözlerim gözlerinin üstüne düşsün, yansın | Bir kadehten içelim, ruhumuz aydınlansın. Sen ateşten yaradılmış gibi bir ceylansın / Bir kadehten içelim ruhumuz aydınlonsın./1), (1) Bu şarkıların ikisi de kiymetli bestekâr Mustafa Nazif bey tarafindan bestelenmiştir. (Arkası var) Denizlere dehşet ——— —— salan tahtelbahir Bir Alman bahi bahriyelisinin iyelisinin hatıratı Mu Max Valentiner Yaklaştığımız zaman, geminin asker naklettiğini gördüm. Asker- lerin ekserisi Cezairliler ve Faslı- lardı. Hepsinin başında kırmızı fesler vardı. Hayret ettim. Zira, tehlikenin büyüklüğüne rağmen, sandalları denize indirmek teşeb- büsünde bulunmayorlardı. Kaptan nasıl olurdu da, benim bu gemiye karşı mülâzemetle hareket ede- ceğimi aklından geçirebilirdi? Bu kadar çok (miktardaki insanın üzerine torpil atmak bana saboş güründü. Lâkin, harpti bul Attım torpili! Vapurdaki insanlar, üzerlerine torpilin geldiğini Mütercimi : (Vâ- görünce, başa ve kıça doğru koşmağa başladılar. Periskop dürbünüm vasıtasile, bunlardaki heyecan ve korkuyu seyredebiliyordum. Vapurda tam bir hezimet sahnesi nazara çar- pıyordu. Biribirini çiğneyen çiğne- Nü) İ yene... Düşenlerin üzerine basarak koşuyorlardı. Torpil, vapurun tam ortasına isabet etti. Torpilin isabetile insanların ö- düklerini zanntmiyorum. Zira, isa- betin vaki olduğu yerde, insan yoktu. O esnada, insanlar, biribirlerini 27 Teşrinievvel 1931 / Her akşam bir hikâye Asil sportmen ve zarif bir | ingiliz delikanlısı olan John, bir alman kızını taptaze, penbe tenile, açık mavi gözlerile pek cazip bularak aldı. Alman kızı Gertrud' un altın gibi saçları da vardı; pek hoş surette, çehresini çerçe- veliyordu. Akıl züğürdü olmakla beraber, kız, ahlakan fena değildi. John, izdivacın ilk aylar (ozarfında mesut oldu. Ikinci sene, azıcık hüzünle far- ketti ki, karısı, evvelce gayet çalâk ve nazeninken, şimdi, yavaş yavaş semen peyda etmeğe baş- layor. Ingiliz delikanlısı, mahçu- bane tavsiyelerde bulundu: Yemek yiyiş tarzım değiştirmesini Ger- trud'a söyledi. Amma, gel gelelim, Gertred, bu teklife, şiddetle aleyhtar oldu; sanki inadına yapıyormışçasına, şikemperverliği arttıkça arttırdı. Esasen, fevkalâde bir iştihası, Üç sene sonra, semizliği, maşal- lâh mı maşallâh, almış yürümüş, buram buram inkişaf eylemişti. Kırk bir buçuk maşallah, şeytan kulağına kurşun! Şişmanlık, kadının sıhhatine hiç te zarar vermedi. Kocasına — ( sanki marifet yapmış gibil ) - Şişmanladım diye mağrur mağrur bakıyordu! John, bütün İngilizler (gibi, kadınlara karşı hürmet beslemek hislerile büyümüştü. Bu bürmeti, hattâ karısına karşı bile besle- yordu. Açıktan açığa, yani cehren şikâyette bulunmayordu. Amma, içinden içinden, bu kadınla evlen- diği için bin kerre pişman olduğu muhakkaktı. Aradan on sene daha geçti. John henüz genç görünüyordu. Canlıydı, çevikti, sporciydi. Lâkin Gertrud, bir yağ ve et külçesi haline gelmişti. Şeklini meklini kaybetmişti. Maamafih altun gibi saçlarile güzel gözlerini henüz muhafaza ediyordu. Buda, kocası için, hafif bir teselliye medardı. Amma, bu kadarcık teselli kâfi miya?.. Git gide, Alman kadını, Ingiliz erkeğin son derece sinirine dokunmağa baş- ladı. Ondan nefret ediyordu. Bir nefret ki, değmeyin gitsin. İşin felâketi, hisiyatını gizlemek mec- buriyetini de (duyuyordu. Bu, azaplarm