—ç BAYFA : 6 NÂ a z Oda kapısını «Zaptiyeler geldi, diye kekeledi Tefrika No. 68 — İşte bu Nuri beyin refi - kası «Tiranedil» hanım Valde Sultan dairesinden yetişme ol- duğundan Mehmed efendinin ailesile münasebeti vardır (Göz lerini açtı) sizin anlıyacağı - Yız, ikisi de saraylı ve — kapı yoldaşı olduğundan, — mes'elo bu vasıta ile hatib efendinin kulağına çalınmış! — O da size söyledi tabii? — Maalesef öyle oldu ve ca- mide bekledik. Muhacirler ora- da toplanıyordu. Silâhlar patla dığı zaman dahi bulunduğumuz yerden duyuyorduk. (İçini çe- kip başını salladı) yazık! İşte feci âkıbet! (Gözlerine baktı) — Siz nasıl haber alamadı- mz? — Hiç birini tanımam. Yalnız Ali Suavinin adını duymuşlu- ğumuz var, Ne ise, Allah rah- Mmet etsin ve takslratını affet- sin diyelim. Kalem sahibi, malü matlı adam olduğunu söy- lüyorlar. — Öye, Değişmeyen kader hükmü yerini buldu diyelim. Asıl bizim endişemiz başka. Al- lah bilir iki gecedenberi gözle- rimize uyku girmiyor. Sizden az evvel, Hal Mehmet efendi- min tevkif edildiğini haber a “dik. Serasker kapısındaki dıvanı harbe sevketmişler! Kleanti sarsıldı. Hatip Meh- met efendi kendisinin «Millet Se lâmeti» cemiyetine de mensup- tu. Hattâ, üç buçuk ay evvel su yolu kapatıldığı zaman, Sul- tan Hamide yapılması düşünü- len suikasdde, padişahı öldüre- cek adamı gizlice «Hünkâr ma- halline saklamayı» üzerine bile lmıştı. Bir sorgu neticesinde ağzından bir şey kaçıracak olur Ba, gizli eemiyetin öteki âzala- yının da meydana çıkarılmaları ihtimali vardı. Kederli kahveci başı bir daha içini çekerek «Bu — gpten biz de endişe ediyoruz.> — — Tabil Mehmet efendinin ya manda' bulunduğumuz — anlaşıla- cak. — Ondan ne çıkar? — Bizi de yakalayıp divamı harbe sevketmek çıkar! «Abdül- hamid efendi> yi bilirsiniz. Fır- satı ganimet bilecek ve hazır ele vesile geçmişken Sultan Murada mensup olan ne kadar aklı başın da adam varsa, hepsinden bir anda kurtulmak istiyecek! Si- zin için bile endişe edilir. Pek dikkatli ve ihtiyatlı davranınız. — Bize kalırsa... — (Yutkun- du) gu bizim Salihi bulma işin- den de bu aralık vazgeçmeniz hayırlı olurdu! (Ayağa kalktı) bir ip ucu elde etmiye muvaffak olurlarsa, çorap söküğü gibi geç mişteki bütün teşebbüsleri mey dana çıkmasından ve arkadaşla- Fın birer birer avlanmasından korkulur! Endişeli - endişeli bakıştılar. Gözlerini, güneş dolu bahçedeki yeşil yapraklı ağaçlara çeviren Bgök gözlü adamın içine bir ür- küntü esintisi dolmuştu. <Çat, çat> kapı çalınması sesleri duy dular! Yıkacak gibi çalıyorlardı. Bir- den oda kapısını açan besleme kız: «Zaptiyeler geldi» diye ke- keledi, — Ne istediklerini sordunuz Eğridir Belediye Başkanlığından 1 — 29580 Jira 70 kuruş bedeli keşifli Eğridir. İçmesuyu havuzunun bakiye inşaatı açık eksiltmesi müsadif sah günü saat huzurunda yapılacaktır. 2 — Teminatı muvakkate 1464 lira 82 kuruş bono, banka mektubu, gayrimen 3 — Taliplerin ve şeraiti öğrenmek istiyenler şartnameleri bergün Eğridir belediyesinden meccanen görüle - bil , TUUMUUMAAMAAMAAAAARARARRAAANARARAMAN. İĞNELİ FIÇI: Darılmak gü- cenmek olmasın #amma Allah bi- lir biz. sayın Başbakan 1 m 1- n âdeta — unut- llt nuştuk. — Bir - yandan Dişişle- rl Bakanının se yahatleri, diğer taraftan Ticaret ve Ekonomi Bakanının ümitler karıcı, gönüller üzücü beyanatı bizleri o kadar kendi derdimize düşürmüştü ki Aartık kimsenin varlığile yokluğunu — düşünecek halimiz kalmamıştı. Bu halde 1- ken birdenbire Başbakanımız ga- zetecilere beyanatta bulundu ve #öz arasında: «Ben bir iğneli fı- çI içinde oturuyorum!> dedi, İğ- neli fıçı malüm olduğu Üzere Ya hudilerin Müslümanlar hakkında tatbik ettikleri söylenen bir İş- kence şeklidir. Sözde mahalle a- rasında eskiler alayım diye do- lasan Yahudiler çocukları çala- Tak çuvala koyarlar ve gizli bir SULTAN MAMISDEN KABUSLARI 10/5/949 — tarihine 15,00 de Eğridir Belediye komisyonu Gup — nakit, YAZANI £ YAYHAN açan besleme mu? — Hanımefendi haber vermeden kapıyı açma! dedi. Cadde üzerindeki basık oda- nan cumbasına atıldılar: Bir ko- lağasının ardında uzun kasatu- rah ve al fesli Üç zaptiye! «İşte bizi de almağa geldiler.> diye fısıldayan kahveci başı, ağ zını kafes deliğine yaklaştıra- rak öksürdü: — Kimi istedinizdi? — Az aşağı geliniz. — Amma, siz kimi — riyorsu- nuz? Yanlış olmasın ? — Yok yanlış değil. Sabık kahveci başı İbrahim beyin «ha nesiz değil mi burası? Az kapı- ya gel! Köh köh öksürüyorlardı. El- leri ve dizleri titriyen ev sahi- bi, ardında dimdik duran Kle- anti Skalyeri'nin bileğine yapışa rak merdivenlere doğru çekti. Sokak kapısına giden taşlık ar- dındaki mutfak kapısından sık ağaçlı bahçeyi gösterdi: «Dur- mayınız.> — Durmayınız! evde evrak arıyacaklardır. Sizi burada gö- rürlerse yakanıza yapışırlar ve benimle beraber götürürler. — Arkada bahçe kapısı var. Köşeyi dönünüz. Bostan önün- den caddeye çıkarsınız! Sarılışıp öpüştüler. Pantalonu nun cebindeki küçük revolveri sakosunun cebine alan üstadı fzâm, kuyu bileziği yanından saparak ağaçlar arasına daldı. Kapıdan dar sokağa, bostan ö- nünden caddeye çıkmıştı: Selâ- met! Fıstık gibi atları kafa tutan boş bir kira paytonu geliyordu. kolunu kaldırarak işaret vermiş ti: Arabacı dizginleri çekince at ladı. Beşiktaş iskelesine cıktığı za- man öğleye tam iki saat vardı. Paşa mahallesinde Hüseyin ağa nın kahvesini arayacaktı. Hiç güçlük çekmeden babası- nin evi imiş gibi bulmuştu. Mahalle kahvesini işleten kah- veci, sayılı müşterilerinden bam başka bir adamın ocağa sokul- duğunu görünce, kiralık ev ara- dığını sanarak «Serencebey yo- kuşunda kutu gibi bir evceğiz var> diye ellerini ovuşturdu. Ö- teki gülümsedi: — Ev aramıyoruz. (Bir çey- rek toka etti) (1) Müşterileri- nizden birini soracağız. — Emir buyurursunuz beye- fendi hazretleri, (Yerden temen na) etti emir buyurursunuz. — Semtte bir arabacı Abdur- rahman olacak, Buraya çıktığı- n haber aldık. — Evet, bizim Abdurrahman. (Etrafına bakındı) az evvel bu- rada idi. (Mırıldandı) Hay mü- barek oğlan! Çalı kuşu gibidir. Bir yerde aram edemez! Çok lâ zam mı idi beyefendimiz? — Yok. O kadar değil. Bir ah bap hakkında sağlık istiyecek- tik, Sustular. Yağlı müşteriden üç beş ku- ruşcuk daha koparabileceğini tahmin eden kahveci: «Bir acı kahvemize tenezzül buyrulmaz m1?