4 Ağustos 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

4 Ağustos 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Amasyayı çeviren — Şehir, sel felâketinden beri belini doğrultamamış vaziyette. Yüz evler inşaatı bitti tevziat yapıl Amasya (Hususi) — Sel felâ - ketinden büyük zararlar gören|santrali kurulacak, bağların su- Amasya hâlâ belini doğrultama-|lanması (santrfüjlerle) temin e- mış. Filhakika seylâp felâketze- | dilerek — ırmaktaki su dolapları delerine yaptırılan 100 evler bit-|kaldırılacak ve derenin — yatağı miş, fakat henüz tevzi şekli ka- rarlaştırılmamıştır. — Yeni açılan gel deresinin ikmali de hayli za- mana bağlı... Yanan hükümet nasının yerinde yapılan yeni bi- nanin inşaatı ikmal edilmek Üze- redir. Belediye son zamanlarda bir şehir klübü yapmış ve ikide bir bozulan elektrik tesisatını is İâh etmiştir. Tarihi eserler Amasya hâlâ harap bir gehir manzarası arzetmektedir. Şehrin bir çok yerlerinde Selçuk devrine ait olup bugün tek divarı bile kalmamış cami, medrese harabe leri vardır. Buralar birer taş, top rak yığınıdır. Belediye mütead - dit defalar buraları satın alıp gehri imar etmek İstemişse de ev kaf idaresi bu harabelere tarihi kiymetler izafe ederek muhafaza Hına karar vermiştir. Halbu ki, |l. zelzelede harap olan ve güzel bir mimari eseri olan Sultan Beyazıt camii hâlâ tamir edilememiştir. Yeşilirmak islâh edilecek Amasya'nın mühim dertlerin- den birisi de Yeşilirmağın feye - tanıdır. Her sene binlerce dekar Araziyi sular altında bırakan bu Afeti önlemek için Tokat civarın da büyük bir baraj yapılacak ve ayrıca Duruca mevklinde 2,5 mil İt hi Marşal temsilcisinin Modendçki tetkik Yukarıda siloya girerken, altta t eressüb havuzlarında incelemeler Maden (Hususi) — Marşal yar |i dim temsilcisi ile birlikte M. T. A. Umum Müdürü ve Etibank idare meclisi reisi Hikmet Rıza Saylam ve temsilci Mr. Ressl- derr refikaları Mamen Bakır İş- letmesini ziyaret ederek incele melerde bulunmuşlardır. Heyet Ayni gün krom madenlerini de Ipsalanın Esetce köyündeki yaralame Ipsala: (Hususi) — İlçemizin E- setçe köyü, köy boğası ayni köy - 'den Rahime Gün adında bir kadını evinin önündeki msır bahçesinde |h kasığından ve omuz altından del . yük bir kısmı Mmek süretile ağır Sürette Duştır. Yaralı Rahime ilçe Hükü-| Mmet doktorluğuna götü #ıhhi dürümünün tehlikeli söylenmektedir, yon lira sarfile bir hidro elektrik derinleştirilecektir. Bu suretle bu gün 50 bin kilo olan koza istih- Jsali 300 bin kiloyu bulacaktır. hiyeyi haiz yedi tane mumya var dur. Bunlardan birisi Hülâgu'nun |torunu (Cemudar) ve diğeri de Amasya emiri (Ebuş Kay) e ttir. Diğerlerinin hüviyeti meç-| | camiinde miş ve çürümeğe, kokmağa baş- ver bir vatandaş Ama: İyataklı bir hastahane y |üzeredir. Bu müessese - bittikten İsonra eski hastahane yalnız ve - |rem hastahanesi olarak kullanı- da ele alinan Yeşiln de büyük bir köprü, 600 bin li- ralık İçme suyu tesisatı, 1,5 mil İyon lira tahsisat ile sel bendleri İvardır. Yalnız Amasyanın geliş- İmesi ve güzelleşmesi bakımından bu harabelerin kaldırılması 1â - mmdır. Evkaf