A —e — ——— — TSULTAN HAMEDEN| KEZMA KABUSLARI Tefrika No, 20 Kararlaştırdıkları plân çok tehlikeli olduğu halde azimleri yerinde idi — Hayır, bir sigara içimi za- man kadar! Dirseklerini masaya dayıya- rak çenesimi avuçları içine al- mıştı. Gök gözlü adam, Ali Su- aviye bakarak dudağını ısırdı: «Red ceyabı alacak - olurlarsa bütün plânlarının altüst olaca- ğinı> anlatmak İstedi. Birer sigara yaktılar. Süley- man bey birdenbire ayağa kalk- ti — Evet, — Kabul ediyor musun? — Derhal, — Kayıtsız ve şartsız? — Onu kurtarmak Için her emre hazırım. “Alt baştaki masada oturan Üç müşterinin dikkatini çekme mek için, dışarı çıktılar. Dük- kânda kalan «Turhan» hesap görerek ardlarından yetişti: — Vakit geçiyor. — Süleyman beyle birlikte guradan bir arabaya binelim ve doğru Beyazıt meydanına gide- lim. Nasıl ve ne yolda hareket edileceğini yolda - kararlastırı- rız! Köprü üzerine çıktılar. Âli Su Avi geçen boş arabalardan biri- ne işaret ederek durdurdu! — Bize müsaade, — Üsküdara mı? — Hayır. Görülecek işler var. Gece Direkli yalıda buluşmak Üzere sözleştiler. Hava ılıktı. Tahta döşemeli köprü güneş İ- ginde İdi, Eminönüne geçtikleri anda, yüzlerine yosun ve çürük meyva kokulu bir rüzgâr vurdu Bunu hissettiler. Beyazıt meydanında ikindi o- kunmıya — başlamıştı. — Yamalı cübbeciklerinin etekleri Bavru- lan limon yüzlü medrese talebe- lerinin cami kapılarına seğirt- tiklerini gördüler. Yolda karar- laştırdıkları plân ağır ve açık tehlikelerle dolu olduğu halde, azimleri yerinde idi, Arabayı cami önünde durdur dular. İlkin saresker kapısına gidecekler, oradan İzzet paşanın emir çavuşlarından birini yoll- yarak Süleyman paşanın mah- Pus bulunduğu <Taş kışlar de- 'nen daire muhafızı Mehmet pa- şanın makamında olup olmadı- ğını sorduracaklardı. . Açıkça, kendilerine saraskerin makamın dan ve yanından geliyorlarmış Süsü vererek korkunç oyunu tatbik çaresine bakacakları an- laşılıyordu. Saraskerlere mahsus kapı ö- nünde kolkola girerek Üst kata çıktılar. İzzet paşa makamında İdi. Saraskerin çok Bevdiği oğ- Tunun geldiğini gören yaverler, jyaranıp hülüs çakmak için şen gen karçıladılar. Ser yaver sırı- tarak koluna girdi: — Paşa hazretleri de az ev- vel teşrif buyurdular. — Biliyoruz. Bugün az ge aa RE D H — İçeride Sâmih paşa hazret leri var. — Divanıharb reisi Samih pa- ga mı? — Etet, Genç ihtilâlci durumsadı: «A- man ne iyi oldu da hatırlattı- nız. Muhafız Mehmet paşaya hd-lrşıideceklık!ı dedi: — Şuradan, emir çavuşların- dan birine müsaade buyurulur mu? — Aman efendim, müsaade sizin, Emir buyurursunuz, Yazan: BEHÇET SEFA — Anlaşılıyor ki açıktan açı- Ba bir gey söylememiş; sakla- mış değil de, belli etmiye lüzum Börmemiştir. Amma Biz onun yanından ayrılmadığınıza göre bir tahmin yapmak kabildir. En çok kimi sever, kimden bahse- der, kime acır veya kimle ilgile hir... Elbet onu veya onları göz önüne getirmek lâzım! — Ha vallahi beyefendi. Za- ten rahmetlinin benden önce ö- leceğine hiç ihtimal vermetliğim için böyle geyleri de aklımdan geçirmemiştim, Ne bileyim? Ne reden