Abdülhamid huzura getirilen bekçiye bir avuç altın uzattı Tefrika No. 57 Bürüklertesine koltuk kapıya Hekip götürmüştü. “İçeriye İtip Gefettikten sonra, kılıcını çek- Malşti. Meydanda silâh çatan as kere doğru ilerliyerek, saf tu- tan zabitlerin karşısına dikildi: — Birinci bölük yüzbaşısı? — Buyurun paşa hazretleri. — Şimdi bölüğünüzü ahıp Çı- zağan sarayını kara cihetinden Baracaksınız! — Başlistüne paşam. — Ne dışarıdan içeriye ne de içeriden dışarıya kimseye müsa- #de edilmiyecek! — Yabancıya rastlarsanız der. hal tevkif edip buraya gönderi- miz! Parlak kilıcım kaldırarak: «Arş!> diye gürledi. Küçük meydanda yarım çark yaparak ayrılan askerin ardından baka- rak, öteki zabitlere döndü: İ kinci bölük kumandanını çağıra rak, «Çırağanın deniz tarafını abluka etmesini» emretti. -Rap rep> giden bölüklerin âhenkli ayak sesleri geliyordu. Bahçe bekçilerinden birinin soluk solu #a geldiğini gördüler: Elbisesi toz toprak içinde idi. Bait paşanın hizasına — gelince: «Aman efendim.> diye ellerini havalandırdı — Çırağan sarayını zapdetti- ler. — Kaç kişi var? — Kum gibi efendimiz. Kum gibi muhacir! Zorlukla nefes alabiliyordu: #Kapıları bacaları - yıkıyorlar!» #lyebildi. Ağzından köpükler sa garak yere yığılmıştı. Baskının ehemmiyetli ve tertibin - geniş olduğunu anlıyan “İngiliz Sait paşa, başları üzerinde dolaşan fehlikenin büyüklüğünü kavrı- iyordu. İhtilâlciler bir müddet tutunabilir ve Beşiktaş, Orta - Kköy semtlerindeki gayri mem- mun halk ve bağrı yanık muha- Girlerden de destek görecek o- kursa, «Yıldız ve Abdülhamid> tecrit edilmiş vaziyete sokulmuş olacaktı. Ya, «Arş!» diye gön- derdiği bölükler de o tarafa ge- gerlerse?!... Sultan Hamidin madeni, hâ- kim sesini duyarak toplandılar. Dimdik duran iri gözlü hüküm- dar, kılıcına dayanmıştı. «O dami buraya — getiriniz!> dedi. Koltuklarına girerek götürdü - ler. Korkusundan alt dudağı gatlıyan bekcinin gözlerinin içi- e bakan soluk yüzlü hüküm- dar, soğukkanlılıkla sordu: — Gördüklerini olduğu gibi anlat! Saraya ne taraftan hü- €ym ettiler? — Mecidiye camii tarafın - dan geldiler efendimiz. — Ya, deniz tarafından? — Görmedik. — İçlerinde asker var mı idi? — Yoktu efendimiz. — Hepsi Tauhacir! — Muhacir? — Evet. — Nöbetçiler mani olamadı- lar mı? — İnsan dalgaları kapılara lcum edince nöbetçiler vurul- Gular! Padişahla mabeyin müşiri ba kıştılar, — İkinci - Abdülhamit «Şu adamı tatyip ediniz> diye- rek Sait paşayı kapının iç tara- fına çekti; L Orada ne kadar asker kal- — İki bölük efendimiz, Saray anuhafızları ayrı, — Hususi muhafızlarımızı bu radan ayırmayınız paşa. (Sesi titredi) İki bölüğün birini gim- &l Dolmabahçeye gönderiniz. O- rada her türlü toplantıya mani olmaları katiyen lâzımdır. — Topkapı sarayına da bir bölük paşa... Halk orada dahi içtima edememelidir! 'Topkapı ve Dolmabahçe sa- raylarında yapılacak toplantı- lardan Ürktüğü — anlaşılıyordu. Buralarda İçtima edilip kendisi- nin tahttan indirildiğinin ilân e- dilmesini önlemek maksadınday dı. İngiliz Sait paşa küçük mey- danda kalan iki bölüğü gönde- Trince, bir daha seslenerek huzu runa çağırdı: — Şimdi buradan, bizim tel- grafhanede Bahriye Nâzırı pa- şaya telgraf çektiriniz. — Çırağan önlerine karakol filikalar ve istimbotlar çıkarıl- sın! —Ayrıca yaver de gönderi- niz. Telgraf belki Nâzır paşanın eline geçmez! İlk defa metanetini kaybedi yor gibi idi. Kapının dış tara- fında duran yaver kaymakam Ahmet beyi çağırarak telgraf- haneye gönderen Sait paşanın ayrılmak - istediğini — görünce, vesvese ve evham hastalığı nük seder gibi olmuştu: Ya, «Bu Sa- it paşa askerin başına geçer de ansızın kendisini bastırıp alaşa- ği ederse?!...