en mütbişidil Söylediğimiz gibi, akıl züğürdü olduğu için, kadın meselenin far- kında değildi. Kocasının soğuklu- ğunu, İngilizlere hâs, tabii bir soğukluk sanıyordu. Günün birinde, John, artık ta- hammülünün kalmadığını hissetti. Kendi yerinde sabır taşı bile olsa patlardı, çatlardı. iterek kakarak, h kayıklara dolmuş- tular. Tahlisiyeler, bir iki saniye içinde lebalep doldu. İstiaptan fazla dolan sandallar, iplerini kopararak denize düştüler; çoğu, Seli kapaklanarak, içlerindeki İ adamları örttü. Sandallara bine- | miyenler, kendilerini denize attı- | Ta. Yüze yüze, batan gemiden | uzaklasmağa koyuldular. Takriben on dakika sonra, va- İ pur şakuli surette dikildi. içinde İ tek adam kalmamıştı. Gayet seri surette battı. Bunun üzerine, su sathine çık- tım. yüzlerce baş, denize dökül- müş Hindistan cevizlerine ben- zeyor. Adamlar tahtelbahri gördük- ler vakit, bağırmağa başladıler. Evvelâ, bu bağırışın sebebini anlayamadım. Birdenbire, tepeden tırnağa | kadar titredim. Halep'ten uzağa kaçtı, kurtulamadı ! Fransız hikâyesi kik için hiçbir ki sebep mevcut bulunmadığından kararı ancak firara tebdil edebi- lirdi... Evet kaçacaktı. Bu kadının huzurundan, - hiç değilse muvak: kat bir zaman içir- yakayı sıyıra- caktı, İngilizlerin © seyahata çıkması nedir ki?.. Bir dakikanın içinde kararlarını verirler; ertesi dakika bavulları hazırdır. Bizim John'un vaziyeti de böyle oldu. İki bavu- lunu hemencecik hazırladı. Sonra eline o günkü gazeteleri alıp ilân kısmını tetkik etti. Hangi vapur ogün zarfında, en uzak memleketler” den birine hareket ediyor? Hangi vapur: hangi vapur. Nah, işte buldu. Bir transat- lantik, Cenübi Afrikaya, ogün, öğleden sora kalkıyor. John, derhal karısına bir mek- tup yazdı. Karısı, ufak tefek almak üzere, sokağa çıkmış bulu- nuyordu. Mektupta anlattı: Gayet mühim bir vazife uğrunda, Ümit- bulunuyormuş. İşi hattâ öyle mü- hem, öyle mühimmiş ki, karısının eve avdetini bekliyemeden yola çıkmış... Mektubu : “Daimi hürmetkâ- rınız ,, diye bitirdi. Altınada im- zasını, büyük bir sevinçle attı. Mektubu, salonun göze görünen bir yerine, şömine'nin üstüne koydu. İkindi üzeri, İngiliz, vapuru güvertesinden, keyifli (keyifli, piposunu tutuşturmaktaydı. Vapur bir saattenberi Sonthapton lima- nını terkederek Ümit Burnuna müteveccihen yola çıkmıştı. Oh, hele şükür, nihayet, yıllardır üzerine çöken kâbüstan yakayı şartını birden tatbik etmekle pek isabet buyurduğunu düşünüyordu. Zira, şayet karısının yanında daha fazla kalsaydı, onu boğmak ve neticede idam olunmak tehlikesi vardı. (Ne tabii, orası Fransa değil ki, aşk facialarının failleri kulaylıkla yakayı a Karısım öldürenler, Üüerde idam edilir... Gayet neşeli bir halde, vapurun kıçına geldi İngi- liz sahiline doğru, ferahlı bir nazar attı, Karısı, işte bu uzak- laşan sahildeydi. Sahil, mazinin timsali gibi, uzaklaştıkça uzakla- şıyordu. John, baktı baktı... Baktıkça, nazarı ufuktaki beyaz bir noktaya takıldı. Bu beyaz nokta lâcivert denizin içinde, git- tikçe büyüyordu. Büyüdü, büyüdü. Yaklaşıyordu. İngiliz, denize mütaallik her şeyle alâkadar olduğu için, bu- nunla alâkadar oldu. Beyaz şey, Bu adamlar, almanca bağırı- yorlardı. — Arkadaş! Bizi gemiye al!.. Biz senin arkadaşlarınızız!... He- pimiz arkadaşlarınızız ! Küçük bir tahtelbahirle yüzlerce