aklıma gelirdi ki Hatice Didarın gözlerinde ilk defa iki üç damla göz yaşı gö- Tündü. Nihat bu ihtiyar kadı- nın demindenberi kalbini bur- ikan ölüm karşısında kendini Dasıl zaptetmiş olduğunu anlı- 'yarak müteessir oldu. Fakat o- nun fazla teessüre kapılarak kendisine lâzım olan malümatı Yerememesinden — korkuyordu. Bereket ki bu teessür uzun sür Medi ve Didar hanım yemenisi- Xi tekrar boynunda ilikliyerek: — Ben zaten İkbal Kalfanın arı yoğu Ali Şeref beye kala- İKBAL KALFANIN Kolkola yaveran odasına gir- diler. Gök gözlü Turhan arka- dan geliyordu. Birer koltuğa gö mülünce, ser yaver - zile bastı, seyirtip pat çakan yanık yüzlü emir neferine: «Çabuk, Hasan Çavuşu — çığırmasını» emretti. Misafirler göz göze gelerek gü- lümsediler. Süleyman beyin si- garasına kibrit çakan seryaver «Mehmöt paşa hazretlerile to- nışırsınız tabli> dedi. Öteki, a- yak ayak üstüne atarak siga- Fasının dumanlarını tavana doğ ru Üfledi: — Ne demek? Peder Divanı- harb reisi değil mi Idi? — Ya, bakın birden hatırlıya mamıştık. Affedersiniz. — Daha dün akşam sofrala- rında bulunuyorduk. Çavuşun haber getirmesini bekliyoruz. Makamlarında — bulunuyorlarsa ziyaretlerine gideceğiz. Gözlerini, içeriye giren Hasan çavuşa döndürdüler. Seryaver: Hemen koşup Mehmet paşanın makamında olup olmadığını öğ renmesini> söyledi. Çavuş pat çaktı: — Makamında - iseler dim? — Sarasker paşa hazretleri- nin mahdumları ziyaretlerine gidecekler! Kahıplı, insan güzeli ” bir ça- yuştu. Ayrılırken ardından bak tılar: Yiğit adamdı, Gitmesile gelmesi bir olmuştu. Döşemele- ri sarsarak çizmesinin topukla- rını birbirine vurdu: — Mehmet paşa hazretleri yoklar efendim. — Ne zaman gelecekmiş? — Bugün mezun bulunuyor- muşlar. Daire müdürü miralay Nuri bey orada, — Nuri bey. efen- «Peki oğlum.> dediler. Gitmi- ye davranan Süleyman bey, ka- Pıya kadar geçiren seryaverin #ini sıktı: — Teşekkür ederim beyefen- di. — Peder paşa hazretleri rarlarsa? — Lütfen geldi ve gitti der- Biniz. Saraskerlere mahsus merdi- ven başına kadar görüşerek git tiler. Seryaver dönerken bir da- ha elleştiler. Dışarıdaki büyük avluda ta- lim yapan Rumelili redif asker- lerinin önünden geçtiler. Sar- kık biyıklı, içli bakışlı, bakım- BIZ insanlardı. Turhan efendi içini çekerek arkadaşının kolu- na girdi: — Bunlar bir tabür halinde burada bulunuyorlar. — İşte, Süleyman paşanın ilk önce başlarına geçebileceği bağ rı yanıklar! zi Durup baktılar: Hepsinde de Rümeli muhaciri yüzü vardı. Güneş az daha çekilmişti. Dai- Felerin akşam tatili zamanı gel diğini anladılar. Süleyman bey durdu: «Askerf kâtip ve vazife- li zabitler gimdi dağılacaklar» dedi: — Az bekliyelim. — Evet, iyi olur. — Muhafızlık ve Divanıharb memurları da gidecekler tabil. Dairede bir ikâ nöbetçi zabit kalır, Boğasiçinin 120 yıl YENİ SABAH —— ——— — —— —— Seaae DA e YUR evvelki bir göri DUMUZU N ünüşü — Mis Pardo'nun albümünden — Büyükdere - Tarabya Boğaziçinin mutena yerle- rinden biri sayılan Büyükde- renin Osmanlı tarihindeki ye- ri, diğer semtlere nazaran az- dır. Buraya ilk rağbet