20 Mart 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

20 Mart 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BAYFA 1 4 Tefrika Kapıyı aralıyan takunyalı Ali misafir muhacirlerin gelmek İ: tediklerini haber vererek çeki mişti. Yerinde zembereklenen Kleanti Skalyeri sıçradı: — Bizi görmemelidirler! — Arka odaya çekileceksiniz tabil. — Evet. Biz, küçük odaya gi relim. Aradaki geçme kapıdan dinleriz. İcabettikçe bize gelirsi- di İki ziyarette yalının her ta fanı öğrendiği için, yol gösteril- mesine muhtaç olmadan yan ka pıda kaybolmuştu. Üç ihtilâlci muhacir şefini karşılamıya atı- lan Ali Suavi efendi, geniş di- vanhaneyo çıktı. Merdivenlerden öksüre konu- ga çıkan Üç adam: «Merhaba & fendi hazretleri> dediler. Hacı Barıklı, aba poturlu adamlar de- ğillerdi. Üçü de, Filibe ve Has- köy eşrafından efendi adamlar- &. Ağır edalı sevimli yüzleri, elddi tutumlu halleri vardı. Ya- hnın arka tarafında, hazırlanan bahçeye nazır kuytu odaya çe- kildiler. Pencereler perdesizdi. Tavan- dan sarkan karpuzu kırık lâmba dan soluk bir şevk vuruyordu. Kirli yüzlü örtülü dar sedire sı- ralandılar, Ali Suavi efendi, bir sandalye Ççekerek oturmuştu. Bir gün evvel Direkli yalıya yerleşen üç alile büyüğünden biri: Filibeli Ahmet paşanın da- madı Hafız Nuri, öteki Hasköy Jü Hacı Memiş, Üçüncüsü de: Hafız Ali efendilerdi. Köse ih- tilâldiyi daha genç yaşında Fi- libe rüştiyesi hocalığından 've yine Filibede «Yeşilli oğlu» ca- Mlindeki bomba gibi vaizlerin- den tanıdıklarından, çabucak anlaşmışlar, efendinin kurduğu Bizli cemiyete ilk teklifte âza olmaktan çekinmemişlerdi. Sul- tan Muradı tahta geçirmek ve Abdülhamidi kolundan tutup at mak İçin, bu tamtakır süfli o- dada son kararlara gidilmek me Tamile toplandıklarını da bili - yorlardı. Ailelerile birlikte ya- hya, efendinin yanına yerleşme lerinin sebebi de, sırf dikkati çekmeden sık sık buluşabilmek ve haydi, deyince hemen hare- kete geçebilmek maksâdından i- baretti. Âli Suavi, yan kapıya gide- vek kilit üzerindeki Aanahtarı gevirdikten sonfa yeleğinin ce- hbine attı. Kelanti Skalyarinin karanlık odada tek başına kal- Gığını düşünerek yerine oturdu: «Nasıl birader, Ortaköydeki mu hacirinden yüz kişi kadar teda- Fik edilebildi mi bari> diyerek Filibeli Ahmet paşanın damadı Hafız Nuri efendiye baktı: — O mıntaka hayırlı iş için €en can alacak noktadır. — Malüm. Hemşeriler ile gö- Tüştük. Hepsi hazır ve emir ve İşarete İnüheyya bulunuyor. — Yüz kişi kadar, — Ziyade! Rodos Balkanları na gönüllü gideceğini ve orada kürulan «Muvakkat Dağ hükü- metine» iltihak edileceğini söy- ledik. — Allah sizler gibi vatanper- 'veran millet ve erbabı hamiy- Yetten razı olsun! Ya silâh müş Polü ika ve Diplomasi: utuklara, tefsirlere, gaze- telerin açıktan açığa yaz: dıklarına bakılırsa, siyasi seya- hatinden avdet eden Dişişleri Bakanı Necmeddin Sadak, mem- lekete, dağarcığı muvaffakiyetle dolu olarak dönmüş değildir. Mil- let Partisi namına pek güzel bir nutuk veren milletvekili bilhassa vaziyeti, Dışişleri Bakanına «Bü- tün millet arkandadır!