SAYFA 14 SUlİAN IllMıl)ıFdlı KABUSLARI İN A, Suavi efendi, hüçük revolueri | ni kuşağına sokarak dönmüştü Tefrika AZ evvel iri gözlü koca #aan başı düşük omuzları tzeri- ne ağır basan Ali Suavi, birden Başını kaldırarak bağırdı: — Ya, allâhlar? — Silâhlar da hazır! — Yorgan ve yatak denkleri içinde mi? — Evet. Otuz av tüfeği ve yir mi beş Vincister! — Gelirken mavnaları gör- Üünüz mü? — İkisini üe... Merhum geras ker Hüseyin Avni paşa yalısı- mın Üst tarafındaki arsa koyu- na çekili olarak gördük. — Ya, Hafız Nuri efendi ar- kadaşları toplamak için kargı- yya geçti mi? — Sön vapurla! — Mavna ve mavnacılar me- gelesinden başka yanacak bir gey kalmamış olduğu anlaşılı- 'yordu. Herçibadabad gitmek ve Alınlara yazlan kara yazının hükmü yerine gelmek lâzım gel diğini anladılar. Gök gözlü üs- tadı âzâmın içini yiyen tereddüt kurdu, hâlâ beynini kemirmiye devam ediyordu. Pencere cam- larına çarpıp kırılmıya başlıyan iri yağmur damlası — Ulartıları duydular: Sert bir sağnak baş- Jamıştı. Mavi, şeffaf gece bir anda kapkaranlık uçurumlara dönmüştü. Hazyet veren deniz hışırtiları ve rüzgür uğultuları derin sessizliğe karışarak uyu- Gup sönmüş gibi idiler. Nelere gebe olduğu kestirile- miyen zalim gece, 1294 - 1837 Mmayıs ayının sekizinci pazartesi sahabma doğru ilerliyordu. Bir padişaht tahtından devirip bir başkasını çıkarmıya hazırlanan bir avuç İnsan, birer damlalık varlıklarile koca bir ülkenin tç beş saat sonraki mukadderatını tâyine gideceklerdi: Çılgınca te- gebbüsl Sabaha iki saat vardı. Biti- tik odaya geçerek Rumeli po- turu giyip beline beyaz kenarlı al kuşak saran Ali Suavi efen- di, küçük revolverini kuşağının Arasına sokarak dönmüştü. Ki Çücük boyu ve simsiyah, böcek gözlerile bambaşka bir adam haybeti vardı. Dirsekleri çatlak kaplamalı eski konsola dayana- Yak bakan, yabancı soydan ha- yat arkadaşına dönerek keder- Ü kederli baktı. Uzun kirpikle- rinde titreşen iki damlacık, so- luk yanaklarına yuvarlanmıştı. Genç kadının iki elini birden tu- tarak: «Mari!> dedi: — Nelli! 1 — Giliyoruz. Bize dua et! t Konsolun alt çekmecesindeki büyük zarfı unutmadı: Dürbün Je bakacak ve saray tarafında karışık, şüpheli vaziyet gördü- Zün anda gaz döküp yakacak- sın! Kapı ardında bekliyen cesur gocuklar, teessürlerini belli et- memek için başlarını döndürdü- der. Altın gözlü İngiliz kadını «Oh... Darlinğ, darling> diye hıçkırdı. Ardlarına bakmadan çıktılar. Yastık taşlı bozuk rıhtım kap- karanlık, yüzü seçilmiyen dur- gun deniz, sessiz sessiz soluyor gibi idi. Yüzlerine çarpan iri damlalı mayıs yağmuru altında ilerlediler... Kuzguncuk kıyılarına geldik- leri zaman rahmet dinmişti. Mer hum serasker Hüseyin Avni pa- ga yalısını geçip ileride, balıkçı- Yazan: BEHÇET SAFA Sorgu hâkimi Ahmet Fikri gi bi, Hüseyin Nihat da yalnız va- zife aşkı değil, kendi merak ve tecessüslerini tatmin gayesile bir hakikatin ortaya çıkması i- çin bütün varlıklarını, geceleri- ni gündüzlerini hasredecek mah Tüklardandı. İşte bu devamlı ve ısrarlı takip ve araştırmalar yüzündendir ki Ali Şeref aleyhi- ne deliller, ithamlar toplanmış, bu zeytinyağı taciri yavaş ya- vaş itiraf safhasına girmiş; ça- resizlik karşısında sıkışıp ka Tak yaptıklarını, yâni günahla- rını anlatmıya başlamıştı. Bü- tün bu anlattıkları hep ikinci derecede