10 Teşrinievvel 1931 Roman (fefrikamız: 60 Akşam 10 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Lamaya'nın büyük annesi bütün ıstırapları derhal din- diren esrarengiz bir kadındı. Yogoda, benim neşem kaçmasın diye ıstırabını hissettirmemeğe çalışıyordu.. Brahma mezhebi, bu kitabelere bakı- lırsa, maddi saadeti £ münkir bir mez- hepti. Daha doğ- rusu hayatı beşer, . bu mezhebe göre yeryüzünde bir devrei imtihan de- mekti, Okuduğumuz kitabelerin | kısmı azamı dini hissiya- tın ifadesiydi. Aşka, maddiyata ait en ufak bir hatıra bile yoktu. Ramayana hara- beleri bana yeni bir hakikat öğret- mişti: Kadın dan uzak yaşamak ! Brahma mezhebi, erkeklere: “Kadın- lardan korkunuz ve kaçınız! , diyordu. Ben bu korkuyu ilk defa, ( Ramayana) harabelerinde hissettim. Brahmanların mukaddes belde- sinden uzaklaşırken, Lamaya: — Yarım saat sonra, kabile- mizin yaşadığı ve hâkim olduğu araziye dahil olacağız. Dedi. Hayatımızdan tamamen emin, neşe ve gurur içinde ilerliyorduk. “gurur içinde, dedim. Çünkü, bu mücadeleden duyduğum zevk ve kazandığım muyaffakiyet bende çok haklı bir gurur tevlit etmişti. İngilizlerin taarruz ve takıbinden uzak, serbest bir mıntaka dabi- linde, umumi sulhun aktine kadar hür olarak yaşayacaktım. Aynı zamanda, hiç kimsenin elde etmeğe değil - yüzünü gör- meğe bile muvaffak olamadığı Mehracenin kızı da, artık, tama- mile benim olmuştu. Hindistanda, bu kadar tehlikeler atlattıktan sonra, nihayet İngiliz- lerin elinden kurtulan bir Türk genci, elbette, bu zaferin verdiği neşe ile göğsünü kabartaçaktı. Yogoda kollarından muztaripti. Fakat, benim neşem kaçmasın diye ıstırabını O hisettirmemeğe çalışıyordu. Ben bunun farkında idim. Zavallı kızın cebri nefse- derek, zoraki gülüşlerine muka- bele ederken, mütemadiyen elle- rini oğuşturuyordam. Lamyaa bu vaziyetten müteessir değildi. Niçin müteessir oolma- dığını da az sonra söyledi : Te aNo. 5 Muya havallsindeki, insana çok benziyen bu maymunlar, dişileri erkeklerden kıskanıyorlardı | — Muyadaki (o yuvamıza var- diğımız zaman, ( Yogoda) nın ıstırabı on dakika içinde dinecek. dedi. Yogodanın yüzü güldü: — On dakika içinde mi?! Lamaya izah etti: — Büyük annem bu gibi ıstı- rapları derhal dindirecek ilâçlar yapmakta mahirdir. (Babamın kollarını bile, onun gönderdiği ilâçlarla tedavi ettik... Sizin kollarınız üç gündenberi tavanda asılıdır. Halbuki, babamın, tamam altı ay, kolları tavanda asılı kalmıştı. Bakınız şimdi nasıl hare- ket ediyor.. Ufak tefek hizmetler görecek kadar kuvvetlendi. Arabamız harabenin ortasın- dan geçerek düz ve kumluk bir vadiye girdi. Etrafımız kâmilen Hindistan cevizi ağaçlarile mu- hattı. Bazı ağaçların tepesinde kanatsız kuşlar yordu. | Lamayanın küçüklüğü bu hava- lide geçmişti. Bütün dağları, or- manları ve tehlikeli yolları tanı- yordu. Ben; ağaçların tepesindeki kuşlara mütehayyirane bakarken Lamaya gülerek: — Syeyitl dedi, o kuş şeklinde gördüğünüz mahluklar, dünyanın en muzip hayvanlarıdır. Bu esnada, üstünde bir kaç kuşun tünediği yüksek bir ağacın kenarından geçiyorduk. Ağacın tepesine dikaatle baktım.. ve kahkaha ile gülmemek için kendimi güç zaptettim. Kafasız kuş zan- nettiğim hayvanlar meğer maymun değil miymiş !.. (Arksı var) Se.. se.. seviyorum! O güzel cümleler, bu tannan ses bu minimini, bodur