> sözü ile pek beliğ surette anlatmış oldu. Fakat gazeteler ilk önce bu in- Geliği çakmadılar; — Necmeddin k'a muhayyel bir muvaffaki- yet atfederek kocaman manşet- ler Sleşreylediler. Bir gün sönra hakikat anlaşıldı; hattâ <Atlan- tik paktı İmzalaniyor. Ya biz ne oluyoruz?> diye soranlar var. Diplomasi lisanı çok acaip bir ir. Herkes konuşur, fakat birbirinin meramını anlı yamaz. Bir diplomat «evet!» de- #mümkündür!» der. «Ha- yarlş demez, «Mümkün olacağım ltmiyorum!» der, Bu for- meülü anlamak gerek! 'fürih, diplomasinin piri olarak (Taleyran) 1 kabul ediyor. Hem Najölyona, hem de - on sekizinci Luvi'ye hizmet etmek yumuşak- hğini gösteren bu mühim adam için Napolyon: — Mösyö Taleyran politikada bir bayraktır; fakat öyle bir bay- rak ki her rüzgârın önünde yel pirder.. demiş. Dn #ekizinci Luvi de — Mösyö Taleyran'ın sabahle- yin bir kanaati vardır. Öğleden Sonra bu kanaat değiğir; akşama SULTAN Ü KABUSLARI Pencereden yarı sarkarak sesine aşağıda;iı İşitilecek kadar ton verdi kanaat namına hiç bir gey kal- mağı, demiş. HA No. 29 külü nasıl halledilecek ? — O ciheti merak etmeyiniz. | Balkandan hlcret eden Bulgar hemen kâffe-| yalı dindaşların kinde av tüfeği, esliha vardır. ZA ihtiyaç | vardı. | — Tek tük martin ve Vincis- ter hamili olanlar da bulunu - Dışarıdan — kapı vüruldüğü 1-| çin başlarını " döndürdüler: Se rasker İzzet paşa zade Süley- | man bey gelmişti. «Selâmünü- | leyküm arkadaşlar!» diyerek girdi. Ayağa kalkıp birer birer toka adamın yüz | çizgileri ciddiyet azim ve iman | dolu bakışları cüret ve cesaret telkin ediyordu. Ev sahibinin ya nındaki — sandalyeye — ilişerek «Kuzguncukta ikl mavna temin edebildiğini» söyledi: — Emin adamlardır. Ser ve rirler, sır vermezler! aştılar. — Üçyüz kişi nakledilebilir. Odadaki şevk zayıfladığı için, “yzun boylu olan Hafız Nuri e- fendi boş sandalyelerden birine atlıyarak lâmbanın fitilini çıkar dı. Daha aydınlanan oda, şen- lenmişti. Takunyalı uşağın ge- tirdiği kestane suyuna benziyen kahveleri içmiye başladılar. Ba- | yındığı yah iskeletindeki tamta kır kilerinde misafir ağırlıyacak | Kadar kavesi de bulunmıyan A- | N Suavi efendi, usulla yan ka- pıya girerek öbür tarafa geçti. Üstad Skalyerinin fikirlerini al- mıya ihtiyaç hissetmişti. Kapı aralığından sızınca, kararan iki pencereden üst baştakinin önü ne diz çökerek göz uyduran Kle anti birdenbire yerinden fırla- zaştı. Karanlık oda ortasında burun buruna geldiler. Kavak boylu, iri adam, bodur boylu ev sahi- binin kulağına eğildi: — Herif buraya da geldi. — Hangi herif? — O, Beyoğlundaki evde bizi tarassut eden adam olacak! — Ne diyorsunuz birader? — Odanızda lâmba yandığı için farkında