eden ecnebiler olmuştur. Bilhassa sefarethaneler — Büyükderede yazlık binalar — yaptırdıktan Bonra halk da, şehrin kibarları da buraya akın etmişlerdir. Tarihine gelince: Bizans im- paratoru Jüstinyen burada kü- çük bir kilise yaptırmıştı ve her sene paskalyanın ilk haf- tası başta İmparator olduğu halde devlet erkânı ve şehrin kibarları bu kiliseye gelirler, Büyükdere çayırında kalırlar- dı. «Büyükdere» adını, Derinde- re mânasına gelen Vati Kol- Ppos nehrinin burada bulunu- gundan almıştır. İkinci Mah- mut - tarafından — yaptırılan «Bahçeköy kemerleri> nin kar gısındaki bu derenin civarı, devrin en rağbet gören bir me- Biresi idi. Burada Yedi Kardeş- V lerdeki çınarın da tarihf ehem-i yetinden bah- sedilir. — 1097 |Niyi yılında Godfroaj dö Büyyon'un kumandasında gelen Haçlılar ordusu bir rivayete göre bura- da ordu kurmuştur. Patrik Tarez tarafından bu- rada inşa edilen bir manastır, Bizansın bir çok — prenslerine mahpes olmuştu. Evliya Çelebi, Büyükdereyi, zeminine güneş tesir etmez. kavak, servi ve Böğüt ağaçla- rının kaplamakta olduğunu ya zar. Tarabyanın tarihi daha me- raklı ve hareketlidir. Bfsane- Bini kısaca kaydedelim: Kafkas- yada altın yapağı - toplamak için Argo adlı bir gemi İle yo- la çıkan 50 kişilik kahraman- lar kafilesi, bir çok maceralar dan sonra Kafkasyaya gidi- yorlar. Hükümdarın kızı Me- de'nin yardımı ile altın yapa- fayı alıyorlar. Argonotlar'ın relsi Jason hü- kümdarın kızı Mede'ye üşık - luyor. Hazine- leri korkunç ejderhalar muhafa- za ettiğinden Mede bazı ilâçlarla ejderhaları öldürüyor, bu su- retle hazineyi de yağma edi- yorlar. Jason ile Mede oradan ka- çarak doğru, bugünkü Tarab- yaya geliyorlar, Mede, ejder- haları - zehirlediği Hlâcın bir kısmını saklıyordu. Burada ön- ları denize döktü ve deniz ze- hirlendi. Buraya da zehirleyi ci münasına gelen Farmakios adını verdiler. Halbuki — Terapia, — zehirin tam aksine sıhhat ve sağlık münasına gelmektedir. Bu semtin bu adı nasıl aldığı hikâ- yesi de gu: Bizans patriklerin den Atik müzmin bir hastalığa yakalanmıştı. Tebdilihava için buraya gönderdiler ve az za- manda iyileşti. İşte —bundan sonra, bu semtin adı Terapia oldu ve şehrin hastaları, hep buraya taşınmıya - başladılar. 1352 yılında, Venedik donan masr burada Cineviz donanma Bi ile büyük deniz muharebe- sine tutuşmuş ve Venedik do- nanması mağlüp olmuş, reisi Nikola Pizani Trabyaya — sı- Bınmıştı. Tarabyada Fenerli Rumla- rın büyük bir yalısı vardı Devlete kargı hıyanetleri gi rüldüğünden bütün Rumlar dağıtılmış, yalıları da müsade- re edilmişti. Tarabyadaki İngi- liz sefarethanesi 1911 de yan- Prens İpsilanti'ye —ait yalı da, Üçüncü Selim ta- rafından general- Sebastiyani” nin sefareti zamanında Fran- Baya verilmişti. Bu da 1923 yı lında yanmıştır. Yarın; İstinye, Mirgün ve Yeniköy. Üniversitede hocamdı. Derste yumuşak, fakat hususf konuşma- larında, umumi havreketlerinde sertti. Siyasi hayata geç atıldı. İDemokrasi mücadelelerinde de sert oldu. Bütün kusuru fikirle- rinden değil heyecanından doğu- yordu. Parti disiplinini