adamı kurtarmak için ne yapa- bilirim? Sesler, yine duyuluyor : — Bizde sizin gibi askeriz... Evet, doğru... Onlar da benim gibi askerdiler .. Kuvvetli bir söz... İhtimal ki... Yanı başımda, biri, bir şey söyledi. Bu sözü söyliyen Wend- landt'tı .. O derece zihnen meş- guldüm Li, arkadaşımın söylediği sözün omanasım ancak neden nass Sahife 9 köpükler saçarak geliyordu. Va- pura doğru geliyordu. Çocukların denizde sekdirdikleri taş gibi sekiyordu.. Gelen, bir motördü. İngilizin hayret dudaklarında dona kaldı. Zira, motörün içinde karısının olduğunu farketmişti. Motör, hızını alamıyarak, vapuru biraz geçti. Sonra, gerisin geri dönerek, onunla bir hizada yü- rüdü. İşaretleşerek kaptanla mu- havereye giriştiler. Kadın, vapura müşteri olarak alınıp alınamıya- cağmı kaptana soruyordu. John'un bir tek ümidi daha kaldı: Allah verede iki saat evvel kalkmış bulunan koskoca vapuru durdurarak, kaptan, bu fuzuli yolcuyu içine almasa... Heyhat! Bu son küçük ümit de mahvoldu. Vapur, kılavuzu bırakmak için, Wight adasında durdu. Eb, durunca da, kadının içeriye gir- mesinde bir mahzur kalmadı. İngiliz, kamarasına kaçmıştı. Lombuzdan seyrediyordu. Bir an, yine ufak bir ümit: Kadın, ince merdivene sığmıyordu. Maalesef, süvari, pek Galant (s galan, kadınlara karşı nazik bir adammış. Tayfaları, şişman kadının vapura alınması için me- mur etti. Tayfalar, kadını vinçle içer Bütün yolcular, göverteye birik- mişler; bu ameliyeyi seyrediyor- lardı. Heyhatf Ameliye, muvaffa- kiyetle neticelendi! Vinç kopmadı... Kadım güvertede.. — Sevgili kocam nerede? Sev- gili kocam nerede? - diye dolaş- mağa başladı. John, fazla gizlenmenin artık faydasız olduğunu anladı. Kama- rasından çıktı. Kavmanı has bir nezaketle: —Geldiğinize gayet bahtiyarım. Gayet gayet. - diye zoraki bir tebessümle kekeledi. büyük bir fransız gazetesi nüsha- sından tercüme edilmiştir. Bakın: Bizim Yunanlılarla dost olmak sulhperverliğini gimiz bir devirde, Fı Almanlara nasıl diş biliyorlar; Nam kadın- larını bile ne derece tezyif edi - yorlar... Her hâlde, bizim hattı hareketimiz daha şık, daha insan- ca... Hamiş: İşte size Ahmet Mithat vari bir hikâye... Nakili : (Hatice Süreyyv) arman Beşiktaş icra dairesinden: Bir borçtan dolayı makçuz ve satılması mukarrer eşyayı beytiye 1/11/931 tarihine müsadif Pazar günü saat 10,30 da Üsküdarda pazar yerinde müzayede ile satılacağından isteyen- lerin yevm ve mahalli mezkürde hazır bulunmaları ilân olunur. manasile vahşi adamlardır. Bilâhare ögrendim ki, kazaze- delerin ekserisi, yüzerek, altı kilo metro ötedeki sahile kadar vara- bilmişler. Lâkin, daha uzun müddet, pe- şim sıra, ayni sesleri işittim: — Bizde sizin gibi askeriz... Bizi kurtarın! Bir sabah, Sicilya (sularında bulunuyorduk. Ortalıkta, koyu bir sis hükümran oluyordu. Birden- bire, ibtimalki iki yüz metro öte- mizde, bir büyük gemi pruvası göründü. Biran, dalıp dalmamak lâzım mı diye, kendi kendime düşündüm. Bu büyük vapur, mü- sellâh olabilirdi. Buna rağmen, İ topçılarım, top başındaydı; topları sonra anlıyabildim. İdoldurmağa başlamışlardı. Vapuru, Wendlandt, diyordu ki: — Fash'lar, benim kardeşimi, garp cephesinde kılıçla alnını ya- rarak öldürdüler. Bunlar tam su sathında bulunduğum bir sırada imana getirmek istedim ve işaret topunu attım, ( Arkası var )