değilsiniz. Pence- Teden sizi dinliyor. —| — Müthiş! , Kapıyı çevirip alt köşeye so- kuldular. Burnundan - soluyan Kleanti usulla fısıldadı: — Yalnız bir noktaya aklım ermiyor. Bu herif pencereye na- Bil tırmanabildi? — Yâni merdiven mi kurdu demek iştiyorsunuz? — Evet. Bahçede merdiven var mı idi? — Zannetmem, — © halde? Nefes nefese gelecek kadar birbirlerine sokuldular. Misafir gelen muhacir ailelerin bahçede merdiven bırakmış olmaları ih- timalini düşündüler. Köse ihti- lâlci birden arkadaşının kolunu kavrıyarak: «Dışarıda iki oda arasına tesadüf eden kısımda kalın yağmur boruları var!» di- ye kekeledi: — Sultan Mahmut devrinden kalma, kalın, mukavemetli bo- * Olga Sun, P unt filmi- ile angaje olmadan önce bir çok işlerle meşgul - olmuştu. Şüphe yok ki o, ötedenberi sinemacılığı intisap etmeği isterdi. Holivud'u: mahrem hayatına daha kulmak gayesile foto muhabir ol diz ve le görüşmek imkânını bulmuştu. Olga Sun'un mağrur edasına içerleyen bir re- jisör ona bir gün şöyle demişti: — Çektiğiniz fotoğraflar beş para etmez, fakat güzel bacak- larınız var. Sonradan bu aynı rejisör Olga Sun'u, renkli, müzikli bir komedi olan Carib bean R: için Şimdi bu sevimli yıl: anFaje etti. dız, eski fotoğrafçılık mesleğini hatırlatanlara gülerek şu cevabı vermektedir. — Holivud'a fotoğraf muhabi- ri olmaktansa, Fotogenik olmak çok daha kârlıdır. x& Shelley Winters'in güzelliği dillere destandır. Amerikalılar o- na «Teshir edici kadın'ı adını tak mışlardır. Fakat her madalyanın muhakkak ki tersi vardır ve Win- ters, hayranlarının elinden kur- tulmak için ekseriyetle türlü kur nazlıklara başvurmak mecburiye- tinde kalır. Bir güh Schelley Winters «Çif- te Hayat> adlı filmini çevirdiği studyo binasından çıkarken — bir Adam tarafından takip edildiği- nin farkına varır. Karşıki kaldı- rıma atlamak için yoldan geçen bir otobüsü beklediği bir sırada, adam gülümseyerek yanına yak- laşıp sorar: Ginette Leclere ve Georges Gub rular!... (Devamı var) Fakat bu adam hakkında en parlağını Kıral Luvi Filip söyle- miştir. Kendisine Taleyran'ın Ö- lüm haberini verdikleri zaman sormuş — Acaba bu zamanda ölmek- ten siyaseten maksadı ne idi? * Ömr: Er: G eçen gün gazetelerde gör- düm, İnsanların yüz elli sene yaşamala- rı temin edile- cekmiş. Ölüme çare bulunmu- yor ya... Bu Buretle hiç ol mazsa mukan- nen bir. yaşa kadar — yaşa- mak ciheti sağ lama — bağlanı- yor demektir. Herkes 150 sene yaşıyacaksa insanlık için büyük bir felâket olur. Hayatın biraz zevki varsa o da meçhul Üzerine kurulmuş olmasındandır. — Yok- sa yaşama müddeti malüm olur-| Sa İnsanda ne hırs, ne emel, ne de Ümit kahır. Yüz elli seneyi ta- mamlıyan hayattan istediği gibi kâm aldıktan sonra ahret posta- sına biner, çekilir. gider. Onun için bu keşfi yapan Alimi, eseriy- le birlikte imha etmeli ve İnsan- ları dalma meçhul ile kargı kargı- ya