> diyerek ellerini bir daha oğuşturdu: (Devamı var) nkal ipoteği kabul edilir, fenni ve özel Evliya Çelebi Üsküdarın ev- leri (eski ve dar) olduğu için Üsküdar adı verildiğini kay- deder, tabit bu, Çelebinin gü- zel buluşlarından biridir. Bi- zans zamanında Hrisopolis dini taşırdı. Ağamemnun'un oğlu Hrises'in bu semti kurma sından bu adı aldığı, Bizans tarihçilerinin - rivayetlerinden- dir. Üsküdar adının ne şekilde verildiği hakkında kat'i bir ma lümat yoktur. Yalnız Bizans- hların Skutariyon adını verdik leri askerlerini - burada barın- dırmaları, semte bu adı vermiş £ENİ SABAH YURDUMUZUN Eski Üsküdardan Kızku lesi ve İstanbulun görünüşü olabilir; bu ihtimal, bir çok ta rihciler tarafından kabul edil- miş bulunmaktadır. Bizans zamanında, Kadıköy ve civarı, sarayları ile ve tica- ret merkezi oluşu ile genişlemiş bulunduğundan Üsküdar, Ka- dıköyünün bir semti halinde i- di. Milâddan önce 508 yılında Dâra buraları fethederek hük- mü altına almıştı. Yine Milâddan önce 410 yı- hnda Sizik kıtasını fetheden Alisiliyod, buraya da hâkim ol- muş, gelip geçen gemilere nak- lettikleri malların onda birini vergi olarak ödetmişti. Meşhur on binlerin döküntüleri Üskü- dara türlü türlü mallarla gel- mişler ve getirdikleri ganalmi burada kurdukları pazarda sat mışlardı. Atinalı general Hares, Bi- zans üzerine yaptığı bir sefe de önce Üsküdar burnunu iş- gal etmiş ve bu suretle Bizans- hları mağlüp etmişti. Hares'in karısı Damolis'de burada öl- müş, kendisine bir türbe yapıl- mişti. Üsküdar Milâdın 626 yılında Üsküdar Bizans Devrinde İranlıların, 710 yılında Arapla- rın ve 782 yılında Arapların is- tilâsına uğradı. Bizans impara- torlarından Nisefor Fokas, ön- ce Üsküdardaki kuvvetlerinin başında kendisini imparator i- lân ettirerek böylece Bizansa hâkim olmuştu. Haçlılar ordu- su da zaman zaman Üsküdarı istilâ etmiştir. Buradaki sa- Bizans imparatorlarının sık sık ziyaret ettikleri bir sa- raydı ve büyük seferlere daima Üsküdardan sefere - çıkılır, bü- tün hazırlıklar burada yapılırdı. ray, «Jcan Cocteau> nun edebi riya setinde bulunduğu «Jean Mara- is> trupu ilk temsili olan «Müthiş Ebeveyn> piyesini evvel- ki akşam «Atlas> tiyatrosunda verdi. İstanbulun en büyük (Sal) ine malik bulunan bu bina « iğne a- tılsa yere düşmiyecek> tâbirine tamamen uygundu. Tek boş yer bulunmadığı için temsil kapalı gi-; ge ile yapıldı. : Saat dokuzu çeyrek geçe Jean Cocteau, perdenin önüne gelerek temsili görmek Üzere gelen zeva- ta teşekkür etti. Bir peruka dene cek kadar kıvırcık ve çitişmiş bir saçın tamamen örtemediği geniş bir nasiye vakit vakit zekâ kıvıl- cımları saçan bir çift mânalı göz... Fırtınalarla yorulmuş bir sahili andıran mat ve donuk bir sima... Ondan sonra müstehzi bir çift dudak... İşte Cocteau! Büyük edip halka teşekkürü o kadar nüktelerle, cinaslarla süs- leyerek yaptı ki sahneden taşan Fransız inceliğinin zerafeti kar- gısında hayran olmamak kabil değildi. — 5165 — yere götürerek iğneli fıçıya yu- varlamak suretile kanını a'ıp hamursuza katarlarmış. Baştan aşağı uydurmasyon olan bu ef sane Başbakanınızın nereden ba, tırına geldi? Eğer bunu bir ra- hatsızlık serbolu olarak zikredi- yorlarsa ya bizler ne diyelim? Başvekil nihayet iğndi- fiçi- da, fazla üzülüyorlarsa bir iğne- siz fıçıya nakli mekan edebilir- ler. Ya bizler gibi pahalılık ka- zığına oturanlar ne yapsınlar? Bir gece Nasraddin Hocarın evine hırsızlar girmişler, istişa- Te ederlermiş. Birisi: Hocayı öldürelim, Keçiyi de keslp püryan edelim. Karısını da dağa kaldırıp oynatalım. Demiş, Bu kararı Hoca ile beraber ka- n da işitmiş: — Aman efendi! demiş, ne ya pacağız şimdi? Hoca: — Sus be kadın, demiş. Sana ne oluyor? Senin işin iş.. Keçi ile bana gor. Eserinden bahsederken tavazu gösterdi. «Size şahsımdan ve eser 7 Yazan: Jean Marais trupunun ilk Müdhiş Ebeveyn Reti” Cevad ULUNAY lerimden bahsetmeğe mecbur ol- duğum için itizar eylerim, Fakat daha İstanbulu görmedim... Onun ince güzelliklerini tatmadım., Gör seydim ve tatsaydım o zaman gü zel şehrin bizde husule getirdiği intiba anlatırdım!> dedi, Başında bulunduğu kumpanya hakkında göyle söyledi: «Bu, bir dost kitlesi karşısında oynayan | Mış bir aile...» diye tasv bir dost kitlesidir!> Ondan sonra artistlerin halka takdimine sıra geldi. Cocteau evvelâ madam (Yvonne de Bray> » sena etti. Ondan sonra madam (Gabrielle Dorziat) yı ve sırasile kadınları tanıttı; erkekleri de birer birer takdim etti. Arkadaşları hakkın- da o kadar tatlı o kadar güzel fikirler, sözler, zarif nükteler bul du ki halk hemen hemen her tak dim resmini bir alkış fırtınası ile karşıladı. Bunu müteakip Cocteau ayni zekâ ve incelik oyunlarile piye- sinden bahsetti ve sahneyi ese- rine biraktı, * «Müthiş Ebeveyn> mevzuundan en ufak mükâlemesine kadar o- ya gibi işlenen bir eserdir. Pro- gramda eser: «Şaşkınlığa uğra- edili- yor. Bunun Frenkçesi - «Une fa- mille en desordre» olduğuna gö- re (desordre) kelimesini (şaşkın- hk) diye tercümenin de müte! cim için bir şaşkınlık eseri oldu- ğuna hükmeylemek icabediyor. «Müthiş Ebeveyn> in en büyük hususiyeti ehemmiyet bakımın - dan bütün rollerin at başı bera- ber yürümekte olmasıdır. Anne rolünü yapan Yvonne de Bray, baba rolünü yapan cel Andre, «Leo Hala» yı yapan madam Gabrielle Dorziat, Michel rolünde Jean Marais Madaleine de Gaby Hepsinin rolleri mühim... Ve İğneli fıçı - Hayat pahalılığı - Şarlonun yeni filmi - Milletin malı deniz - Tarak dubası HAYAT PAHALILIĞI : Artık o ha- le geldi ki bu Kalimeyi yazar- ı f ken kendi ken- v d Gimden utanıyo © rTüm. — Fikretin Âi «Hayat> başlık & h bir manzume- Bİ vardır; sBöy- ler söyler de nihayet bir yerin- de; Bu gün teneffüsü yorgun kadid bir sürü Ah! Olan bu cem'iyet diye bağırır, Sanki koca gair, manzumeyi bu günler için yazmış.. Fakat gel de Ticaret 'Bakanına lâf anlat. Mübarek «Hayat ucuzlamaz!» dedi; arkadan da: «Bazı memleketlere kıyasen bizde pahalılık varsa da 1938 se- nesine nisbetle hayat pahalı de- Bildir!