BAYFA : 4 KABUSLARI | Gülmekie Acımak Arasınaa tered- düt geçiren üstadıâzâm ciddileşti Tefrika Kendini tutamıyarak «No di #örsun sen?> diye bağıran gök Bözlü adam, az daha herifin Boynuna sarılarak yanaklarını Üpecekti. Öteki muzaffer muzaf fer öksürdü: — Mehmet açık göz ve yiğit adamdır. Beş dakika içinde işi- Mizl görecek arkadaşı buldu ve yüz tane yüzlük kaymeye anlaş tık! — Yüz kayme! Evvelce ken- disine otuz veriliyordu. — Şimdi iki kişi oldular beye fendimiz. (Boynunu büktü) hay di biz sayenizde bir şey alma- zağ olalım! Yüz kaymeden bir kuruş aşa- ğa inmemiş olduğu için anlaştı- lar. Beş yüz İsteseydi ötekinin can atarak vereceğini bilmeyen perişan — kılıkl, aç adam, — yüz kaymeyi koynuna yerleştirerek gitmeğe davranmıştı. Kleanti Bkalyeri bekleme sırası Üzerine Çökerek az beklemesini işaret etti: Sultan Murada gönderile- cek pusulacığı yazacaktı. Kur- şun kalemi İle bir sigara kâğıdı tÜzerine İki Batırcık yazarak dörde katladı: — © zaptiyeye söyle. Sıkıştı- ği anda kâğıdı ağzına atıp çiğ- nesin. (10 kayme daha uzattı) harçlık edersin! — Hay benim mürüvvetli e- fendim. — Kâğıdı çiğnesin ve yutsun. © sebepten sigara kâğıdı Üzeri- ne yazdık. (Birden gözlerini aç- tı) götürecek zaptiyenin adı ne ddi bakayım? — Memiş! — O da Sinoplu mu? — Boyabadlı! — Güzel. Bu gece nöbeti var mı? — Var. Var benim efendici- ğim. Bu gece yarısından sonra köşkün arkaya düşen yüzünde nöbeti var. Kapıdan giren Hacı Salihe döndüler. Kahveci başının geç kalan adamının göz kapakları kırmızı idi. Efendisinin başına gelenleri gece haber aldığı için «Sabaha kadar göz yaşı döktü- nü ve uyumadığını> söyledi. Sıra üzerine çökmüştü. Keder li kederli bakarak «Hayırlı işin olup olmadığını» sordu. Başları ni salladılar. Elindeki yazılı si- gara kâğıdını yamalı mintanı- nın iç cebine yerleştiren sıska arabacı yutkundu: —Allah izin verirse cevap ki me verilecek? — Memiş arkadaşı Mehmede mi, sana mı getirecek? — Nasıl olsa olur. Amma, bi- ze teslim etmesini tenbih ede- riz. — İyi ederdin. Sen de Salih efendiye getirirsin, — Salih efendiye? — Evet. Evvelce olduğu gibi. — Sen efendimizi bir daha göremiyecek miyiz? (Endişeli endişeli) bir emriniz olursa ha- ni... İleride sızdıracığı kaymeler i- çin endişelendiği bakışlarından Belli idi. Gülmekle acımak ara- Hifida tereddüt —geçiren üstadı fzâm, yüzünü ciddileştirdi: — Bizi görüp de ne yapacak- sın? — Bir şey olursa biz hakkını- zi Salih etendi ile göndeririz. (Kulağına eğildi) her defasında yüz kayme! On tane de sâna a- yak teri! o0. 76 Başka bir şey söylemeden İ- lerledi, Hacı Salihle birlikte cad deye çıktılar. Beşiktaşa doğru seğirten arabacının pabuçları ardına vuruyordu. — Hacı Salih yavaşça sordu: — Mektupları eskisi-gibi Tek BServi yokuşundaki eve mi tes- lim edeceğiz? — Oraya Ev sahibini - tanır mısiniz? — Muhtar beyi nasıl tanıma- yız! — Kahveci — başı — efendi mizin ahbabı değiller mi? Birden irkildiler. Az evvel Be giktaş çarşısına doğru seğirten Bıska arabacının soluk - soluğa döndüğünü görmüşlerdi. Bu se- fer, Hacı Salih kaşlarını çattı: — Ne var? — Sormağa unuttuk Hacı a- ğa, cevap getirir de sen efendi- mi bulamazsak? Pusulayı kime vereceğiz? Hani, acele bir şey olur diye düşündük de... &«Aferin!» dediler. Beğene be ğene baktılar. Salih efendi az düşündükten sonra «Bizi nerede bulabileceğini her sabah kahve- ci Hasan ağaya söyleriz> dedi. Öteki kuş gibi uçmuştu. Muha- fızlık binasının üst başındaki kalıpçı dükkânının önünde bir zaptiye ile karşılaştı. Mercimek gözleri üzerinde bir parmak ka- hnlığında kapkara kaşları var- dı. Etli göz kapakları altında hamam böceği sırtı gibi parla- yan küçücük gözlerini açarak sokulmuştu. Barbaros türbesi- nin ardına çekilerek sırtlarını duvara verdiler. Gökteki ağır bulutlar dağılmıştı. Mavi kubbe de parlayan ılık güneş yüzleri- ne vuruyordu. Uzun boylu biri, önlerinden geçerek deniz kenarı na indikten sonra, ağır ağır dö- nerek yüzlerine bakmıştı. Aldır madılar, Arabacı Abdurrahman bir elini pos bıyıklı jandarmanın omuzuna koyarak fısıldadı: — Bunda çekinip korkacak bir şey yok Memiş ağa karde- şim. — Bir görülür ve yakayı ele verirsek Hasan paşa muhafızlık kapısına asardı bizi! — Yok canım O cömert efen di gayet akıllı, cin gibi bir şey. Yazacaklarını sigara kâğı- dı Üüzerine yazdı. Sıkıya kaldın mı, bir solukta ağzına atar, e- ritiverirsin gider. Koynundan otuz tane sarı kayme çıkararak, gözleri büyü- yen mercimek gözlü zaptiyenin eline tutuşturdu: — Tam otuz kayme! — Ya Sinoplu Mehmede? — Ona da var, Yirmi de onun için verdi. (Gözleri parladı) da- ha da verir, Dedik ya, Karun gibi adam! Aldığı yüzün geriye kalan lisini ağzına bile almak ister 'yordu. Kayme desteciğini mavi sakosunun iç cebine yerleştiren Boyabadlı Memiş, şişkin cebini bir daha yoklayarak kâğıt toma rının yerinde olduğuna kanaat getirdikten sonra, dörde katla- nan sigara kâğıdını titriyerek ald. Uzun boylu ada- mın önlerinden bir daha geğ- tiğine dikkat bile etmediler: Bir kaç adım ilerledikten son- ra geri dönmüştü, Elindeki si- garayı göstererek kibrit istedi. «Kullanmayız!> diyerek cadde- ye çıktılar. Sabahleyin tekrar buluşmak üzere ayrılacaklardı. Boyabadlı zaptiye durup bacak- larını çatallandırdı: (Devamı var) MODASI Bu yaz ipekli emprime çok moda olacaktır, Zemin remerde, bej, ok re, kurşuni, bal rengi, sütlü kahve, pas, soluk yaprak, nil yeşili ve ki. raz kırmızisı esastır. Bunların Üze rine tabil veya — stilize edilmiş çi çiçekler ile geometrik değenler, tek veya iki renk olarak emprime edil. miştir. ((Tabil ipek) yine her zaman:ti gibi başta gerecektir, Emprimeler daha ziyade Şantung ve Krep Me- roken üzerinedir, Verdiğimiz modelleri - beğenip is tifade edeceğinizi ümit ederiz. kaRRAMNZ beyağ Yazan: BEHÇET SAFA Şükranın gözünün önüne dâ- vet gecesi geldi. Caz, şıklar, danslar Ve Sevimin hali... Son- a onların sgöfrası... Bu sofra- ah 'etfafında yedi kişi... Hep- Binin simasını, o sofra başında- ki halini batırlıyordu. Bu -ara- a Sevim... Kocası oridan dansa kalkmalarını istediği zaman ne kadar sevinmişti!... Birden sıçradı. Nazif başka bir sual ile onu bu hayalden ayırmıştı. — Fakat gariptir. Fikret, hâ diselerden hemen sonra ortadan kayboldu. Nereye gittiğini bili- iyor musun? — Zannederim Mısıra gitti. Belki de Suriyeye... — Halbuki o akşam birile bir Beyahâte çıkacağından hiç bah- #etmemişti, değil mi? — Aman Allah aşkına o ge- #Beden bahsetmeyiniz, — kapayı- Bik.ie — Peki... Kapattım. Amma Fikreti bir akşam yemeğe dü- vet et, Ben de tanıyayım şu za- ti Şükran bu dâvetten-pek mem 'nun oldu, Hemen Fikret, ne söy ledi. Fikret dâveti kabul etmiş- ti. Günü de tâyin edildi ise de son dakikada Fikret bir seyaha- te hazırlandığını ileri sürerek itizar etti. * v. Haziranın sonuna doğru Na- zif, Leylâ hala ile Şükrana bir haber verdi: - Kışın İstanbula «Osmanbey» de satın — aldığı yeni eve taşınacaklar. Bu haber ikisini de hayrete düşürdü. Ev satın almak arzusu ona nereden gelmişti? Şükran: — Ne tarafta bu ev Nazif ağabeyi? Kaç oda? Nazif Osmanbeyin yan sokak- larından birinde iki katlı, kü- Tefrika No. 56 çük bir bahçesi olan ferah, ay- dınlık bir ev tarif etti: — Bir iki ay sonra taşınırız. Kışın burada yaşamak — kolay değil Bana çok güç geliyor! de- di Leylâ halı — O halde; dedi. Bize yapıla cak bir çok iş var, Tabil evi da- yamak, döşemek, badanası, tapi- Börisi İle meşgul olmak... Bun- lar kadın işidir. — Hayır. Sizi yormamak için bizim Suzana söyledim. Ne ica- bederse yapacak. Bu söz Üzerine aralarında bir süküt geçti. Suzan, Nazifin dak tilosu ve muhasebecisi olan kız, becerikli, hareketli, anlayışlı bir mahlük olduğunu herkese kabul ettirmişti. Mükemmel bir memurdu. Güzel denilebilirdi. Kendini aile erkânı arasına bile sokmuştu. Bununla beraber bu vaziyetten istifadeye kalkmaz, YE IŞASLAN[İK' Mesleğiniz Şimdiye kadar sizlere ten, ev idaresinden bahsed ? Ev Kadını her hafta modadan, yemel lik olsun diye, şehrimize gelen maruf Amerikalı mu- harrir Miss Dorothy Thompsonun ev kadınlığı mesl. gi hakkında yazmış olduğu gayet ente: leyi nakletmeyi makaleyi okuduktan sonra faydalı buldum. #san bir maka- Ümit ederim ki bu hepimiz ev kadınlığı vazi- femizle iftihar ederiz. Geçen gün bir arkadaşım mat bu ,bir fiş dolduruyordu, birden bire içini- çeketek kalemi elin- den biraktı. — İnanır misin, bü fişlerde Mesleğinizç sualine: Ev kadını! diye cevap yazmak çok sinirime dokunuyor.» Şaşırarak — sordum? ne münasebet?> «— Tabii ya, bunu yazarken bugün - Üniversite - mezunu bir kadın olmama rağmen bunca ge ne hiçbir gey yapamayıp sadece bir ev kadımı olarak kaldığımı görüyor ve çok Üzülüyorum.» «— Şekerim, sen 29 senedir vazifeni en ideal bir gekilde yap tın ve yapıyorsun, hâlâ nasıl o- luyor da bu İki kelimenin ihti- va ettiği mânayı küçümsüyar- sun önü anlamıyorum. Oraya yazdığın ev kadını yerine: An- ne, hanım, hizmetçi, Idareci, nş- çı, dadı. terzi, dahilf dekoratör, Mmuhasebeci, vekilharg, — hususf kâtibe veya sadece (hayır a>- ver) deseydin, kim aksini inkâ: ra kalkabilirdi?> <— Çocuk musun ayol, hayır sevenler para veya mal teberrü edenlere denir? «— «Hayır> diye sözünü kes- tim, <Hayır sevenler — Insanlığı seven ve bu sevgi uğruna feda- kârlık eden kimwelerdir. Unut- ma ki sen bütün hayatınca ener Jini, maharetini, — istidatlarını hizmetlerini bu Fevgi uğruna harcadın.» Arkadaşımın yüzü — aydınlan- di: <Evet, harcadım amıma y ne nâmütenahi sevgi ile mükâfat Tandırıldım.» «— Aynı zamanda da serbest bir kadınsın, bundan daha Iyi ne olabilir?» t Güldü: «Serbest Mi? —Bazarı kendi kendime, ruhumun - bile bana ait olup olmadığımı gora- rim. «Neden, Tabii senindir. kardeşim, çünki para için hiç bir şey yap- mış değilsin.» <— Evet hakkın var, fakat görüyorsun ya elli yaşıma gel- dim ve gençliğimde yapmak is- tediğim hiç bir şeyi yapamadım. Meselâ Pivanoyu 25 yaşında i- ken çok daha iyi çalıyordum.> «— Ama çocuklarının — hepsi Müziği seviyor ve müzikle meş - kül oluyorlar. Buna — sebep sen değil misin? Evine müziği sen getirdin.> Mütevekkilâne başını salladı: vet, hep başkaları için yaşanan bir hayat, ama ömrüm de on para bile kazanamadıın. Zaten bir çok ev kadınlarının ü- züldükleri nokta bu değilmi- dir?> «— Hakkın var, senin başka- ları için yaşaman — Napoleonun veya bir Kraliçenin başkaları 1- çin yaşamasına benzer. Doğrusu senin bu kendine acımana ben iştirâk edemiyorum kardeşciğim çünki sen kendine —mesleklerin en güzelini seçmişsin. ...» Bu sözlerimde çok samimi i- dim, Çünkü arkadaşım 21 yaşın da lise hocalığı yaparken evlen yerini bilir, işini asla ih - Mal etmezdi. Her zorluğu gü - Jer yüzle karşılayan ve halle- den bir kadın... Nazifin yazıha- nesini, işlerini tek başına idare ettiği muhakkaktı. Hattâ bazı rivayetlere göre Nazifi de o ida re ediyordu. Görünüşe göre ne ihtiyacı, ne isteği vardı, Leylâ hala yeni binanın ter- 'tip ve tefrişi işinin de ona hava- le edildiğini işitince durakladı: — Nazif oğlum, dedi. Ben bu kadının... Bu kızın elinden her iş geldiğini, bir evi dayayıp dö geyebileceğini -bilmez - değilim, Amma... Ne bileyim... Kadm- lar oturacakları evleri kendile- ri tertip etmek isterler. Odaları- nn her teferrüatile kendileri meşgul olmak isterler. Beni bir tarafa bırakın amma elbet Şik- ranın fikrini almanız Jâzımdı. Onun bu işte canı sıkılırsa ma- zur görün. Nazifin canı sıkılmıştı. — İşin doğrusu size her şeyi hazırlayıp bir sürpriz yapmak istedim. Leylâ hala alaycı bir eda ile Bgülümsedi. Şükran sesini çıkar- madı, Neden sonra dedi ki: — Canım, muhakkak ki Su: zan hanım zevk sahibi, pişkin lerdim. Bu hafta bir değişik- ' di. Kocası mütevazi bir memur- du, İlk ilç #ene içinde Üç çocuk- ları oldu, çok az bir maaşla ge çiniyorlardı, buna rağmen gayet Bevimli bir evde yaşadılar. Bir gün kendisini ziyarete gitmiş - tim, Oturma odasının duvarına kendi eliyle kâğıt kaplıyordu, fa kat bunu ne zevkle ne kadar se- ve seve yapıyordu!.. Sofraların da hiçbir vakit kötü yemek bu- Tunmadı. Çünkü o mütevazi büt gelerine rağmen arkadaşım çar - Hi pazar dolaşır asgâri para ile en iyi gıda maddeleri almanın yolunu arar ve sonra onları evde binbir özenle pişirirdi. Çocukla Ti küçük iken elbiselerini hattâ paltolarını kendisi dikti. Hiç bir vakit «Aman, tasarruf için ken- dim dikiyorum ya, nasıl olursa olsun> diye düşünmedi, evlâtla- Tni zevkle İtina ile giydirebil - mek için Akşam San'an Mekte- bine devam etti. Bu meyanda, kocasının yazdığı kitabın müs - veddelerini kendi eliyle daktilo- ya çekti. Yavrularının pianoyu zevkle çalabilmeleri için onlara düetolar hazırladı ve çaldı. Tah- sil çağlarında — onlarla beraber derslerini hazırlamalarına — yar- dım etti. Çocukları - büyüyünce parasız tahsil imkânını elde et- meleri için onları imtihana ha- zırladı ve meccanen liselere yer leştirmeye muvaffak oldu. Yü- künün bir parca hafiflediğini gö rünce Hayır Cemiyetlerine gir - di ve çok faydalı bir âzâ oldu. Şimdi mesleğinde bu derece muvaffak olmuş bir insanın «Ömrümde hiç para kazanama- dım> diye hayıflanması doğru - mudür' Sevgili okuyucular! Eğer içi- nizde ayni —düşünceyi taşıyan EV KADINları Vatsa, şöyle dü - şününüz: «Ben gahsen para ka - zanmıyorum, fakat akıllıca yap tığım tasarruftan ve Ev İdare- sinden kocam neler — kazanmı - yor!..> EV KADINLARI! hayatta bir meslek sahibi olamadım, hiç bir şey yapamadım diye üzülmeyi- niz.. Yuvayı yaşatan, büyük u- damları, büyük adam yapan, kül tür, medeniyet ve meziyetin kay nakları sizlersiniz. «EDER SÜUDU TEALİ KA- DINLIĞI İLE ŞU DÜNYA» di- yen şairimiz ne güzel söylemiş. Ev kadınlarının dünya çapında ki rolünü ne güzel belirtmiş. Eğer size düşen vazifeleri tam | manâsiyle ifa ediyorsanız, ha - yatta en güzel mesleği intihap ettiğinize ve bDunda — muvaffak olduğunuza emin olabilirsiniz, işten anlar bir kızdır. Her hal- de fena bir şey yapacak değil- dir. Fakat biz Osmanbeyde sı- kılmıyacak mıyız? Nazif derhal atıldı: — Sıkılmak mı? Ne münase- bet! — Beyoğlu yanıbaşınızda. Sonra bir çok konukomşu... Mu hakkak bir çok tanıdıklarınız olacak ve muhakkak bir çok ta- nıdıklarınız. zuhür. edecektir. Göztepe gibi kışın kimse kalma dığı tek ve tenha bir yerde o- turmaktansa Osmanbey gibi ka labalık bir yer tercih edilmez mi? Şükran dudaklarını büktü: — Tanıdık elde etmek kolay iş değil... Konukomşu ile müna sebet tesisi aylara, senelere ba- kar. Tesadüfler lâzım... — Evet amma bir iki dost ai- le sizi başkalarına tamıtacaktır. Meselâ bizim Samiler, aldığım evden biraz ötede oturuyorlar. Onlar vasıtasile yeni dostlar, ah baplar, komşular peyda edebilir Biniz. Şükran birdenbire donakaldı Demek Samilerle komşu olacak lardı!... Şimdi bu durup durur- ken gehirde bir ev satın alma- nn mânasını anlıyordu. *| dar inceldiğini «T r Hazırlayan : **I LSMII(A Al(SLA.NLle Kısa zamanda belinizin MCeMesıi İSLEr WhS.h.Z ? Bu hişcaci güyel üz Lir zaman. da tesirini gösterir, 1— Kollarınızı açarak arka üs tü yatınız. Z — Sol dizinizi - belinize kadar çekiniz, - (Göğsünüze kadar — değil, sadece belinize) $ — İkinci resimde gördüğünüz gibi kalçanızı sağa dogru dündü. rün, ta ki soi budunuz belinize mu vazi bir hat teşkil etsin, 4 — Bu vaziyette bacağınızı hız la yukarı doğru çekiniz ve yine hız la düzeltiniz. 5 — Ayni hareketi sağ bacağını za da tekrar ettirin. ÂAz zaman sonra belinizin ne xa hayretle görecek. sinia, $ y £ aa y U 4 Saçlarınızın sıhh Sevgili okuyucularım, bu 4 kaide saçlarınızın sıhhati bakı- 'mından çok mühimdir. 1 — Hastalık, üzüntü çok ça- lışmak, saçlarınızda derhal — te- &'rini gösterir. Yemeğinizin kuv vci gıdaisine dikkat ederek ye- yiniz. Eğlencenizden, temiz ha- 'vadan ve bol güneşten kendinizi 'nahrum bırakmayınız. GEZRAMAZA Yazan: Eski bir pehlivan Halk askerin bu ani sıyrılışı ve kurtuluşu karşısında o ka dar büyük bir hayrete kapılmış tı ki onun bu hareketini alkış- lamak hiç kimsenin aklına gel- miyordu. Ağızlar bir karış açık olduğu halde herkes gaşkın ga kın olan bitene bakıyordu. Herkesin bu kadar Ümitsiz bulunduğu bir sırada asker na- sıl olmuştu da bu müthiş kurt> kapanını söküp ayağa kalkabil- Mmişti? Hiç kimse bu sırrı çöze- miyordu. Nihayet halk kitlesi dan bir ses yükselebildi: — Yaşa asker! Bu ses, gök gürlemesinden ev vel çakan bir şimşek tesiri yap- tı ve birdenbire koca meydan müthiş bir alkış ve haykırış tu» fanı içinde adeta yerinden öy- nadı. Bu alkışlar, bu haykırışlar A yıboğan Hasanı adeta kudurttu ve birdenbire askerin göğsüne bir yumruk vurdu. Asker hiç beklemediği bu hareket karşısın da biraz sendelemekle beraber hemen kendisini - toparladı ve birden ileri atılarak Ayıboğanın Suratına müthiş bir tokat y pıştırdı. Güreş artık güreş olmaktan çıkmış. iş kavgaya dökülmüş- tü. Pehlivanların böyle birbiri- ne girdiğini gören halk da ayak lanmıştı. Vaziyetin vehametini idrâk eden cazgır hemen kendi- sini iki pehlivanın arasına ata- rak onları birbirinden ayırdı: — Ayıp değil mi? Burası kav ga yeri değil, güreş yeri, er mey danıdır. Diğer taraftan halktan da giddetli itiraz sesleri ve tehdit- ler yükselmeğe başladı: — Bu ne biçim güreş? — Yumruğu Hasan pehlivan vurdu! — Hasan pehlivan bir araba sopayı haketti. — Gösterelim şuna nasıl gü- reşilir... Bu açık tehditler Hasan peli- livanın aklını başına getirdi. Şa ka değil, hakikaten bir araba sopa yemesi işten değildi. Çün kü seyircilerin kahir ekseriyeti Hüseyin ağanın misafirleri idi. Ve görünüşe göre askeri tutu- yorlardı. Fakat cazgırın tam vaktinde yaptığı müdahale, her hangi başka bir hâdiseye meydan ver medi. Ayıboğan gerileyince as- ker de durdu. Cazgır: — Doğru güreşin! İşi kavga- ya döken mağlüp sayılacaktır! diyerek iki pehlivanı yeniden ka piştirdi. Güreş böylece tekrar başla- dı. Ve Ayıboğan tekrar askerin üstüne hücum etti. Fakat asker bu hücumları UÇ Karaeş.er gal0sü ü rasın- Yemek köşesi l duzkua 200 z200 150 150 Yumartaların sarısı ayrı, beyazı ayrı kaplara Konur, Sarılara pudi ra şekeri kKonup 15 dasika — karış fırılır. .Akları da ayrı kapta katı kar haline — getirilir. Elenmiş un, yakmadan eritilmiş tereyağ, vanli| ya llmon kabuğu rendesi bir ara. da tahta spatülle karıştırılır,, Yağ Jdanmış, unlanmış kalıba katı kar haline getirilmiş aklarla - beraber doldurulür, Kızdırılmış fıirında elt 'tan hararet vererek S0 daxika pişi rilir. Fırından çıkarıldığı zaman ka hptan da çıkarılarak soğutulur. 150 gr. kayısı 600 gr, su ile ate. ge konur, dağılıncaya Kkadar pişiri. lerek tel süzgeçten geçirilir, — 150 Er, Kristalize şeker ile tekrar ate şe konur ve arasıra karıştırılarak aaynatılır. Tamamiyle soğuduğu zaman gatonun Üzerine sürülür ve temizlenmiş badem ile süslenir. atine itina ediniz yınız, zaten güzelliğin — başlıca Bartı temizlik değil midir? 3 — Saçlarınızın parlaklığıcı muhafaza ediniz. Bunun için de şampuanla yıkamak ve her gün fırçalamak İâzımdır. 4 — Yıkandıktan sonra d a saçınıza nemli tiken biçim ve- tİp kurutunuz ki, her zaman gü- zel kokulu, revnak nefis. saçlara 2 — Saçlarınızı temiz — tutu- (Devamı var) nuz, her hafta mubakkak yıka- malik olabilesiniz. vir 9 MAYIBS 1949/ N | İGÜREŞLERİ Tefrika Na, 76 Hasan Pehlivan Bir Araba Sopayı Hakettli ters elense ile önliyerek Ha- san pehlivamı gaşırttı ve bir- den dalarak tek paçadan kaptı. Ayıboğan paçasını kurtarmak için budamak İstedi. Asker de hemen kaz kanadını vurdu. Ayağı yetişemediği için çengel yetiştiremiyeceğini bildiğinden Ayıboğanı sağa, sola doğru sarsmağa başladı. Ayıboğan kaz kanadından bir türlü kur- tulamıyordu. Asker birden ©- u öne doğru süratle çekip a- şağıya doğru büktü ve böylece bastırdıktan sonra hemen ar- kasına geçerek sarmayı vurdu. Ayıboğan büsbütün kızmış bulunuyordu. Sarmayı gökmek ayağa kalkabilmek İçin bütün varını yoğunu ortaya koyuyor, bütün kuvvetile — cırpımıyordu. Fakat asker onu öyle mükem- mel bir surette bağlamıştı ki bütün gayretleri bosuna ridi yor, bir türlü kurtulamıyordu Halk askerin bu ustalıfını 've Ayıboğanın altından - kalk- tıktan sonra onu bastırısını büyük bir heyecanla seyredivar ve durmadan kendisini alkışı lıyordu: — Yaşa asker! — Aferin asker pehlivan? — Al künde, — Saydır Ayıboğana yıldıze Yarı! Askerin gösterdiği bu usta« lik ve kuvvet karsısında Ser>z beyi de şaşkına dönmüştü. Ru sırada giyinerek yanına gelmiş olan Madrah Halile döndü: — Bu nasıl pehlivan böylef 'e sordu. Madralı başı önünde cevap verdi: — Çok pehlivan beyim. Gü- reşi bir türlü uyduramadım. Benden çok pehlivan! — Ayıboğan da birşey ya« pamıyor. — Yapamaz - beyim! kapanından sıyrılışını diniz mi? — Seni yendiği zaman çok yorgundu. Ben de Ayıboğan birşey yapacak sanmıştım. — Ayıboğan pehlivan değil, hamal, Artık ayağa bile kalka maz. Bu kadar güreş yaptım. Yendim, yenildim. Böyle bir pehlivanla karsılaşmailım. — Nereden öğrenmiş gü-eşi? — Bilmiyorum. Fakat çok iyi bir ustadan ders almış. — Hüseyin ağa nerede bul- muş bunu? — Bu pehlivan Hüseyin a- ğanın pehlivanı değil.. Serez beyi dikkatle Madra- hya baktı. Madralı devam ettir — Neden onun pehlivamı ol- Bun? Bir asker.. Az evvel ar- kadaşlarından birile konuş- tum. Rüsçuktan geliyorlarmış. Topçu askeri imiş. Tesadüfen güreşi duyunca buraya gelmiş- ler. t (Devamı var? (OKUYUCUŞ SA © N 3i Seçimler yaklaşırnva Niğde'de siyasi bas'ı mı yapılıyor! Niğdede Niğde bankası vezne- di: Kerf gö darı Mustafa — Üçler'den aldığır miz bir mektupta — şöyle denilk mektedir: «Niğdede şimdiye kadar pars ti hareketleri yoktu. Her ne kas dar şehrimizde bir. Demokrat parti mevcut idiyse de hiç bir fa aliyet gözükmüyor, halk, parti işlerile alâkulanmıyordu. Fakat 1950 seçimlerinin - yaklaştığı yık günlerde C. H. Partinin tazyikila Niğde belediye reisinin sebepsia vazifesinden menedilmesi ve ay-« ni zamanda doktor olan bu zatın Safranboluya tâyin edilmesi v lâyetimizde birdenbire siyasi bir. heyecan havası yaratmıştır. Va« zifeden men sebebi, bu zatın se« gimlerde miletvekilliğini kazan- masından korkulmasıdır. Her ne kadar bu zat muhalif partilere mensup değilse de, C. H. Partisi, seçimlerde kendi namzetlerinin kazanmasını üstemektedir. C. H. P. nin tazyikile yaptırı. lan bu yer dediştirme hâdisesi bir kasım halkın C. H. P, den is- tifa ederek hemen Mület Partisi- urmasına sebep olmuştur. C. H. P. nin kendi elile Niğde- de kazdığı kuyuya düşeceğine muhakkak nazarile - bakılmakla beraber, Niğdeye sekiz senedir başarılı hizmetleri dokunan ve bildistisna herkes tarafından se- vilen belediye Tesinin yerinin değiştirilmesi halk toplulukları arasında derin bir infial uyan - dırmıştir.>