tanıma- dı. Amma ihtirası da yoktu. Bir igün — kendisine rastladığımda «Hocam, nasıl bir demokrasi is- tiyorsunuz?» diye sormuştum. — Oğlum, nesi varsa, siyasisi- ni de, iktisadisisini de, diyerek yine heyecanla cevap vermişti. Demokrasi ve muhalefetin ku- İruluşunda büyük hizmetleri in- kâr edilmiyecek Önerin değerli hatırasını taziz maksadile ikti- İtadi demokrasi bahsine - giriyo- Tum. ğ Her milletin t>»hinde zaman zaman iktisadi zorluklar, sıkın- tılar vardır. Avrupada bilhassa Napolyon devri ----ası modern iktisatçılarında, başta Cairnes olmak üzere tam bir kötümserlik sezilir. Ricardo bile «İnsanlığın büyük kütlelerinin durumunda esaslı bir kalkınmanın imkâns:z- lığını> söyler ve bunu devre dev- re milletin başına geçen bir dik- (Devamı var) Tefrika No. 19 cağını sanıyordum, dedi. — Size hiç bir şey bırakaca- . ğından bahsetmemiş midir? — Hayır efendim. Sade üç dört yıldanberi hem geker bay- ramları, hem kurban bayramla- rı elime topluca para verdi: «Ben ölürsem elinde hazır pa- Tan olsun. Bunları bankaya ya- tır. Bu yaştan sonra elâleme muhtaç olma» dedi. — Ha, o halde sizin vasiyet- namede isminiz olmıyacak, Bu cihet apaçık anlaşılıyor. Peki; merhum kalfanın bütün akra- basını tanır mısınız? Bildikle- riniz yok mu? — Onun Ali Şeref beyle zından başka akrabası yoktu, Bu üç kişi, yâni Ali Şeref bey, kızı ve İkbal Kalfa birbiri ni çok sever, birbirine çok bağ- h mı idiler? Bunu sizden iyi kimse bilmez — Bu sualinize cevap vermek Büçtür bey oğlum, — Belki, Amma siz bana her Beyin «doğrusunu söylemelisiniz ki adalete hizmet etmiş olasınız. Seneler geçtikçe onların arasın- daki eski yakınlık ve dostluk ki- MİRASİ tatör veya Sezarda bulur. LA N kalmadı gibi... — Nasıl oldu? — Bakın anlatayım: On yıl- danberi rahmetli Kalfacığım, Ali Şeref beyle bir apartmanda oturmiya karar verdi. Başka kimsesi - olmadığı için olacak, Hem ayni apartmanda, ayni kat ta oturüyorduk. Hem de iki partmanın, yâni iki dairenin a- rasına bir kapı açtırmıştı, İlk yıllar araları pek iyi idi, Su sız- miyordu. — Sonraları — işleri — değişti mi ? — Sonraları, yâni şöyle üç yıldanberi Şeref beyle araların- da sik sık kavgalar, dargınlık- lar çıkmıya başlamıştı. — Rahmetli Kalfa Melâhati gok sever mi idi? — Evet, evet... Hep çok se- verdik. Çünkü sahiden pek bir kızdır o, — Öyle ise, belki de kızı ma- hinın mülkünün varisi olarak göstermiştir. Olamaz mı? — Amma ummam, Çünkü Melâhat da babasını pek sever. Öyle gever ki İkbal Kalfa ile araları açıldığı, yahut çekişmi- İktisadi demo_k.rosi ve enan Öner ——— Yazan: Rakım Ziyaoğlu Yakın günler Türk milletine Iktisadi demokrasi ve refah vaadlerile doludur. Bu güzel yemekte, Konan Önerin sert elile tuttugu gümüş bir kaşıkla koyduğu bir tutam tuz vardır. Gerçekten iktisat tarihi, gelişmeyi sağladığına dair bir tek misal göstermez. Gerçe sıkı rejimin' koyu sisi içinde, yine fabrikalar kurulur, tarlalar - sül- rülür. Fakat sisin dağılmasiyle ortaya öyle bir üktisadi ve mali takatsizlik çıkar ki millet uzun yıllar acısından kurtulamaz. Sıkı rejimde