bırakmalı... Sonfa mesele 150 Bene yaşa- mak değil, sadece yaşamaktır. Eski meslekdaşlardan Vartana bir arkadaşı: — Yahu! demiş, ne zamandan- beri görüşemedik. Neredesin?. Öldün mü? Vartani 1)8' S Politika ve diploma Holivud dedikoduları YENİ SABAH — Her halde otok Be$- mesini bekliyorsunuz değil mi matmaze Hazır cevap ayateiz bir t evap verir E mma, her halde ha: vanat bahçesine giden — otobüsü değil! * Holivud'da kahkahalar kra- h olarak tanınan Preston Stur ges, aynı zamanda bir Ventroğ. dur da... Günün birinde hokka- bazlıklariyle herkesi eğlendiren bu meşhur artiste marifetlerinin sırrını soran bir gazeteciye — gu yolda cevap verir: — İnanın ki, güneş altında ye- ni hiç bir şey yoktur. Bizi kah- kahalarla güldüren geyler, hep aynı gestler, aynı mimiklerdir. Şu noktayı hatırdan çıkarmayı- nız ki göçüp giden sayısız nesil- lere kargılık, «Kahkaha> hiç bir zaman mahiyetini değiştirmez. * Clark Gable, Walter - Pid- geon, Edward Arnold yine - bir film çevirmişler. Bunun en güzel tarafı Walter Pidgeonu — Ünifor- malı görmektir. 4 Cary Grant Ann Sheridanla bir film çevirmiş ve rivayete gö- re ikisi de birbirinden hiç mem- nun kalmamıştır. * John Paynes karısile geçen- lerde dördüncü seneyi devriyele- rini kutlulamışlar. Allah saadet- lerini devam ettirsin başka bir iş kalmıyor. demekten * Yine Tierney'in Christina Cassini isminde bir bebeği var... Günün muayyen saatlerini de o- 'nun yanında geçiriyor. Fary, So-la-Romance filminde, uzun bir tereddütten sonra nihayet teslimiyetle biten, son bir aşk sahnesini yaşıyorlar. HBETLERİ ; YAZAN: ARI A Hİ Marila Montez «Bir Ölünün H MARİA MONTEZ “Bir ölünün hâtırası, adındaki tilmi ç Maria Montez'in karşısında bir cüce, ağzı yarı açık bir halde u- yuyor. Sağ tarafında ise Gorile pek benziyen bir adam, mütema- diyen esneyip duruyor. Montez, uzandığı şezlongda sesini yüksel- tince, cüce ve gorile pek benzi- yen adam, birdenbire uyanıveri- “yorlar, Bu sevimli artistin sesin- de, âdetâ mırıltılarla akan içli bir derenin kalbi burkan gizli a- hengi var. Maria Montez'i, ilk defa görü- yorum, O studyoda «Bir Ölünün Hatırası> adlı bir film çeviriyor. Yanına usulca — sokulup, filmin mevzuunu Boruyorum. Gülerek cevap veriyor: — Ben «Bir Ölünün Hatırası» filmindeki rölümü çok seviyorum. Burada «Ölüme» tutkunum — ve bizzat sevgilim «korku» nun ken- disidir. Bu filmde, işkenceye vur- gun bir kadın rolünü temsil edi- yorum. Etrafımdakilere — ıztırap çektirmeğe bayılıyor ve hayat- larımı istihkar eden canbazlardan başka hemen hiç kimseyi sevı 'yorum. Bu, gerçekten çok zor bir Foldür. Zira burada, diyaloğa ih- tiyaç hissetmeksizin, seyircilere igşkenceye vurgun bir kadın bir sadık olduğunu anlatmak — mec- buriyetindeyim, — Peki siz bu güçlüğü nasıl yenebildiniz? — Bittabi bir takım gestler ve İi y ainde Biz a bihaetliğiniz gest ve mimikleri, baştan aşağı yarattı- mi yır ben bunları yaratma- dım. Sadece dikkat ve ihtimamla tetkik etmekle yetindim, Zira ro- lünü temsil ettiğim kadın ka — Erzel-i ömr — Kalb krizleri — Berberler — Kahvecilerin kongresi — Meydanlar ve rıhtımlar — Rapor — A birader! demiş, yaşamı- yoruz ki ölelim! Tasavvur edin... 150 sene tram vaylar böyle kalacak... 