vücuttan mı çıkıyordu? O, salonda bir nim- mabut halinde idi.. İki saat mü- temadiyen söyledi.. İki saat salon nefes almadan onu dinledi. Bilhassa kadınlar locasında göze çarpan bir hayranlık (vardı. Haticenin yüzüne baktım. Aynı hayran ifade onda da var. Zaten Seyfi konuştuğu, söylediği zaman Haticeyi bir nehir cereya- nına benzeyen tesirine kaptırıyor. Sustuğu zaman Hatice ondan nefret ediyor. Müdafaa bittikten sonra yanımızdan sesler yükseldi: — Ne talâkat? — Vak'ayı ne güzel Ne ifade?. Mümkün olsa iki avcumu Ha- ticenin kulaklarına kapatacağım. anlattı. Yazan: Hikmet Feridun Etraftan yükselen bu takdir cümle- lerini işitmesin diye. Salondan çıktık.. Hatice hâlâ bir az evvelki muntazam cümlelerin tesiri altında idi. (o Adliyenin önündeki iki tarafı ağaçlı yoldan geçerken nibayet hatırladı da sordu: — Mahkemeye girerken bir şey söyliyordunuz!.. Birdenbire şaşırdım.. Kulak- larımda onun sesinin izi varken, bir az sonra aynı kulaklara ben kekeme sesimi nasıl sokabilirim.. — Ne... ne.. mi.. diyorum?. ha.. tırla. mıyorum.. Ve bu gün de böyle geçti. Hatice bana sordu: — Tabağınıza salata koyayım mı?. Hiç salatadan bazzetmem: — 354 — Yahudinin biri Arabistanda tiea- Tet yapiyormuş. Bir gün alacak meselesinden bir arapla kavga et miş ve mükem- melen dayak ye- miş, Buna çek kızan yahudi eline bir silâh alarak ara- bın yoluna çıkmış: — Şimdi seni öldüreceğim! demiş. Arap yakasından bir iğne çıkarmiş: — Sen bunu görüyor musun?., Deyince yahudi elinden silâhi atarak: —Yool.. demiş iğne ilân şaka olmaz!. Kaya Alp — 355 — Hint Racala rından biri İngil tereye gitmiş, bir gün yalnız ola rak şehirde ge- zerken tramvaya binmiş, biletçi sor- muş — Nereye gi- diyorsunuz? — Son istasyona! — Bilet parası verinizl.. — Üzerime para almadım! — O halde ininiz!. Bunun üzerine tramvayda bulunan bir amele Racaya acır ve bilet parasını verir, du hareketten mahçup olan Raca: — Size çok teşekkür ederim, der, ben Hint Racasıyım! Bu sözde Racanın kaçık olduğuna za- hip olan amele; — Ziyanı yok canım, aldırma, der, ben de Belçika kralıyım!.. Enver — 356 — Bir sarafin ka- nsı (o hastalanır. : Kocası bir hekim — ? N getirir. o Hekim & bir toz tertip edip bu tozdan günde bir lira ağırlığında verilmesini de tem- bih eder. Ertesi gün kadın ölür. Doktor bunu haber alır almaz gelir ve sarrafa: — Efendi, galiba tozu yanlış verdiniz!, diye çıkışır. Sarraf — Hayır efendim, dediğiniz gibi yaptım, ancak yânımda “lira bulun- madığı için teraziye beş mecidiye ile liranın farkını koydum! der. Seyfeddin Ee; EN 7 Vaktile iki ya- hudi Edirneye gi- diyorlarmış; biri- sinin arkasında kalın bir kürk varmış. Yolda yorulup terleme- ge başlar, fikrine bir kurnazlık gelir. Arkadaşına dönerek; — Bana iki lira ödunç versene! Arkadaşından iki lirayı alır. Bir iki adım attıktan sonra ne olur ne olmaz, diyerek kürkünü rehin olarak verir. Öteki işin farkında olmadan kürkü gi- yer, nihayet Edırneye geldiklerinde kür- kün sahibi: — Teşekkür ederim, al iki liranı, ver kürkümü!.. der, Haydar Fıkra mükâfatları Fıkraları dercedilen kari'lerimizin E idarehanemize müracaatla mükâfat- larını almaları rica olunur. — Koy.. Koy.. Koy.. Ve koymağa başladı.. Arada bir yüzüme bakıyordu.. Ben de- vam ediyorum: — Koy.. Koy.. Koy.. Tabağım dağ gibi yeşil salata ile