> diye düşündü. Yine, kimseye itimad edememek, damarı tutmuştu. «Durunuz, pa ga. dedi — Yanımızdan bir yere ay- rılmayınız! — Tertibat efendimiz! — Tertibatınızı buradan İera edersiniz paşa, — O, bekçiyi bize getirsinler. Tekrar, eski korkak ve tered dütlü hüviyetini almağa başla- mişti. Korküyordu. - Huzurüna, getirilen bekçiye bir avuç altın uzattı: — Bak, seni — Şimdi bahçeden aşağı in. Orada neler oluyorsa iyice gö- zetleyip buraya gel! Şaşkınlık alâmetleri göster- miye başlamış gibi 1di. Yerlere kapanarak gövdeli ağaçlar ara- #ında kaybolan herifin ardından baktılar; Kestirme gidiyordu. Doğru Çırağan karşısına rastlı- yan duvar üzerine düşmüştü. Sık yaprakları siper alarak kar #ıya baktı: Kaldırım üzerinde yatan yaralı iki zaptiye vardı. Kanatları kırılan kapıdan r sim gibi görünen saray avlusu ve elleri silâhh muhacirler!... Yatağan bıçakları parıl peril pârlıyordu. Saltanat kapıcının mermer merdiven sahanlığında üç kişi vardı. Öndeki kor gözlü, köse adam, ardına dönerek bir geyler söyledikten sonra, salta- nat kapısı yanındaki pencereye atılarak bir dipçik vurdular; Mermerler üzerine dökülen cam parçaları tuzbuz olmuştu. Köse adam bir sıçrayışta içeriye dal- dı: Mavi damarlı mermer döşe- li divanhanede mezar kuytuluğu ve sessizliği vardı. - Karşılıklı mermer direkler ve parlak ceviz cilâh altın yaldızlı kapılar! İnsan soluğu bile yoktu. Avâ- re âvâre bakınarak iki taraflı geniş merdivenlere ilerlediler, (Devamı var) ıya ederim, Istanbul Jandarma Satınalma Komisyonundan Kapalı zarf eksiltmesine isteklisi çıkmadığından ahım pazarlı- a gevrilen (8000) kilo nun Taksim Ayarpuşa Cadderindeki komisyonumuzda 26. zarteri günü saat on bep buçukta yapılacak pazarlıkla ihale yakaktır. Muhaminen bedeli(9600) lira ve ilk teminat 7 İbdi ve numüne komisyonumuzda/ görülebilir at malsan makbuzu veya banka kefalet me gibi ambalaj çenberinin pazarlığı Nisan. 940 Pa olü- liradır. Şartka İsteklilerin ilk temi- iktubu ve şart küğı- dıpda yazılı diğer belgelerle beraber belli vakitte pazarlığa iştirakle- vi. BABA ÖĞÜTLERİ : Ey çalışkan öğrenci!... — 5218 — Evy çalışkan öğrenci!... Imtıhan yaklaşacak, Fakat işte o zaman derdin baştan aşacak. Önem verilmektedir dil derslerine fazla, Dolgun not almalısı sınıf geçilmez azla!.. Bunun için daimi bir öğretmen olmalı, dmtihan vermek için bir LİNGUAFON almah, Avrupada yayıldı bu usul kaç senedir. Çocuğum!... Bu LİNGUAFON biliyor musun nedir? Plâklar koyacaksın evde gramofona, Ben kulak vereceksin var dikkatinle ona, O da, sana kolayca dersini anlatacak, Böylece geçeceksi bu yıl sınıfı ancak. beni Bilşrez Biz, bu eseri okuduktan sonra, zaten böyle bir neticenin müellif tarafından temin edilemiyeceğine kanaat getirdik. Gördük ki, mü- ellif, eserini yazdığı ana dilini değil bir edebiyat faklltesi doçen tinde, hattâ bir lise talebesinde kusur sayılacak derecede fena yazmaktadır. İşte kendisinin, doğ Fu cümle yapamadığını gösteren sayısız misallerden bir kaçı: «Gerçekten — Tanzimatçıların Pransız edebiyatında olan bilgisi ve aylayışı, Serveti Fünuncuların kinden azdır ve biraz