150 sene et buhranı devam edecek... 150 sene bir bardak suyu 10 kuruşa içeceğiz... 150 sene kıtır katır bir fırancala — yiyemiyeceğiz... — 150 sene her kış kömürsüzlükten zan- gir zangir. titriyeceğiz. Hayat bu kadar uzun çileye değer mi? * Kalb Kri Tİ. S AAt istatistiklerden anla- şıldığına göre son zaman- da vefiyat kalb krızlerinden 1 - y leri geliyormuş, Hakikaten — ta. nıdıklarım. ara- sında — bir kaç z tene — kalbden Z ) Bidenleri — bili- W oo şîımm Bgün de - dost lar arasında bu Tâkırdi. açıldı. Dügündük. — tasın- Geçen| ge v Be |B dık: Böyle bir buhrana — memle- ketteki - uygunsuzlukların - sebep olduğunu anladık. Evden sokağa çıkınca hiddetlenecek, ateş püs- kürecek vak'alar karşısında kal mamağa imkân yok. Trene binersiniz, Hava tahtes fıfır bilmem kaç derece soğukla kaloriferler yanmaz, kompartı manlarda iri iri Lofça çivisi kese riz. Al bakalım bir hiddet! Ha- va lodostur; sıcaktır. Bu sefer kaloriferler cehennem gibl ya- nar. Herkes paltoları, - ceketleri, yelekleri atarlar. İkinci bir hid: det daha... Tramvaya binsek bir- birimizle kavgadan herkesin kan başına çıkar, Otobüse binsek ha- kezâ... Su içsek, ekmek - yesek bir kasap dükkânının - önünden geçsek tekrar hiddet, hiddet üm- tüne... Bu kadar öfkenin sonu ne olacak? Nihayet bir kalb sektesi- le giden gidene! * 'rberli erberler zam — istiyorlar mış. Hakları var, Her gey B teler “zam - istiyorlar hveciler de kongre ak detmişler... On ların da - elbet- günden — güne te — kendilerine ateş — pahasına göre — istekleri re çıkıyor da ber- var. — Kahve, Z » ber — ücretleri rkın en düş a neden - bir de- kün olduğu mü | recede demir a keyyif bir mad ' | ö dürüyor? dedir. X |— Berberler Ehi - | - key- “Xx | memlekette u fin keyfini muümi — hayatın tâzeler? | mizanıdır. Halk| Tâz> elden, tâze pişmiş, tüze boşnut - olmalıdır ki / süslensin. kahvo 'tâzeler. | Yoksa herkes işi harabatiliğe| — Derler yurur, saç sakal birbirine karış- — İdaresizlik yüzünden şŞu kahve- | mış bir halde iyi günlerin hulülü-|nin ne kadar yokluğuna katlan: Dü bekler, dığımızı düşünüyorum da — kendi Eaki Direklerarasında bir ber- | kendime: «Geçmiş zaman olur T Abdullah vardı. |ki...