dolmuştu.. O kadar ki bu hal etrafdakilerin bile nazarı dikatını celep etti.. Ben de devam ettim: — Koy.. Koy.. Koymaaaaa.. Bunun üzerin sofrada hafif bir gölüşme oldu. Fafat demin de söylediğim gibi tabağım dolmuştu. İşte ilânı aşk için verdiğim son karar da böyle kırıldı. Bu sefer de “maaaaa,, hecesine kurban gittim. Lİ Sinema ( artistlerinden bahs- olunuyordu, Hatice bir aralık: — Ben Vilyam Poveli severim, dedi.. Vilyam Povel.. Vilyam Povel|. Başımın içine şimşekler çaktı.. | Haticenin Vilyam Poveli sevmesi manidardı.. Çünkü Vilyam Povel Kari'lerimizin | mükâfatlı fıkraları | kekeme bir aktö Dostun Ahmet beyin valdesi, sizlere ömür, vefat etti. Hemşire- lerinin biri İzmir'de, diğeri de Ankara'da evlidir. Biraderi Al- manya'da tahsildedir. Ahmet, Istanbul'da yalnız kaldı. Geçen seneye kadar, annesile, evlenmiyen küçük heşiresile ve Galatasaray'da tahsil eden bira- derile (e birlikte, (o Göztepedeki köşkünde oturdu. Lâkin, on iki odalı köşkte - hem de Allah'ın dağ başında - bekâr bir erkek, yalnız başına oturamaz a... Ahmet, bittabi, göztepe'den İstanbu'la taşınmağı (Odöşündü. Evvelâ, aklına, bir otelde otur- mak geldi... Ötel?... Bunu, evvlki sene de bir kerre tecrübe etmişti. İzmir'deki hemşiresi doğururken, rahmetli annesi, biraderile beraber ona gitmiş; İzmirde 5 ay kalmıştı. Ahmet te, o zaman, Göztepe'deki köşkünde, yalınız başına oturma- sını istemediği için, Beyoğlu'nda, Halıç'a nazır bir ötelde otormuştu. Doğrusuya: Beş ay, hiç de rahat- sız olmuş değildi. Bilâkis, oturduğu otelde pek rahat etmişti. Şimdi de aynı otele mi taşınacaktı? Taşınsa, yalınız gene rahat ederdi. Fakat düşündü ki, “İstanbul'da, Ebediyen bu şehirde oturacak... Dört nesilden beri İstanbullu olan Ahmed'in bir evi olmaması? Otel köşelerinde yaşaması?... Hayır, hayır.. Bunu, muvafık bulmadı. Bir ev tutmağa karar verdi. Göztepedeki göşkü kiraya vere- ceklerdi. Kiracı da bulunmuştu. Eşya, tavan arasına gilitlenecekti. Ahmet, bu eşyanın içinden, ken- dine döşeyeceki ev için kâfi olan mıktarını alacaktı. Ev taharrisine girişti. Ilk önce Beyoğlu ortasında evler aradı. Herkes: 5 — Şimdi birçok inşaat var; ev bulursun... Hem de ne nefis şeyler bulursun! - diyordu. Sahidende, tramvayla geçerken bakıyordu; hemen iki binada bir, her kapının üstünde birer levha: “Kiralık ev,, , “kiralık apartıman,| Bu evleri gezmeğe kalkışıyor.. ÖF... Karanlık merdivenler... Yukarıya duğru çıkarken, burnuna rutubetten, kirden motvaktan sinme kokular çarpıyor... Odaları gezi- yor: Basık tavanlar, berbat terti- bat, banyo yok. Pencereler, karşı &vin yangın duvarına bakıyor... Aman Allah... dışarı fırlıyor... Göztepenin kekik kokulu kır- larını, köşkün ferah odalarını, kolay ısınır kurnalı hamamını, bal- konunu, alabildiğine manzarasını daha şimdiden hemencecik özle- yiviriyor. Güzel methalli, kati'yyen temiz mermer merdivenli manzaralı apartıman- larada tesadüf etmiyor değil, .. Ve binlerce kadının sevgilisi idi.. Demek bir kekeme de böyle bir çok kadınlar tarafından sevilebilirmiş. Bu, benim için bir teselli oldu.. Kamburlar kindar, çiçek bozukluları haris, bodurlar, kısa bodurlar fitne olurlarmış.. Biz kekemeler de sâf insanlarızdır. Siz hiç fena kekeme gördünüz mü? İşte böyle en hafif bir şeyden müteselli olabiliriz. ii Seyfi bir iş için Parise gitmişti. Uzun müddet orada kalması lâzım geliyordu.. Hatice ile anlaşmış- lardı. Seyfinin buraya gelmesi mümkün olmadığı için Hatice Parise gidiyordu.. Orada evlene- ceklerdi.. Ben de onu trene kadar geçiriyordum.. oOSon kampana çalarken: — Ne dersiniz! dedi içim git- mek istemiyor.. Siz ne derseniz Hakikaten değer de... Sekiz odalı apartiman... Ahmedin sekiz oda nesine ?... .