idaresinin bu hu- susta biraz insaflı davranmasını mişler oradan da tetkiklerini mü teakip ayrılmışlardır. ana yataklarını ve izabe kısmı i- | le santral elektrik enerjisi sinde muhtelif mevzular üzerin- 'de tetkiklerde bulunmuşlardır. İyağmurlardan e |s1 zarar görmüştür. Harmanda bu yarala- da bulunan sebze bahçeleri çok şid Getli yağan yağmurlar — dolayısiyle ülmüşse de tamamen harap olmuştur; Müstah olduğu | sil bu vaziyet karşımında İduruma düşmüştür, harabeye eserler a— nadı Tarihi eserler Amasyada mühim kıymeti tari huldür. Evvelce burma minare iken müzeye nakledi - len bu mumyalar seylâpta ıslan- lamıştır. Rumi Tingiz iaminde hayır se- 'ada 50 'aptırmak lacaktır. T Şehrin imarı için şimdi ön plân 'mak Üzerin: temenni ederiz. leri incelemek üzere Gulemana git - Heyet ayrıca bakır havzasının laire Son yağmurların mah- sule zararları Yalova: (Hususi) — Son yağan inlerin heznen hep lunan yığın halindeki ekinlerin bü. çimlenmiştir. Ova müşkül Saray Burnunun bütün sahil boyu vaktile güzel köşklerle süslü bulunmakta idi. Buradan Kızkulesine bir zincir çekilmiş- ti. Fetihten sonra buradaki saray kapısının iki yanına bi- rer top konduğu için buraya Topkapı denmişti. Gülhane kasrı, Arslan han, Fatihin sadrazamı İshak şanın yaptırdığı İshakiye, vuz Sultan Selim'in yaptırdığı Mermer köşkler şimdiki Topka Sarayburnu'ndaki pinin sahil kısımlarını süsle - mekteydi. Büyük saraya gel- meden önce ahşap bir sara daha vardı. Bu — saray, 186 yılında çıkan bir yangın 80- nunda yandı. Bundan sonra Topkapı sarayı adı o vakte ka- dar (Sarayı cedit) diye anılan şimdiki saraya verildi. Sahilde bulunan bu sarayı önce Üçüncü Ahmed küçük bir daire olarak 1709 yılında yaptarmıştı. Bi- rinci — Mahmud gene burada YURDUMU S Pdücevher köşklerden biri Sarayburnu Köşkleri Mahbubiye, kasrını yaptırmış- tir, Buğün zerreleri bile meydan- da olmayan bu köşk ve saray- ların son derece güzel ve muh- teşem olduklarını tarihlerden öğrenmekteyiz. Bu saraylar zaman zaman tamir edilmiş, genişletilmişti. Abdülmecid z Manına kadar padişahlar yaz- ları bu sahildeki saraylarda geçirirler, kış geldi mi, şimdiki Topkapı sarayına — çıkarlardı. ZUN İolel N O Burada bir de Üçüncü Selimin yaptırdığı İncili - Köşk vardı. İçindeki selsebil'lerden dolayı Serdap köşkü de derlerdi. Se- petçiler köşkü Sultan İbrahim tarafından yaptırılmıştı. Sarayburnunu süsleyen köşk ler, bugün tamamile tarih olmuştur. Bu köşkler hakkın- da bütün tarihler, bilhassa Hammer oldukça etraflı malü- Mat verir. | Umumiyetle ilkokullar tedris vasıtalarından mahrum bulunuyormuş İskenderun (Hususi) — Kazı 'nın maarif işleri, orta okul, Orta Erkek Sanat Okulu ve Şubat 949 da açılan Akşam Kız Sanat - 0- kulu ile deha canlı bir safhaya girmiştir. İlk öğretim, kollarını, İsken - derunun 29 köyüne kadar uzar- miş bulunuyor. Gerek merkezde- ki dört okulun ve gerek bucak- larda ve köylerdeki okulların çalışmaları verimli ve sevindiri- cidir. Ancak, yalnız İskenderun- da değil, Hatay bölgesinde Milli Eğitimin ıstırapla mütalâa edile cek tek tarafı, umumiyetle ilk okulların tedris — vasıtalarından