mühim hâdiselerdi. Bu nunla beraber, meselâ cinayet Meselesine temas edildiği zaman © kat'i olarak inkâra devam e- Giyordu. Fakat her şey failin o olduğunu belirtiyordu. Neye ya Far ki bu ancak ikisinin bir ka- Naati, daha doğrusu kuvvetlice bir zannı olarak kalıyordu. Ali Şerefin cinayeti işlemek Üzere yazıhaneye girdiği tesbit edile- talyordu. İki adalet vasıtasını en ziya- İKBALKALFANIN. MİRASI No. 50 ların ağ gerdikleri boş arsada toplanacaklardı. Caddo bombo vo tenha ldi. Gaz yağları bitti- ği için sönmiye yüz tutan bele- diye fanuslarındaki — lâmbalar, birer kırmızı benek gibi kalmış- lardı. Az sonra tanyeri ağarıp jssız kalan sokaklarda hareket başlıyacaktı. Beylerbeyi tara- fından garkı söyliyerekten gelen ameleler, gelip geçtiler, Kleanti Skalyeri cüretkâr kösenin ko- Tuna girdi: — Maynalar nerede? — Az daha dostum. — Herifler gelmemişse yapmayı düşünüyorsunuz? — Henlz orasını düşünme - dik, Geleceklerine ümidimiz var. — Bu adamların söz vermiş- ken ortadan kaybolmalarında gizli bir kast olamaz mı? sAnlıyamadık?> diyerek du- rumsayan parmak boylu ihtili ginin elini tuttu. Karanlıkta parlıyan vahşi bakışlarla bakış- fılar, Gök gözlü adamın çenesi çarptı — İhbar etmişlerse... Ağa dü şen uskumrular gibi hep bir ara da avlanacağız! — Mavnacılar nereye gitmek ve ne yapmak istediğimizi bili- yorlar mı sanıyorsun dostum ? Süleyman bey Bebeğe geçilece- Bini söyledi. — Bebeğe vapurla gidilir azi- zim Suavi — (Sesini kıstı) asıl bundan şüphe ediyorum ya... Herifler kanmış gibi görünmüş ve Süleyman beyin teklifinden işkillenerek haber vermiğ olabi- lirler! — Süleyman beyin iyiliğin! görmüş, çok emin adamları ol- duklarını unutma! Arkadan takip eden dört ar- kadaşı vesveseye düşürmemek için kestiler. Gök kubbesinde a- çılmıya giden donuk esmerlik, perde perde eriyordu. Damla damla eriyip silinen — yıldızlar birer ikişer kaybolmıya başladı- lardı. Kuytu caddede ev şekille- Yi tecessim etmiye başlıyordu. İlerideki yangın yerindeki mo- lozlar arasında insan karartıla- yı vardı. Üç kişinin birden yol boyuna çıktıklarını — gördüler. Skalyeri titredi: — Üç kişi! — Bizimkilerden! — Duralım, geliyorlar. Kenara çekildiler. İri yarı a- damlardı. Arkadakinin sırtında küçük bir denk de vardı. Ali Su- avinin gözleri parladı: — Arnavut Salih! ne 1 — Ötekiler Hacı Ahmed ve Molla Mustafa ağalar... (Ska 'Yerinin kolunu sıktı) omuzunda ki yorgan dengi içinde silâh var! Karşılıklhı ilerlediler. Başla - rındaki burma muhacir sarıkla- Tı ve dar paçalı poturlarile Ye- 'niçeri azmanlarına benziyorlar- . Durup tokalaştılar, Arnavut Salih Ali Suavinin ardına çeki- len muhacir kılıklı Kleanti! Skalyeriye göz attı: — Bu kim? — Yabancı değil, Dobrucalı bir kardeş! — More hiç görmemiştik. Hışırtıh. dalgacıkları çakılla- Ta tırmanan sahil boyunca iler- lemiye başladılar. Beylerbeyine giden tozlu yoldan geçen tek yolca bile yoktu. Köse ihtilâl nin koluna giren Üstadı âzâm I İhtiyar kadın, bir geyler Böl lemek istedi. Boğazından hırıltı- lar çıktı. Dudağının gol tarafın- Büyük bir gayret H İdi. Fakat söylemek arzu ettiği bel- le sadece boğuk Besler, hırıltılar ta gıyordu. Oğl — Anne... Kim yaptı? Yaza- bilir misin? Diye, onu yatırdıkları kanape- nin üzerine eğil. nın muztarip bakışlarında bir ü- mit ışığı belirdi. Başile hafifçe evet işareti yaparak, — oğlunun uzattığı kaleme doğru elini kal- dırdı. Kanapenin etrafını saran alle efradı, kalbleri çarparak ka leme doğru kalkan ele bakıyor- lardı. Fakat el henüz biraz yük- selmişti ki, büyük bir kuvvetsiz- nü tüketmiş gibi, bepsine ayrı ayrı baktı. Sonra gözleri alabildi ğine açıldı. Hepsi onun baktığı yana dön- düler. Kapının eşiğinde, gözlerin de acalp bir parıltı, ürpermiş dal galı saçları, genç diri vücudile, ihtiyar kadının en çok — sevdiği torunu Nevbahar duruyordu. İhtiyar kadının kalem tutmiya mecalsiz eli ağır ağır kalktı. Ku- kemikli üç parmağını baş 1 ile bastırarak, şehadet ru, habbet ışığı ile, büyük bir tezat teşkil eden bu tehditkâr parmak bir müddet, kızı işaret ederek durdu. Sonra gözlerindeki mâna donuklaştı. -Parmakları - aldığı şekli bozmadan, kolu yanına düş tü. Ve ihtiyar kadın öldü. Kapı eşiğinde duran kız, vah- #i bir atılışla koştu. Ninesinin ü- zerine kapandı. n Cenaze merasiminden &onra Nesimi bey kızını kırşısına ça- ğardı. — Nevbahar!... Yavrum bil- diklerini söyle... Ninen ölümün. den daha bir kaç saat evvel sa- pasağlamdı. Onu bahçede ağacın devrilmiş büyük dalı altında gö- ren Sensin... Nevbahar, babasını düymuyor gibi, dalgın dalgın — pencereden dışarılara — bakıyordu. — Nesimi bey, onun bakışlarının takıldıği yana baktı. Nevbahârın gözleri yük çınar ağacına takılmıştı. Bü yük çınarın taze yeşillikleri esen hafif rüzgârla ürperiyordu. Bü- tün ihtişamile devrilip yatan, bü 'yük dal ölmek istemiyor gibi di. İnce dalları oynuyor, yaprak- ları çırpınarak - titreşiyordu. O gece de ayni hayat dolu canlılık- la kendilerini rüzgüra vermişler- di. Ayın on beşi idi. Gölgeler bile aydınlık dolu idi. Gökte yıldızlar bu keskin maviliğin içinde erimi lerdi. Nevbahar, uyuyamayordu Damarlarında kanı, zehirli yılan- | lar gibi idi. Yatağından kalka - rak pencereye yaklâşmıştı. Kö- ğün uçsuz maviliğini hudutlayan dağlar, ne kadar uzaklara kaç- mışlardı. Suyun sesi, taşlara çar pa çarpa her zamankinden daha hızlı akıyordu. Thk rüzgâr, yerde ki siyah yaprak gölgelerini kıpır datıyordu. Balkonun parmaklık- larına dolalı yaseminlerin koku- su, mavi bir havuza gibi, havayı kaplamış! dolmuş su (Devamı var) Tefrika No. 40 de meşgul eden sualler şunlar- di: 1 — Cinayeti işliyen rovelver nerede? 2 — Sevimin hizmetçisi, cina yet günü gerçekten izinli mi i- di? Öyle ise o gün Sevime pa- raları getiren adamın kim oldu u söyliyecek kuvvetli bir şa hitten mahrum oluyordu, Hal- buki maktul noterin kasasından aşırılmış olan beş bin lirayı Se vime teslim eden Ali Şereften başka birisi ise o gün köşke o- nun geldiğini tesbit etmek Vâ- zamdı. Bu da ancak hizmetçi kadının şehadetile kuvvet bula- bilirdi. Yahut hiz fi o gün gördüğünü söyleyince zeytinyağı tacirinin bütün İn- kârları suya düşecekti. 