SAYFA : 4 SULTAN HAMISDEIN İKABUSLARI Tefrika No. 27 0 zağarlar hele bir defa koku| almıya görsünlerdi... bir gök kubbesi vardı. Üsküdar daki yalıda geceden kararlaştır dıkları oyunu kusursuz oynamı ya muvaffak olan karı koca, bir arabaya atladılar. İşler is- tediklerinden âlâ yolunda gidi- yordu demekti. - Yıldız. sarayı- M ve Sultan - Hamidi emniyet altına aldıktan sonra, dramın i- kinci, kanlı perdeşini açacaklar d “Ağa camil önünde indiler. To, katlıyandan geçerken, Nelli göz : mcile bakarak fısıldadı: — Orada, — Selâm vermeden geç! — Kalktı. Ağır ağır ilerlediler. Artların dan gayet şık — giyinmiş bir frenk yetişerek silindir. şapka- Bım çıkardı: Çok uzun boyu, hi lekâr bakışlı gözleri vardı. Ha- fif bir reverans yaparak gülüm sedi: — Geç kaldınız. — Yemeğe alıkoydu. — Az daha ümidimizi kese- vek gidecektik. Arka taraflardan dolaşarak Ağacamiinin ardına düşen bir sokağa girdiler. Üç katlı bir-ev önünde durmuşlardı. Gök göz- lü adam cebinden çıkardığı a- nahtarla kapıyı açarak - girdi. Kâfur kokulu loş taşlıktan geçerek ikinci katta arka tara- fa düşen bir odaya girdiler. Ko ca evde derin bir sessizlik ve haşyet veren bir ıssızlık vardı. Orta masasının etrafına saç a- yağı şeklinde oturdular. Silindir şapkalı adam şapkasını masa ü- zerine kapadı: — Sizi nasıl karşıladı? — Evvelâ soğuk ve gen! — Sonra yumuşak ve hara - retli! Öyle mi? çekin- Gülüştüler. Dolaptan üç kü- çük kadeh ve uzun bir şişe çı- karan ev sahibi, kadehleri silme lemişti. Hayatları pahasına da olsa kurtarmıya yemin ettikleri mahpus Sultan Muradin sıhha- tine üzüm kokulu Yunan kon- yağını yuvarladılar. Gözlerine fer, iradelerine cü- Tet ve taşkınlık gelmişti. Birer kadeh de, yapılacak kanlı, bü- yük ihtilâl şerefine çektiler. A- li Suavi kaba dudakları üzerine kıvrılan seyrek biyiklarını avu- cunun içi ile silerek: «Bizi tek- Tar avlıyabildiğine o kadar i- nandı ki, mutasarrıflık ve vilâ- yetlerden arzu ettiğimizde mek tupçuluk teklifine kadar ileri gitti> dedi: — Bunu vesveseli padişaha açacak! — İşte bu daha mükemmel! — Ve... Tabil aleyhimde ve- Tilen jurnallara da inamılmıya- cak! — Ben size söylemiştim. sAr- tık daha emniyetli çalışabilirsi- niz. O iki medrese talebesi ne olmuş? — Beni tanıdıklarını, söyle - mişler! Gök gözlü adam: «İşte bunu tahmin ettiğim için Sait paşaya yeniden sokulmanız lâzım -gel- diğini söylemiştim> diye önün- deki boş kadehi mis kokulu kon- yakla silmeledi. — Bu yüzden hafiyeler peşi- ne takılacak olursa, rahat çalışa mazdın azizim Suavi, — O zağarlar hir defa koku almıya görsünler. Matlak gizli tertibatı meydana çıkarabilirler d! — Doğru söylüyorsunuz. Ba- Yazan: BEHÇET SEFA Hizmetçinin elinde bir tepsi var Gı. Genç kadın dediği- gibi gidip hemen tuvaletini de değişt mişti. Bu yeni kıyafeti eski-sa- de ev kıyafetinden çok daha ya kaşıyor; kâdının vücudünde sak ladığı serveti daha çok ortaya! çıkarıyordu. Nihât bir kelime ile şuna ka- Tar verdi: Ali Şerefin metresi güzel kadındı. Geniş yakalı be- yaz bir blüzun iki göğsü ara- mına kadar uzanan dekoltesi a- rasından insanı çıldırtacak ka- dar sıkı bir et tabakası farke- diliyordu. Beli geniş ve taşlı bir kemerle sıkılmıştı. Kemerin ö- münden iki ucu birleştiren iri tağlı bir mücevher vardı. Ke - merden aşağıya etek geniş go- delerle iniyordu. Yaşını bağını almış, - servet Bahibi bir mirasyedi - rolünde Nihat kadına o kadar hayran, baygın gözlerle baktı ki Sevim, Onun kendisine gerçekten tutul muş olduğuna İnanabilirdi. Za- temmaksadı kadın Üzerinde böy İKBAL KALFANIN kınız