— Şişli taraflarında aradığın gibi üç, oda, bir banyo, bir mut- — hg - diyorlar. akat, Şişli, hiç te işine gel miyor. Zira, Ahmet, on ikilere, birlere kadar Beyoğlunda kaldık- tan sonra, gece, geç vakit evine pe Vazifesi, (Sirkeci'de. aenaleyb, Şişli, ne gece vazi- yeti için muvafık, ne de gündüz vaziyeti için... Gezdiği yere de uzak, çalıştığı yere de... Tak- sim'den ötesini istemiyor. Tak- sim'deki evlerde Beyoğlu'ndaki- lerin mahzurlarını haiz... Sade, yangın duvarı yerine, belki, Ayas paşa'nın poyrazı... Kışın, daya- nabilirsen dayan.... Cihangir'e bakıyor... Burası, yapı içinde... Her taraftan tak tuk, tak tuk.. Çekiç sesleri... Leylek yuvasında oturur gibi.. Sokaklar yapılmamış. Kışın kim bilir, me çamurdur, ne çamur... Geceleri buraya dönmek feci şey olacak... Arkadaşları alay ediyorlar: — Armudun sapı var, üzümün çöpü varl diye bir türlü ev bula- mıyacaksın.. Müvellidülma gibi açıkta kalacaksın. Ahmet, cevap veriyor: — Mademki ev tutuyorum, hiç değilse oteldekinden ziyade rahat etmeliyim. Çünkü, ev daha pahalı.. Aksi takdirde, otelde oturmamanın manası kalmaz... Araştıra araştıra, gerçi ev bulamıyor; fakat, güzel bir fikir buluyor: İstanbul tarafıl... Oh, yarabbi şükür bu fikri bul- duğu için... Şehrin topografi nok- tasından en güzel semti Istanbul tarafı değil mi? Güzel mimari abidelerimizin arasında, türk mu- hiti ortasında... Hem de yeni yeni apartımanlar yapılıyor... Meselâ Beyazıt fena mı? İşine yakın; denize nazır, nisbeten temiz... Tramvayların merkezi... Apartımanlar buluyor. Tam konturat yapılacak; soru- yerlar : — Kalabalık değilsiniz efendim. — Ne münasebet? Bir kişiyim? Ev sahipleri, manalı manalı biribirlerinin yüzüne bakıyorlar: — Darılmayın. Fakat dedi kodu olur.. Mahalle içinde bekâra ev veremeyiz efendim. Bu hal, üç dört kere tekerrür etti. Hattâ, bir seferinde, pey verilmişken iş bozuldu. Kimi doğrudan doğruya arla- tıyor. Kimi dolambaçlı yollardan. Allah rızası için, ey ev sahip- leri, söyleyin: Bu Ahmet vatandaş nerede otursun? Ömrünün sonu- na kadar otellerde mi sürüklensin? Yoksa sırf apartıman tutacağım diye - evlenei yokken - (yani, hayatını tanzim, temin etmeden evlensin mi? yoksa evliyim diye yalan mı | söylesin de kuntratı yaptıktan sonra çınğar çıkarsın? Söyleyin: Ne yapsın Ahmet?! (Va - Nü) onu yapacağım. İsterseniz son dakikada cayarım.. gideyim mi?. Artık iş son raddesine gelmişti. Başladım: — Git. Git. Git. Son kampana çaldı.. Düdük.. Haticenin yüzü allak bullak oldu: Mersi.. Nasihatinize teşekkür ederim.. Diye elimi hızla sıktı.. Gözlerini göstermemek için başını başka tarafa oçevidi.. Trene atladı. Demir tekerlekler rayler üzerinde döndü.. Tren uzaklaşır ve gözden gaip olurken ben hâlâ devam ediyordum: — Git... git.. gitmececce... git.. meceeee.. Istasyondakiler tirenin sından “mcecece,, diye kuzu gibi bağıran bu garip adama hayretle bakıyorlardı... — Son — ya, arka-