iktidar gerek zl- raat, gerek ticaret ve sanayi sa- hasında umumi refahtan hisselen mek üstiyen vatandaşların - kon- trolü altına girmediğinden, eko- nomi yukarıdan aşağıya gelen e- mirlerle işler. Bu emirler eks. riya uzviyete girmiş yabancı ci simler gibi bünyeye zarar verir. | tedbirler yarım v ye başladıkları zaman hep baba Sınin tarafını tutmuş, — halasını kızdırmıştır. Onün / için rah- metli kalfa servetini kızına bı- rakmak demek babasına bırak- mak demek — olduğunu pekalâ takdir edecek kadar akillı, tem- kinli bir kadındı. — Peki, ya rahmetlinin eşi, dostu kimler vardı? — Hiç kimse ile sıkı fıkı dost olduğunu bilmiyorum. Ne o kim seye gider, ne de kimse ona ge- lirdi. Yalnız Kadınları Çalıştır- ma Cemiyeti üzalarından arada bir gelenler olur, onlara yardım ederdi. Hem de onlarla konuşur ken ben yanlarından ayrılmaz- dım, Öyle isterdi. Hasan Nihat pekalâ biliyor- du ki ikinci vasiyetnamede İk- bal kalfa varını yoğunu Ali Şe- ref beye terketmiştir. Fakat bu nu açıklıyamazdı. Çünkü o za- man vasiyetnamenin kendisin- de olduğunu kabul etmiye mec- bur olurdu. Fakat mesele, birin ci vasiyetnamede idi. Hiç şüphe yok ki İkbal Kalfa birinci vasi- yetnamede varis olarak başka- sını, yahut başkalarını göst miş olacak ki yenisini değiştir- miştir. İşte bu başkası veya baş kaları kimlerdir? Bu noktanın aydınlanması, gizli kalan hâdi- selerin aydınlanması * derecesin- de mühimdi. Nihat sabır ve usül ile sual Ai sıkı |Mübadele, inkısam ve istihsal İş-; Putt'a göre rejimin bir memlekette iktisadi|leri sarpa sarar. Ve böyle olun-| «Halk yığınlarının ca halkın önüne bir iktisadi pa- Zâra bir memlekette siyasi sistem ne ise iktisadi sistem de mutlaka ve tamamen odur. Meselâ devlet totaliterse iktisat da totaliterdir. Milli iradenin muvazaalı tecelli ettiği yerlerde iktisat da muva- zaalara düşer FEkonominin yalnız muayyen ir merhaledeki durumunu göz- önünde tutan klâsik üktisatçılarla iktisadf demagojiyi büyük bir vuzuhla tarif eden büyük İngiliz fikir adamı Cohn Putt da bu fi- kirleri taşır ve gösterir. Cohn iktisadi demagoji: yoksulluk - ve bedbahtlığımı, ümit ve endişeleri- ravan çekilir. Bu paravan aşa-İni, ıztırap ve cehaletlerini, çeçit- Hıda misalleriyle göstereceğimiz (leri ne olursa olsun siyasi mak- gibi bir iktisadi demagojidir. * Demokrat bünyeli -ekonomide ihtiyaçlar aşağıdan yukarıya doğ ru tertiplendiğinden daha reel bir mahiyet alır. Bundan dolayı dev let hangi iktisadi sistemde olur- isa olsun iktisadi tedbirlerde te- reddüt ve tenakuzlara düşülmez. Bir memlekette siyasi ıslah edilmeden o memleket eko- nomisinin ıslahına imkân yoktuz. Bu hakikate aykırı alınan bütün oyalayıcı olur. sormıya devam etti — Peki hanımcığım, rahmet- li İkbal Kalfaya akrabaların- dan başka tesir yapan, vasiyet- namesinde isminin zikredilmesi muühtemel olan kimse aklınıza gelmiyor mu? — Vasiyetnamede adı var mı- dır, yok mudür? Bilmem, Am- ma rahmetli benim yeğenim Ali Haydarı pek sevmişti. Nedense ondan hoğlanırdı. Bu açıklama 'Nihadın birden- bire bütün ilgisini