mahrumiyetidir. Nüfus kesafeti her yıl hızla artan İskenderunda, mevcut dört ilkokul, okuma çağında bulunan çocukların tamamımı alamamak- tadır. Binaenaleyh, okulların sa yısını, en aşağı altıya çıkarmaz, bir zaruret halini almıştır. Halen İskenderun merkez ilk okullarında 2043 öğrenci oku - maktadır. Bunlardan 7T61i - kız, 1282 si erkektir. Köy okulların - da okuyanların sayısı 277 si kız 1533 de erkek olmak Üzere 1810 dur. İskenderun merkez ilk okulla- rından 91 kız ve 164 erkek - ol- mak Üzere 255 öğrenci imtihan- lara girmiş, bunlardan 210 öğ- renci diploma almıştır. Köy okullarından 12 si kız, Yazan : Edgar Wallace — Peki Mis ifarlovu bir do- lapta falan kapalı bulmadınız Mi? Kızın sesi bir müddet çıkma- dı sonra yutkunarak: — Hayır efendim, eğer Mis Marlov böyle diyorsa doğruyu söylemiyor. Dün gece olup bi- tenlerden hiç haberim yok - bir bardak şarap içmiştim, adetâ beynim uyuşmuş. — Binbaşı Amerinin de ga- rajınızda hapsedildiğini duyma - dıniz mi? Kızın yüzündeki sarılık irin Bibi bir renge kalboldu, şaşıra- Tak: — Majör Ameri bizim garaja Taı hapsedildi, ne demek istiyor- Sunuz?. — Görüyorum ki, bu işlen hiç haberiniz yok, peki Mis Marlov size bundan bahsetmedi mi? — Hayır, katiyen, Mis Mar- lov nerede? — Kendisini son gördüğümde Vest London hastahanesinde i- di. Doktor bugün çıkabileceği- ni söylüyordu ama ben pek zan netmiyorum. Bu sırada merdivende hafif ayak sesleri duyuldu, sonra in- —49— ce bir siluetin geçtiği, kapımın buzlu camından görüldü. Mis Dame, Bu o dur diye yerinden fır- ladı. — Mis Marlov mu? İmkânı Yok olamaz. Adam dışarı çıktı Jessle Da- me'in hakkı vardı. Elsa port mantoya şapkasını ve paltosu - nu asıyordu, Gözlerinin altında hafif morartı ve benzindeki u- gukluk olmasa kimse genç kızın değil böyle korkulu bir gece ge- çirdiğini uykusuz kaldığını bile bilemezdi. Hafiyeyi hafif bir baş eğmesile selâmlıyarak makinesi- nin kapağını açtı. — Sizi neye salıverdiler Mis Marlov? Bu sabah gördüğüm - de diriden ziyade bir ölüye ben- ziyordunuz. — Gelmek istediğim için gel- dim. Doğrusu bu pek mâkul bir sebep değil. Biliyor musunuz ki, hikâyenizi tahkik ettim. — Biliyorum sabahleyin söy- lemiştiniz. — Garajda kimse olmadığı gi bi cinayete ait en ufak bir iz bi- le yok, Yalnız dediğiniz gibi or- Çeviren : Semra Arslanlı tada bir çukur vardı. Kız titre- diğini hissetti, adam devamla: Fakat dediğim gibi çukurun i- çinde çimentodan başka hiç bir #ey yoktu. Herhalde rüyâ gör - Müş olacaksınız. Mister Dame'- in evini daha önce ziyaret et - Mmişmiydiniz? — Evet. Peki çukurun yeni kazıldığı- ni nasıl biliyorsunuz — Tabif bilirim çünkü gün - düz elinde kürekle garajdan çı- kan adamı gördüm. Hafiye za - fer kazanmış gibi: — Tamam işte, bu geçirdiği- niz sinir hastalığının ismini bil- mem ama, doktor Hallam size söyliyebilir. Ben rüya falan görmüyo- rum, dün gece gördüklerimin hepsi hakikatti. Biraz evvel Mis Dame ile görüşüyordunuz, o hi- kâüyemi tasdik eder. Bikerson Bilâkis dedi. Yapa - mıyacağı yegüne şey budur, çün kü Mis Dame sizi ne dolapta bul muş ne kaçırmış ne de dedikle- rinizden