sağllkenaın ——— Ca S 16 Mayıs 1929 e ça numerosu: 5 1 n a AD VERESİYE || *it | SAM n ABDÜLHAMİT VE AFRODİT BEENİLKRARRKAŞTREAKET ĞA Melâhat saraya giri güzeli Padişahın gözünden düşmüştü... Yazan: İskender Fahreddin i günden beri, çerkes *O ne şeker şey, Nazikterciğimi Vallahi bu iş senin elindedir... Onu senden isterim, M anlıyormusun?> Fehim Paşa Nazikterle gizli görüşüyordu.. Birinci tuzak Fehim paşa, Naziktere talimat verirken.. — Aman Nazikter! Şu pence- reyi aç | Huzurda çok bunaldı Bir az hava alayım. — Ne var ? Gene dünden beri Hünkârın şiddetinden yanına va- yılmıyor. — Ohhh... / üzerime — fenalık çeldi... şimdi düşüp bayılacağım. Şabuk Bana bir bardak soğuk su virl Fehim — Paşa, abdülhamidin huzurundan — çıkınca, — doğruca Nazikterin odasına gitmişti. Padişah, beyanname meselesine çok ehemmiyet vermiş ve Fehim Paşayı fazla sıkıştırmıştı. Nazikterin bir şeyden haberi oktu. Fehim Paşanın çizli SlEk müügebie lııılıııîıkğu'bıı güzel çerkes kızının Padişaha sadakatı oldüğu kadar Fehim Poşaya da muhabbeti Nazikteri Adapazarından geti- rip saraya sokan Fehim paşa idi. Fakat Nazikter üç dörl sene zar- fında o kadar gözelleşmiş, o de- rece şakrak ve cazibeli bir kız ol- anuştu ki, Padişahin bile çok ho- şuna/ gittiği için, en yakın ve maruf güzdelerinden biri olmuştu. Nazikter, son zamanlarda ihraz ettiği bu yüksek mevkün şerefini çalışmakla beraber, lan Fehim Paşa) da unütmiyor ve onun gizli ziy: retlerini hoş göriyordu. Fehim Paşa biraz dinlenmiş ve asabiyeti geçmi; Nazikteri yanına oturttu ve çenesini okşa- yarak: ikter! - dedi - sana bir şey söyliyecegim, fakat kızmıya- sın! — Peki, söyleyiniz.. ayni zamanda senin muave- netini de istiyeceğim. Bunu bana vadet bakayım! a Olayacak bir şeyae, nasıl | vadedeyim — Hayır, çok kolay olacak bir şey, fakat senin elinle... — O halde söz veriyorum; söyleyiniz | Fehim Paşa, çerkes güzelinin elini sıkarak yalvarmağa başladı : — Sen benim ilk göz agrım- sın, Nazikteri seni kat'iyen unut- mıyacağım .. fakat , sen artık benden ziyade Hünkârınısın" Efendimize karşı hiyanet etmek onun sevdiği bir kıza el uzatmak istemem. Bunun için senden bir ricam var... muhakkak yapacak- sın, değil mi? — Canım, beni merakta bırak- mayınız, sizin için, elimden gelen seyi deriğ | edermiyim.. çabuk, söyleyin! Şey, a canım.. Ehemmiyetli bir iş degil, vallahi senin elinde.. Hani şu bizim Cevdet bey yok mu?| — Peki.., Sonra? — İşte, onun kızını... — Melâhati mi? — Evet... Bu sabah babasınm odasında gördüm. Elbet sen de görmüşsündür! Aman ne şeker şey, Nazikterciimi Aman ne kaymak şey.. — Çokmu hoşunuza gitti? — Vallahi bayıldım o kıza ben.. Nazikter, gayet şeyfan ve akıl Kazak gzz Şecak ebiseleri araaaa Hazır ve GETMEEL ei İsmarlama samaman hor nevi yerli ve İngiliz kumaşları İstanbul Eminönü — Köprübeşi No, 1616 Karakaş. elbiso mağarasında mhracaat ediriz. Paşanın, Melâ- hatin dört beş gündenberi saraya yerleştiinden haberi olmadığını anlamıştı. Melâhat, Yıldıza geldiği gün- den beri bütün gözdeler tarafın- dan kıskanılan bir kız olmuştu. Fakat onu en ziyade Nazikter kıskanıyordu. Beş günden beri Padişah tarafından bir defa bile aranılmamıştı. Kendisile bir sabah kahvaltısı gönderdikleri halde Hünkâr onun yüzüne bile bakmamış ve o sıra huzurunda el pençe divan duran Cafer ağaya: — Çabuk, bana Melâhatı çağır! Diye irade etmişti Nazikter kahvaltı tepsisisini ma- sanın e birakıp huzürdan çıktığı zaman hiddetinden titre- meğe başlamış ve odasına güç- lükle yetişerek baygın bir halde yıLı%:udüpıü.ıü. Nazikter, Melâ- hatı bu derecede Fırsattan istifade etmeği di şünen Nazikter, derhal kafasının içinde çizdiği bir pilâmı tatbik etmeğe karar vermi; — sonrası malüm a canıml Bir gün, onu da, sizide ayni saatte odama davet ederim. Birbirinizle tanışırsınız! — Bu kâfi bir tedbir degil... Daha ne istiyorsunuz? — O kadar tanışıklığımız var... — Nerden? — Söyledim — ya.. sabahleyin babası tanıştırdı. Fakat o çok yezit ve Fettan bir şey.. başını kaldırıp ta yüzüme bile bakmadı, fena halde sinirlendim. — Peki, ne yapmalı? — Bu suale İüzum var mı? Onunla — dostlüğü — ilerletir ve bir sırasını getirerek benim kendi- ğgendiğimden — bahse- sini çok beğen (Mabadı var ) Tetrika nur rosı CASU S MEKTEBi Mis NORA DAVİS in sergüzeştleri — Acayip! dimek sen onu sevmiyorsun ha.? şu halde iş kolaylaştı: resmen onun . karısı olursun, Cencralın arzusu yerine gelir. Kalben de beni seversir hariçte birlikte yaşarız... nasıl, söz veriyor musun? — Benim sözümün ne kıymeti olur... Siz bana söz veriniz ki, ben de mutmain ve müsterih olayıml Kolonel sevincinden çıldırıyor- dü. — Namusum üzerine söz veri- yorum ki ilelebet senin olacağım... — hayır ben erkeklerin söz- — Nasıl istersen öyle yemin ederim! — Yemin falan h — Ya ne istersin — Senet... — Nasıl senet...?! a pasbayağı.. tbkı bir borçlü Kolonelin uzun — düşünmeğe vakti yoktu. genç kadını bir an evel kucaklamak emelile — Peki... dedi, nasıl istersen öyle alsun | Madam Hüzberg el çantasında- defterinden bir yaprak yırta- rak miralaya uzattı. O halde, söylediklerimi şu ıda yazınız | gİ unutulur. — Hay Allah senden razı olsun, doğrusu ya, böyle bir senedi doldurmak için hatırımda bir ke- lime bile yoktu... Madam Hüzberg dikte etmeğe | başlar — Lütfen yazınız! * Madam Hüzberg! Sizi- çok seviyorum. Size muvaffak olmak ve sizinle ölünceye kadar yaşa- mak için her türlü fedakârlığı ifaye amadeyim. Kalbinizi bana verirseniz ben de ilelebet sizin olmağa ve sizinle birlikte yaşa- mağa yemin ederim.., Kolonel Ştanke . oldu? — Al bakalım.. de — Teşekkür ederim. Madam Hüzberg mektubu ala- rak çantasına koydu.. — Artık, daha açık görüşebi. iz, ştankel Görüyorsunuz ki, mukavelenin imzalandığı dakika- Bir kadın anlattı: de dikkat etmişsinizdir. belki: eşyalar duyguludur! Zaman zaman dertlenir, ıış_elv.rıirV delirir, bağlamak çözüp miskinleşir, avareler der eselâ: / eşarpınızı istersiniz. Kırk sekiz defa sarsanız gene dertli di İunu / omzunuzdan aşağı birakışı — vardır. ki; kırık, teselli istiyor! Eldiveninizi giyeceksiniz; Asabiyetinden elinizde durmaz, sıkar, isitir, yakar mutla- ka kurtulacak! Ogün akşama kadar, gâh avuçta, gâh cepte dolaşır, dolaşır. Şapkanızın miskinliği varl Taş gibi, kafanıza oturur kalır. Bluzunuzun deliliği tutarsa, o fenadır. işte! Siz kapatırsınız; o açılır; rüzgâra baş vurur: pupa yelken... Bakın, bir gün ne oldu : Sinemaya gitmiştim. Cuma Cuma günü sinemaların kalabalı; malümi Epice muhim bir mücadeleden sonra, içeri girebildim. Güç belâ bir yer bulup oturdum. İki yanımda kilmer vardı; farkında değilim. Bir aralık sol tarafımda bir erkek şapkasının, asabi, müşteki bir halde kıvrandığını / hissetim. Ehemmiyet vermek istemiyordum. Fakat, hani, sinemalarda, bir şeye dikkatimizi celbetmek- istedikleri zaman, o şeyin üstüne fazla ışık verirler de, ister istemez onun bir rolü olacağını anlarız; işte salonun karanlığında, bu açık renk şapka da, kendini anlatabilmek, ne istı diğini hissettirmek için, belli ki çare arıyor, bulamıyor, kıziyor, inceck on parmağın ucunda evriliyor, çevriliyor... Ofl.. Acaba bu şapkanın ne derdi var? Çantam astım mendil alacağım. n mendil aradıkça — elime kendiken diliğinden defter geli Bu çıliın delteri O da ne İstiyor sanki?.. Ah, bu eşyaların dilinden an- lamak, ah! Olmadık yere başınızı işgal ederler. Çare yok! Bu meşgaleden kur- tulacağım! batıyor;defter avucumu bırakmıyor! Evet, evetl bu meşgaleden kur- tulacağım; sinemayı seyredemem sonra.. Kalemi aldım; defterden bir Sat kopardım; karanlıkta ya: süktüm; bir saattir derdi tarip şapkanın içine attım. Eşya- ların dilinden benim kadar anla- saydınız da, şapkanın o-andeki istirahatini bir görseydiniz, yaptı- ğını işi siz de beğenirdiniz. Sevincinden kenarları kavnldı, açıldı, incelik on parmağın ucun- M venlasdir li v Oh! Hele çok şükürl Artık, sinemayı rahat rahat seyretmeye başladım... Fakat, dan itibaren size isminizle hitap ediyorum. — Bu gece beraber gidecegiz, degil mi? — Yoooo... Bu gece gelemem. Biliyorsunuz ki, bu gün akşama kadar mahkeme - ve ” hapishane | köşelerinde dolaşmaktan yoru- dum. Vücudümün ne kadar istira- hate muhtaç olduğunu Bilseniz... — Ah ğüıel Taelegiüi, ” Bikr şimdi senden nasıl- ayrılacağım? Akşamdan beri senin kolları arasında uyumak hülyasıyle, sevin- cimden mütemadiyen içiyordum. — Bu akşam beni serbest birak- mam rica ederim. Yarın akşam ayni saatta gelirim de - birlikte yemeğe çıkar ve gezeriz, | Madam Hüzberg, sızmak üzre Volan miralayı yattığı kanapenin üstünde bırakarak kalktı ve süratle mantosunu giyip odadan çıktı. Kolonel Ştankenin gözleri büs- Şapka gözüme fena | aksiliğe bakın: Bu sefer de iskar- pinleriml.. Hay kör şeytan hayl.. Ayağımı mi sikiyorlar, — nedir?.. Meyerse, maksatları, ayağımı sık» 1 acıtmak değilmişi beni ikaz etmek, nazarı üzerlerine celbet- Ben sinemayı - seyredip eylendiğim sırada,onların,karanlıkta, fena halde canı sıkılıyormuş.Konu- şacak, görüşecek, oynaşacak ahbap arıyorlardı.. Hani, büyükler, meş- gül olur da, yaramaz çocuklarını, oynasın, eylensin diye, koruşunun çocuklarına yollar; - ben de öyle yaptım : İskarpinlerilerimi , — oynasınlar, eylensinler diye, komşu potinlere gönderdim. Ve, artık, oh, kekâl Artık, rahat rahat seyredebilirim... - Fakat, aksili; sefer de, eldivenim 'ay efendim, iskarpin- gidermiş de- oniye Onunda,bu karanlıkta, canı sıkılıyormuş...., Eh, ne denir? Eldivenimide, elime emanet ede- rek, kamşuya gönderdim... Ve, artık, mükemmel! Sinemayı seyrediyordum. Hele, aksiliği gördünüz. mü? Üstümde ne kadar eşya varsa, * aralarına bolşevik — propagan- dacısı — karışmış — gibi - ihtilâle kalkıştılar.... Vücudumu - dürtüşl- yor; gıcıklıyorlardı: ille onlar da arkadaş isterlermiş... Eccel Artık çoğa varıyorlar! Nedir bu? Yok, kombinezonumu da komşuya gön- derecektim, evi yapayalmız. bıra- kacaktım. — Olmaz! Sizi koyvermeml - dedim. Kambinezonumun eteklerini ba- caklarımın arasına sımsıki sıkiş- tırdım. E — Olur? -dediler...- İlle biz de.. İlle biz de... Müthiş surette — huysuzlanıyor- lardı. Baktım, çoluk çocuk üzüliyor bir çare düşündüm; ve © çareyi şu suretle mekü tatbika koydum: Sinema bittikten sonra, asabi | şapkanın sahibi ile eve gittim. Ben mantomu çıkardım; askıya astım. O paltosunu çıkardı; yanım- daki askıya astı. “ Haydi bakalım eylenin burada çocuklar!,, dedik. Bir kanapenin üstüne, kostüm tayyörümü fırlattım. Onun elbise- leri de, aynı kanape üstünde yan geldi kuruldu; tayyörle ahbaplığa girişti. yet, efendim, sıra iç çama- şırlarma geldi; onları, karyolanın önünde, sarmaşdolaştırdık. Ayak kaplarmızı — sorarsanız, onlar, galiba, sinemada iken, bi- ri birlerinin fazla sinirine batıp bozuşmuşlar: Biri, odanın bir ta- rafına fırladı; öbürü öte tarafınal - Aksi aksi, somurtuk somurtuk çarpıldılar. Hü . ve ü Nu bütün kapanmıştı, kımıldamağa ve lâf söylemege mecali yaktu. — Melegim... melegim... Diye mırıldanarak olduğu yerde sızdı kaldı . Miralayı kafese koyduktan sonra ... Madam Hüzberg gece yarısı eve döndügü zaman kalben o kadar müsterih ve memnun idi ki... Kolonel Ştanke gibi bir baş belâ- sını böyle tuzağa düşürerek linden, dalma miralay aleyhine stimal edilebilecek bir mektubu nasıl aldığına hayret ediyordu. O bu mektuptan Veller lehine fade edecektir. Ertesi gün bekli- yecek, mahkemenin tarzı muhake- Mmesine göre hareket ederek VLLERi ölümden kurtaracaktı. Genç kadın çok yorulmuştu; bu son mücadele onu ruhen de sarsmıştı. Yatağına girdi, uyudu . (Mabadi var) DÜ