topladı; Göz- leri açıldı. İakemlesini - ihtiyar kadımın kanapesine biraz daha yaklaştırarak : Onu 'nereden tanıdı. rah- metli? diye sordu. Beni ziyarete gelip gittik- çe görüyordu. Haydar daha se- kiz on yaşında bir çocuk olduğu zamandanberi — evime . gelirdi. ndi yirmi beş yaçındadır ve konjesi olduğu için İzmite be nimle beraber geldi. Dinleniyor. ndi evde değil mi? Balık meraklısı... Bazı ge- celer balığa çıkıyor, sabahlara kadar tanıdıkları ile denizde ka hyor, Sonra da gelip akşamlara kadar uyuyor yavrum... Yine denizde. Nihat, bu noktada ısrar et- medi. Yeğeni hakkında fazla malümat — istiyerek — ihtiyar kadının — merakını — uyandır- mak istemiyordu. Fakat rıhtım satlar menfaatine istismar san'a- tıdır.» Bunun içindir ki yakın ta- rihte de gördüğümüz gibi Musso- lini, açları muz hevenği ile doyı racağını vadeder, dururdu.” Bu- 'nun içindir ki iktisadi kalkınma, plân ve programları tersine ola rak halktan ekonominin iktidar tükenince «Nesillerin fedakârlı- sistem | ğı> gibi üzerinde çok söz götüren bir formül ileri sürülür. * İktisat —Aleminde, — insanların sosyal münasebetleri bakımından da ve civarda Ali Haydarın İz- mitten kısa bir zaman ayrı tak İstanbula gidip gitmediğini öğrenmek mühim bir mesele - di. Bu delikanlı burada kaldığı müddetçe İstanbula gider ve pekalâ geri dönebilirdi. Amma Nihat bu noktayı sonra tahkik etmek üzere alâkasız bir tavır- la Didar hanıma: — Delikanlı ne iş yapar? Ül- ye sordu. — Bankada çalışıyor. — Şimdi hanımcığım, gayet mühim bir noktaya temas ede- ceğim. Biraz önde merhum Kal- fa ile Ali Şeref bey arasındaki Beçimsizlikten bahsettiniz. Bu| geçimsizlik ancak bir iki yıldan Yazan: Eski bir pehlivan Karşısındaki pehlivandan hig de bu kadar mukavemet ummi- yan Kavas oğlu ilk defa olarak #öyle düşünüyordu: «— Adamcağızla bu kadar a- lay etmemiz doğru değilmiş. pekalâ pehlivan işte!> Bir taraftan böyle düşünür. ken bir taraftan da böyle ya- bancı, meçhul bir pehlivanı ilk elde yenememiş olmasının, göh- retini bir hayli baltalıyacağını düşünüyor ve bu düşünce ile hücumlarının giddetini bir kaç misline çıkarıyordu. Fakat hepsi neticesiz kalıyor, hiç bir hamlesi beklediği net ceyi vermiyordu. Arnavut oğluna gelince, bir taraftan Deli Hafızla güreşir- ken bir taraftan da yan gözle Kavas oğlunu süzüyor ve onun hiç beğenmediği pehlivanı bir türlü bastıramadığını gördükçe kıs kıs gülüyordu. Güreşin yirminci dakikasına doğru —Arnavutoğlu —hasmını yenmiş — bulunuyordu. Birden dalmış ve Deli Hafızın iki paça- sını birden yakalayıp kendisini sırt üstü yenmişti. Bunun Üzerine omuzlarma bir havlu aldı ve diğer güreşlerin neticesini beklemek üzere Ali ağanın çadırına geldi. Ali ağa evvelâ kendisini tebrik ettikten sonra parmağı ile Kavasuğlu: nu işaret etti: — Seninki şu bizim deliye dam akıllı dersini veriyor, dex Bir daha her halde güreş mey danına çıkmaz. Arnavutoğlu sordu: — Kim? — Kim olacak canım, şu di Ni Bekir.. Baksana Kavasoj lana! İsteseydi birinci elde ye nerdi, Fakat yenmiyor. Eziyor. Bu ona bir ders olsun da bir daha baş pehlivanlığa