> sözünü kim ister râhat -| -müy - 1-| Geçmiş zaman olur ki düşünmek seri, melâldir. Berber Abdullaha olsun müşteri. | — Şekline koymağı — doğru bulu Diye duvarına koca bir. Jevha | yorum Gamıştı. O Tekel'in halka kahve yüzün- | Asıl mesele baş kıllarının “ra-|den ettiği işkenceyi hatırlamak | hatı değil. zan rahatıdır. Berberler, bizim mihi hayatın en canlı gravürleridir. " Eeki vi- Göz ve gönül Asabı. a tırası> filminin bir sahnesinde evırıyor manın reel bir mevcudiyeti var- dir; yaşıyor. — Nerede? — Dünyanm dört bucağı: — Peki onu nasıl keşfettiniz? — Bir ruh hekiminin muayene- hanesinde. — Lâütfen bu hususta sinema meraklılarını tenvir eder mis'- niz? Maria Montez kırmızı dudakla- rı arasında pırıldıyan - inci gibi beyaz dişlerini göstererek güldü sonra anlatmağa başladı: — Bu ruh hekiminin bana is- mini sakın sormayınız... Ben film deki rolümü okuyunca, derhal o- na koştum Vve ondan sadık bir kadının davranışlarının ne olabi: leceğini sordum. Ruh hekimi kar- şıma güzel bir çiçek koymuştu. Bana bu çiçeğe dikkatle bakmamı emretti. Sonra, onu, avuçlarımla ezmemi tavsiye etti. Doktorun dediklerini yaptım. Aradan çok Zeçmeden kalbimin derin bir me- lâlle kanadığını hissettim. Ga- riptir ki bu çiçek bana rolümü muvaffakiyetle başarmama im- kân verdi. Şimdi bara, kafe şantan'a, dan singe —hulâsa nereye girsem, bende bir nevi korku yaratan bu avuçlarımda ezdiğim çiçeğin gü- zel hayali gözlerimin bir türlü silinmiyor önünden Bir yangın Dün öğle üzeri Galalada Kala fat yerinde Yelkenciler caddesi 132 No, l dökümcü dükkanında yen inl ae yat YGi (ZERAMAZA Yazan: Eski bir pehliyan kaz 20 MART 1940 N"_’* ) (GÜREŞLERİ | Tefrika No. 29 |Artık herkes Arnavudoğlunun kçıyıyenmesini bekliyordu Çok dikkatli davranmak lâ- — Arnavutoğlu şaşırmıştı. zımdı. Artık onun bi fak — teşebbüs et cesiz kalıyor: olmasına rağmen oğulla- — du. Bu pehlivana yerde bir gey ni nasıl yenmekte olduğunu — yapamıyacağını anlamış bulunu mıştı. 'ordu. Eğer onu bozabilecekse Kazıkçı şimdi başka türlü gü — ancak ayakta bozabileceğine iyi reşiyordu. Çünkü kargısındı © aklı yatmıştı. Güreşe ayakta güreşçinin kuvvet ve ustalık devam etmek İstedi. Bunun için d hakkında aşağı yüka-e kazıkçıyı m gevgek tu- n r edinmiş bulunuyor- — tuyor Ve hasmının ayağa kalk- du maşını Bekliyordu. Şunu da & im Ki gü- at kazıkçı hiç oralı görün reş başlıyalı bir saati çoktan — Mmüyor ve yerde yatmakta de geçtiği halde iki pehlivanda da — Vam ediyordu hareket yorgunluğa delâlet edecek en etmesinde Arnavutoğluna karşı ufak bir işaret yoktu. Sanki gü — büyük bir alay vardı. Onu hiçe reşe yeni başlamışlardı. O ka- — Baydığını belli etmek istiyor, a- dar canlı ve hareketli idiler deta: «Haydi ne marifetin var- Bu sırada Arnavutoğlu tek- — sa göster!» diyordu. rar şimşek gibi dalarak paçal: Arnavutoğlu kazıkçının kati- rı eline geçirdi. Arnavutoği nun bu hareketine karşı kazık- çı hemen boyunduruğu vurdu. Kazıkçının pek müthişti. Arnavutoğlu çaresiz paçaları bıraktı. Kazıkçı da bo- yunduruğu boşalttı. Fakat bu sırada Arnavutoğlu kazıkçının bir saniyelik gafletinden fayda- lanmayı bildi. Hemen bir yan unu ile Kazıkçı Kara Be- kiri bastırdı. Bastırınca hemen kemaneyi aldı. Sultan Aziz