> deyip kesti. Düşünüyorum: Acaba Ticaret 've Ekonomi Bakanının «Ucuzla- maz: dediği hayat, çocukların gokakta kutu ile sattıkları Ye- 'at karamelâsı olmasın. a ŞARLONUN YENİ FİLMİ: ni ç eteler bü- r* Oyük — sanatkâr 10'nun, Rus 1 propagand a &1 T| yapıyor diye A- Çj Merikadan — ko- , Vülmak üzece cl duğunu yazıyor Jar, Hitlerin yerden alip gök- Sr KU ÜSS temsili: hepsi de ne kadar güzel oynadı- lar. O ne tabilik! O ne samimiyet- ti. Bu eser «Müthiş aile> adı ile bizde de oynandı. Acaba o «Müt- hiş Aile» bu «Müthiş Ebeveyn» midir? Karşımda Jean Marais'yi, bu- günkü gençliği harikulâde bir kudretle temsil eden bu mükem- mel sanatkârı gördükçe bizde oy nanan piyesin bu olduğuna ina- namıyordum. Yvonne de Bray Yaşadı. Ya Madam Dorziat?! Hiç bir sanatkârda onun kadar sahneye hâkimiyet görmedim. Konuşur - ken sözlerini tabil hareketlerle ne kadar güzel süslüyordu... (Leo Hala) nın ismi bütün ağız- larda dolaşıyordu, Ya Marcel Andr& ile Gaby Sy- via bilhassa ikinci perdede piyesi şahlandırıyarlardı, oynamadı.. * İkinci perdenin sonunda tak- dim edilen çiçekler sahneyi bir Yazan: Eski bir pehliyan Sıkı geliyorsa pes etsin. Yakasın- dan zorla tutup ortaya getirmedik Madralı Halil neticeden son derece emin bulunuyordu. Ve isterse hemen künde ile raki- bini yeneceğine kanldi. Fakat Serez Beyi kendisin bir peh- livanın biraz canımı yakması: m söylemişti. Onun için hemen kemaneye geçti ve bu gene peh livam bu şekilde ezmeğe bağ: ladı. İnsafsızca, gaddarca gü- siyordu. Altındaki pehliv: nın tam mânasile canını bür- nundan getirmek — istercesine insafsızca sıvazlıyor. ve 201 yordu. Bunu gören hzlk nihayet dayanamadı. — Şuradan, — büra- dan itiraz gesleri yükselmeğe başladı — Ayıptır Madrahı! — Yeter bu kadar. Doğru di rüst güreş! — Haydi yeneceksen yen! — Öldürecek misin askeri! Fakat Madrali Halil hiç o- ralı olmuyor. Sıkı sürette ya- kaladığı bu genç rakibini ez- mekte devam ediyordu. Halkın bu itirazına en çok kızan Serez bevinin kendisi ol- du. Bu sekilde ıranlara doğru döndü: — A be ne bağırırsınız! Peh livanı karşımıza çıkaran sizsi- niz. Sıkı geliyorsa pes etsin! 'Yakasından zorla tutup orta- ya biz getirmedik a! Bir bakıma göre Serez be- yinin de hakkı vardı. Hem ni- hayet burası er meydanı idi. Madralı Halille tutuşmak — is- tiyen de bizzat asker olmuştu. Bu hususta kimsenin itiraza hakkı olamazdı. Eğer askere bu güres zor geliyorsa pekâlâ pesedebilirdi. Fakat askerin de müthiş I- natçı birşey olduğu anlaşılıyor du. Çünkü - herşi ağmen, Madralı Halilin kendisini fena halde ezmesine rağmen, bir türlü pes etmiyor, hâlâ mu- kavemet gösteriyordu. Askerin gösterdiği bu mu- kavemet Hüseyin ağayı pek memnun biraktı: — Aferin arkadaşınıza! de- di. Sağlam çocukmuş! Benim için yaptığı bu fedakârlıktan müteşekkirim. —Artık pes et- sin! Fazla ezilmesin! Fakat askerler oralı dılar: — Sen keyfine bak Üzülme! O kendini bilir. Tam bu konuşma sırasında inanılmaz birşey oldu. Askerin birden Madralıyı zorladığı, son ra da altından kurtulup dön- düğü ve Madralı Halili altına aldığı görüldü. Bu, o kadar çabuk olmuştu ki herkes hayret etti. Asker pek büyük bir kolaylıkla, âde- ta sırtında hiç kimse yokmuş gibi bir rahatlıkla ayağa kalk mağa ve üstelik Madralı gibi olma- ağa! bir pehlivanı altına almağa muvaffak olmuştu. Kimse gözüne inanamıyor- du. Bu iş nasıl olmuştu. Her halde asker - Madralının bir gaflet ânını yakalamağa mu- vaffak olmuş olacaktı. Madralı alta düşünce hemen kurtulmak için zorlamağa baş- ladı. Böyle bir oyuna düştü- ğünden dolayı sonsuz bir hid- det içinde bulunduğu kolaylık- la anlaşılıyordu. Fakat asker hemen sarmayı vurmuş ve koca Madralıyı zap- tetmişti. Hem kendisini öyle bir tutuyordu ki hiçbir şehilde kurtulabilmesine imkân bırak miyordu, Halktaki şaşkınlık hâlâ de- vam ediyordu. Bir iki kişi da- yanamıyarak: — Aferin asker! — Yaşa arslan! ba çeye döndürmüştü. te savurduğu demlerde diktatö- rü küplere bindirecek meşhur filmi çeviren (Şarlo) nasıl olur da diktatör bir rejimin propa- gandasını yapar? Bunu pek zan- netmem, Olsa olta bu hâdiste şun dan galat olsa gerektir: Şarlo, ikinci bir diktatör fil- mi çevirmiş ve bunda mevzu ola rak Stalin Yoldaşı ele almıştır. İşin aslını bilmiyenler de bunu bir propaganda zannediyorlar, Filmin muvaffak olduğuna şüp he yok, Çünkü şimdiden âsür meydanda.. * MİLLETİN MALI DENİZ: Umum müdürle- rin — evlerindekl telefonlar — kalk mış. Şu «Hasa- nın böreğinde» ama da yağla- nanlar — olmuş Bir müddet resmi lerle tatil günleri -helva, dolma ha otomobil- Diye bağırd: Bu haykırmalar Serez beğini fena halde kızdırdı. O, pehliva-, tencerelerini yüklenerek çoluk ço- cuk, eş dost az mi tenezzühler e- dilirdi? Hattâ sıpa meraklısı bir sayın bayan — kordelâlarla süslü eşek yavrusunu pençereden şeh- ri seyrettire ettire az mı dolaş- dırtmıştı? Böyle masarifi devlet babanın kesesinden çıkan telefonlarla da bayanlar aralarında saatlerce konuşarak, hal hatır sorarak gı- kırdım sohbet yaşadılar. Ne yapalım? Elem çekmemeli, Dünyada her şey fanidir, Te- Jefonlar bile,.. * TARAR DUBASI. Haliç — doluyor- muş! Çamur ta- Tamak üzere sa- tın alınan tarak dubasının eksik bir âleti iki se- nedenberi — getir tilememiş. — Ta rak — dübasının şarmerer — 1 MAYIS 1919 Tefrika No. 68 nından emindi. Nasıl olsa kaza nacaktı. Fakat böyle ufak bir pehlivan tarafından bastırılmış olması yine de izzeti nefsini fe- na halde yaralamış bulunuyor « dü. Ayağa kalktı. Ortada hâ de bulunan Madrah Halile doğ- ru bağırdı: — Haydi be Ma yerde eğlendiği: Madralı bu seslenişten aşka gelerek yeni bir hamle yaptı ve askerin s#armasını sökerek tek paça ile ayağa kalktı. Asker de budayarak paçasını kurtardı.. Bu suretle iki pehlivan yeniden ense enseye geldiler. Madralının bu kurtuluşu her« kesçe pek tabil kargılandığın- dan alkışlayan filan olmadı. N1 hayet bir orta pehlivanı ile gü Teşiyordu. Az evvel Ayı Boğan Hasan gibi bir pehlivanı yenen Madralı için bu pehlivanın adı mı olurdu? İşte nasılsa bir oyu na düşmüş ve genç pehlivanın kendisini bastırmasına imkân hazırlamıştı. Fakat sonra da kur tulmağa muvaffak olmuştu. Madralı Halil ayağa kalkar kalkmaz askerin üzerine yeni « den bütün hızı ve kuvvetile atıl dı. Bu işi uzatmağa katiyyen ni yetli görünmüyordu. Böyle ufak bir pehlivanın kendisini bastır « mış olması fena halde izzeti nef sini zedelemişt Fakat bu adam da şeytan gi« bi birşeydi. Hiç bir şeyden miyordu. Madralı üzerine gelir- ken hemen bir ters elense cek- ti.. Bunu öyle kuvvetle ve usta « lıkla yapmıştı ki, koca Madralı adetâ uçtu ve dört ayak üstüne düştü, Hemen yetişen asker tek rar Madralıyı kasnağından ya « kaladı. Ve sarmayı vurup altı- na aldı. Şimdi Madralı Halil zincire vurulmuş bir arslana benziyor« du. Askerin sarmasını sökmek için habire kendisini zorlayıp du Tuyordu. Fakat asker sarmayı © kadar ustalıklı bir şekilde vur muş, Madralıyı o kadar ustalıklı bir şekilde bağlamıştı ki, bütün gayretleri boşa gidiyordu. Şimdi Hüseyin ağanın adam- ları onu daha ziyade cesaretle alkışlıyorlar ve tezahüratta bu « lanuyorlar: — Aferin arslan! — Aferin asker! ye bağırıyorlardı. (Devamı var) [gğuyucu Çamur deryası halire gelen sokak İsim ve adresi bizde mahfua bir okuyucumuzdan — aldığımız mektupta, Kadıköy, Söğütlüçey me Beyciğin sokağının halinden göyle şikâyet edilmektedir: «Bundan bir. kaç ay evvel havagazı — tertibatı için kazılan yerlerin bozuk - bir halde bıra- kılmasından — dolayı sokak yağ- Mur yağınca bir çamur deryası halini almaktadır. Lütfen ilgi- lilere duyurmanızı rica ederim,» drah! Yeter a & * Bir şikâyet kabul edildi Bundan bir müddet evvel bir okuyucumuzun gazetemize şikâ- yet ettiği bir sokağın tıkanan lâğımının tâmirine başlandığına dair Eminönü kaymakamlığından aşadıdaki tezkereyi aldık Eminönü kaymakamlığırntân 2 Yeni Sabah — gazetesinin 14. 41949 tarihli nüshasında «Kü- çükayasofya Medrese sokağının lâğımları tıkandı>. başlığile çi- kan yazı incelenmiştir. Küçükayasofya Medrese soka- gındaki ana lâğımın tâmirine başlanmıştır. * .A“AaTauULaRMELAMARA AAA EGERAAANAAAAAANANANANANAANAEANAARANAANNAAAAAAARAAMANAN © SoHBETLERİ YAZAN: ARİ NEEELE T kaptanı boşuna maaş almaktan bıkmış yahut utanmış... İstifası- nı vermiş. Şimdi Haliç yavaş ya- vaş doluyormuş! Haliç dolarsa belediyenin yi zü gülecektir; zira o canım lima- ni endüstri sahası yapmağa ka- rar verdiği zaman gazeteler bi tün Gdünyada (altın boynuz) ye anılan bu seyran yerlerinin Matemini — çekmişlerdi. Ortada Haliç kalmazsa — teessüf edecek birşey de kalmaz; bu suretle is- tediğimiz gibi oraya deri atelyele- ri, kan kurutma fabrikaları, güb re imalâthaneleri kurabiliriz. Hazır elimiz değmişken Üskü- darla İstanbul arasını da doldur- sak Boğaz buz tuttuğu zaman şairin söylediği Yol oldu Üsküdâra 10830 da Akr Deniz dondu. Masranı; Yol oldu Üskildara 49 da Ak Deniz doldu! Şekline koyar ve bu B köprü külfetinden kurtulurduk. Haniya o günler?! SELEĞEREİ ğ