özenme- sin! Arnavutoğlu gu cevabı verdi: — Benim gördüğüme göre Be kir hiç de fena pehlivan değil. Kavas oğluna pekalâ karşı ko- yuyor. — Canim Kavas oğlu istese onu çoktan yenerdi. — Neden yenemiyor? — İstemiyor da ondan. — O kadar değil! Pekalâ is- tiyor amma yenemiyor. Ali ağa Arnavutoğlunun yü- züne alay edip etmediğini anla- mak için baktı. Hayır.. Arnavutoğlu ciddi idi: — Sahi mi söylüyorsun? di- ye adeta bağırdı. — Ben öyle görüyorum. Pehlivanlıktan anlıyan çiftlik sahiplerinden biri de Arnavut oğlunu tasdik etti: — Bana kalırsa - Arnavutoğ- lu hiç de yanılmıyor. Baksana adamdaki vücude... - Sonra '“iyi oyun da biliyor. Kavas oğlu bir defa olsun bastıramadı kendi- sini! Tam bu sırada Kavas oğlu nasılsa çaprazı toplamış ve sür miye başlamıştı. O zamana ka- dar susan halk birden coştu ve Kavas oğlunu teşvike başladı: gayet meşgul olanlar hiç şaşmıyan şu kaideyi öğrenmişlerdir, o da gu- İdur: Sıkı rejimde niyet ne ka- dar halis olursa olsun, ekonoml İmutlaka mahiyeti eşyaya, kendi gerçeklerini aykırı olarak siyasi rejime intibak etmek, günlük ol- İmak, iktisadi demogojiden fay- dalanmak zorunda kalır. Nitekim Almanyada da ekono- İmi Nazi felsefesine ve siyasi sis- temine. mahiyeti eşyaya aykırı olarak intibak etmişti. Yakın ta- rihin şu acıklı misali sıkı rejimde istihsal vasıtalarının halkın ve İdevletin menfaatine tevzin — edil- İmediğini; iş vg dış ticaretin nasıl zedelendiğini, Milletlerarası - mü- İbadele kontrolünün nasıl elden kaçırıldığını, halk murakabesiz- liğinin zararlı neticelerini göste- rir. Türk ekonomisi uzak parlemanter bir demokrasi içinde gelişebilir. Ve ancak o za- man ticaret ve ziraatiyle, kendi- demagojiden İstanbu ları Kooper beri baş göstermiş. Tabii bu mü nakaşaların sebebini- biliyorsu- nuz, değil mi? Eh... İyice- bilmiyorum. | Kulak misafiri ola ola anladım. Malüm ya, Ali Şeref bey on yıl danberi bekârdır. Hanımı öleli on yıl kadar oluyor. Karısının | ölümünden pek müteessirdi. İlk | seneler hiç bir tarafa bakacak halde değild Amma Üüç sene önce bir tiyatrocu kızla tanış- mış. Deli gibi abayı yakmış bu kıza, Kızı tiyatrodan falan ayır mış. Kendisine metres yapıp bir ev almış, dayamış döşemiş, Kı- za bakmıya başlamış. (Devamı: Sa. Kooptratifimizin Genel kurulu şirketimcin merkezi olan Cağaloğlunda İstanbul Emniyet binasın alelâde yıllık toplantısını l1 MART- 1219 Tefrika No, 20 Arnavutoğlu 20 nci dakikaya doğru hasmını yenmişti. — Yaşa Kavas oğlu! — Haydi arslan! — Tak çengeli! Ali ağa da bunlara katılmış, avazı çıktığı kadar haykırarakk Kavas oğlunu teşvik ediyordu, Böylece on beş adım kaday geri geri giden Kara Bekir, bire denbire dönüp kendisini yere at tn Bunu o kadar Ani bir gekilde yapmıştı ki Kavas oğlu Kendi- gini tutamamış ve Bekirin üstü. ne düşmüştü. Kara Bekir o dü- gerken bir de kılçık atmayı ihe mal etmemişti. Koca Kavas oğ lu yere yan üstü düştü. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse bir baş pehlivan için bu şekilde düşmek yenik de sayı- labilirdi ve eğer Kara Bekir böyle düşse İdi mutlaka mağ- lüp ilân edilirdi. Fakat Kavas oğlu düştüğü için hiç kimse se- sini çıkarmadı. Yalnız çingene- ler bu kadar idrâk sahibi olma dıklarından — birdenbire — davul Zurnalarını kesmişlerdi. Çünkü onlar Kavas oğlunun yenik düş tüğünü görmüşlerdi. Kara Bekir yerde olduğun- dan — durumu iyi görmemişi Yalnız çingenelerin davul zurna ları kestiğini görünce Kavas oğ lunun açık düşmüş olduğunu anladı ve galibiyet temennasını çakt Ancak Kavas oğlu hiç oralı görünmüyordu. Ayağa kalkar kalkmaz hemen Kara Bekirin ensesine yapıştı. Kara Bekir: | — Olmadı mı? diye sordu. — Olmadı elbet! — Fakat Çingeneler... Kavas oğlu bir küfür savur- dü. — Çingenelerin... Bu sırada cazgır da yanları« na gelmişti. Kara Bekir ona sordu: — Olmadı mı? — Hayır! Açık düşmedi. Bak ma sen Çingenelere! Ve Çingenelere dönüp bir'işa Tet yapınca zavallılar yeniden cenk havasını vurmıya başladı- lar. Kara Bekir de çaresiz güreşe devam etti. Übür taraftan Ali ağa yük« sek sesle atıp tutuyordu: — Kavas oğlunu yenmek o kadar kolay mı? Şu Bekir pehş livan hepten aklını oynatmış! Öyle değil mi Arnavut oğlu? Arnavut oğlu başını salladıt — Doğrusu kılçığı çok iyi attı. Kavas oğlunun talihi var- miş, Güreş yeniden Kavas oğlu- nun hücumları ile başladı. Ka- vas oğlu görülmemiş bir şiddet le el enseler ve tırpanlarla Ka- ra Bekiri bastırmıya ve mağlüp etmiye çalışıyordu. Fakat Kara Bekir sert bir kaya gibi bu hü- cumlara karşı koyuyordu. Böy- lece güreş bir saate yaklaşmış- ta ki Kara Bekirin birden çır- pındiğı ve bir nârâ attığı düyül- du: Haydi be pehlivan! Bu nârâda ince mânalar var- dı. Adeta: (Devamı var) — ——— ne mahsus endüstrisiyle, dünya- dan bir şeyler alabilecek ve dün- yaya bir şeyler verebilecek du ruma gelir. Milli gelirin artması 'da demokratik ve birlik zihniyeti içinde önce siyast reyine oldu gibi halkla sermayeye emniyetl hür gelişme ve çalışma, aşağıdan yukarı murakabe imkânları sağ- lanmakla mümkün olur. Demokrat bir memlekette ik tisadi refah keskin derecelere ve zümrelere ayrılmaz. Vatandaşla- İrın emek ve sermayeleri, büdceye iştirakleri nisbetinde tevzin edi- lir. Nasıl ki siyasi demokrasido vatandaşların şerefi derecelere, şahsiyetlere, zümrelere ayrılma- yıp vazifelere ayrıldığı gibi Yakın günler Türk milletine bu iktisadi demokrasi ve milif refah vaitlerile doludur, anlayış umumidir. Ve K. Önerin bu gü- zel yemekte sert elile tuttuğu, fa- kat gümüş kaşık içinde koyduğu bir tutam tuz vardır. TASHİH 10 Mart 949 tarihli nüshamızda çıkan ve Belediyesi Başkanlığından> başlıklı İlândaki Remsiye Aktay — ismi Remziye Aktay olarak tashih olunur. <Beyoğlu — Kaymakamlığı 1 Emniyet Sandığı Memur- atif Şirketi Başkanlığından 29 mart 1949 salı günü saat 16 da Sandığı pacaktır, Ortakların mezkür gün ve saatte şirket merkezinde bulunmaları | rica olunur | RUZNAME: 2 — 948 Bilânçosunun tasdiki ve 3 — Yeni idare meclisi asil - ve 1 — İdare meclisi ve mürakipleri raporlarının okunması ve t etkila, idare meclisi ile mürakiplerin ibrası, yedek üiyelerinin seçikmesi, 4 — Yeni mürakiplerin seçilmesi.