sirf bü iki çocuk yüzün- den Çırağana artık kimse sokul muyor! — Sultan Mura: masını nasıl bildireceğiz? — O ciheti de düşünürüz. Va Sıtalı temas zorlaştı değil, ihti- mal kalmadı. lâh temin edebildin mi? — Bizim muhacirlerin bir kas mında av tüfekleri var. Kılıç ve palasgibi kesici şeylerimiz de eksik değil! Filibeli Ahmet pa- şanın damadı Hafız Nuri elli ka dar martin ve Winçeister de bu- Jabilecek! Kadehleri bir daha doldurdu- lar. Madam Nelli — usulla: «A- n hazırlan - man yandaki evin abdesthane penceresine bakınız!> diye fısıl damıştı. Sapsarı kesildiler. Kü- çük pencerenin tozlu, kirli ca mı ardında bir insan yüzü gi gesil- Bulundukları oda pencerele- rine iki metre uzaklığı var yok tu. Gök gözlü adam: «Aman bakmayınız, farkettiğimizi anla masın!> dedi. Pushü cam ardın- da belli belirsiz seçilebilen yüz gölgesinin ellerini — gözlerinin yanına siperliyerek daha dik- katli bakmıya çalıştığın? farket tiler. Padişahın süt kardeşi İs- | met beyin hafiyelerinden biri olacaktı. Görmemezlikten gele- yek yüksek sesle konuşup sen kahkahalar Turhan, “yahut Kleanti Skalyeri usulla kalktı: «Ben şimdi aşağı ya iniyorum. — Karadeniz uşağı kıyafetine. gireceğim.» dedi. — Başka işiniz yoksa ya dönünüz. — Evi - tarassut ediyorlarsa, kapıdan çıkarken ardınıza takı lacaklar. — Merak etmeyiniz. Alt katta üstteki dostumun evine açılan kapı vardır. O taraftan arka so kağa çıkacağım. Yalnız sizi ta- kip edebilecekler. Korkusundan — gözleri büyü- yen Nelli hanıma> baktı: — Sakin olunuz. Nasıl bir tu zak çukuruna düşeceklerini son Ta anlarsınız! iya — © güzel ve müşfik Üleri- nizle birer konyak Jütfediniz ba- kayım, İnsan yüzü gölgesinin hâlâ büzlu abdesthane camı ardında olup olmadığına dikkat ettiler. Herif yoktu. Çekilmişti. Nelli Orada yok, gitmiş!» diye, içi- ne toplanan korku zehirlerini derin ve rahat bir solukla bo- şalttı. İri, ateşli bakışlı gözleri. ni yuvarlak masa üzerindeki konyak şişesine ve silindir şap kaya diken Ali Suavi, katılıp taş kesilmiş gibi idi. Kleanti Skalyeri-bir şey söylemeden a- ğir.ağır çıktı. Odada yalnız ka- lan karı koca birer kadeh daha içtiler. Çeyrek saat bekledikten son- a gideceklerdi. Ev. sahibini bek liyormuş gibi yüksek sesle konu şup şen kahkahalar atarak gü- lüşmiye başladılar.Köse sakalları çenesinin altına tellenen parmak boylu ihtilâki, ayağa kalkarak ardını pencereye döndü: — Berif orada mı Nelli? — Eyet. Dikkat ettim.. «Ü tad giderken yoktu, Yine gel- Mmiş! he amala — — Buraya mı bakıy — Evet, Sarardılar. Kaşları çatılân A- Ü Suavi dışarıdan biri dinliyor Mmüş da duymasından korkuyor Muş gibi sesini alçal! ğ (Devamı var) Tefrika No. 25 Je -bir tetir husule. getirmekti. -— Bu sefer malümat-almak gıra Bi -Sevime gelmişti. Karşısında- Ki nasıl adamdı? Serveti var mı, büyük mü idi? İçtimal vaziyeti ne-idi” Göründüğü gibi bir pa- Ha zade, bir mirasyedi mi di? Hizmetçinin - elinden - tepsiyi alarak misafirine çay ve biskü- vi ikrarâ ederken o kadar nazik ve kibar tavırlârı vardı ki ken- disini tanimiyan bir yabancı ger çekten pek asil bir ailedeh ye- tiştiğine hükmedebilirdi. Bir ta- lan Servis yapıyor, bir taraf tan belli etmeksizin sualler Bo- Tuyordu. Teker teker sorduğu bu suallere aldığı cevaplarla malümat sahibi oluyor, mem- nun olduğunu gizlemiyor;. hele piyanosunu almıya gelen bu za- tın mühim bir servet sahibi duğunu anlayınca yüzü büsbü- tün gülüyordu. Fakat mesele namile unutulmuştu! Şimdi mesele 'ano''diye 'bir YAY NNN edilen «Karanlık> hakkında yazdığım tenkit, piye- sin müellifi, mütercimi, ve (a- daptatöz) ü olmayıp, sadece (mül heme) &i olduğu anlaşılan muh- terem Mebrüre Hanımı sinirle'i- dirmiş. Bu sinirlenmenin bulhranı İbenim İbrahim Hoyi'ye yazdığım | İikinci bir tarizle patlak verdi. | (Akşam) da neşrettikleri — uzun | bir makale ile (Karanlık) 1 mü- | dafaa ettiler... Bendenize değe- rimden fazla iltifatlar ederek Asabiyet, bilhassa — kadında | mantık terazesini şaşırtıyor. —O | kadar ki böyle bir piyes için kendisini - «Piyesim> dedirecek İkadar yanlış - bir tesahübe aev-| |kediyor. -| | Eser hakkında yazdığım ten- kitde muarızımın ne haysiyet-i- kalemiyesine, ne de karihasının genişleğine dokundum. Yalnız pi- yeslerinin memleketin örf ve â- detlerinden uzak kuldığını işarı ettim. Nitekim bu düşüncede se- yircilerle mutabık kaldığımı da görüyorum. Çünkü eser tutmadı. Bir piyesi herkes aynı çerçe- veden seyredemez. Meselâ rah- metli Selim Nüzhet'le daima ara- mızda bir görüş farkı olmasına rağmen ne o bana «Bu eseri neye beğenmedin?> demiş, ne de ben ona «Falân piyesi neden methet- tin?> diye sormuşum. Fakat ne © ne de ben telif mi, tercüme mi, adapte mi velhasıl ne idüği belli- siz bir eser için <Tiyatro tarihi- mizde öğünülerek anılacak bir e- serdir.> Bibi bir yâye savurma- mışızdır. Bu itibarla ikinci makalemin hedefi bu lüzumsuz şakşakçılığa karçı kalemin hakkını korumak- tır. Diktatörlük meselesine- gelin- cet- Ben vatanıma kavuştuğum ve ilk tiyatro tenkitlerimi yaz- mağa başladığım sırada Mebrüre Hanımın tevehhüm ettiği bir dik- İtatörlük tezahürli karşısında kal- dim, Bir gün Münir Süleyman bana bir zatın mümessili olarak geldi... *Filân gelâm söyledi. Re- fii Cevat bilmez; burada tiyatro tenkitlerinin erkânı vardır: Ev- velâ ben tenkidimi yazarım. Di- ğer münekkitler bana bakarlar ben beğenirsem onlar da beğenir, ben beğenmezsem onlar da - be- ğenmezler; bu âdâba onun da ri- ayet etmesi lâzımdır; kendisine söyleyiniz-> dedi. Cevap olarak «Bir nezaket, yine nazikâne bir muhgabeleyi icap ettirir. Kendisi- ne teşekkür ederim. Lütfen idra- Tını muayene ettirsin-> — dedim; mesele de öyle kaldı. Uzun seneler dünyanın demok- Tatik rejiminin , içinde yuvarla- narak hürriyet havasını doya doya teneffüs eden bir adamın kafasında, ruhunda, kaleminde hürriyet dâvasını önleyecek bir kudret olabileceğini pek zannet- miyorum. Kaldı ki ben tenkidlerimde nâ- çiz görüşümün, az çok bilgimde ve san'at duygumda husule getir- diği intibadan gayri hiç bir te: re kapılmış değilim... «Falân e- seri tutmaklığım hakkında bazı Hanımalarımızın defaat ile mat- İbaaya gelmelerine, hattâ rastgel- YENİ naatime aykarı bir. sahada — öy- nattığımı hatırlamıyorum, Bana eserlerin! okurlar, «Nasıl buldu- nuz?> .derler. «Pek güzel, tebrik ederim...» derim, Fakat mesele yazıya binince iş değişir. Bunu da neden ileri sürdüğü- mün sebebini biraz aşağıda izah edeceğim, Mebrüre Hanimefendi, — benim nisyan marazıma — tutulduğumu iddia ediyor. Bunun için de (l sürdüklezi vâkıa gudur. Ben, Şe- hir Tiyatrosunda — temsil edilen ada? Jen (Batay) ın (Me- şaleler) ndlı eseri hakkında a- lelâde oynandı deggişim... Halbu- ki bu eseri vaktile göklere çıkar- mışim, Bu kaydı ileri sürmekli- ğime sebev — Tbrahim Hoyi'n'n Mebrüre Hanım hakkında verdi- ği tercümei hal tafsilâtıdır. Bu- | Ailevi dostluğumuzu sı mayı istemedim. Ancak tercümenizin tefrikasını red- kılamam., tığı gün okudum. Kendisin mizin renginden değil, si: şahsıma olan hücumunuzu, telif ettim. buyurduğunuz gibi, düncü haftanın sonuna güçi hafta bile iremedi. ——— keli- edeme- nu icap ettiren hâl de Mebrüre Hanımın -soyadını — değlştirerek «Koray» lıktan <Alevok> luğa geçmiş olmasıymış. Yani açıkçası İbra im - Hoyi, tıpkı (Fuar) larda müşteri davet | ü eden kısacık boylu, kadife don- lu, sivri külâhlı çığırtganlar gibi eline bir çıngırak alarai Baylar- Bayanlar!.. Haydi geliniz... Başlıyor. -Bu' Mebrüre Alevok kimdir? - Bilir misiniz? Hani Şehir Tiyatrosunda bütün bir mevsim oynanan «O kadın> piyesinin büyük rağbet kazanan (Meşaleler) in (Zehir) piyesinin sahibi (!). İsmi Alevok'tur, Alev. ok!. Haydi geliniz... Başıbozuk bir papel..; Asker, çocuk yarım papel. . Bu zavalli: sevimli, böyle bir vazife tahmil edilir mi? Kıra boylu olsa da, hem memle- İdikleri yerde ricalarını tekide> MıRASI ha hayati idi, Nihat bu nazik durumda öğrenmek istediği şey leri hiç bir şüpheye ve tereddü- de meydan bırakmadan anla - mak için bir hayli mahirane is- ticvaba lüzüum görüyordu. — Bir adamın sizin gibi de- Berli, nazik, son derece cazibe- Ji ve meziyet sahibi.bir hanıme fendinin kıymetini takdir etmi- yerek onu piyanosunu sata bir darlığa nasıl düşüre bildiği- ne, neden bu kadar idrâksiz o- bildiğine aklım &rmiyor, Diye bir cümle atıverdi. Bu cümle can sıkacak bir tesir de husule getirebilirdi. Fakat Se- vim derhal cevap verdi: — Efehdim, dedi. - Bu adam cömerttir. Bunu kabule mec Hattâ gu köşkü bana hediyo edecek-kadar cömert ve hovarda bir adamdır, Amma bir müddettenberi son derece sıkm ti içinde büyük: bir felâketin e- şiğinde olduğum da bir hakikat burum ki vaktinde yeti- keti, hem de seciyesi bakımın- #$ip sizi bu felâketten kurtarmı- ya can atacaktır. Karşılıklı sual ve cevaptan çı kan mâna Nihat için çok mü- himdi, Çayını yudum yudum çerek arada bir bisklivi 1srir- ken fırsat kaçırmak, bu bahsi ği istikametten ayırmak niyetİnde değildi. Sevimin ağzı- m ararken topraktan çıkarılan bir heykelin, kıymetine, ince gizgilerine halel gelmeksizin to zunu toprağını temizler gibi n zik bir ameliye ile Sevimi tartı- yor, yalnız dili ile değil, gözle- rile de isticevap ediyordu. Niha- yet genç kadın dedi ki: - Evet beyefendi, o cömert- tir, hovardadır. Eli çok açıktır, amma geçen cumartesi beni o kadar fena — vaziyette — bıraktı ki... Bereket... Amma ne kadar zorlükla pazartesi günü, büyük bir felâketin önünü alabildim. Beklediğim parayı buldum da Şu-İki kelime: Yâni cumarte- İsteş &İ ve pazartesi kelimeleri Niha- din bu muhavereye — verdiği e- hemmiyetin ne kadar yerinde olduğunu gösterdi. Çünkü pazar tesi kelimesinden cinayeti ha tırlamamak, kelimeye parmağını basmamak kabil mi idi? Bu nok ada durmak, mümkün olduğu kadar belli etmemeye çalışarak | Sayın Mebrure Alevok'a | cevabım SABAH Yazan: ehir Tiyatrosunda temsil çalışmış olmalarına rağmen ka- |dan tatlı huylu olan sevgili İbra- piyesi |lemimi vazifesinden ayırarak ka- |hime bunu reva görmek — doğru mudur a Hanimelfendi?! (Meşaleler) hakkındaki <Alelâ kaydına — gelince de - oynandı> Bcıycın M brure Alevok'a makalesi dolayısile cevap |Bir tenkid ve sanat bahsi münakaşası hüviyetinden çıkarılmak | istenen mesele hakkında, ilgili zevat ne diyorlar? Refi” Cevad ULUNAY Yü ile mutabık kargı Mebrüre kalmasıdır. Buna Hanım: *Ben Karanlık piyesini âört beş sene evel verdim, O zaman hususi otomobil yoktu. Bu cihöti hatır- bunda gerek Mebrüre Hanimın (yatmağı zait buldum. Pakat ilk ve gerek İbrahim Hoyi'nin —mas>İtemsil gecesi bütün dikkatimle İaleset Türkçemiz hakkındaki bil- İbu sauhavere parçasına kulak ver gilerini hırpalıyacak bir vaziyete | 7 ”V ©CT e aglin a ladin) Piygel bürün Bi a | <otomobillerim vars dediğine hu Telâde> oynandı denilirse bundan | Ztrü kalble gahit oldum.: diyor. #«Fena oynadı mâünâsı çıkmaz. '," mek ilham insanda böyle ul- Bu piyes sahneyi mutad müddet- | Vi hitaplara maruz kalmak kabi- çe işgal eyledi: benim (Meşale demiş olmadığımı anlamak büyük bir liran mütehassısı mağa lüzum yoktur. Kendilerini ilham ile bir eser sahibi " yapan (bön sens) leri nasıl olmuş arsacak kadar — nâhoş — bir | havanın esmesi, bidayette Yeni Sabah için tercümesini teklif ettiğiniz (Ester Ron) isimli romanı, vesilesi yapmanızdan dolayı reddetmiş olmamdan ileri müzayede gelmiştir. Muhterem patronunuza sadakatinizi — ilân suretiyle kendisini mak ta'biyesini gütmek isi yanlış olduğunu belirtmek sanız, klişesini basabileci manevi minnetiniz altında - bırak. tiyorsanız seçtiğiniz şeklin zorundayım. İsrar buyurur- tir ki, ben sizi (Akşam) dan ayırıp (Yeni Sabaha) al- dettim. Ben, sizin gibi küçük hislerin zebunu olarak bir san'at münakaşasını - gayzımın infilâkına vesile Ulunay'ın tenkidini ben de sizin gibi gazetede çık- e daha evvel, münasebeti- tarıdığımdan bile bahset- memiştim. Böyle olduğu halde zahirde ütifat gibi gö- Tünen, hakkatte; saldırıcı bir ilhamı tazammun eden kadınlık - inceliğinizle pek Ulunay'ın Karanlık hakkındaki tenkidini, benim emrimle değil, hakikatin sevkiyle yazdığını, ümit ederim ki, siz de anlamışsınız- dır. Zira şekvânızı mucip olan eseriniz, Ulunay'ın de- diği gibi değil de sayın Hoyi'nin gördükleri gibi olsa idi, ikinci haftadan itibaren yirmi, otuz seyirci ile dör- 'belâ erişmezdi. Ne yazık ki bu derece hücumunuza sebep olan eserinizin ömrü beş Safa Kılıçlıoğlu Mebrüre Hamma sâlelâde> mesinin mânâsını ilham miş, Mebrüre Hanimefendin'n imza ve büviyetlerini tanıtmak tere başvurdukları çare, kalem bir erbabının çok kullandıkları kaide değildir.. «Şimiye kadar müştenilerim Koray markasiyle sahada mazur görülür. Uzun tecrübelerle muharriri eseri söyler. Hoyi değil, Piyesin çürük noktaları olarak belirttiğim iki mühim pasaj va Biri yağlı doktora kargı genç dok | iliği, ikincisi de zen- gin genç kızın bir otomobile da- hi sahip olamayıp bir taksi şofö- torun lâuba ısrar etmek Jâzımdı, — Demek biraz zorluk çekti- niz amma bir iki gün içinde dos tünuz size lâzım gelen yardımı veya hizmeti ifa etti. Belki geç olsun da güç olmasın demiştir. Artık aranızda bir mesele kalmamış olsa gerektir. — Hayır, hayır. bet! artık... Düşününüz bir kerı çin, ipotek ettirerek beş bin ra almamak için. Nihat az daha yutacaktı. — Beş bin lira mı dediniz? Kadın onun bu teli ret etmiş olacak ki ına hi Nihat men heyecanının sebebini tev le lüzum gördü: — Bütün mesele bir tım, Demek ki pazartesi günü bu parayı bularak derdinizi taraf etti — Hayır.., Hayır.., Böyle ipotek bile elinden gelmez. kadar beceriksizdir. ki. O halde nasıl oldu da? — Pazartesi günü b: fon etti, Kendisine bir için müracaat ettiği noteri bul etmemiş, Bunu işitince Kelime be kelime tercümesile sahnede «âdet üzere kaldı mânâsı anlaşılır. Bununla ler) fena oynandı için yeni sunduğumuz mamulütımızı bundan sonra Alev ok markasiyle takdim edeceğiz. Yolunda bir reklâm ancak ticari bizim — öğ- rendiğimize göre isim değiştiren Tbrahim Ne münase . Artık bu para zorluğu i- çinde olmak istemiyorum. Yeter köşkü elimden kaybetmemek i- küçük dilini bu kadarcık 'a için mi idi? diye gaş- tele- liyeti de yaratıyor. Ben de bü- tün dikkatimle dinlediğim hattâ yanımda oturan Hasan Âli E- dize de işaret eylediğim veçhile hiç böyle bir muhaverenin huzu- ru kalble şahidi olmadım, hattâ olamadık. Taşallah Mebrüre Hanımefendi bu kabiliyeti ilerletirler ve bir gün — edebiyatımızın - bir (Jan dark) ı olarak dilimizi içinde çırpındığı inbitatdan kurtarırl: Kiıymetli patronumuz hakkın- daki İltifatlarına teşekkür — ede- rim. Hakikaten bu zat tuttuğunu koparan, müteşebbis ve çok zeki bir adamdır. Bu kadar da değil. Bilmediğiniz - bazı meziyetlerici de ben ilâve edeyim: Yakışıklı ve || |tovardadır, etrafını memnun gö İ |mek ister ve yaşamasımı da bilir | (hat.. to Böyle olmakla beraber bu zat ile aramızdaki münasebet dahıa Samim? dostluk safhasına kadar ilerlemiş değildir. İlerlem'ş olsa dahi Mebrüre Hanımın zimnen demek istedikleri gibi kendisi biz ler &ibi uzun seneler yazı Haya tında raç sakal ağartmış adamla- rın kalem hürriyetlerine müda- hale ederek «Şunu methet! Şunu zemmet!s yolunda telkinlerde bu- lunacak tıynette ve terbiyede bir adam aslâ değildir. Mebrüre Hanım, biz capta mu- harrirlerin kendilerini -bütün ka- zasiyle belâs'yle- kaleme vakfet- miş olmanın verdiği “salâhiyetle kimseden emir almamak İmtiya- zına sahip olduklarını bilmi; lar. Bir patronun her hangi Muharriri bir «Şamar oğlanı» gibi idare edeceklerini zannediyor lar. Bundan, bu meslek hakkın- daki bilgilerinin çok noksan 91 duğunu görüyorum. 'or- Şu ciheti de arzedeyim ki, pat- ronumuz kendilerini «Yeni Sa- bah> yazı ailesi arasına katılma- ğa davet etmiş değillerdir; Meh- rüre Hanımefendi Yeni Sabah'a bir roman tercüme etmek üzere patronumuza — sarz-ı-hizmet> et- mişler, patronumuz da bundan müstağni kaldıklarım kendisine söylemişlerdir. Bu meseleye dair aralarında geçeni patronun kale minden öğreneceğiz. Böyle olmayıp da Mebrüre Ha- mmefendi Yeni Sabahın başma- kalelerini dahi yazmış olsa, Şe- hir Tiyatrosunda (Karanlık) a- yarında p'yesler verdikçe kendi- lerini tenkid edeceğimden şünhe ar. | etmemelerini tekrar ederim, Pat ronumuzun da bu meselede tama- men benimle hemfikir olduğuna kanaatim vardır, Çünkü akıl için tarik birdir!, ——— —”: —— gibi oldum; - Çünkü gerçekten çok fena vaziyette idim. Tehdit ettim; eğer acele bir çaresini bulmazsa bir daha yüzüne bak miyacağımı söyledim. Çünkü a- lacaklılar gırtlağıma yapışmış- lardı. Merak ve heyecandan çatlıya cak gibi olan Nihat derbal: — Peki sonra? Nasıl çıktınız bu güç durumdan? Her şeyin ölduğu gibi açıklan Mmasını istiyen bu sual karşısın- l- — da Sevim biraz uyandı ve ihti- yatlı cevap vermek kasdile şöy le müphem bir geyler söyledi Başka bir çaresini buldum. Amma'o gündenberi de bana de bu ay- — masraflarımı kısmamı söyleyip he- — duruyor. Zaten benim masrafım nedir ki:.. Bir insan aç kalamaz ya... Bütün masraflarım ancak zaruri ihtiyaçlarıma aittir. Bel- ki göyle bir dikkat ederseniz Biz de anlarsınız. Sevim gözlerini istievap eder, gibi Nihada dikerek: bir — — Ah, dedi. Karşıma iyi kalb O H, anlayışlı, eli çıksa ondan derhal ayrılaca- ğim, Çünkü pazartesi günü bı Bima gelen geyler aklıma gel- dikçe tüvlerim diken diken olu- yor, ber kal deli (Devamı: Sa, Eski bır pehlııan RAMAZAN 18 MART 19(9 Tefrika No. 27 60 Okkalık bir adamın 130 okkalık pehlivan- ları yenmesi elbette Hattâ Kavasoğlu Arnavutoğ- hu ile konugurken de bu düşün- cesini açıkça söylemekten çekin memişti. -Arnavutoğlu idman yaparken Havasoğluna sormut- — Abe nasil buldun Kazıkçı- K küvvetli bir pehlivan! — Yenecek mi beni dersin? — Seni şimdiye kadar yenen pehlivan çıkmadı. Evelâllah bu- u da yenersin amma, Ççok uğ- ım. Hele kazığa düş memiye bak, — Biz çok kazıklar