acemicedir. (8: 73)2. «Buna benzer dâha bir çok ke- limeler vardır (S: 67)>. «Diyebiliriz ki gilr bakımindan Kemal hemen hemen hiç, — Hü- mit... tesirinde kalmışlardır. (S: TT)r. «Çünkü bu dile herhangi bir başka Türkçe eserde... ( «Hâmit Makber'i yazdığı za: man İse Hugo'nun öldüğü on se- kiz yıl olmuştu (S: 190)>. Daha yüzlercesini gösterebile- ceğim bu bozuk cümleleri doğru kabul etmek imkânı yoksa da, bu nokta üzerinde fazla ısrar et- iyerek, müellifin, şahsi muka- yese yapmasını imkânsız kılan diğer bir sebebi delillendireceğim. Hayretle gördüm ki, Bayın do- gent, Tanzimat devrine ait bir metni dahi doğru okuyamıyacak kadar, edebiyatımızdan habersiz! Meselâ, Abdülhak Hâmit'in iki elltlik «Mektuplar> ından naklet- tiği «Sardanapal'i yazdığım za- man Üstadı muhteremimiz utufet lâ Kemal Beyefendi... (T. e. F. t. S: 181)> cümlesinde elkabdan olan Çatüfetlü kelimesini yanlış okumuştur. Üç yerde (Bi Jisanın cem'i olan elsineyi elsene; Ruşen Eşref'in «Diyorlar adlı anket kitabından nak- Mihri feyyazı Hudüyım âlömi endişenin Kâh şarkından, kâhi gurbından işrak eylerim beytindeki gâh ve gehi kelimele rini kâh ve kâhi şeklinde; niha- yet, aruz vezninden haberi olraa, dığı için de, «Eşber» den naklet- tiği Bir kerre hücuma niyet ettim mısramdaki «niyyet> kelimesini de niyet suretinde; yine <Eşber. deki: Ah... Açtığı yaralar da tatlı mısramda görülen yâreler — keli- Mesini yaralar tarzında okumuş- tur. Bunlara da daha pek çok misal verilebilir ama, müellifin «Ben bunları başka — eserlerden aldım, kabahat onların» demesi kuvyetle muhtemeldir. Öyle bile olsa, iktibasları tenkiâsiz yz mak, tabif ilmi çalışanlar için, garttır. Değerli doçentin hatâları elbet te bu kadar basit mevzulara in- hisar etmiyor. Kendisi meselâ gayet savruk ve tetripsiz çalıştı- ğından eserinin neresinde ne söy lediğini kat'iyyen bilmez. Bilme- diği için de mütemadiyen kendi kendini nakzeder. Bu yolda tipik bir iki örnek vermek isterim, Meselâ, kitabının 65. sayfasın: da «XIX. asrın ikinci yarısında, Fransız tesirinin rolü umumiyetle dllimize yeni yeni kelimeler sok- maktan ibarettir» diye kati bir hüküm verir, sonra ayni kitabın 119, sayfasında; «Fransız tesiri edebiyatımızın zayıf olan tarafı- 'na, yâni nesrine nüfuz edebilmiş ve “onu tamamiyle değiştirmiş- tir» der. Meselâ, kitabının 73, sayfasın- da: «Gerçekten, Tanzimatçıların Fransız edebiyatında olan bilgi: ve anlayışı Serveti Fünuncuların- kinden azdır ve biraz acemicı dir»; 78. sayfasında: «Fransa: romantik şiir artık sahneden çe- kildiği Parnas ve Realism bile (!) hızlarını kaybederek yeni yeni ge killer almağa başladıkları bir sı- rada, Tanzimatçıların bütün bu gelmiş geçmiş cereyanlardan bi- haber olarak...» der, 80, sayfa- da: «Fransız şlirinin ruhu ve ka- rakteri Tanzimatçılar tarafın - dan asla anlaşılamamıştır ve bu ruhtan Tanzimat — şiirinde eser yoktur. desek doğru olur> diye hükmünü — perçinledikten - son- ra kalkar, 185. sayfada *Tanzimat edebiyatı ailesine men sup bütün şalrler garp edebiyatı- ni ve bilhassa Fransız edel sgok İyi biliyorlardı» — neticesine varır. Bu tenakuzları izah etmek kabil midir? Fakat müellif, üstelik tertip - Bizdir de. Meselâ, kitabın sonu- na, bütün İstanbul ve Ankara kütüphanelerinin fişlerini tarıya: rak elde edildiğini söylediği « zimat devrinde eserler Jistesi apılmış tercüme 90)>.| nde ararsanız, Ve- fik paşanın Voltaire'den çevirdiği «Hikâye-i Hikemiyye-i Mikrome- sini | Rum ve | YENİ BA ( zani ga> ya rastlıyamazsınız. Halbu- ki eserin sonunda verilen bibllog- rafyada bu vardır. Yine meselâ, sayın doçent, eso rinin metninde Vefik paşanın Mo- liğre tercüie ve adaptasyonları- ni( amıl adlarını yanlarına yaz- mak kiyasetini de göstererek) tasnif etmiştir. (S: 86 - 87). Ba- yarsanız, bunların 13 adet olduk- larını görürsünüz. Bibliyografya- da ise, doğru olarak on altısı bir den kayıtlıdır. Değerli dostumun bilgi cihetin den yanlışlarını imkân nisbetin- de az misalle geçmek İsterdim. Bir kaç örnek göstermek belki e- gerin mahiyetini açıklamıya yeti- gir: Müellif, Tanzimattar — sonra) Fransız dilinin dilimiz üzerindeki tesirinden bahsederken «Fakat yukarıki misallerde dikkatimizi çeken bir şey daha var: Bugün rapor diye telâffuz ettiğimiz, ke- limenin, dilimize girdiği zaman raporto şeklinde kullanılmış ol- ması, Buna benzer daha bir çok kelimeler vardır» der (S: 68). Halbuki, eserinde verdiği bibliog- rafyada Vefik Paşanın «Lehçe-i Osmant» adlı lügati de var. Ben, bu lügatin bendeki — «tabı'hânel âmire'de birinci defa basılmış> 1293 tarihli nüshasına baktım. Raporto hakkında: «is (yâni i- sim), İtalyancadan, Takrir, telhis mânasına» diyor. Raporto kelime sini Fransızcadan gelme göster- meden evvel, sayın doçent de pe- kalâ «Lehçe> ye bakabilir, ya- hut, hekimliğin eskiden İtalyan, useviler tarafından İc-| ra edildiğini düşünerek, bu ke- limenin çok daha - evvel dilimize girmiş bulunacağını tabmin ede- bilirdi. 83. sayfada: «Bu yerli tiyatro- lardan başka, XIX asrın — İkinci yarısında, yurdumuzda ara sıra Fransız ve İtalyan tiyatro trup- larının da geldiklerini görüyo - Tuz» hükmünü savurmadan evvel, hiç olmazsa Mustafa Nihat Özö- nün lise talebesine yardımcı ki- tap olarak hazırladığı «Şair ev- lenmesi> nin mukaddemesinde 1842 den itibaren bu yabancı trup ların geldiği ve 1845 de halka e- ser hulâsalarının verilmiye baş- landığı hakkındaki müdellel izah larına bakabilirdi. Yahut, 74. sayfanın (1) numa- ralı notunda çapraz kafiyeyi izah ederken bunu Fransızların «rimes embrasstes» dedikleri şekille de- ğil «rimes eroistes> geklile izah gerektiğini, kendi bibliografyasın da bulunan, Ali Ekrem'in «Naza- riyatı Edebiyye> notlarından tah hatâlarını tefer- rüat üzerinde teksif etmemiş. E- saslarda, hükümlerde de son de- rece yanlış ve bâlâpervâzâne fi- Yazan: r Güvemli BAH S kirler ileri sürüyor. İnsanın, to- pu topu on sayfa içinde, © da yarıdan fazlası Rıza Nur'la Yah. ya Kemalden nakil suretiyle tet- kik ettiği «Fransız edebiyatının Tanzimat şlirinde tesiri> bahsin- de «esasen gür suhasında Fransız edebiyatı, edebiyatımız Üüzerine diğer edebi nevilere olduğu kadar tesir yapamamıştır». diyebilmesi için ya bu hükmü hiç tenkid et- meden aynen başkasından aşır - mış, yabüt bizzat bütün metin- leri mukabele etmiş olması lâzım gelir. Burada tafsiline imkân yok umma, bir nefeste otuz kırk ör- nek zikretmek, Fransız gilrinin hangi kanallardan (şüphesiz Ba- yın doçentin asla farkedemiyece &l bilvasıta yollarla) Tanzimat gürine tesir ettiğini " göstermek pek kolaydır. Fakat işin asıl tu- hafı, bu bahiste hiç bir metin mukayesesine tenezzül etmiyen mllellifin, Kemal, Hâmit ve Fik- retin Fransız girinden müteessir oluş dereceleri hakkında yüzde altmış, yüzde doksan gibi rakam- lar