birini, yap Kısım Banka Bir an için Elsa inanmıyarak 51 r | VELİEFENDİ ÇAYIRINDAKİ HÂDİSE a I Yarış Yeri mi, Kumarh Bir evvelki yazımızda izahıma yel- tendiğimiz gibi; asalet ve necabeti- atalarımızdan almış — olan Atçılığımız, Atçılarımız hattâ atla- Tımız; ancak iğrenç diyebileceği bir hâdiseye, rezalete isim ve meı cudiyetleri — karıştırılmak — suretile, bekledikleri meş'um. istiskalo uğra - dilar.. Filvüki atın yarattığı — tam milli ve atadan mevrus o seyir zev- ki yerine, bu pazar günü orada bir Tatavla kumarhanesi döğüşünü an- dıran rezalet kaim oldu.. Bunu gazetelerden okürken - şaş - madık.. Orada bulunmak bahtaızlı. a uğrayan atçı arkadaşlarımızdan meraretle dinlerken güldük: bekli - yorduk... Her — kumarhanede — kavga çık- mak usülden değil miydi? Eskiden yapılan koşularda atı ka- zanan zat; o yarışı seyir - edenlere mükellef kuzu riyafetleri, eğlence â- lemleri tertip edermiş. Atımn — (Reftar-i-serefrâzanesi..) ni güzel beyitlerle ve irticalen öven, onların Üzerine manzümeler tertip eden, kasideler yazan, zamanın şu - arasına büyük ihsan ve ikramlarda bulunurn Mevsiminde ve ehemmiyetinde bir rışı kazanan atın bu saferi üze- 1 ü erkek öğrenci imtihanlara girmi olmak üzere Bunlardan 112 si diplama al- mıştır. Orta okulda ve orta er- kek sanat okulundan alınan im- tihan neticeleri de başarılıdır, adamın yüzüne baktı sonra: — Tabil zavallı kızcağız ba- asından korkuyor, dedi. Mister Bikerson ellerini çare siz bir hareketle açarak: «Böy- le bir vak'a beni çok üzüyor. Mis Marlov, kâbuslar içinde yü- zen bir şahit. Gerçi izzeti ne nizi kırmak istemem ama ne ya- payım ki, sözünüze inanamıyo- rum, Binbaşı Ameri gel - medi mi? — Hayır zannetmiyorum, Gi- dip patronun kapısını açtı. — O kitap nedir Mis Marlov? Deri kaplı bir kitap masanın üs- tünde duruyordu. — Bekçinin raporu, her sa - bah getirir, çalışma saatlerin - den sonra onu aramıya gelen - lerin, telefonla arayanların ve gelen telgrafların saatleri yazı- hdır. «Defterin kurutma kâğıdı duran sahifesini açar açmaz bir hayret çığlığı kopardı.» Mister Tupervil altıya on kala gelmi — Mister Tupervil m: gelmiş ? doğrusu çok tuhaf , sini bu sabah gördüm, bana dün bankadan eve beşte döndü- ğünü söyledi. Sonra hiç sebi siz geceyi Braytonda geçirm karar vermiş ve © trenine yet miş. Böyle söyliyerek v derhal telefonla — şefin, vermeye başladı. Durum gittikçe tuhaflaşı- yor üstad. Buraya gelmede: ce Misis Hallamla — görüştüm, dün gece birileri evine girerek kadını boğmağa teşebbüs etmiş ler, zavallıcık güç — kurtulmuş, haber ı? ane mı : Yazan: BEHÇET Belvan lli rine zamanın üleması tarihler düşürürlermi Halbuki, bir madalyanın yalnız pas h yönünü gören körler gibi, onu ya- lnis (kumar) denaeti bakımından sle alan bedbahtlar, umduğu — bir kaç kuruşu kazanamamanm husranı ile no yaptıklarını bilemiyerek, öm- Tü şan vo şerefle, samimiyet pınar- larile müzeyyen olan o canım (Veli efendi sahası) n bir yangın yeri b line getirmişlerdir. Çelebi böyle 0- lur bizde de at kumarı dediğin... Acaba bu bedbahtlar oradaki te- sisattan ne irtediler? Sırf memleket