ve Arnavutoğl nu sevenler rahat bir nefes dılar. İşte toğlu bir buçuk saat sonra ka- zıkçıyı bastırmıya muvaffak ol- muştu. Artık na nerdi. boyunduruğu Yüzleri sevinçle p ladı. nihayet © sıl olsa onu ye Sultan Aziz yine Halil paşa- ya döndü: — Gördün mü Arnavutoğlu- nu? Ne güzel bir yan başla ka- zıkçıyı bastırdı. — Gördüm efendimiz gimdi kündeliyecek! — Acaba aşırabilecek mi — İnşaallah! — Dur bakalım. — Kazıkçı yerden kalkamı - yor. — Evet, iyi bağladı. Öbür seyirciler arasında ge- çen konuşmalar da bundan fark h değildi. Herkes Arnavutoğlu- nun artık Kazıkçıyı yenmesini bekliyordu. Kazıkçıya gelince, o yerde hiç bir telâğ göstermeden duru yordu. Yüzünde ve hareketlerin de en ufak bir endişe hissedilmi yordu. Arnavütoğlunun — oyun almasını lâkayt bir tavırla bek. liyordu. Arnavutoğlu kazıkçinın kaç- mak için en ufak bir harekette bulunmadığını görünce birer bi rer oyunlarını tatbike başladı. Paçadan kapıp çevirmek istedi. Olmadı. Şak kündesine uzandı. Oturarak kündesini aldı. Fakat Kara Bekirin bacakları ve kal- çaları bir demir külçesinden farksızdı. Bu da bir netice ver- medi. Tabii kendisi hafif oldu- ğundan sarma vurmıya teşeb- büs etmiyordu. Bu hareketinin kendi aleyhinde netice vereceği ni pek yerinde olarak hesapl yordu. Hasmını kurt kapanına almanın da hiç bir netice vermi yeceğini Arnavutoği takdir ediyordu. Çünkü Kava soğlunun güreşini yakından gör kazıkçının bunu ne kadar Onu ra söndürülmüştür. yeslerin çaheserlerinden (Geveze Berber) le Şair Sabitin (Berber- name) si edebiyatımızda — yerleş- miş varlıklardır. Şu beyit de, a- henk - i - taklidiye ne güzel mi- ldir Bir giren bir dahi çıkmaz idi dükkânından, Dest - 1 - berberdeki mikrâz di- meseydi «çık, çık!» | * Kahvecilerin kongresi: bile insanı çileden çıkarmağa kâ- fidir. Kahveciler, yapacakları kong İrede bu cihetleri unutmasınlar, pek güzel | 'erden kalkmak niyetinde görünce 1 doğruldu: be olmadığını mecburen kendi — Hayüi pehlivan! — diye atarak onu ayağa et etti. Bu kendisine — yerde bir şey yapamadığını ve yapa- mıyacağını itiraf etmiş oldu. Kazıkçı bu nârâ üzerine kin bir halde ayağa kalktı. Böy lece güreş tekrar ayak$a başla- dı. Arnavutoğlunun, bastırmış ol, ıkçıya yarım-Sâat-age kalkmıya açıkça hareketile de ği hi yapamama ı ve âczini açıkça itiraf etmesi Sultan Azizle diğerlerini hiç de memnun bırakmamıştı. — Şimdi ümitlerinin büyük bir - kısmını kaybetmiş bulunuyorlardı. Hünkâr yine Halil paşaya döndü — Bizim Arnavutoğlu yerde bir şey yapamadı! — Evet efendimiz yapamadı. — Sonra da kendi bıraktı. Demek onu yerde yenmek ümi- di yok. — Kazıkçı kulunuz çok ağır efendimiz! Onu yerde bozmıya imkân yok. Arnavutoğlu ayak inde onu daha çabuk bo- (Devamı var) (OKUYUCUSŞ SAKIZLI * Belediye otobüsleri gece seryisleri intizamsızdır. Hüviyeti bizde saklı bir okuyu cumuz diyor ki: «— Belediye otobüsleri gece- leri de servis yapıyor. Fakat bu Yece servisleri, neden pek inti- zamsız cereyan ediyor. Gece be- lediye otobüsüne binmeğe heves- lenen bir İstanbullu, durakta kaç dakika bekliyeceğini bilmek sa- adetinden mahrumdur. -Bu inti- zar devresi, belki 15, belki S0 dakika da sürebilir. Halbuki oto- büsleri, yolcu olsun veya olma- sın, vakit ve zamanında tahrik etmek lâzımdır. Aksi - takdirde servislerin ehemmiyeti, ciddiyeti ve faydası azalır. Belediye otobüslerinin gece ser islerinin de intizamla cereyaı nt temin için belediyenin dikkat kolay bir şekilde bozduğunu an |mazarlarını çekmenizi rica ede- lamıştı. v İyi idareden bahsedenleri önleri- , Rapo! ne baktırmağa yalnız kahve me-| — — selesi kâfidir! ütlücedeki infilâkın yavaş S yavaş tavı geçiyor. Çünkü * rapor — hazırla- Meydanlar ve Rıhtımlar | BoĞ _'I“Lİ";:* _"';;_ e dolusu para - sarfedildi ve | z y tık mesuliyet- matlüp — temin >if €en korkmağa edilemedi. U-| Ş S AT 'izum kalmaz. S fak bir yağ S Raporun — ha- mur yağsa ko- zırlanması — ok ca — meydanda dukça uzun sü- Ahmet Hâşim rer; ©o vakte ha tır la ta cak| kadar araya başka hâdiseler gi- yüzlerce göller| rer, unutulur. gider. Erzincan teşekkül — edi-| zelzelesi öyle olmadı mı? Ha ra- yor, — meydan,| Por, ha yardım, ha şu, ha bu..« Finlândiya ha- 'a dönüyordu. Bir taraftan da mahut rıhtım ya-j yaş yavaş denize doğru yürüyor, sanki Balıkpazarının pisliğindem alara atanarak hicabını d gö- müyordu. Geçen gün baktım; Meydanın yaya — kaldırımlarını kaldırıyorlar. Bu, ni göllerden kurtarmak için ya- bir bahanedir. sadece meyda- pılacak ameliyeye Meydan tamire muhtaçtır!» de Bu kadar kısa bir müd- ur mu? Vaktile ne- İyisi dirı- dette tamir © ye iyi yapılmadı?: mi? «Yaya kaldırımlarını ka yoruz!» diye meydanı tamir et mek daha pratik bir usul olur Ya rıhtim ne'olacak? Birkaç Bene sonra yine denize yürüye cek! İnşaat için avuç, etek, zen- bil dolusu para sarfetmekte vam edecek miyiz? Yahu! gu Galata rıhtımını kim | yaptıysa onün plânlarını alsâk da | Sade taklit etsek olmaz mı?! — | İbebi yazı Derken arkadan Adapazarı zel- göçenlere, yardım olarak —gı telesi oldu. Erzincanda evleri miş zaman unuttum— onar ya- hut yirmişer çivi dağıtıldı. M le de kapandı. gitti. Bu kadar iane ne oldu? O zaman Ruman- ya Kıralının gönderdiği kereste- ler ne oldu? Kimse bilmez âdiselerde rapor denil- di mi? aklıma Sultan Abdülhamit devrinin itfajiye kumandanı Ziçni paşanın her yangın Üzerine ver« Zavallı adam bir şey keresinde: diği raporlar gelir artık rapora geçirecek bülamamış da - bir Yangınları leylekler - çıkarıyor, bacaların üstüne kuru dallarla yuva kuruyorlar. Bacadan çıkan kavilcim — yüvayı — tütüştürüyor. Yangın oluyor! Ziçal paşa sağ olsaydı raporuna bu se- nazdı. Çünkü kömürsüz lükten, — gıdasızlıktan — bacaların tütmediğini o da görür ve anlar- di.., demişti. —

Bu sayıdan diğer sayfalar: