BAYFA : — SULFTAN HAMISDIN K ABUSLARI Dolambaçlı merdivenin orta- sında fısıl fısıl konuştular Tefrika — İşimiz kolaylaşırdı! Bir kenara çekilerek talim ya pan askerleri seyrediyorlarmış gibi yaptılar. Çok geçmeden sa- rasker kapısındaki yüzlerce mu ameleci zabit ve kâtibin Üçer beşer kapılardan çıkmıya başla- dıklarrş gördüler. Mektep ço- gukları gibi konuşa gülüğe da- Bilıyorlardı. Az daha beklediler. El ayak iyico çekildikten sonra, Süley- man paşanın mahpus bulundu. ğu daireye doğru İlerlediler. Kapıda tek bir süngülü nöbet- çi vardı. Soğukkanlılıkla girdi- ler, b Loş taşlık rutubet kokuyor- du. Alınlarına hafif bir serin- lik vurdu. Merdiven altından gelen ikl asker kayıtsiz kayıt- BZ geçmişti. Turhan fısildadı: - — Yukarıya mı çıkacağız? — Evet. Onun kâpatıldığı yer, ortadaki büyük odadır. Ev velce muhafız paşa oturuyor- du. — İtibar ediyorlar demek! — Pek zannetmem, Evvelce, yandaki küçük odada İdi. Orası- D pek emniyetli bulmamış olsa- lar gerek! Merdivenleri çıkmıya başladı- lar, Tehlikeli bir işe girişlikle- rini, ikisi de anlıyordu. Muvaf- fak olamayıp da yakayı ele ve- rirlerse, nöbetçi askerlerin sün- güleri altında delik deşik ol- mak da vardı. Mason Üstadı âzüm — titredi. Sultan Hamidin hafiyelerini kukla gibi oynatırken, kendi a- yağile kapana gitmekteki cüret #e cesaretini kendisi de beğeni- yordu. Fakat, bir muvaffak o- İursa, «bütün dünyaya gan ve- receğini> düşünerek enerjisini bir o kadar kuvvetlendirdi: Ce- Bur, cüretkâr ve sergüzeştten Bergüzeşte atılmaktan zevk a- lan serseri adamın biri idi. Tâ... Sultan Aziz zamanından beri bu işlerle, on sekiz dereceli bir «birader> olan Beşinci Murat işlerile, uğraşıp duruyordu! Bir an bile bezip fütur getir- memişti. Her şeyi göze alarak yyapı taksimatını bile bilmediği bir yere geliyordu. Ustalığına ve tecrübesine güvendiği içi teşebbüs iradesini — beğendi; genç arkadaşının kolunu tuttu. Dolambaçlı merdivenin orta- sında idiler. Yan pencereden vu- ran soluk akşam güneşi duva- m, merdiven basamaklarını ay- dınlatıyordu. Renkleri sapsarı idi. Fısil fisil konuştular: — Az yukarısını tarif ediniz. zi Söylemiştik ortadaki oda- — Başka kaç oda var? — Farkında değilim. Altı ka- dar olacak, — Her kapıda bir nöbetçi mi var? — Emir neferleri vardır am- ma, akşam paydosu olduğu için hepsi kovuşlarına çekilmiş ol- mak Jâzım. Süleyman paşanın kapısını bekliyen kanun neferi ayrılmaz ve altı saatte bir de- Biştirilir. — Şu anda onun kapısı ö- nunde bir nöbetçi var demek? — Dalirede nöbetçi - kaldığı anlaşılan miralay Nuri beyin kapısı önünde de bir emir nefe- Ti bulunması lâzım, Bir kaç basamak daha çıktı- lar. Büyük divanhaneye açılan Merdiven ağzı apaydındı. Girit- N Turhan efendi bir daha du- Tumsadı: — Bir kelime Süleyman beyl! — Artık divanhaneye geliyo- Yazan: BEHÇET SEFA — Acaba bu kız derli toplu, hanım hanımcık bir şey mi? — İşte orası pek malüm de- ğil Zaten öyle olsa rahmetli hanımcığım pek aldırmazdı. ve kavga da çıkmazdı. Amma... — O halde metresi Ali Şeret beye fazla masrafa mal oluyor. — Ben orasını açıkça bilmem, Amma nur içinde yatsın, Kal- fa hanım, arada bir bana Ali Şeref beyin bu karıya deli gibi para harcadıfını yana yakıla anlatırdı. — O kadar seviyordu da Al Şeref bey kadını nikâhlamayı gözüne alamadı mı? — Galiba kızı Melâhat yüzün den bu işi aklından geçiremedi. Daha doğrusu aklından geçirdi de tatbik edemedi. Çünkü bu kı zın tiyatroculuk ederken, ondan önf'c de bir çok haltlar karıştır- dığı mubakkak imiş! Nihat bu izahatı dinlerken mihayet bir iz yakaladığını uma 'Tak merak ve heyecan içinde i- ,dl, Fakat kadına belli etmemek için pek sâkin, pek ilgisiz görü- nüyor; aldırış etmiyordu. Hat- tâ Didar hanım lâkırdıyı kesine AA LĞ No, 21 ruz. Fazla konuşmiyalım. — Bir kelime! Miralay Nuri beyle aranız nasıldır? — Senli benli görüşürüz. Vapur dümanı gözlüklü a- dam: «Ben dışarıda kalacağım, salladı. Dört basamak daha çıktılar. Geniş divanhanede derin bir ses bakan gizlik vardı. Birbirine kapalı oda kapılarının önünde kimse yoktu. Akşam güneşi vu ran sıra pencereler önünde bir asker gördüler: Bir kanun ne- feri iği. Birden dönerek ilerledi: — Kimi istiyorsunuz? — Dalre müdürü miralay Nu Ti beyi, — Şimdi paydos! — Olsun. Biz ahbabıyız. Ha- ber veremez misin? — Hayır. Ben buradan ayrı- Tamam. — Biz gidelim? — Müsaade almadan yabancı giremez! Az bekleyin, — Nerede ise emir neferi ge- lir. Az aşağıya kadar inmişti. Belinde kocaman — altıpatları yardı: Süleyman paşayı bekli- yen kanunlardan biri olduğunu anladılar. Süleyman bey sokul- — Ben sarasker paşanın oğ- Tayum. — Kim olursan ol, nöbetçi- nin yanına sokulunmaz. — Miralay Nuri beyin arka- daşıyım. — Ben de nöbeti Küçücük siyah gözleri üzerin | deki gür kaşlarını çatmıştı. Kö- tü kötü baktığını farkettiler Sarpa saracağa benziyen — du- rum umdukları gibi çıkmadığı için şaşaladılar. Süleyman be pişkinliğe vurarak soğuk soğu gülümsedi: — Demek sen beni tanıma- dın? — Yok. — Peki, benim babam İzzet paşa burada din mi hiç! — Yok! Duvar boyuna çekilerek s0- murtmuştu. Divanhane ortasın- da ne yapacaklarını bilmez du rumda kaldılar. Birden merdi- venden yaşlı bir asker çıkmıştı. Öteki: «İşte ona söyleyin ona dedi, Sakallı nefer durumsadı — Ne var? — Beyi göreceklermiş! — Olmaz, paydos! Kayıtsız kayıtsız bakıyordu. Pencere önüne giderek - saras- ker dairesi meydanından gelip geçenleri seyretmiye — başladı Canı Sıkılan Süleyman — bey: «Sen Nuri beye haber verecek misin vermiyecek misin?» diye- rek sokuldu: — Sen haber verecek misin yoksa ben gireyim mi? — Nasıl girer mişsin? — BSen beni biliyor musun? Barasker paşanın oğlu ve Nuri beyin yakın ahbabıyım. Sen ga- lba yeni gelmişsin? — Dört gün oluyor. — Onun için! Nuri beye ve muhafız Mehmet paşa hazretle rine gelip gittiğimizi görmemli- Bin de onun için. Haydi git h: ber ver bakayım, * (Devamı var) Teirika No. 20 ce bir lahza o da sustu. Sonra: — Ali Şeref beyin bu kadına ne miktar masraf ettiğini bili- 'yor musunuz? — Bildiğim bir gey varsa ka- rıya Göztepede bir köşk satın aldığıdır. Kadının yanında bir de hizmetçisi var, Keyfi, süsü, zevki, eğlencesi yerinde olduğu- na göre varın, masrafını siz he- Bap edin... — Kendisini hiç gördünüz mü? — Hayır, hiç görmedim. Nihat, kadını sıkmamak İçin bahsi biraz değiştirmek İstedi. — Demek, yirmi beş yıl mer- hum kalfa ile baş başa yaşadı- nız, Aranıza başka kimse girme diğine göre sizin onunla akra- badan daha fazla yakın olduğu- nuza güphe yok. İkbal kalfa bir saraylı mı idi efendim ? — Evet. Önce Yusuf İzzet- tin efendinin sarayına alınmış. Sonra Cemile sultanın sarayın- da bir müddet bulunduktan gon' Ya çırağ edilmiş. Şehre veril- miş. Saraylıların çoğu anadan babadan mahrum, kimsesiz ol- dukları halde İkbal kalfa saray gireceksiniz ve kararlaştırdı Hımiz gibi olacak!> diye fısılda- dı. Kısık sesi titriyordu. İzzet paşanın pervasız oğlu — başını 'anıharb reisi iken gelip gittiğimi de görme- Neyim-Kimim Benim ilk doğduğum yer İki nehir arası Bereketli bir yerdir İki nehrin ortası. * » || Son hecemi tekrar et Olur pırıl piril taş Olmuşumdur ben bütün Uygarlıklara baş. * lik hecemi içerler En son iki harfim er Bil bakayım beni sen Ayıptır bilmezsen! Aritmetik oyunu Kaç yaşında? Atillâ diyor ki: Benim iki kar- deşim var, Bu ikisinin yaşını top- larsanız, tutarı benim yaşımın dörtte biri eder. Büyük kardeşim küçükten atlı ay büyük, benden on iki yaş küçüktür. Üçümüzün birden yaşı 17 yıl 6 aydır. Acaba her birimiz kaçar dayız.,. Bulabilir misiniz? Kimin oğlu? İki köylü yolda giderlerken bir yolcuya rastladılar, selâm- laştıktan sonra yolcu ikisinden birine: aşın- mak isteyince, üç adım geriliye rek tabancasına davrandı: — Geri! Sokulma! — Bu kız genin kızın mı? sordu. O da şu cevabı verdi — O, kız değil, erkektir. Be- nim de oğlumdur! Yolcu bu sefer de çocuğa dön- dü ve: — Şu halde bu adam senin ba- ban öyle mi? Çocuk başını salladı: Havır! Benim babam o de- YENİ SABAH Keşif ler - Teadlar * Misırlılar milâttan 8 bin sene evvel çanak, çömlek yapma- ğa başlamışlar ve bir. müddet gonra da bunların Üzerlerini mine (emaye) ile kaplamak — usulünü bulmuşlardır. 4 En eski harita milâttan 1870 sene evvel Mısırda bir papl» rüs üÜzerine yapılmıştır. * Milâttan 3200 Bene evvel Çinde ilk güneş saati yapılmı tır. * Milâttan 585 sene evvel A- nadoluda (Milet) M meşhur - filo- zof Tales, güneş ve ayın — tutul- ma sebeplerini bulmuştur. * Bugün cumhuriyetle Idare edilmekte olan İtalyada — birinci cumhuriyet milâttan — 609 sene evvel ilân edilmişi * İpek böceği yetiştirmek, I- pek bükmek ve ipekten — kumaş yapmak, usulleri, milâttan — 351 gene evvel Çinden Avrupaya geç miştir. * Fransada - Santos Dumont isminde birisi uzun çalışmalardan sonra yapmış olduğu tayyare İle 1906 da ilk defa uçmağa muvaf- fak olmustur. * 1807 de Amerikalı “Fulton tarafından bulunmuş olan buhar- h gemi ilk defa olarak bu tarih- te Hudson nehri Üzerinde işle- mişi »4 Madeni aynalar ilk defa mi- lâttan dört yüz sene evvel kulla- nilmiştir. Fakat bügün kullanı- lan camdan ve arkası sırlı ayna- lar İlk önce 1300 yılında Venedik- te kullanılmıştır. ğildir. cevabını verdi. Köylüler oradan uzaklaştıkla- rı sırada yolcu kendi kendine: — Peki, bu çocuğun babası kim? Bu, onun babası değilse ne- &l oluyor? diye düşünmeğe baş- ladı, Siz ne dersiniz? .w. İyiliğin Bir varmış, bir yokmuş; eski- den Asyanın zümrüt ovalarında akan Tarım nehri - konarlarında balık ağları örmekle geçinen 'Teo- man adında kimsesiz bir çocuk varmış. Yaptığı işe kargılık olarak ba- lıkçılar kendisine balık verirl miş. Teoman, bazan balıkçıları seyretmek üzere ana ve babala- riyle nehir kenarına gelen çocuk- ları gördükçe boynunu büker, kimsesizliğin verdiği aciyle için. için ağlarmış. 'Teoman bir gün yine gehirde dolaşırken Üstü bağı eskimiş, be- yaz sakallı ve iki büklüm bir hal- de sopasına dayanarak sokaklar- da halktan yardım istiyen bir ih- tiyara rastlamış, Fakir ihtiyar kime elini uzat- miş ise hemen hepsinden: — N& yazık ki sana hiç bir yar dımda bulunamıyacağız. Çünkü bizim de başımızda bakmak z0- runda olduğumuz kimseler var.. cevabını almıştır. Teoman, İhti- yarın bu haline acımakla kalma- mış, — Sizi memnuniyetle baba ola- rak kabul ederim.! demiş ve a- damcağızın cevap vermesine va- kit bırakmadan elinden tutup ku- lübesine götürmüştür. İhtiyar sopasına dayana daya- na Teoman İle birlikte kulübeye gelmiştir. Burası — yatak olarak yalnız bir ot yığını bulunan ha- rap bir kulübedir. İyi kalbli - ço- cuk, o gece yemekten sonra bu ot yığınından ibaret olan yatağı- ni ihtiyar babasına vermiş ve kendisi de kuru tahta üzerinde yatmıştır. Ertesi sabah erkenden kalkan | Teoman babasının yıkanması için |su, ve kahvaltı hazırlamış, ka- pinin önünde sessizce oturarak Jonun kalkmasını beklemiştir. Bir “müddet sonra ihtiyar uyandığın- da, fakirane, fakat temiz bir su- rette hazırlanmış olan sabah kah | yaltısını görünce gözleri sevin- cinden yaşardı. O da Teoman gi- bi iyi kalbli bir çocuğa sahip ol- |duğu için memnuniyetinden ağlı | yordu. Baba oğul karçı karşıya oturup kahvaltı ettikten Bonra İÇocuk, babasının elini öptü ve İher günkü gibi balıkçıların ağla- rını tamir etmeğe gitti. Akşam dönüşte babasını, ku- lübenin kapısında oturup kendisi- ni bekler bulmuştu. Ona getir- İdiği balıkları ve meyvaları ver- ıdiği zaman bir gey kazanmanın verdiği gururla göğsü kabarıyor | du. İhtiyar, balıkları kızartırken, Teoman da toprak saç Üzerinde yanına sokularak N dan çıktıktan Gsonra - sığındığı evde babasını bulmuş. Bu evde ©, bütün saraydan çıkarılanla- rın âkibetile karşılaşacak; yâni kocaya verilecekti. Fakat Cemi- le sultan ona Beyazıtta dayalı döşeli bir konak, kucak kucak mücevher verdiği için babasını da bulan İkbal kalfa kargısına çıkan kısmetlere aldırığ etme- miğ ve kendi konağına yerleşe- rek bir kaç yıl orada babasile yaşadıktan sonra babasının ölü mü üzerine konağı satmış, mü- cevherlerini, tahvillerini bir a- raya getirmiş, bir takım geyle- re girişmiş. Rahmetlinin bunlar dan nasıl İstifado ettiğini bil- mem, Fakat ömrünün sonuna kadşr mıkınti çekmedi. - Rahat yaşadı. Allah gani gani rahmet etsin. Nihat İkbal Kalfa hakkında bu kadar malümatı kâfi görü- 'Yor, tekrar kendi bahsine dön- mek istiyordu. — Acaba rahmetli, Ali Şeref yardım eder mi 1di? — Belki... Fakat metresl ol- duğunu öğrendikten, hele ona bir hayli para yedirdiğini anla- bel dıktan sonra zannetmem. Nihat sanki kendi kendine söyleniyormuş gibi: — Anlaşılan Ali Şeref bey bu kıza hayli para döküyor. Gözte- pede döşeli dayalı köşk, hizmet- çisi, bütün masrafı... Gezmesi, fozması için de... Pek ucuza mal olmaz. Diye mırıldandı. Didar ha- nım kendisine sevimli ve zarar- Bız bir genç gibi görünen Niha- da açılmakta mahzur görmiye- rek bağını iki tarafa salladı: — Ah evlidim, dedi. Erkek- ler ellisinden #onra böyle geng kızlara kargı her türlü delilikle- ro düşerler, Ellerindeki avuçların dakini verdikleri gibi borç harg da ederler. Genç kızlar yüzün- den gapa oturan kart herif az mıdır? İşte bu da onlardan bi- Ti — Onun için Ali Şeref beyin sıkıntıda olduğunu söylüyorlar. Demek ki eline geçeni bu kıza yediriyor. Allah akıllar versin. Nihat ihtiyar kadının ağzını arıyordu. Didar hanım safiyet- 16 cevap verdi: ” — Doğrusu Aapaçık bir göy bilmiyorum, Amma öyle anlaşı- hyor ki All Şeref bey dediğii gibl sıkıntı içindedir. Zaten rah Metli İkbal Kalfayı da çileden çıkaran bu hali di ya?.. — Bu aşiftenin adı nedir? — BSevim, Hattâ köşkün adını ESKİ BİR TÜRK MASALI karşılığı pide pişirdi. Her gey tamam ©- Tunca yine kargı kargıya geçip ye diler, O gün ve o gece de böyle geç- mişti. Ertesi sabah yine şafakla kalkmışlardı. — İhtiyar, — oğlunu. gefkatle sevdikten sonra: — Oğlum, ben bugün bir yere kadar gideceğim. Öğleye doğru günep tepe Üstüne — yaklaşırken tekrar gelirim. demesi — üzerine Teoman: — Fakat baba... Bugün llkba- har bayramıdır. Şehir süsleniyor. Siz büyük hakanı — görmiyecek misiniz? — Evlâdım, ben bir değil, bir çok hakan gördüm. — İyi amma, bizim — hakanın iyi kalbli, zeki ve merhametli ol- duğu söyleniyor. Birlikte rastla- dığımızda onun yüzüne dikkatle bakabileceğini ümit — etmiştim. Halbuki... İhtiyar, çocuğun sözü- nü keserek: — Sen Üzülme oğlum, Ben o- 'nun geçeceği saatten biraz evvel gelir seni alırım. Fakat ben ge- linciye kadar sakın buradan ay- rılma... diye tenbih etti ve uzun tozlu yollarda sopasını Bürüye- Tek kayboldu. Teoman, babası- nın arkasından boynu bükük bir halde baktı ve çabuk dönmesi I- çin Allaha düa etti... Saatler geçtikçe güneş tepe üstüne yaklaşıyordu. Fakat ne tuhaf babası hâlâ ortalarda yok- tu. Kapının önüne çıktı. Uzun yo lun kaybolan noktasına gözünü dikerek babasını beklemeğe baş- ladı. Bu sırada uzaktan flüt ve davul sesleri gelmeğe başlamıştı. Acaba hükümdar mı geliyordu. Merakla o tarafa doğru yürüdü. O ilerledikçe sesler ona daha yak lağıyordu. Nihayet köşebaşına geldiğinde gelenlerle birdenbire karşılaştı. FEn önde burnundan alev ve duman fışkıran büyük ejderha yürüyor, onu, ipekli — kumaşlar giymiş, Türk büyükleri ve en ge- ride de at üzerinde büyük hakan takip ediyordu. Daha geride de süvariler bulunuyordu. Teoman etrafına Üzüntü ile ba- kıyordu. Zira babası henüz rünmemişti. Alay yavaş yavaş i- lerlerken o, hakanı merakla sey- rediyordu. Ah ne olurdu, babası da yanında olsaydı. Hakana bir- likte daha iyi bakabileceklerdi. O böyle dalmış düşünürken hakan çocuğun önüne gelince atını dur- durdu. Teomana dönerek: — Beni tanımadın mı çocu- Bum? dediğinde çocuk hayret İ- çinde kaldı. Bu, evet bu, babası idi. Demek hükümdar kıyafet de- Biştirerek halkın arasına karış- mış, onların fakirlere kargı — du- rumlarını gözden geçiriyordu. Hakan, Teomanın duralaması- nı görünce yine her zamanki gibi gülümsedi ve adamlarından biri- ne, onu bir ata bindirtti. Sonra sokağı dolduran — halkına döne- rek; ; — Sevgili vatandaşlarım. Te- beamın arasında en iyi kalbli bi- rini arıyordum. Nihayet buldum. Bu, Teomandır. Ben artık ihti- yarladım. Teomanı evlâtlığa ka- bul ettim. Benden sonra sizlere hakan o olacaktır. dedi. — Halk, hakanın sözlerini sevinçle alkışla- dılar, Teoman hükümdarla - bir- likte saraya gitti ve bir müddet sonra da babasının ölümiyle hü- kümdar oldu. da «Sevimli köşk> koymuşlar... — Hangi köşk? Göztepedeki mi? — Evet. — Acaba Ali Şeref beyin bu bağlılığı Ve... Sevdası karşısın- da kız ne yapıyor? Uslü.oturü- yor; mukabele ediyor mu? — Aman evlâdım, Böyle kı- zan erkeğe — bağlılığı olur mu? OÖnun sevdası paraya kargı ola- cak, Derdi, imanı paradır, Hat- tâ belki de Ali Şeref beyin bir kaç aydanberi #omurtkan hali- ne gebep de budur. Adamcağız, her gün asık suratlı, her gün ah, of... Diye inliyor. — Eksik olma valideciğim. sayenizde iyice aydınlandım, Si- zi fazla yormıyayım, Bir de ye- #eninizin hangi tarafta balık tuttuğunu, hangi iskeleden ka- yığa bindiğini öğreneyim; son- Ta müsaadenizi istiyeyim efen- dim, Nihat son malümatı da aldık 'tan sonra Didar hanıma veda et ti. Köşkten ayrıldı, Fakat diki kati uyandırmamak için kendisi e tavsif edilen tarafa değil, “İstasyona doğru yürüdü. Sonrâ bir #okağa saparak geri döndü, Âaksadı sahilde küçük bir arağ "tırma, soruştürma — yapmaktı. Yolda Didar hanımın yeğenin: den çok zilhini gu genç metrese saplanmıştı. Onu düşünüyordu. İhtiyar kadın anlatırken bu me seleye hiç ehemmiyet vermiyor- muş gibi davranmıştı amma gerçekte kadının evinde bir hay li malümat elde edeceğine mu- hakkak — nazarile — bakıyordu. Çünkü malüm ve meşhur sözle- ri hatırlıyordu: «Her meselede bir kadın parmağı arayınız», «Cinayetten kimin faydalandı- ğına bakınız!> Fakat bu kadının uyandırmadan, hele resmi va- zifesini bulandırmadan kadınla #üphesini asıl temasa geçecekti? Tabii tiyatro artlsfi zeki bir| kadm olacak, kendisinin polis olduğunu anlayınca son derece ihtiyatlı hareket edecek ve ko- nuşacaktı, Bu işte ilk defa küçük, basit bir tesadüf Nihada yardım et-| t. Sahilde ahşap, dar çatılı, de- nize nazır bir kahvede oturdu. Maksadı biraz dinlenmek, bir kah ve içmek ve etrafı, denizdekile- ri gözden geçirmekti. Deniz tenha idi, Haya bir hay H sıcak olduğu İçin gerildi. Bü- tün vücudüne bir rehavet çök- Müştü. Gözlerini kapasa hemen Uyuyacaktı. Yanıbaşındaki ma- ganın Üstünden bir gazeto çek- Yazan; Eski bir pehlivan Rumelinde bu adı «— Haydi bakalım. Daha ne meharetin varsa göster. Yoksa ben başlıyorum.; Kavas oğlu bu meydan oku- yuşu kabul ettiğini gösterir bir nârâ ile cevap verdi: — Haydi be kızan! Ona pehlivan demeyip kızan demesi, hâlâ kendisini kendine rakip âddetmemesi mânasına ge liyordu. Birden Kara Bekirin daldığı ve tekten kaptığı görüldü. Ka- vas oğlu paçasını kurtarama- yınca kendisini yüzükoyun ye- Te attı. Bekir hemen Atıldı ve onu yakaladı. Kavas oğlu kur- tulmak için bir kaç hamle yap- tı. Fakat kurtulamadı. Şimdi herkesi bir - şaşkınlık kaplamıştı. Bu yabancı pehliva nın Kavas oğluna mukavemet etmekten başka bir de onu bas tırması aklın alacağı iş değildi. Arnavut oğlu Ali ağaya dön- dü: — Ne dersin bu işe? Ali ağanın adeta dili muştu: — Bastır Kavas oğlunu bel — Kalkamıyor da.. — Kalkamıyor. — Gördün mü pehlivanı? — Olur şey değil! Rüyamda görsem hayıra yormazdım. Na- sıl oldu bu iş? — Kavas oğlu büyük söyle- di. Bekiri çok ufak gördü. — Fena pehlivan değilmiş... Biz de onu küçük ortaya bile çok görüyorduk. — Kendisine güvenmese hiç başa çıkar mı idi? — Doğru! Hatâ etmişiz. Ali ağa yanındaki çiftlik ar- kadaşlarına döndü: — Gördünüz mü benim pehli- vanı? — Halbuki az evvel avaz a- vaz bu pehlivanla hiç bir ilişiği olmadığını söyleyip durmuştu. Şimdi ise onun çıkardığı güreş- ten gurür düuyüyordu. Bu sırada Kara Bekir Kavas oğluna bir de kazık vurmuştu. Kavas oğlu kazığı yer yemez bundan kurtulmak için çabala- mıya başladı. Fakat bu öyle de- mir gibi bir kazıktı ki hiç bir #ey yapamıyordu. Kavas oğlu pehlivan oldu olası böyle bir kazık yemiş değildi. Şimdi başka türlü düşünüyor du. Bu müthiş kazık, bu pehli- vanın hatır ve hayale gelmez kuvveti ona başka şeyler düşün dürüyordu. Bu adam tam mânasile peh- livan oğlu pehlivandı. Böyle bir pehlivanın şimdiye kadar tanın mamış olmasına da imkân ve ihtimal yoktu. Çünkü pek genç değildi. Uzun seneler güreşmek 'te olduğu her hareketinden bel- Ni Bilhassa kazık pek müthişti. Bütün — kuvvetile — uğraştığı halde bu demir gibi kazığı ye- rinden bir parmak bile oynata- mamıştı. Fakat bu adam kimdi? Kim olabilirdi? Cazgır onu sadece «Bekir pehlivan> diye ilân et- mişti. Onlar da kendisini böy- tutüle Ticaret Bakaninın tedkikleri Şehrimizde bulünen Ticaret Ba-| kanı Cemil Sald Barlas, — öğleden &vvel bölge Ticare* “Müdürlüğünde | Meşgul olmuş, öğleden sonra — da| Defterdar fabrikasına girerek İnve- iemcler yapmıytır. İbrahim Âli dün gömüldü Geçenlerde Pariste vefat eden pro fesör avukat İbrahim Âlt Erberk'in. cenazesi dün kaldırılmıştır. | Baro başkanı Haşim Refet Haka rar, İstanbul milletvekili Mim K mal Öke diğer taınmış - avukat, | doktor ve profesörlerin - bulunduğu bu törende bir askeri ve bir de po- Jis kıt'ası selâm resmini ifa etmiş- Ür, Profesörün cenazest evvelâ evin-! Gen kaldırılarak, — eller üzerinde Teşvikiye — camiine — getirilmiştir. Namazı orada — kalındıktan — sonra Cenaze arabasyla — Zincirlikuyuda Wt Asri mezarlığa nakledilmiş, ve orada göz yaşları arasında ebedi is- tirahatgâhına tevdi edilmiştir. Mer buma tanrıdan rahmet, kederli al- lesine de sabırlar dileriz. İki yangım (ZERAMAZAN. 12 MART 184f Tefrika No. 21 Koca meydaî birden uğultu kapladı. duymuyan yoktu. le tanıyorlardı. Memlekette gelmiş geçmiş Biğ tün pehlivanları tanıyan veye güreşlerini ve adlarını - ezbere bilen Kavas oğlunun birdenblre aklında bir ışık belirdi, Kazıkta durürken başını ge virip sordu: — Benin adın Bekirdi değil zal pehlivan? Kara Bekir lâkayt cevap vere di — Öyle! — Abe bunun Karası da var m? — Derler, — Söylesene sasak — ağızlı! Ben yoksa Akkoyunlu musuli? — İyi bildin! — Bir de kazıkçılığın var rat? — Var be pehlivan! — Tehey desene ki belümizi bulmuşuz. Bırak kazığı be! Kara Bekir kazığı söktü. İki- #i de ayağa kalktılar. Kavas”oğ du bir işaretle çingeneleri mnstur du. Herkes büyük blr hayretlö onlara bakıyordu. Ne olduğunu hiç kimse anlamamıştı. Kavas oğlu halka döndü: — Ey ahali! Bu pehlivanın kim olduğunu biliyor musunu: Tabil cevap veren olmadı. Yalnız onun bu hareketi ve se lenişi herkesin hayret ve meraş, kını büsbütün arttırmıştı. Ka« vas oğlu onları fazla merakta bırakmadı: İ — Abe bu pehlivan meşhur Akkoyunlu Kazıkçı Kara Bekirş dir! Koca meydanı birden bir u» ğultu kapladı. Bütün Rumelini de bu adı duymıyan yoktu. Hat, tâ seyirciler arasında seyred'n pek çok kişi vardı. Yalmız on ©n iki yıldanberi ortalarda gö: Tünmediği için hemen hemen unutulmuştu. Seneler ne de ol- Sa İnsanı çok değiştiriyordu. Kara Bekir de oldukça değiş« mişti. Fakat adını duyduktan sonra evvelce onun güreşlerini görenler kendisini hemen tanı» dılar: — © be! — Vallahi o! — Yaşa Kazıkçı! — Yaşa Kara Bekir — pehli! van! Sesleri ortalığı çın çın öttürü yordu. Kavas oğlu tekrar Çingenele re döndi ğ — Vurun cenk havasını be! Çingeneler yeniden hevesle cenk havasını vururlarken iki pehlivan tekrar kapıştı. Bu sözleri duyan Ali ağa da deliye dönmüştü. Dili tutulmus- tu. Bir şey söyliyemiyor, yalnız abdal abdal bakmıyordu. Akkoyunlu Kazıkçı Kara Be- kirin adını o da duyıııı.ıııı,h_.îğ:V kat kendisini hiç görmemişi Rumelinde bu kadar — göl yapmış büyük bir pehlivana © zamana kadar yaptığı hakaretı leri düşündükçe aklı başında gidiyordu. Arnavut oğluna döndü: — Gördün mü yaptığım hay- vanlığı! diye adeta inledi. (Dovamı var) Türklüğü tahkirden iki gazeteci tevkif edildi Evvelce çıkan Panölepanya gazer tesinin bir nüshasında Türklüğü tah ker eder mahiyettekt bir yamdan dolayı gazetenin sahibi ve neşrli 'at müdürü Cemil ile yazının mu « harriri avukat Hasip'in duruşma « Yarına dün 1 incl ağır cesada büşe isamıştar. Dünkü duruşmada mahkeme sax mıkların sorgularını mütecakip tevs İxiterine ve muhakemenin mevku « ten devamına karar — vermiştir. Her iki sanık da duruşmayı mütca- kip tevkif edilerek ceza evine göz derilmişlerdir, 13 yaşında bir kız çiğnenerek öldü Şoför Cihadın idaresindeki — bi askeri jecp otomobili Karaglnrük. den geçmekte iken Müveddet adım da, 18 yaşlarında öğrenci bir ki« z çiğnemiştir. Meveddet ağır yaralı ve - bayarat Pir halde hastahaneye - kaldırır « ken ölmüştür. Hâdise etrafında tahkıkata büşe lanmıştır Dün biri Kadiköyde, ölgeri İs- tanbul semtinde olmak üzere gehir de iki yangın olmuştur. Baat 1150 de Kadıköyde Rıhtim enddesinde 98/2 No da Yusuf Arı« zan ile kardeşinin işletmekte olduk Jdarı 4 katlı Ankara ötelinde bir yangın çıktığı itfaiyece — gürülmüş ve derhal yardıma koşulmuşsa da Binanın 8 ve 4 üncü katları yan- fıktan sonra bastırılmıştır. | Diğer yangın da aynı saatte Be-| yazıtta Ordu cadderinde olmuştur. | &. Bir gey anlamadan göz ge direrek uykusunu defetmek |: tedi. Bu bir akşam gazetesi I- | di. Gözleri küçük ilânlar sütu- nuna takıldı. (Devamız da, Subaşı sokağında $ Not da Beh- İ çet Cesaretlinin evi mutfaktan tu - n Üst katı yandıktan 'nin müahalesiyle sön- tutuşmuş, € sonra itfalı Gürülmüşt "dutuşarak yandı Samatyada Hacı Hamza mahâle desinde Kuşdibek sokağında bir ey Ge oturan 40 yaşşıarında — ve ikl gözü âmâ Şaziment —adında — bie kadın — odasındaki mangaldan ele- gl tutuşarak yanmaş yarah bir LÂP ge Haseki hastahanesine Waldırıl' « maştar. İtfaiye kursu açılıyor Şehrimiz - ittalye — mensuplarırıa mesleki bilgiler bakımından eğiti - mi için yakında bir kura açilacak- Üür Kurs öğretmenliğine, bu konü- imıda yabancı / memleketlerde (li- sü görmüş bir subay getirllecektir.