vermesindedir. Sonra, Rıza Tevfik'in eserinden naklen, Hâmi te ait bahsin sonuna, sözde onun neden romantik - olduğunu İzah gayretile, tamamen gilr bölümü- 'ne girmesi icabeden otuz sayfaya yakın yazı ilâve ediyor. Hele tiyatro bölümüne, yâni Vefik Paşaya girilirken Şinasiden hiç bahsedilmemesini neyle izah edebiliriz? Şair evlenmesi, edebi- yatımızda — Moliere tesirini Ve- fik Paşadan çok daha evvel ta- hakkuk ettiren bir — eserdir. Bizzat Vefik Paşanın eseri üze- rinde müessir olduğunu anlamak için bu komedyayı Vefik Paşa- nn «Zoraki Tabip> inin birinci fasliyle karşılaştırmak — dahi, müellifi aydınlatmağa yeterdi. Kaldı ki, böyle mukayeseler, ken disinden evvel yapılmış, makale gerçevesinde de olsa, neçredil - miştir. Hele Vefik Paşanın lisa- nından balsedilirken: «Bu dil, Vefik Paşaânm tamamile - kendi eserldir. denebilir. Çünkü bu dile herhangi bir başka Türkçe eserde rastlamak — imkânsızdır> (S. 90) hükmü ne kadar yanlış ve (tâbir mazur görülsün) bir döçente yakışmıyacak bilgisizlik eseri! İşte haber veriyoruz ki bu dili «Şair evlenmesi» nde ve Ev- liya Çelebide hemen hemen ay- nen bulmak kabildir. Vefik Pa- şanın asıl basarısı da Molierc'e muasır bir üslüba dönebilmesin- dedir, Müellifin Namık Kemal hak- kındaki mukayeselerin — bunları evvelâ Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesinin, şairin yü züncü doğum yılı dolayısile ya- yınladığı ciltte (1940) — görünce oriğinal zannedenlere, mütevazı bir makalenin naklinden - ibaret KİTAPLAR ARASINDA “"Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri,, olduğunu hatırlatalım. Bu ma- kale Ziya Somar tarafından ya- Zılmış ve Mayıs 1939 tarihli, 12 numaralı «Kalem> mecmuasında intişar etmiştir. «Namık Kemal ve Viktor Hugo - Cromvell ve Celâlettin dramları». Bu bedahet karşısında, sayın Cevdet Perin: «O fikri Ziya Somara ben ver- miştim>, yahut —«Bu basit bir tevarütten ibarettir» derse,, ta- bif bize söyliyecek bir gey kal- maz, Cevdet Perin Hamit bahsinde, mukaddemede ileri sürdüğü «Ger gek değer hükümlerinin belli ol- ması> gayesine ihanet edercesi- ne, yalnız eser mevzularını mu- kayese ederek netice almağa ça hşiyor. Meselâ” Corneille'in Le Cid'iyle Nesteren'in mevzularını kargılaştırıyor, Beş altı sene ev vel lise son sınıfta bulunan bir talebemin hazırladığı ve sahnele- rin aynen mukabelesinden ibaret olan mütevazı ders vazifesi, «ger çek değer hükümleri» bahsinde elbet te Cevdet Perin'in akade- mik tetkiklerine gayanı — tercih- tir. Ne yazık ki, Cevdet'in kita- bından feyz alacak olan Üniver- siteli gençlere, bir lise talebesi- 'nin vazifesini kaynak olarak ver mek imkânına sahip değiliz. Cev det Perin de bu zahmete katla- saydı, belki eserinin hacmi, Rı- za Tevfik'ten sayfa sayfa nakil ler yapmadan da gişerdi, İhti- mal o zaman fakülteye biraz da ha pahalıya otururdu amma, i- lim eserleri için masraf bahle Mevzuu edilmez. Hattâ o zaman, sayın döçentin, neden dolayı Nesterene adapte deyip te ter- cüme demediği daha iyi anlaşı- hırdı! * Hülâsa, «Tanzimat edebiyatın da Fransız tesiri> metodsuz bir makaslamanın insanı ne gibi fe- lâketli neticelere götüreceğini; akademik neşriyatımızdan — bir kısmının içinde bulunduğu hazin durumu göstermesi bakımından bir nevi menfi fayda temin ede bilmiş bir kitaptır, Müellifine bu hizmetinden dolayı teşekkür ederken, şimdiye kadar bu eser hakkında erbabının niçin” derin