3 — Ali Şeref, hayatında kö- tü, karışık, hele - kanlı — işi parmağını sakmuş bir adam de- Bildi. Beş bin irayı çıldırasiye gevdiği bir kadına bulmak için başka vasıtalara, meselâ kızına baş vurabilirdi, Filhakika Me! hatin pek boş olmadığı hem gö- # rünüyor, hem de tahkikat neti- Nevbaha odasında duramıya- geee z AD AA CA N kız bazı mücevherlere ve muhak duyduğu derin saygı ve muhab- betle bunları nereye gideceğini 4 — Bununla beraber Ali Şe- ref, gu hâdiselerin cereyan etti ği sıralarda öyle irade zaafları, zayıflıklar, kararsızlıklar, şaş- çok şaşkın bir Anında ne yaptı- fanı bilmez bir hale gelerek ci- nayete bile atılabileceği akla ge- Bütün bü hâdiselerin yanı ba şında daha vahi n deliller dan ince bir çizgi kân sızıyordu. çırpındığı sözler yerine ağzından İhtiyar kadı- likle yeniden düştü ve son gücü- ninesinin ölümüne sebep olan bü- | YENİ SABAH Cağını anlamıştı. Dışarıda kipir- danan, oymyan — gölgelerde — bir çağırış var gibi idi. Yavaşça bal kon kapısını açarak, çıkmıştı. Taş merdivenler çıplak ayakları- na ilik gelmişti. Çimenlerin üs- tündeki çiğ taneleri ayaklârını islatmıştı. Bahçenin ortasında akan bü- Yük arığa doğru yürümüştü. Ni- çin oraya gidiyordu? Belki de suyun geniş ve beyaz çakıllı yata ğına girecekti. Çıplak ayaklarını korkusuzca bastığı — yeşilliklerin Arasında kimbilir kaç çeşit haşe- rat vardı. Fakat o, içinin emrine uymuş, tablatın çağırışına doğru gidiyordu. Büyük çınarın yanına gelince, kalbi âni bir zonklayışla göğsünü döverek, olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Üç gündenberi, koca —çınarın her biri birer gövde halini alan yan ve tepe dallarını kesmiye ge len tahtacı orada İdi. Aralıkların da yabani zambaklar açmış kaya hiğin üstünde oturmuştu, Yarı belinden yukarısı çıplaktı ve saç larından sular sızıyordu. Kızı görünce, hiç kımıldama- mıştı. Kısaca: — Bizim ora çok sıcak! ya geldim. Yundum!. Demişti. Nevbahar, gündüz sa atlerce ağaç kesişini seyrettiği Adama, içinde garip bir sıcaklık, bir yaklaşma İsteğile bakmıştı. Sert çeneli, kocaman mavi göz- lü, tabiat ortasında doğup yaşa- maktan sertleşmiş, hakikt ren; ni kaybetmiş esmer yüzile, yarı vahşi, orta boylu genç bir erkek ti. — Çınarın koca dalını indirirsin değil mi? O, kalın sesile kısaca: — İş mi? Şimdi bile indiri- rim . 8i yarın —————————. Et ve balık kombinası hazırlığı Ankara, 12 (Hususi) — Et ve balık işleri kombinası kurulması için yapılmakta olan hazırlık hakkında Toprak Mahsulleri O- fisi Umum Müdürü Necati Top- Et| çuoğlu şunları söylemiştir: ve balık kombinası kurulması ha zırlıklarına devam edilmektedir. Bu maksatla bize müracaat eden yerli yabancı bütün istenilen izahat firmalara | verilmekte bu müesseselerden hiç birine bağlan | madan sadece temaslar yapılmak tadır. Şimdiye kadar Danimarka, Hollanda, İngiltere, Amerika ve Alman firmaları müracaat etmiş lerdir. Bu firmalar kendilerine verdiğimiz malfümat ve yapacak- ları tetkikler dairesinde yapa- cakları tetkiklerin neticesini bi- ze bildirecekler, ondan sonra ge- rekli projeler hazırlanarak işin tatbik safhasına geçilecektir. Demişti. Neyvbahar, büyülen- miş gibi idi. Onun İnce belinden genişliyerek yükselen omuzlar- na, gergin adaleli kalın kolları- na, birer pençeyi andıran ellerine baktıkça, kalbinin vuruşları artı: Onun gözlerindeki parıltı bir- denbire çoğalmıştı. Yerinden fır-| Çı hyarak; ni — Adamın damarına basma kazı., Diye, çınarın koca dalile kaya- İlığın sivri bir tagı arasında geri-| l kalın ipi göstermişti: — İşte gu ipi kestin mi idi... Dalın işi tamam... Her geyi gün- düzün hazırladım... | Nevbahar, damarlarında ilk kadının ateşini duyarak, ona yak laşmıştı. Mavi işık altında uyu- yan toprak dünya değil do Cen- netti sanki. Nevbahar kendini, Âdeme elmayı kopartan Havva- 'nın yerinde sanıyordu. Ona biraz daha yaklaşarak: — Haydi haydi kuzum devir gu ağacı... Görmek istiyorum ne olur... Diye yalvararak adamın göz- leri içine bakmıştı — Töbe Yarabbi Bi p ». Kız git işi- nel... Gece vakti iasanı günaha sokma!... Nevbahar, vücudünde Ürperti- | y: ler dolaşarak yalvarmıştı: yi — Ne olur kuzum Hasan... Sonra birden coşarak — Sen ipi kesmezsen... yapamaz mıyim sanki!... Diye, ipin bağlı bulunduğu ta- şa doğru koşmuştu. Kalın ip - ğacın yarı kesilmiş, düşmiye ha- zar dalının ağırlığı ile gerilmişti. Kendini oraya atmış ipi çözmi ye uğraşıyordu ki; ellerini Hasa- nın vahşi pençeleri altında bul- muştu. İki yırtıcı mahlük gibi Ben B 4 $ NOT: soluyarak mü lardı. cizesi onu y yordu. Işıklı yapraklarında sihir muamma karanlığı ile döndi ses vardır baba. cın ipini çözdüm. ölüm seslenmi maz ki, Yeni SES Operetinde | Nakleden: Orhan Erçin-Müzik : Biletler satılmaktadır. Tel: 49360 Tabialın çağırışı!.. leye koyulmuz- Daha ilk anlarda Nevbahar, büyük ve bükmünden kaçılmaz bir kuvvetin tesiri altında kaldı- ğını anlamıştı. Bu ne İdi? Bilmi yordu. yordu. F kendini, mektep Gözleri ışık altında akan su gi| tatilini geçirmiye gelen Nevba- bi parıltılı idi. hardan çok, pek çok gerilere, tâ — Hadi! demişti. Kolay iş mi| ilk cedlerinin yanına dönmüş his bu? sediyordu. İpl sökmiye onu razı etmişti. 1narın koca dalı, gök gürültüsü ü andıran bir çatırtı çıkarmış fakat devrilmemişti. Hayat mü- şamıya mecbur edi- titreyişlerle başı gökte öylece kalmıştı. — Hani hani iş değildi?... Ha- i ipi sökünce devrilecekti. — Duydun ya çatırdadı am- Nevbahar, kahkahalarla - gül- müştü. Kahkahaları Hasanın için deki kendine hâkim oluşu birden bire ateşlemiş gibi Idi. — Benimle eğlenme kız!... O, tekrar tekrar gülmüştü. O zaman, erkeğin geniş göğsü soluk suz daralır gibi olmuş, adaleleri erilmiş, bütün kuvvet ışarak olanca hızile ile ipe ya- çekmişti. İkinci büyük çatırtı duyulurken, Hasan, artık gülmiyen kızın bi- leğinden yapışarak, gerilere doğ- ru sürüklemişti. — Söyle Nevbahar!... -Söyle favrucuğum... Bu işi tahtacı mı raptı acaba? Kız, birden irkildi. Bakışlarının babasına — Asla!..."Bizim bahçede ge- ce vakti onun işi ne? Sonra, başı öne düştü: — Herkesi içinden çağıran bir Beni tabiat ça- arıyordu. Bahçeye çıktım. Ağa- . Nineciğime de Bundan kaçıl- Y Cahit UÇUK Nisan Perşembe saat 21 den itibaren IRÇA KÖŞK Operet 3 perde akşamı 'ehmi Ege lüzum görmeden inkâr ediyordu. Bunu da tabit görmek Jâzımdı. Çünkü sabık zeytinyağı taciri hayatının ba- his mevzuu olduğunu o bitkin ve harap halinde dahi pekalâ bir tereddüde tahmin edebilirdi. Yalnız sorgu hâkimi onun inkârlarında ümit Bizlik seziyor, imandansa eser olmadığına hükmediyordu. X Nihayet, elinde bir hayli ve- sika ve delil olduğu halde sor- gu hâkimi üşıkla sevgilisini, metresini, yâni Ali Şerefle sa- bık tiyatro artisti Sevimi çağırt- ti Mes'ele gayet mühimdi, Se- vim bundan önceki ifadesini tek- Tarlar ve isbat ederse Ali Şeref'. in hayatı tehlikeye düşecekti. Tevkifhanedeki koğuştan ge- tirilen Ali Şeref son derece bit - kin bir halde idi. Vaziyetinin teh İlkeli olduğunu, hattâ ne dercc& “dı ki Ali Şerefi itham ediyordu. Bu — delillerden — bazıları - — tehlikeli olduğunu; — belki Aki- m Ali Şeref başlan - — betinin tamamile ümitsiz bulun« Eiçta şiddetle reddetmiş, in < — duğunu sezerek heyecan ve ko kâr etmiş İken sonra Kabule Ku içinde, ne yaptığını bilmez mecbur olmuştu. Bununla bera- — bir halde idi. ber inkâra mecal bulamadığı — Buna karşılık Sevim, görü - noktalar tâli ehemmiyette idi. — nüşte sakindi. Soğukkanlı, nef- Xoksa Ali Şeref cinayeti kat'i sine ve heyecanlarına — hâkim, Bürette reddediyor, en küçük — bütün ithamlara ve hücumlara —— Bugün 16 Sahife kanaraaamaamnan Almayi hazır gibi idi. Ali Şeref, onun tarafından — müşük bir bakış, merhametli ve maziyi hâtırla - tıcı birkaç sözle belki biraz can- lanacak, belki kendini daha iyi müdafaa edecekti. Böyle bir ha- reketi beklemişti de. Fakat u- Ruruna herşeyi feda ettiği, hat- tâ gü acıklı vaziyete düştüğü kadın tarafından soğuk bir il- Bisizlik, hattâ istihfaf ile kar- igılaşınca evvelden mahküm o- lanlara has bir ümitsizlikle başı büsbütün önüne düştü. Bu dramın İlk plândaki — bu üç gahsı arasında başlayan söz- ler, hâdisenin malüm olan saf- halarma altti. Bu ilk — sözlerin Arkası pek canlı, pek hareketli oldu. Hâkim bütün bu Jfadeleri ve bu uzun hikâyeleri birkaç kelimede topladıktan sonra Se- vim'e dönerek dedi ki Sevim banım, demek ki, beye soön bir ihtarda bulundunuz ve eğer ncele ihti- yacınız olan beşbin lirayı ge- tirmeyecek olursa kendisinden ayrılacağınızı söylediniz. Bunu tekrarlıyor musunuz?. — Evet efendim. — Ya siz Ali Şeref bey, sev« Giğiniz bu hanımın ifadesinin bu Kismını kabul ve tasdik ediyoy n Gıkli —— RESİMLİ HAFTA Sinema » Moda * Spor x Aktüalite * Sanat * Edebiyat Amatörlere Mükâfatli Yazı Müsabakası 25 — Kuruş ihmal etmeyiniz ., zammammmaaarun z musunuz?, — Evet efendim. — Şimdi Sevim hanım, köşk lerin ipotek edilmesi mukabilin de bin lira elde etmeyi Ali Şe - ref beye siz istediğiniz zaman bu köşkün daha önce tarafınız- dan ipotek edilmiş olduğun dan nasıl gizlediniz?. Hem den gizlediniz?. — Birdenbire ipotekl Ali Şı ref beye itiraf etmeğe utandım, — İş mes'elesinde, hele bir borç istendiği zaman utanma- nin yeri olabilir mi?, Gizlemek menfaat ve işin yapılabilmesi - ne de aykırıdır! Demek ki, A- N Şeref bey, köşkün evvelce I- on ne potek edilmiş olduğundan sizin | » haberiniz yoktu. — Evet efendim. Bilseydim Notere başvurup beşbin Jira is- ter miydim? Onun tarafından böyle bir teklifin reddedileceği- ni tahmin ederek lüzumsuz bir teşebbü: debi girişmeye ir mi İdim bebi anlaşılıyor! Hâkim birkaç dakika durdu, Sonra ayağa kalktı ve kelimele- ri Üstünde teker teker durarak (Devamı var) cesaret e-| * Yazalı: Eski bir pehliyan 18 NİSAN 1949 Tefrika No. 50 Çakır nasıl bir belâya çatmış olduğunu şimdi anlıyordu Çakır çapraza girince bundan çırpınıp kurtulmak için silkin- di. Muhaciri giddetle göğsün - den itti, Fakat muvaffak ola- madı. Muhacirin kolları göğsü- ne kefe gibi yapışmıştı. Çare- siz arka arkaya gitmiye başla- di. Halk adeta gözlerine inanamı yordu. Koca meydanı derin bir sessizlik kaplamış bulunuyordu. Kim olduğu belirsiz bir muha- cir, nasıl oluyor da Çakır gibi 'namaı dillere destan bir pehliva- nı bu gekilde sürebiliyordu? İ- nanılır gey mi idi bu? Çakır çaprazdan kurtulamıya cağını, belki de sırt Üstü yere yuvarlanmak Üzere — olduğunu anlamış olacaktı ki hemen yü- zilkoyun dönüp kendisini yere attı. Sonra da yürüyüp kurtul mak İstedi. Fakat muvaffak o- lamadı. Yabancı pehlivan he- men ileri atılıp kısbetin kasna- ğından tuttu ve çekip Çakırı altına aldı. Şimdi Çakır kurtulmak isti- yor ve çırpınıyordu. Fakat mu- hacir hiç de öyle yumuşak bir olmadığını isbat etmiş dan Çakırın bütün te- şebbüslerini boşa çıkarıyordu. lele pek müthiş oluyor- Çakır nası! bir belâya çat Mmiş olduğunu şimdi pek güzel anlıyordu. Bu işe en çok Şşaşanlardan Dalyan Kadri ile cazgır olmuş- tu. Çakırın nasıl bir pehlivan olduğunu pek güzel bilen cazgır Kadriye döndü: — Abe nereden bulup getir- din bu pehlivanı? diye sordu. Kadri de hayran hayran mu- haciri seyrederken cevap ver - di: — Beraber geldik. Bizim yel- kenliye bindi amma, doğrusu böyle bir pehlivan olduğunu ben de bilmiyordum. Orta pehlivan sanıyordum. — Ne diyorsun? Çakır bunu yenmek için üç dört saat terli: yecek. Adam iyi pehlivan doj rusu... Ne ise bu işde en kârlı çıkan sensin. Çakıra gelince, o başka tür- lü düşünüyordu. Ona göre bu muhacir Dalyan Kadrinin ada- mı idi ve her halde Dalyan Kad ri bunu mahsustan getirmiş, yağlanırken de kendisini kandır Mak için mahsustan onu güreş ten çıkarmak istemiş ve netice- de kandırmıya muvaffak ola - rak ona dayamıştı. Şimdi bu belâyı yenebilmek için belki sa- atlerce güreş tutmak mecburi- yetinde kalacak, neticede yor- gun düşerek Kadrinin karşısın- da güreş tutturamıyacaktı. Fakat bir defa olan olmuştu. Artık geriye dönebilmiye imkân yoktu. Çaresiz güreşe devam e- decekti. Böyle düşünen tabil yalnız Çakır değildi. Halkın da büyük bir ekseriyeti ayni fikirde idi. Ve Dalyanın bu kurnazlığına hayran kalmışlardı. Muhacir bir müddet kemane- de kaldıktan sonra — sarmayı vurdu. Çalır sarmayı yiyince çok güzel bir hamle ile dönüp muhaciri altıa almıya muvaf- fak oldu. Bunu gören halk da rahat bir nefes aldı ve derhal Çakırı al- kışlamıya ve teşvik etmiye ko- yuldul — Yaşa Çakır! Aferin Çakır pehlivan! — rı Amerikan yol heyetinin Türkiyedeki faaliyeti Vaşington: 12 (aa) — «United Press> — Temsilciler Meclisi Ma- liye komitesine Türkiye'deki faall. yetleri hakkında senelik - raporunu| Şunan Amerikan yol — müteha: islahi için — uzun — vadeli » un hazırlanmasında, Türk hükümeline yardımda — bulunmak ve aydınlatmak için, Türkiye'dek Amerikan heyetinin 28 memuru bu Tunduğu” bildirmiş ve şunları Hlave| etmiştir Türkiye'deki Amerikan eksper « leri, yol inşası için bu. memlekete tahsis edilen 100 milyonluk umu . mi yekündan şimdiye kadar 5 mil. yon dolarlık bir kredi vermişlerdir. Amerikalı mühendis ve mütehas sıslar, Bayındırk — Bakanlığı — ile sıkı bir işbirliği yapmaktadırlar. Geçen devre zarfında, Türk ordu su emrine yeni teçhizat — verilmiş. ir, 155 mil uzunluğunda yol yapıl miş, 78 mil uzunluğunda bir şebe kenin taşı döşenmiş ve takriben 28 llik bir kasım da asfaltlanmış bır. 100 bin liraya mal olacak temizlik evi Ankara, 12 (Hususi) — Bele- diyemiz Akköprüde 100 bin lira- ya mal olan modern bir temizlik evi yaptırmıştır. Yoksul vatan- | daşlarımızın yıkanmalarını sağ- — Şimdi reddedilmenin e - | dağl lamak için yapılan bu temizlik & vinde bölmelerle ayrılmış banyo ve düş kısımları, - çok miktarda eşyayı temizliyecek büyük etüv | makineleri mevcuttur. Kalorifer tesisatı bulunan bu bina mayıs ayı içinde faaliyete geçecektir. | kondöktorüm. — Haydi kündele! Çakırın kündeleri meşhurdu. Esasen o da ayni oyunu almıya karar vermiş bulunuyordu. He- men uzanıp gakı aldı. Güreşi he men bitirmek istiyordu. Ancak bu sayede bu yabancı pehlivan karşısında — güreşin İlk daki- kalarında düşmüş olduğu müğşkül durumdan dola- yı sarsılan itibarım kurtarabi- lrdi. Hem de yorulmamış ola- rak Kadriye karşı güreşebilir- di. Muhacir Çakırın almak İste- diği oyunu hemen anladığından derhal mukabil oyuna geçerek evvelâ kol baskıya oturdu v tekten paça kaparak kolaylıkla ayağa kalkmıya muvaffak ol- du. Az evvel Çakırı alkışlıyanları ve muhaciri mutlaka yeneceği- 'ne emin olanları yeniden bir sü- Küt kapladı. Çakırın kündesini bu kadar kolaylıkla sökerek a- yağa kalkan bu pehlivanın haki katen çok belâlı bir kimse oldu Zunda hiç kimsenin guphesi kal mamıştı. Ayağa - kalkarken Çakır da budayarak paçasını kurtardı. Bü suretle iki pehlivan yeniden ayakta tutuştular. (Devamı var) * ELENSE Pehlivanlar gü Teşe ense ense- ye gelerek baş- larlar. El ense- de göyle duru- lur. Sağ kol ger gin olduğu hal- de karşısındaki. nin sol boynu köküne baş parmak girtlak ta- rafında, dört parmak ensede nl- mak ve sağ ayak ileride bulu mak üzere durulur. Karşıdak! de sol elle aynı vaziyeti alır. Diğer eller ya sallanır yahut da birbi- rini tutar. Elense çekecek - ol: pehlivan bu vaz'yette dururke enseye, rakinin ayağının tecx bulunduğu tarafa doğru kuvvetla kendisine doğru çekerek kars:- sındakinin aurazencsini bozn « Ba çalışır. Föer Yarsısındaki kuvsetli deçhise vava gatil S >v. lana'ssa yözükoyun attâ var üstü yere düşer. Hattâ güreş meydanlarında tek bir elense ile yen'k düşmüş pehlivanların sa- yısı hiç te küçümsenecek kadar az değildir. ELENSE VE TİRPAN İki pehlivan en seye geldikten ve birbirlerini denedikten son- ra muhtelif 0: yunları — tatbik etmeğe başlar- lar. Yandaki re- simde bir pehli- vanın elensede —| iken nasıl ayağile rakibinin aya #ına vurarak müvazenesini bo- zup düşürmeğe çalıştığımı görü- yorsunuz. İşte ayağı savurarak vurulan bu darbeye tırpan der- ler. Tırpanlar iç ve dıştan vu- Tulduğuna göre iç tırpan ve dış tarpan ismini alırlar. Elensi aynı zamanda yerinde vuru'na bir tırpan birçok güreşlerde ga- Nbiyeti temin etmiştir. Tırpan, aynı zamanda kuvvetli pehlivan- ların rakiplerini ezmek ve takat ten düşürmek için baş vurdukla- yı en belli başlı ayak oyunudur. OKUUU([I Den 47i yollarında v “İyevmiye ile çalışanların dilekleri HBüviyeti mahfuz bir cumuz diyor ki Ben Devlet okuyu: Demiryollarında Mücssesemizdeki bekçi, gardifren ve kon döktörler vevmiye ile çalışırlar. Bize her ay $0 gün üzerinden pa- ra veriliyor. Ay 81 çekince gene aymı parayı alıyoruz. Bir güne dehdimiz muntazaman — yanıyor. Bize bu hakkımızı niçin vermiyor. lar. Bu hususta Ulaştırma ' n nazarı dikkatini ica ederim. makasçı, ane hığ çekme- Beykoz Kaymakamlı nn açıklaması Beykoz Kaymakamlığ Yeni Sabah gazetesinin :/4/ 1949 tarihli nüshasında — «Bey- koz Kaymakamlığının mektubu- na cevap> başlığı ile çıkan yazı incelenmişti: Şikâyetçi vatandaşlar, gazete. ye bundan evvel gönderdikleri mektuba ve bilâhare çıkan tav- zihine cevap olarak yeni birşev ilâve etmemişlerdir. Hâdise adliyeye intikal etmilş bulunduğundan — Kaymakamlığır nızca bu hususa dair yapılacak bir muamele görülememiştir.