güz. — Öyle deme . Zebir gibi görmü- usta! Ben çok kazık gördüm amma, lesini görmedim. böy- Demek neticeden şüpheli- — Yalan söyliyecek & pheliyim, Arnavutoğlu bir gey söyleme di. Fakat ne de olsa içine bir kurt düşmüştü. Bu kadar sene- denberi sırtı yere gelmemiş bir pehlivandı. Üstelik Sultan Aziz ne yapıp yapıp bu yabancı peh- livanı yenmesini irade etmişti. Elhasıl çok müşkül bir durum- da idi. Arnavutoğlu bir tarât dik katle hazırlanırken, kazıkçı da her zamanki gibi kirlarda idma manı yapıyordu. Saraydaki peh- livanlardan hiç biri İle güreş- miyor, sadece tenha . kırlarda, yürümek, koşmak, taş atmak, ağır kütükleri " kaldırmak gibi geyler yapıyor, bir de her ak- şam yatarken yücudünü dikkat le yağlıyor ve ovduruyordu. Sarayın nefis ve bol yemek- leri de Kazıkçıya pek yaramış- tı. Büsbütün gelişmiş ve zinde leşmişti. Yaşının biraz ilerlemiş olmasına rağmen bu bol gıda ve rahat hayat onu adeta genç leştirmişti. Bir başka türlü ol- muştu, Sül livanın ne Azize gelince, iki pe şekilde hazırlanmak- ta olduğunu günü gününe takip ediyordu. Kazıkçınm başka peh livanlarla idman güreşi yapma masına şaşıyordu. Güreş günü- ne kadar Arnavutoğlu ile bir i- ki defa daha konuştu. Arnavu- toğlunun kendisine güvenmesi hünkârı biraz tatmin — etmişti. Bu meşhur baş pehlivanına tam mânasile güveniyordu. Nihayet beklenen büyük gün geldi. Sultan Aziz bu güreşi sey re ricali de dâvet etmişti. Onun için bir çok paşalar ve nazırlar saraya dolmuşlardı. Herkes bu güreşin ne suretle sona erece- ğini merak ediyordu. Kazıkçıyı düşündüren biricik nokta Arnavut oğlunun cüsse itibarile pek küçük olması idi Nihayet 65 okkalık bir pehliva- nın, diğer bütün pehlivanlardan daha üstün olmasına bir türsü akıl erdiremiyordu. Hele Kavas oğlunun kuvvet ve mukavemz- tini yakından gördükten sonra Arnavut oğlu denilen bu pehli- vanın kendisini nasıl yenebildi- ğini bir türlü havsalası alamı: yordu. Vakia yağ güreşinin yalnız kuvvet güreşi olmadığını da pek iyi biliyordu. Bu güreşte esas kuvvetle beraber muvazene idi. Kuvvet bakımından daha zayıf olan bir çok pehlivanların us- talıkları sayesinde iri hasımla: rını mağlüp ettikleri hakikati inkâr edilemez. Ve güreş tarihl- mizde bu gibi hâdiseler pek sık cereyan etmiştir. Fakat Arnavut oğlu nihayet altmış, altmış beş-okkalık - bir adamdı. Böyle bir kimsenin 120 130 okkalık dev cüsseli pehli: yanları üstüste kolaylıkla mağ: lüp edebilmesi, elbette kolay ka lay aklın kabul edeceği bir şey değildi. Kazıkçı Kara Bekir o zama. na kadar Arnavut oğlunun gü:- ğildi. Vakia Kırkpınarda o Ka- MÜZIK Margosyan'ın konseri hrimizin — kemancılarından Margosyan'ın - Saray'da verdiği konser, genç istidatlarımızın çok şeyler yapabileceğini göstermek bakımından parlak bir başarı ol- du. Bilhassa, kıymetli — piyanisti- miz Ferdi Ştatzer'in, göhretinin gurürüna — kapılmıyarak — böyle könserleri desteklemesi, gençle rimizi teşvik bakımından sevince | ve teşekküre değe Viyolonist Margosyan, bütün programı ve Beethaven'in (Kröy- çalmakla çer Sonat) ni ezbera iyi çalıştığını gösterdi. San'atçı- nın tekniği çok Hlerlemiş; ton'u yükselir ve yayı daha temiz olur- #a daha cok başarılar kazanır. kolay kahul edilmezdi vas oğlu İle güreşirken Arı vut oğlu da Deli Hafızla güreş- Mişti ve onu yenmişti amma, Kazıkçı kendi güreşile meşgul olduğundan Arnavut oğlunun bu işi nasıl yaptığının farkında bile olmamıştı. İşte Kazıkçı Bekir bu düşüne celer unarak ortaya — Çilte maştı, Arnavut oğlu da hazırdı. İki pehlivan evvelâ Hünkârın önünde diz çökerek kendisini selâmladılar, Ve sonra tutuştu- lar, Kazıkçı başta ihtiyatlı haree ket etmeğe karar vermişti Ne gibi oyunları ve ustalıkları ole duğunu hiç bilmediği bu pebli- vana karçı doludizgin hücuma geçmeyi tehlikeli buluyordu. Ar navut oğlu da aynı düşünc» İle hareket ettiğinden güreş yavaş bir tempo Hle başladı. Pehlivan- lar ihtiyatla birbirlelrini yoklu- yorlar, kuvvet ve ustalık dere- celerini ölçmek istiyorlardı. İ- kisinin de birbirinden çekirmek te oldukları belliydi. Ve böyla çekingen hareket etmekte yer- den göğe kadar haklıydılar. Bu hususta Arnavut oğlunun biraz daha büyük şansa makx€ olduğunu kabul etmek Vazımdır. Çünkü Arnavut oğlu Kazıkcın'ın Kavas oğlu ile yaptığı iki güre« $i de rahat rahat seyretmis, but yabancı pehlivanın kuvveti - ve ustalığı hakkında oldukğa ma lümat edinebilmişti. Sonra Ras vas oğlu.da kendisine . IstediZi kadar bilgi vermişti, Kazıkcın'nı hangi oyunlarının tehlikeli 91- duğunu birer birer anlatmıstı. Halbuki Kazıkçı, dediğimiz gibi Arnavut oğlunun kuvvet ve ws talığı hakkında tam bir bilgi lik içinde bulunuyordu. Başta Sultan Aziz olduğu hal de bütün rical sonsuz bir heye« can ve dikkatle bu güreşi seyrs koyulmuşlardı. Bu güreş denebilir ki Tü pehlivanlık tarihinde yapılmış €n büyük güreşler arasındedır. Arnavut oğlu Sultan Azizin yıl lardanberi yenilmemiş basvehli. yanıydı. Kuvyeti ve ustalığı dil lere destandı. Alaturka yağ gil reşlerinde kendi icadı bir çok yunları vardı. Kazıkçı Kara Bekir de o âyarda bir kuvvet| übidesi olduğunu isbat eden bir. babayiğitti. Böyle iki büyük pehlivanın güreşini kim merak etmez? Böyle büyük bir güreşi, seyreden hangi meraklı sonsuz bir heyecan duymaz? (Devamı var) ; OKUYUCUŞ LA -. Bir infilâk şehidinin babasının acı feryadı <— Sütlücedeki facianın en a« ğır tepkisi, şüphesis ana ve bas ba, zevce ve çocukları üzerinda oldu. 1 İhmal ve dikkatsizliğin, şehite lerini noksan âzalariyle nihayet, morgda bir €t ve kemik yığını halinde bulan, gözü yaşlı, kalbi ağrılı, acaba: kAradığım mi> di, ye bin bir heyecan we halecan geçirenlerden biri de bedbaht bir, baba olan benim..< Henüz 18 yaşında baharı öme rünü tamamlamadan — ve körpa bir fidanken ecel, hayır... Ha. yır... Sahipsiz ve kontrolsüz işin ihmali ve para kazanmak Mrsı; oğlum Asım'ı bağrımdan kopara, kopara aldı, onu da vazife şeh lerinin sıralandığı tabutlar içine kattı. Evlâd boşluğunun ruhtaki acı şını duymayanlar bilmezler ki..« Bilseydiler; unutulan bu vazife şehitlerinin geride bıraktığı bu bedbaht aileleri, kopan koncanın dalıdır, diye sıcak bir şefkat yu- vasının ruhi müşafehesine — sar« mak gibi dlicenap bir erken, ka- dirşinas varlığı içinde civanmert. çe bir himayeye mazhar ederler- di Bir şifa üldcx arayan denim gibi savallılar için mukatap gös- terecek kimdir?.. Ben, kalbimin acısını içime gö- me, göme Bağrımın sızlayan ya- rası ile iç feryadıma eş olacak ve dertlerimi dinliyecek makam aradım. Bulamadığımdan bunu efkârı umumiyeye arzediyorum. Bu sayede derdimi dinletecek, ve vazife şehidi oğlumun istiraha: tvhu için muhayyilemde yarat- tağım dir mezarın — yapılmasına Vait nakdi tazminatın bir an evvsI tahakkuk — etmesini — sağlıyacak tedbirlerin alınması için efkârı umumivevi kendime müzaharetçi kabul ettim. Bu işle ilgili olun da bu kanu- çekinen- ni vazifeyi yapmaktan n ler efkârı umumâvenin muvaceke. sinde vazife şehitlerinin - #erida bıraktı'k ailelerine karşı vicda! vazifelerini yapıp yapmamc serbesttirler...> Sü'lüceNuri Pasa fabrikasın. da Törnacs Selmi Andak alp'ın babası Muzaffer