bir süküta daldıklarına, tenkitle- rini, yahut kasidelerini esirge- diklerine şaşıyorum. Yazılmış da görmemiş olduğum — makaleler varsa, bilgisizliğimin, gafletime bağışlanmasını temenni ederim. Yalnız bir nokta Üzerinde 1«- rarla durarak sözlerimi bitirmek isterim: Tahsil çağında bulunan gençlerimizin okuyup faydalan- Ması için yapılan neşriyatımız bu haldeyse, memleketin ilim yolun daki geriliği daha kolay — kabili izah bir hale girer, Zahir Güvemli NOT — Bundan evvelki yazı 14 Nisan 1949 tarihli nüshamız- da çıkmıştır. Mikdarı Cinsi 14666 Takım — Çamaşır — «uzün don kasa — göm - dek> 20334 Takım — Çamaşır — #kasa dön ve Küsa göm- dek> 44000 1 — Jandarma cratı ihtiyacı fi dikapaşada jandarma imalâthanesi mikdarı, cinsi, muhammen — dikmel 2 — Eksiltme 28/4/049 perşemi paşada jandarma satınalma komis; 8 — Çamaşırların tamamı bir Ayrı isteklilere de ihale olunabilir, dir. Çamaşırların mühürlü numunel lir. gartname 136 kuruşluk — mal rilir. 4 — İsteklilerin tlk teminat m: ve sair kanuni belgelerini havi teki Gen bir saat evveline kadar makbi meleri, Telefon No: 24236 Telgraf Adr. TARFO Istanbul Jandarma Satınalma Komisyonu Başkanlığındn Munanünen dikme Ücreti İlk teminat Kuruş L. Kuruş 71497 «0 1820,03 çin biçilmiş olarak malzemesi Ge- inden — verilmek Üzere — yukarıda Ücreti ve ilk teminatı yazılı çama- fırlar kapalı zarf usülü ile diktirilecektir. ibe günü saat 16 de Taksim - Ayaz jyonunda yapılacaktır, istekliye İhale edileceği gibi ayrı Buna ait şartname kurulumuzda leri hergün kurulumuzda görülebi- isandığı makbuzu mukabilinde ve - akbuzu İle ticaret odası vesikası Hf mektuplarını easlitme aaatin - buz makabilinde kurulumaza ver- — 4438 — Ucuzluk Kuponları Dağıtımı: Resmi ve özel daire, Kurum ve işyerlerinde çı şçiler, me mür, hizmetli, öğrencilerle maaş alân emekli dul ve yetimler, Sü- merbank Batıp Mağazalarında ithal mah kaput besi, çeşit- V pamuklu, basma ve poplin ve yerli mah çeşitli yünlü — pamuklu kumaş ve ayakkabılarda ucuzlük sağlayan — kuponların timina yeniden başlıyoruz, İstnabul ili içindeki daire, kurum ve işyerlerinin - mutemetleri tatbik imzalarını havi ve kupon ihtiyacını bildirir bir yazı ile 13.30 dan 16.80 u kadar İç Ticaret Şubemize, emeklilerin ise enat — 19.80 17 arasında Galatada Mahmudiye Caddesinde Tabirban birinci katın da Ticaret Ofisi Depo gübesine maaş cüzdanlarıyle — birlikte, cumartesinden başka diğer günlerde müraçaatları rica ur Ticaret Ofisi İstav bul, ValdeHan, Kat. 5 sPoR Atletizm çalışmaları B. T. İst. Bölgesi Müdürlüğün- den; 1 — Altın Çivili Atletizm ya- rışmaları 22/4/949 Cuma günü saat 17 de İnönü stadyumunda yapılacaktır. 2 .. Yarışmalar: Kızlar: 100 metre - 80 engel- li » Gülle atma - Yüksek ve U- zun atlama, Küme 1 ; 100 - 200 - 110 ve 400 engelli. Küme III : 200 - 800 - 1000 metre - 110 engelli Disk ve Gül- le atma - Uzun atlama. Küme IV: 200 - Disk ve Gül- e atma - Uzun atlama 3 — Yarışmalara katılacak at- letlerin nisan 949 sonuna kadar Doktor muayenelerinin — yaptır- mış olmaları lâzımdır. 1949 kış yarışmalarında dere- ce alan fert ve takımların mü - kâfatlarını almak Üzere 21 Ni- san 949 perşembe günü saat 17 de Bölgede bulunmaları rica 0- lunur Yeni Neşriyat Selâmet Mecmuasi Bu dini mecmuanın 15 - 83 ün- cü sayımı da kaymetli yazılarla çık Ömer Rıza Doğrulün: Na- mazda Kuran tercümesi okuna - maz Ahmet Hamdi Akı Toni Sinanin İnlâs tefsiri — tercümesi, Çocuklara Din dersleri, Bektaşi -| lik ve daha birçok değerli yazı - lar. vardır, 1 20 NİSAN 18 Yazan: Eski bir pehlivan Kazıkçı Kara Kazıkçı Kara Bekire © gece kendisini misafir etti. Böyle adı bir efsane gibi dilden dile dolaşan bir pehlivanın ken dilerine misafir olması, güret- lerine iştirâk etmesi az bir ge- ref mi idi? İşte Kazıkçı Kara Bekirin Vi- ze güreşlerinin hikâyesi de bu- dür. İleride Türk pehlivanlık tari- hine mehaz teşkil edecek olan bu güreşleri yazarken bir çok mektuplar alıyor ve gahsi mü- racaatlarla karşılaşıyorum. Bu guretle bu Ünlü pehlivanın ye- ni yeni güreşleri meydana çıkı- yor. Bu suretle Türk pehlivan- hk tarihinin zenginleşmesine yardım eden okuyucularıma bu- Tada alenen teşekkür etmeyi bir borg bilirim. Bunlardan İzmirde ticaretle meşgul olduğunu bildiren ve as- len Rumeli muhacirlerinden 0- lan Yılmaz da bana merhum ba basının her zaman - nakletti Kazıkçı Kara Bekire git bir hâ- tırasını anlatıyor ki, bunu bu« raya zevkle geçiriyorum. Şefik beyin babası Kavalalı imiş. Köse Abdullah adile ma- rufmuş. Gençliğinde bir ara gü- Teşmiş, sonra cazgırlık yapmış, Yirmi sene kadar evvel de sek- #en küsur yaşında vefat etmiş. Kendisinin edebiyata, saza da merakı olup, güzel beyitler dü- zer, hoşa giden havalar beste- lermiş. Hali vakti yerinde oldu- gu halde büyük güreşlere me- rakı yüzünden girer, ısrar Üze- rine de cazgırlık yaparmış. Şim- di bu zatın Kazıkçı Kara Bekir hakkındaki hâtırasını onun ağ- zından nakledelim: Kavalanın en zengin ağaların dan biri oğlunu evlendiriyordu. Tabil pek büyük bir düğün gü- reşi tertip ederek her tarafa a- damlar saldı. Tütüncü Hüseyin Ağa namile maruf olan bu ada- mın bir de Serez beylerinden hasmı vardı. İkisi de pek zen- gin oldukları halde her nedense ötedenberi geçinemiyorlardı. Bu nun da sebebi aileleri arasında bir kız isteyip vermemek yüzün den geçmiş eski bir hâdise idi. Galiba Hüseyin ağaya babası, bu Serez beyinin kızkardeşini almak istemiş. Fakat onlar da her hangi bir sebepten - dolayı Hüseyin ağaya kızı vermemiş - ler. Bu hâdise iki aile arasında bir soğukluk yaratmış ve sene- lerdenberi sürüp gidiyormuş. Fakat Türk aileleri arasında bu gibi dargınlıkların, hattâ düşmanlıkların da her zaman bir hududu vardı. Düğün, do- ğum ve ölüm gibi büyük hâdi- gelerde, iki taraf arasındaki bu düşmanlık muvakkat bir zaman için ortadan kalkar. İşte Hüse- yin ağa da oğlunu evlendirir- ken bu Serez beyine de adam göndermiş ve kendisini düğüne düvet etmiş. Hüseyin ağa ile bu Serez beyi arasında ayrıca gizliden gizliye 200.000 Lira Bütün bunlar Milit — Piyan- go'nun 293 nisan plânma Ü Süs olsun diye konulmamış. dardır. Hepsi birer - bilete - çıkacak, hepsinin birer sahibi olacak. tır, © bilet neden olmasın sizinki Tefrika No. 57 Bekir'e çiflik sahibi büyük itibar gösterdi çiftlik sahibi pek büyük bir itibar gös- terdi. Bütün ısrarlarına rağınen bir de pehlivanlık rekaketi var- maış. İki taraf da çiftliklerinde pehlivan beslerler ve bu pehli- vanlar zaman zaman düğünler- de, panayırlarda kargılaşırlar- Taış. Fakat Serez beğinin bu sa- hada da talihi daha yaver ola- cak ki hemen hemen her za- —man kendi pehlivanları Hüseyin ağanın pehlivanlarını yenermiş. Hüseyin ağa da buna çok müte- essir olur, günlerce, haftalarca gözüne uyku girmezmiş. Şimdi oğlunu evlendirmek maksadile tertip ettiği büyük güreşte ise, mutlak surette ken istediğinden düğüne bir ay ka- la kâhyasını çağırımış: — Buradan doğruca Selâniğe Bideceksin. Orada bana pehli- van arıyacaksın. Sor, soruştur. Selânik baş pehlivam kimse onu bul. Ne isterse ver, İsterse hemen gelip çiftliğe yerleşsin. İsterse güreş günü gelsin. Eğer Serez beyinin baş pehlivanını yenecek olursa ona yirmi beş al tın vereceğim, demiş. (Devamı 'var) KAZ KANADI Kaz kanadı ala- turka güreşin çok TARS hareketli - oyunla rından birik Bil hassa hasım da- larken — kendisini bu oyuna almak kabil olur. Karşı- dan kollar koltuk altından geçi- rilir ve bağlanır. Bu oyunda na Sıl çengel yetiştirilerek hasmın yenildiğini daha evvel göster -« dik. Kaz kanadı ile hasım - bit de çevrilmek suretile yenilir. Bu oyuna bazan en tanınmış pehli- yanların düşerek yenildikleri vâ kidir. Cihan pehlivanı Kara Ahmed'in de bir İdman sırasın da Pire Mehmed pehlivana bu oyunla yenildiği söylenir ama, doğru eeğildir. PAÇA - KASNAK Paça kapmak, parmakları — kiş« betin paçaların- dan geçir> tute Mmaktır. İkist bir den tutulursa çift paça derler, Sağ elle sol paça tutulursa buna ters paça derler, Kısbetin uçkurluğundan tutma - ya da kasnaktan tutma derler. Bu iki oyunu birden almaza da paça - kasnak denir. Fakat bunu almak zordur. Çünkü ha- Sım budayarak, yahud da bo- yunduruk vurarak kendisini kur tarabilir. OKUYUCU YLİŞ! D. Demiryolları müs- tahdemlerinin ücretleri Büviyeti bizde mahfuz bir o- kuyucumuz diyor ki: «— Bizler Devlet Demiryolla- n idaresinin ücretlerini, işleyip te alan müstahdeminindeniz. Üc retlerimiz şimdiye kadar bütün devlet daire ve müesseselerinda olduğu gibi her ay başında ve- rilmekte iken bu defa —Devlet Demiryolları Umum — Müdürlü« günce alınan bir kararla: İstih- kaklarımızın bir ay sonra mütecakip ayın 16 sında verilmesi kararlaştırılmıştır. Esasen alacağımızı hak edine ceye kadar bunun dörite üçüm mü borç olarak peşinen yediğimiz için ay sonunu güçlükle ge' mede çalışırken bu defa 45 - 46 gün sonra para alacak olursak elimizde avucumuzda bir şey kal mayacağından çok müşkül — bir duruma düşeceğiz. Hiç bir res« mi devair ve müessesede mev< cud olmayan bu usulün kaldırı. Tarak — istihkaklarımızın — eskisl gibi ay sonunda verilmesinin il< gililere duyurulmasını saygı ile rica ederim.» İi 0 — Çocuk Esirgeme Kurumunun Eşya Piyangosu Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Morkezinin tertip ettiği zengin ikramiyeli eşya piyangosu 23 Nisan 1949 Cumartesi günü Ankarada çekilecektir. Bilet mevcudu azalmı; mak için acele ediniz. ( ştır. Bir lira mukabili bir tane al- 1 TIBBİ MÜSTAHZAR ve İLÂÇ SERGİSI 13.20 Mayıs 1949 da Yıldız S arayında toplanacak olan Millet! Arası Patoloji Komparı 'Kongresinde açılması kararlaştırılan Tib bi müstahzar da 1. Mayıs. 1949 tarihine kadai ilaç sergisine iştirâk etmek istiyenlerin — İGenel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Şükrü Aksel'e hergün 4 le 6 arası Kongre r müracaatları rica olun g5 41223 AAA GHASTLTAL AYA ARMADNAREL AAA v MA TEEUED <EAB Steno - Daktilo Aranıyor 13.20 mayıs 1949 günlerinde çalışmak üzere İngilizce ve Fran sızca Üzerinde Üç Steno - Daktiloya ihtiyaç vardır. Hee<' 1949 tarinine kadâr 6 arasında 1. mayıs Tünel Han No. Z de Patoloji Ki aa Hrof. Di. İhsan Şükril Ak; öin 4 dlel el Meylanı yoğlu Ti ompare Kongresil 80“e müracaat, Tel: 41228