ISOSYAL HAYAT Gülbenkyan Şiş kebabı olmak fena Nubar Gülbenkyan ile türk yemek m im bahsediyorduk, “e Kebabı çok severim” dedi. WHer türlüsünü... 8 kebabı, döner kebap... Bayılırım “Kebabın * çeşitlerini çok düzgün bir. türkçe ile sıralıyordu: iu “— Şiş kebabını o kadar severim ki//az kalsın hayatım şiş kebabı olü- rak nihayet bulacaktı.” Gülerek hikâyesini anlattı. 1935; senesinin yaz aylarıydı. İn- giliz Kraliyet donanması Spithead” de büyük . bir tören düzenlemiş- ti. Kral ve ailesi bizzat buluhacak- lardı. kyan ve birkaç dostu hususi bir'uçakla resmigeçidi hava- dan seyretmeği okararlaştırdılar. O sabah -“Gülbenkyan,-uşağına, en eski elbiselerini hazırlamasını - tenbih etti. , Uşağı, Hevwitt, irkildi: , Sir, nasıl olur? Tören- de 'Majesteleri de bulunacak. O kılıkla huzurlarına nasıl çıkarsınız?” Şaşırmak sırası Gülbenkyandaydı Uşağın “Huzura çıkmak” dediği, Kral hazretlerinin gemisinin iki, üç bin kadem üzerinden uçmaktı. Fa- kat adama söz geçirmeğe imkân ol- madı. Efendisine en yeni elbiseleri- ni giydirdi, onu büyük bir itina ile hazırladı. Gülbenkyan, hikâyesinin burasın- da e silkerek ilâve etti: “— Hewitt bir ara Kral ailesinin yanında çalışmış. yam hiç bir za man unutmadı. na da unuttur. madı. Her fırsatta be sirisimekim ayrı bir zevk alırdı.” O sabah Gülbenkyan ve arkadaş- ları, uçağa neşe içinde bindiler. Fa- kat Hewitt'in deyimiyle “Huzura çıkmak” kısmet değilmiş. Henüz he- valanmışlardı ki uçak hızla alçalma- ga başladı. Arkasından büyük bir < Gülbenkyan Londrada, koltuğunda, maziyi hatırlıyor “Hatırla mazisi mes'udu” sarsıntı oldu. Uçak düşmüştü. Şaş. kınlıkları geçmeden bir patlama du- yuldu. Küçük uçağın dört bir yanı- nı alevler sardı. Gülbenkyanın ilk hatırına gelen şey, “Eyvah, burada kebap gibi pişeceğim..” oldu. Her ne kadar şiş kebabı yemesini seviyorsa da, bizzat kebaba dönmek fikri hiç câzip gelmedi. Gülbenkyan, bütün uçak kazala- rında insanların yanarak değil de, düşüş sırasında sademe ile öldükle- rini duymuştu, Kendi başlarına ge- len bunun tam aksi idi. Ya söylenen- ler doğru değildi, ya da bu kazada bir yanlışlık vardı. İşte uçakları düş- müştü, kimsenin burnu kanamamış- tı, Fakat hepsinin kavrulup ölmesi saniye meselesiydi. Evsahibim: “— Ben öyle çok cesur bir adanı değilim. Ölümden de açıkça korkz. rım. Fakat insan ölüme bu kadar vaklaşınca korkuyu bile unutuyor” dedi. Soğukkanlılıkla vaziyeti yi geçirdi. Kırk yaşındaydı, yaşam istiyordu. Şiş kebabı olarak ölmeği ise hiç istemiyordu. O halde bu de likten kurtulmaya bakmalıydı. Pen cereden çıkmak sözkonusu değildi. Bu cüsse ile sığmazdı. Tek ümid, kapıdaydı. Fakat ona yaklaşmak ay- rı bir meseleydi. Bütün yolcular o- raya hücum etmişlerdi. Arkadaşla- rının bacakları arasından sürüne sü- rüne kapıya yanaştı. Kapı sıkışmıştı, kımıldamıyordu. Can havliyle tok- mağa sarıldı. Bütün gücüyle itmeğe başladı. Isıdan erimiş boyaların el lerini kavurduğunu o hissetmiyordu bile. Nihayet kilidi zorlamağı başar- dı, kapı açıldı. Bu sefer, kazazedeler arasında başka bir yarış başladı: Bir an önce bu ateş çemberinden kurtulmak, açık havaya, hayata kü- vuşmak için birbirlerinin üzerinden atlıyorlardı. Fakat sevinçleri kısa sürdü. Uçaktan yere atlayanlar ken- dilerini içleri cayır cayır yanan ber- »inle dolu hendeklerde buldular. Gülbenkyan alevlerden nası! sıynı- tığını hatırlamıyor. Xorkuyu yenmek gerek Kaza hava alanının yakınında ol- muştu. Görenler, yardıma koştu- lar. İlk yetişen, Gülbenkyanın şofö- rü oldu. Efendisinden aldığı talimat üzerine onu her uğurlamağa gelişin- de, uçak gözden kayboluncaya ka- dar, alanda beklerdi. Gülbenkyan, kazaların daima kalkışlarda vuku bulduğunu duymuştu. Bu sefer söv- m de doğru çıkmıştı. Ambü- ânslardan önce şoför yetişti ve efen 31 Aralık 1965