atçılığının gelişme- vi gibi bir emri hayra hizmet — için 'ya fakir milletin emek ve para sarf ederek peyderpey ve bir hayli za - manda kurabildiği 6 mütevasi tri - bünlerin günahı ne idif O sahada, yalnız mütenasip ve re- sim gibi endamile, asil heyecanile arkadaşını mertçe geçebilmek — için bir bayram yerine gelir gibi süsle- nerek, kişneyerek gelen temiz ma- Türk atlarını, bilmem nerenin rület masası — levazımatına benzet- k nedendi? Sipahi ocağı ve bazı vilâyetlerimiz deki At Spor Klüplerinin tertip - ledikleri parkurlara da bu sinsi ku- mar ruhunun sokulduğunu görüyo - Biz bu belânın oralara dahi soku- dabilmesi değil, at yarışlarından bile idrâk bekliyoruz, kaldırılmasını ahibi - selâhiyetlilerden ——— ——— ——— — L e AA kendine gelir gelmez de ilk gör- düğü simâ binbaşı Amerinin yü zü olmuş. Evden kızla beraber gey yani, Mis Marlovla beraber çıkmışla: Şefi biraz süküttan sonra Bu hâdise kızın hikâyesini des- tekliyor, dedi. <Ameri yalnız mıymiş ? Hayır yanında Çinli mena- jeri Feng-Ho varmış, az sonra da doktor Hallam teşrif etmiş- Hakikaten durum karışik ve kötü, sen yeni bir vaziyet o- lursa yine bana telefonla bildir- meyi ihmal etme. Zavallı Elsacık mahzun — ve mükedder bir halde — oturmuş patroncuğunu bekliyordu, saat- ler geçmek bilmiyor her pıtırdı- da belki on defa kapıya koşu - yor fakat her defasında sevgi- lisinin sandalyesi boş, masası boştu. Çok bitkin olmasına rağ men Feng-Ho'yu yoklamaya git ti, bu arada da Âmerinin ofise gelip de kendisini görememesin- den korkuyordu. Feng-Ho'nun tehlikeli müddeti geçmiş ziya - retçi kabul etmesine müsaade ediliyordu. Çinli sarı - dişlerini gösteren hafif bir - tebessümle kızı selâmlayıp Fakir bu ölüm fırsatını da kaçırdı, Mis diye bitkin bir hal de mırıldandı. Kızın ne sebeple kendisini ziyaret ettiğini bili yordu, Binbaşı bulundu 2 - Hayır Feng-Ho, li Elsa üzüntüsünden — neredeysn Samsunda çok feci cinayet Meteoroloji istasyonu bekçisi karısını geçim- sizlik yüzünden bıçaklıyarak öldürdü Samsun (Hususi) — Ağusto- sun ilk günü sabah saat 7 de tüy ler ürpertici bir cinayet işlenmiş- tir. Bir kadının ölümile neticele- 'nen hâdiseyi bildiriyorum: Bundan 15 gün evvel, devlet meteoroloji istasyonunda bekçilik yapan Karaköseli Abdurrahman Akverdi, karısı Maksude ile ge- çimsizlik yüzünden araları açıl- mıştır. Diğer taraftan kadının ha yatına başka bir erkek karıştı- ğ1 dedikoduları da kocasına ka- dar aksetmiştir. Bir müddettir hastahanede yatan — Abdurrah- İman evine gelmiş ve karısı ta- rafından Karaköseye hava teb- dili yapmak Üüzere gönderilmek istenilmiştir. Abdurrahman Ka - raköseden avdetinde karısı tara fandan eve alınmak istenmemiş - tir. Bu sebepten Abdurrahman i- le karısı Maksude şiddetli müna- kaşaya tutuşmuşlar, bunların gü rültüsünü işiten komşular bah - çeye koşmuşlar ve karıkocayı a yıramamışlardır. Kadının feryadlarına rağmen katil bahçede Maksudeyi bıçak- layarak öldürmüştür. Katil Ab- | durralıman — kaçarken komiser İŞevki tarafından yakalanarak a-| dalete teslim edilmiştir. bayılacaktı. - Öyle ise Tupervil biliyor Mis. Mister Tupervil mi? Çinli başını salladı; Mister Tu pervil beyaz zehir kaçakçılığın- da Soyoka ile alâkası bulunan en tehlikeli adamdır. — Herhalde — yamılıyorsun Feng-Ho bizim tanıdığımız Mis- ter Tüpervil, imkânı yok ola - maz, — Evet Mis hiç tereddüt et - meyiniz, şerefli binbaşım — bu hususta kat'i fikir sahibidir, en ufak bir hâtâ bir yanlışlık yok- tur. — Peki bunu Bikersona an ttın mı Feng-Ho? — Müuteber hafiye henüz be- ni iştintak etmediler. Çok rica ederim azıcık eğilir misiniz?. Sonra büyük bir kuvvet sarfe- derek kızın kulağına bir şeyler fısıldadı. Lâfı bitirdiğinde o ka dar yorgun düşmüştü ki, Elsa bir tek şey daha sormaya cesa ret edemiyerek Çinlinin yanın: dan ayrıldı. Hastahanenin önün den bir taksiye atlıyarak doğru | Bruk sokağında Amerinin evi-| ne gitti. Ne uşak ne de hizmet-| çi efendilerinden bir tek ha alamamışlardı. Elsa Çinli hiz- , metkâr Çang'ı ç İngilizce | bilmemesine rağmen Çang, genç | Hastahanenin yolu nu da Elsanın çizdiği plândan öğrenerek derhal yola çıktı. * | len an (Devamı Var) | ÇARH SADA A İ dazan: Eski bir pehlivan y 4A AĞUSTOS 1949 Tefrika No, 71 Arnavutoğlu, güreşin sonuna kadar sol kolunu kullanamadı Maalesef bazı kimseler bile - rek veya bilmeyerek buna âlet olurlar. Beş on sene evvel bu cereyan Türk milletini parçala- mak tehlikesini bile göstermiş- ti. Bugün ise bu propagandaya en çok Türk düşmanı olan Rus- lar ve Bulgarlar yapışmış bulu- nuyorlar, Bunlar işgalleri altın- da bulunan yerlerdeki Türklerin Türk olmadıklarını isbat için mu azzam propagandalara girişmiş lerdir. Bilhassa Deliorman Türk lerini Bulgarlaştırabilmek — için akla hayâle sığmayan gayretler Barfediyorlar. Bunlar Pomakla- ra ve Deliorman Türklerine «Müslüman Bulgar> ın damgası- ni basabilmek için her türlü hi- le ve baskıyı yapıyorlar. Ve aziz okuyucum, şunu bil ki, eğer De- Hormanlılar —hi Türkoğlu Türk olmasalardı, damarlarında ki kanın asil Türk kanından baş ka zerrece bir kan taşımış olsa lardı, çoktan Bulgarlaşırlardı. Fakat Bulgarlaşmadılar — ve Bulgarlaşamayacaklardır. Çün kü bugün herhangi bir Delior - manlı Türk, kendisini Bulgar saymaktansa ölmeyi seve seve kabul eder. Ve her gün de Türk lük uğruna bir çok Deliormanlı veya Rumelinin başka bir köşe- sinde yaşayan Türkler en ağır işkenceler altında can vermek - tedirler. Biz, yeryüzünde ilâhi adaletin günün birinde mutlak surette tecelli edeceğine inanan insan - larız. Kahpe düşmanların kütle halinde imha ettikleri bu temiz Türk çocuklarının hesabını bir gün onlardan elbette soracağız. Dünya vicdanı buna, yirminci asırda bu misli görülmeyen kat- liâme elbette tahammül edemi « yecektir. Biz Rumelinden çel lirken orada kalan ırktaşlarımı- zin nüfusu aşağı yukarı malüm du, Ve bugüne kadar bu nüfu - sun ne kadar artması icabettiği ni istatistikler pek kolay takdir ederler. Bu nüfus bugün hiç ol- mazsa on milyona baliğ olmalı idi. Halbuki, Balkanlardaki 'Türk nüfusundan mütevali katli fmlar neticesinde bilmem ki, bir milyondan fazlası kaldı mı? Geri kalan dokuz milyon Tür- kün de imha edilmiş olması ica- beder. Hangi Türk vicdanı, han- gi medeni insan vicdanı buna müsamaha edebilir? İki buçuk Yahudinin zulüm görmesi kar- şısında isyan eden dünya vicda- nı, 9 milyon asi! ve mert Türkün imha edilmiş olması karşısında nasıl titremez? Elbette bu do- kuz milyon Türkün hesabını bir gün biz ve bizimle beraber bü - tün medeni insanlar dünyası is teyecektir. Ne ise, işin bu acı tarafları- m bir yana bırakalım. Netice #udur ki, Anadolulu bir pehli - vanla Rumelili bir pehlivan ara sında Türklük bakımından zer- rece fark yoktur. Koca Yusuf- lar, Kel Aliçolar gibi Deliorman h büyük Türk pehlivanları Türk pehlivanlık — tarihine ne kadar geref kazandırmışlarsa, Bandır mah Ali Ahmet, Yozgatlı- Kel Hasan, Sivaslı Keçeci pehlivan- lar da Türk güreş tarihine ay- ni derecede şeref kazandırmış- lardır. Arnavutoğlu ister Kas- tamonulu, ister Rumelili, Kazık çı Kara Bekir ister Sivaslı, is- fter Deliormanlı olsun, hepsi de Türk oğlu Türk'tür. Şimdi gelelim Arnavutoğlu - nun Hamlacı Davut - pehlivanlı yaptığı heyecanlı huzur güreşi- nin tafsilâtına: Hamlacı Davut bu güreşi kı- sa bir zamanda kazanacağına inanıyordu amma, ne Sultan A- ziz, ne de Karamanda böyle dü- şünüyorlardı. Yalnız başmabe - yinci, Davut pehlivandan emin- di. Çünkü güreşten evvel kendi- siyle konuşmuş ve Arnavutoğ- lu ile yapacağı güreş hakkında ne düşündüğünü sormuştu. Kıbrıslı Türk öğretmen- lere karşı lâkayt durmıyalım Memleketimizi siyarete gelmiş olan Kıbrıslı öğretmen kardeşle- rimizin burada kendi öz yurtla- rında - karşılaştıkları lâkaydiyı izah eden bir hâdiseyi teessürle müşahede ettik. ? Ağustos günü Beyazıtta üç tane ikinci mevki tramvay ara- balarına doldurulmuş, fama ke- Himenin tam münasiyle dolduru! Muş) muvazenelerini ancak de mir parmaklıklara — sarılmakla temin edebilen bu kardeşler, mil larımızı bizleri ağlatacak yecanla söylüyorlardı. Onlar heyecanları içinde her şeyi hoş görebilirler. Fakat biz b ekette, müteaddit defa N m bir bu. mem lar - Amerikan bahriyelilerinin ferlerinin) Frans nin v.s. nasıl / karşılandıklarını, | onlara nasıl bir hüsmü kabul gö terildiğini bildiğimizden, önleri de motosikletli polislerin kılavuz Tuk ettiği otobüs katarlar lerinde «her türlü eğlenceyi Tabilecekleri lokal: müeden, derin bir ye'se kapıldık Aradaki bu farkı anlayamadı Bir tarafta Amerikan erleri diğe tarufta buraya vatanlarına Coj bu leri gördüğ Davut pehlivan gu cevabı ver mişti: — BEvvel Allah bir elde Arna- vutoğlunu yeneceğim. Ona efen dimizin pehlivanlarının ne kı- Tatta olduğunu göstereceğim! — Göreyim seni Davut peh- livan! Eğer gu Arnavutoğlunu yenecek olursan efendimiz pek Temnun kalacaklar, — Siz hiç merak etmeyiniz. Göreceksiniz. Evvel Allah - sizi utandırmıyacağım, Şu Arnavut oğlunu ben de, Karamanda da yenebiliriz. Eğer geçen haftakı güreşte Karamanda kisbetini 1- yi bağlamış olsa idi, güreşi mu- hakkak kazanırdı. Bunu herkea gördü. Arnavutoğlunu beş da- kikada yeneceğim ! — İnşallah! Hamlacı Davvt meydana deta koşar gibi çıkmıştı. Arn: vutoğlu ise arkasından yavaş, yavaş yürüyordu. İki pehlivan Abdülâzizin kargısında diz çö- küp yer öptüler ve bir işaret l- zerine peşreve başladılar. Peşrev kısa sürdü ve iki peh- livan omuz omuza geldi, Hamlacı Davut da pek iri bir pehlivandı. En aşağı yüz okka vardı. Ve pek tabil olarak Ar- navutoğlunun yanında pek iri görünüyordu. İki vücut aras'u- da pek büyük bir fark vardı. Davut ilk elde hücuma geç- ti. Bir iki el enseden sonra he- men dolu dizgin çapraza girdi. Davat pehlivanın hücumunu ön lemek istiyen Arnavutoğlu, Da- vut pehlivanm hızını kesemedi. Mecburen arka arkaya gider- ken aksi gibi ayağı da bir çu- kura kaydığı gibi sol kolunun üzerine düştü. Ve işte Arnavutoğlu bundan sonra güreş sona erinciye ka- dar bir daha sol kolunu kulla« namadı. Kolunun hissi tama - men kaybolmuştu. Pek büyük bir gayretle ancak bir parça oy: natabiliyordu. Kolu sanki ye b rinden çıkmı: onun yerine bir ağaç kütüğü takılmıstı Atnavatoğlu yere — düşün dört ayak üstüne dönmüş ve öy- lece kalmıştı. Davut pehlivaa hemen yetişip sarmayı vurmuş- Arnavutoğlu âni ve fena bir şekilde düşmesi neticesinde ko- Tündaki arızanın biraz sonta geçeceğini umuyordu. Onun i- çin hiç ses çıkarmadan yerde yatıyor, Hamlacı Davudu- a: İabileceği oyunları gözlüyor- du.. Hamlacı sarmayı vurduktan sonra hasminı zorlamağa baş- ladı. Maksadı onu biraz dağı- tıp açılmasını temin etmekti. Bu suretle yenici bir oyun al bilecekti. Fakat ihtiyatı da psk elden bırakmıyordu. Geçen huf- taki güreşi unutmuyordu. Ka- ramanda gibi bir pehlivana Ar- navutoğlunun ne kadar dayan- dığını ve nasıl çevik hareketler- le, hiç kimsenin ummadığı bir zamanda kurtulabildiğini gör- müştü. Davut pehlivanın böyle ilk anda Üstünlüğü ele alması ve Arnavutoğlunu bastırması en gok başmabeyincinin hoşuna Bgitmişti. Abdülâziz onun yü- zündeki derin memnuniyeti far- kedince gülerek sordu: — Ne o, pek keyiflendin? — Zatı devletlerine Davut pehlivan kulunuzun güreşi kaza Bacağını söylemiştim. İlk elde kolayca bastırınca elbette mem 'nun kaldım. — Evet, Davut pehlivan ilk elde bastırdı amma, Arnavutoğ- lu kulunuzun ayağı kaydı. Yok a kolay kolay bastıramazdı. — Davut pehlivan kulunuz, çaprazı öyle güzel toplamıştı ki Arnavutoğlunu mutlaka bastı. racaktı. (Arkası var) CüŞ 5I Plâj doktorlarının garıp aurumu Plâjlarda vasife gören bir do tor okuyucumuzdan — aldığımı mektupta; İstanbulda hemen he men bütün plâjların sıhhi teşki- lât ve malzeme bakımından acı) 14 bir durumda bulunduğu kay- dedilerek şöyle denilmektedir: «Plâjlarda vazife gören dok- tokların maaş ve yemeklerinin plâj sahibi tarafından verilmesi doğru değildir. Çünkü bu vasiyet karşısında plâj doktoru hiç bir saman plâjdaki aksaklıklar için ağamı açamamaktadır. Ağzını açmak — cesaretini - gösterenlere pldy sahibı tarafından derhal va- sifelerine nihayet vurilmektevir. İstanbul — plâjlarının — çoğunda sıhhi malzeme ya yok, veya yok denilecek kadar azdır. Fij büfe- lerinde satılan yemekler de ba- yattı. Bülün bunların Öönüne geçmek için, plâj doktorlarının maoşlarının plâj sahi; fenlan verilmesi karaçını kaldır- V mak lâzım gelmektedir ha Vederiz. hissiyatımtza muhterem ga izin tersüman olmasını rica (Mütecaddit imzalar) A

Bu sayıdan diğer sayfalar: