Tefı SULTAN MAM!I | KABUSLARI a No. 16 ZZT AYHAN Bütün Harem ağaları ve hade- meler yanyana sat tumuşlardı. Kapinın kırmızı perdesi kal- Kınca, Üsküdarlı — ihtilâlcinin gözlerinde bir şimşek yanıp sön dü: Sultan Muradın oğlu Salâ- haddin efendinin lalası Ali efen di gülümsiyerek girmişti. Ak hadım ağalarındandı. Sarışın Bevimli yüzü, şen bakışlı elâ gözleri vardı. Eteğine — eğilen Nuri beye: «Yine ağa hazretle- rini özlemiş olacaksınız galiba beyefendi?> dedi. Göz göze gelince birer işaret çaktılar. Sulcân Muradin hare- mine serbeatçe girip çıkan lala Ali eferdi şen şen İlerledi. Aya- ga kafkan 'Dilâver ağanın alt bargma oturdu: Rahmetten çok — sıkilmiş- N— İşte maşallah hava açtı. — Yaa, Dilâver ağa efendi- mize gidelim ve bugün öğle ta- amını birlikte edelim demiştik. — Eksik olmayın. Şehzadenin sevimli yüzlü la- Jası ile Kız Nuri bakıştılar. Sa- yışın lala usulla göz kapakları- nı kapamıştı. Sevincinden yüre #i çarpan. Üsküdarlı genç, titre- di. Ak ağalardan ikisi öğle na- mazma hazırlık — için — ibrik getirince sıra ile abdest aldılar. Dilâver ağa ayakta peşkir tu- tan hademeye uzanırken, Kiz Nuri bey atıldı, saray hademe- sinin elindeki yumuşak havluyu kaparak ellerine tutuşturdu: — Buyurun efendim, — Zahmet ettiniz oğlum. — Vazifemiz. Mağrur arap beğenen, kurum hu bakışlarla baktı. Ali Suavi- nin korkunç mektubunu geti- ren gözü pek adam, elindeki peşkiri bırakmıyarak kapi ar- dında abdest tazeliyen sarışın lalanın yanına sokulmuştu. Bakıştılar. Havluyu iki- elile birden alan Ali efendi çenesini kuruluyormuş - gibi yaparak pencereye doğru yürüdü. Dör- de bükülü mektubu — yavaşca koynuna kaydırmıştı. Dirsekle- Ti sıvalı bürümcük gömleğinin bol yenlerini indirmiye savaşan Dilâver ağanın büyüyen gözler Je baktığını fakettiler. Kız Nu- Ti sar'a nöbetine vğramış gibi Ürperdi: Nemrut suratlı arap hissetmişse ? Ali efendinin de ürktüğü bel Ji idi. Kurulanma işi bittiği hal de gözlerini kaldırıp da Dilâver ağanın yüzüne bakmıya cesa- Tet edemiyormuş gibi hali var- dı. Divanhaneden gelen ezan ses lerine seğirttiler. Bütün hare- mağası ve hademeler yanyana #af tutmuşlardı. Açılıp yol ver- diler, Namazdan sonra, yemek yi- yeceklerdi. Divanhaneyo çıktı- lar. Yarım saat evvelki neşesi- ni zalim bir korku ejderhasına kaptıran lala Ali efendi: «Bize izin ağa efendimiz> dedi, cehen 'nem yüzlü arabin önünde dura- rak temenna etti. Öteki kaşla- vını çattı: — Vallah olmaz! — Gidelim diyorduk. — Hani birlikte lokma ede- cektik? Nuri beyi de ihmal etmiyerek »yemek odasına yürüdü. Sofra hazır, sofracı hademeler el pen ge divan duruyorlardı. İçi is- iyan eden Kız Nüri: «Bunlar, Ppadişahtan padişah!> diye di; lerini sıkarak Üsküdardaki evin - Yazan: BEHÇET SEFA İki taraf da mahirane dövüşü ,yordu. İkisi de karşısındakinin hücumunu kolayca defedebildi- i için bu muharebenin nasıl ne ticeleneceğini — tahmin etmek Büçtü. Fakat İsmail Hakkı usan miya ve kızmıya başlamıştı. İşe bir son vermek hevesile kor- kunç bir &ol darbe ile hasmının Çenesini ve başını uçurmak İste- di. Hemen o anda Nihat muka- bil bir sol darbe ile serserinin Çenesini yerinden oynattı ve he Yif iki tarafma sarsıldı. Nihat böyle bir sarsıntıdan derhal is- tifade edecekti. Bir iki darbenin aha işi sona erdirmiye kâfi geleceğini pekâla tahmin ediyot 'du. Tam bu sert ve son darbele- ve hazırlanırken tehlikenin be- lürdiğini gören İsmail Hakkı ce- binden bir kama çıkardı. Nihat karanlıkta ucu parlıyan ka: yı görünce öldürücü bir tehlike ile k:şıânşuğmı anladı ve zaten Berseri do kendini toplıyarak derhal düşmamına silâhını, Bap- Tamak üzere idi. Böyle haydudâ argı hiç bir ihtiyata lüzüm yok fu. Onun bir tarafını kırmak ba İasına da olsa hayatını kurtar- Ö Z ea aa Rem aet Te SA de kaşıkladıkları tarhana ve fa sulye çorbasını hatırladı, Mektubun ele geçmesi ve kel lesinin gitmesi tehlikesini de, alıp Ali Suaviye götüreceği ce- vabı da, unutmuş gibiydi. Sofra Başında, önündeki nefis hindi kızartmasına el bile sunmadı; el iriliğinde et parçalarını lop lop atıştıran gamsız adamlari kinli kinli seyretti: Yazık! Sofradakiler birdenbire İrkil- diler, bir hünkâr çavuşu! 4Şakır gakır> girmişti. Dilâ- ver ağa elindeki lokmayı düşü- rerek sıçradı. Öteki oda ortasın da dimdik durdu: — Saniye geçirmeden sarayı hümayuna geliniz ağa hazret- leri, — Bu ağa efendimizin taraf- larından mı? — Ya iradei seniye mabeyin müşiri paşa hazretleri emir ve- riyorlar! Sultan Murada dair yeni bir tazyik iradesi ihtimalini düşü- nerek başlarını eğdiler. Muhte- şem sofranın bir kenarına ilişen Kız Nuri beyin gözleri büy müştü. Dilâver ağa yemeği ve sofradakileri unutarak kapıya seğirtti. Koltuk kapısı önünde — hazır bekliyen saray atlarına atlıya- rak uçtular. Yıldızdaki mabeyin dairesin- de göze çarpan bir telâş vardı. Sultan Hamidin en yakını sayı- lan Cevher ağa alt kat salonu- na açılan camlı kapı ardından Herleyerek Dilâver ağanm ö- nüne düştü. Mabeyin Müşiri Sait Paşanın odasına - gittili Kukla yüzlü, zarif yapılı küçü- cük General dalgindı. Yarı kal- kar gibi yaparak: «Buyurunuz ağa hazretleri> dedi, yazıhane yanındaki boş koltuğu göster- d — Yeni gönderilen tüfekçi neferlerinden memnun — musu- nuz? — Sayei şahanede kuş uçur- muyorlar!. — Muhafız takımı zabiti - Mu- tu efendi nasıl? — Vazifeşinas bir zat: Mem- nunuz Paşa hazretleri. — Hariçten ziyaretçi - gelip gitmiyor ya? — Asla!, Murat efendi takı- mından kimseye ziyaretçi gele- ynez! Kara kuru ellerini göbeğinin üzerine kavuşturarak lâkırdıya karışmıyan Cevher ağa, birden savuşmuştu. «Hususi daire> de- nen Sultan Hamidin çalışma yerine koşarken, Mabeyinci Os- man beyle karşılaştılar. Osman Bey telâşlıydı: «O Dilâver daha gelmedi mi? İçeride sabırsız- Tanıyorlar!> diye çıkıştı: — Hiddet buyuruyorlaj — Şimdi geldi. — Peki neden getirmiyorsu- Duz? Birbirlerini çekemiyen bakış- larla bakıştılar. Cevher ağa e- hemmiyet vermiyormuş gibi du dağını bükerek Padişahın - ça- hştığı büyük oda kapısına yü- Tüdü. Sultan Hamit ayaktaydı. E- Tindeki altın keskiyi orta masa- ı üzerine bırakarak ellerini ar- dıma bağladı — O adam hâlâ gelmedi mi? — Aşağıda efendimiz, Şimdi Beldi. (Devamı var) Tefrika No. 15 miya mecburdu. Kendisine öğ- retilmiş olan hücum ve müdafaa Oyunlarından birini tatbike ka: Yar vererek haydut elindeki bı- çağı saldıracağı sırada eğiliver- di ve hemen onun diz kapağı al- tına korkunç bir tekme savur- düu. Ani acı karşısında İsmail Hakkı irkildi; büküldü. Arkasın dan bir kaya parçası halinde bir yumruk çenesini yerinden oy- Dattı. Nihat sağ yumruğu ile bütün kuvvetini toplıyarak hay duda son darbeyi indirmişti. A- c bir sayha koptu ve haydut bir külçe halinde yere yuvarlan- dı. Nihat bir an ayakta ve onun başı ucunda bekledi. Sonra ne- fesini keserek yere eğildi. Bu hareketsiz ve cansız gibi yatan vücudü gözetledi. Dinledi. Pek iyi tahmin ediyordu ki hilekâr ve düzenbaz mahlük bu suretle bir oyun oynıyabilir; kendisini aldatabilirdi. Fakat derhal İs- ln.:nl Hakkının bayılmış, sahiden bitkin ve ölü gibi “yere serilmiş Olduğunu anladı. Çok uzun görünen bu Bahne ancak üç dakika sürmüştü. Bu iki üç dakika içinde hasmile meş | nce — dimağları Wi : lardan alıkoymak İçin, Vatan gazetesinin bir gün verip ertesi gün tekzip ettiği haber- den bahsederek meseleyi doğru yyoldan kapatalım : Bizce, san'atkâr daima san'- ati ile tenkit edilir. Onun kül- türü, ideolojisi, hisleri, velha- Bıl her geyi san'ati ile ölçülür. İnsan, yalnız kol ve bacaktan mürekkep olmayıp, bir bütün- dür. Üstelik san'atkâr, bu istida- dı sayesinde kendini topluluğa tanıtmış olur. O, san'ati ile his- sediyor, — konuşüyor, — yürüyor demektir. Gıdası, hisleri, ideo- lojisi eserleri ile belli - olunca, onun ideolojisinin de ne olduğu nu söyliyebilmek için san'atinit tahlil ve tenkidi şarttır. Yokı «bir kimsenin san'atine bakma dan, şöyledir, nasıl girmiş çık- .mıştır v.s.> gibi mütalealar rütmek hatâlıdır. Ancak polis hikâ) Tine benzetilebilir. Ga- zeteci, bilhassa san'at münek- kidi, böyle saklambaç oyunları ile değil, ele aldığı kimsenin san'ati İle uğraşmalıdır. Yeter ki parmağımızı lâzım gelen ye- re, realiteye dokunduralım, Yok sa taşı yanlış tarafa, kendimi- ze atmış oluruz, nitekim Vatan gazetesi gibi tekzibe mecbur ka hmır... (Vatan) gazetesi hâdi- se ufaktı, yazı acami ve müva- zenesiz bir gencin telâşını gös- teriyordu, diye izah etti. Biz katiyen meseleyi uzatmak için yazmıyoruz. Hâdiselerin hatâlı yollara dökülmemesini, matbua tın gülünç olmamasını ve tenki din mevzuuna uygun yapılma- sını istediğimiz için söylüyoruz. Bizce ortada olan vakıâ şudur: | Bir san'atkâr şehrimize gele - rek, piyanosundan çıkan nağ - melerle konuşmuştur. Konser - lerde şimdiye kader — görülme- miş bir kalabalık vardı. Halk, Beethoven'i, W. Kempt'ten din| lemiye gelmişti, o kadar!... De-| mek ki bahis mevzuu sadece bir san'at hâdisesi idi, Şu halde ar tistin san'atini ele almak lâ- zımdır: Her geyden önce Wilhelm Kempf, bize Beethoven'in ©o muhteşem piyano konçertoları- nı dinletmekle büyük yardımda bulunmuştur. Bilhassa, o büyük insanın, eserlerini numara sıra sile dinlemek; hakikaten mert, | cesur, mütevazı ve tam mânasi le insan Beethoven'in geçirdiği tekâmül safhalarını duyabilmek fırsatını bize verdi. Bu arada orke&stradan, çok se vilen kahramanca Egmont Op. 84 üvertürünü de dinledik. Or- kestramızın eskisinden daha zi- yade kaynaşmış bir manzara arzettiğini ve müteaddit fırsat- larla intibak ettiği bu eseri lâyı kile icra ettiğini söyliyeceğiz... «Egmont”, orkestramızın ade ta favorisidir diyebiliriz. Demek ki bir eser üzerinde durulur ve çalışırsa, beklendiğinden fazla randıman alınabilir. Bu üvertür «Goethe» nin ayni isimdeki pi- yesine tesadüfi yazılmış 9 eser den biridir. Beşeri bağları can- landıran eserde birbirine bağlı üç kısım vardır: Zulüm; zalime karşı mücadele; zafer. (Beethoven) - küçüklüğünden beri ıztırap içinde kaderi ile bo- Buşmuş, yorulmak bilmeden mü ziğile sefalete, haksızlığa, akıtı- MiRAS lan insan kanına, emperyalizme karşı korkmadan mücadele et- EME A ğ ir ) M ; Bul olmaktan etrafına göz gez- dirmiye, bulunduğu sokağın iki tarafındari caddelere çıkan yol İarin ağızlarında gelen geçen o- Tup olmadığını tâyine vakit bu- lamıyan Nihat doğruldu. Geri- ye ve ileriye baktı. Kimseler Yoktu. Ne gelen ne geçen!... Hiç bir tereddüde, endişeye, düşünceye kapılmadan tekrar eğildi, haydudun ceplerini karış tardı. Bir dakika önce hayatına kasdetmiş olan böyle bir ada- mın ceplerini karıştırmak günah mı idi? Bulduklarını rastgele kendi cebine aktarma etti. Hat- tâ parasını ve saatini bile aldı. Çünkü yalnız kâğıtları alsa hay dut bu soygunun gerçek gaye- sini gezecekti. Onun böyle bir şüpheye düşmesini her ne baha sına olursa olsun önlemek lâ- zımdı. Bununla beraber para ve Baati ertesi gün tramvay idaresi nin hareket dairesinde, tramvay larda bulunan eşya kısmına bi- rakmak kararında idi. Bu eşyâ gazetelerle ilân olunurdu. Fakat haydudun idareye baş — vurup malını geri istiyeceği pek sün- heli idi. YENİ SABAHN v | Mmiş insandır. (Beethaven) ve dünyayı ken di emelleri için kana — buliyan nazilik!? Bu birbirine tamamen zıt iki gey bir arada nasıl olabi lir? Bu imkânsızdır!.. Su halde Beethoveni icra e- den «Kemptt> İ de aynı zavi den mütalca etmek lâzımdır, Kempf, programının adeta hep- Bini; o sulh tarafdarı insanın e- serlerine hasretmiştir: İşte bü- tün problem buradadır! Çözül- mesi hayli güç düğüm? Bunun için Kempf'in sinter- pretation) una bakmak lâzım- dir. (Kempf), karşısında teknik- ten bahsetmek gülünçtür. Bu piyanist teknik güçlük tanıma- maktadır. Harikulâde «trille» leri, «Octave> ları, «contrepo- int> ları inanılmıyacak bir ser- bestlikle aşıp gidiyor... Kempf' in «touch&> si, akıp giden, ba- zan coşan bir çağlayandır. Bilhassa, ölçüsü o kadar sağ- lamdır ki, insan, zamanın vu- ruşlarını içinde, beyninde duyu- yor, Metronom, ancak bu ka- dar doğru sayabilir. Hafızası i- se bütün kuvvetini teşkil edi - yor. Yalnız kendi partisyonunu , örkestranın bütün partis- yonlarını da ezbere, hatırlama- ğa lüzüm kalmadan biliyor. Muhakkak ki en büyük p no üstadlarından biridir. Ancak ufak bir noktaya takılacağım: «İstanbul> gazetesinde münek- «East Europe> yazıyor: «Sovyetler Birliği Tito Yugos- lavyasına küstüğü halde, Yügos- lavyanın toprak mütalebatı batı devletlerini müşkül bir. duruma soktuğu takdirde bu mütalebatın Sovyetler tarafından da destek- lendiği görülmüştür. Yugoslavya nın bütün Triyeste arazisini işgal etmesine Sovyetler kolaylıkla mü saade edebilirlerdi, ancak bunu yapmak suretile İtalyan komü- dergisi — göyle nist partisinin durumunun bun- dan ziyadesile müteessir olacağı- ni nazarı itibara almak zorunda idiler. Titonun Karintiya ve İstiryaya karşı da mütalebatı vardır. Sov- yetler bunları da destekledikleri takdirde, Avusturya komünist partisinin Avusturyadaki itibarı- ni kaybedeceği aşikârdır. Ayni zamanda Sovyetlerin bu mütale- batı tasvip etmemeleri Yugoslav- yadaki Sovyet itibarını — zedele- mek mahiyetindedir. Makedonyaya gelince, burada- ki durum hakiki surette bir ko- medya halini almıştır. Bu husus- ta Belgrat ile Sofya arasında te- ati olunan ağır kelimeleri oku- yunca, Markos ve Yunan komü- nist partisinin bu mesele yüzün- den karşılaştığı manevi zorlukla- rı müşahade edince, insan 1912 Bütün bu hararetli işi Nihat prensiplerinden hiç bir noktayı feda etmiyerek yapmıştı. Bu- nunla beraber bir kere de hay- dudun sıhhi durumunu tesbit et —ek istiyordu. Bir iki dakika daha bekledi. Herif ölüm halin- de değildi. Hattâ durumu tehli- keli bile değildi. Bu noktadan e min oldu. Çünkü hızla ve kuv- Vetle nefes almıya başlamıştı. Bununla beraber onu yol orta- sında bırakmaya da gönlü razı olmıyarak ıkına sıkına kenara, kaldırıma çekti ve hemen evi- nin yolunu tuttu. Bu maceranın başından beri geçirdiği heyecan ve sinir, yorgunluğunun başlıca sebebi idi. Odasına girer girmez, ne yor- gunluğu, ne de üstünün başının perişan hali aklına geldi. He- men masasının üstüne cebinde- kileri, daha doğrusu İsmail Hak kının cebindekileri boşalttı. Kal bi yeni bir merak ve heyecanla çarparak Üüstünde vasiyetnamem kelimesini okuduğu tomarı aldı. Tomarın üstündeki mum ve mü hür yırtılmıştı. Bu da mel'un haydudun eseri idi, İsmail Hak- İı bu vesika muhteviyatından kimbilir ne ümit etmişti. Mer hum İkbal kalfanın son dilekle- rine ve biraktığı miras hakkın- daki son vasiyetine hızlı bir göz- attı. Gözlerine inanamıyordu. Şuna buna - terekesinden — bazı Yazan SELMİ ANDA 'MUZiK BAHİiSLERİ ah K | kid «Ekzerci» kendisinden (dâ- hi> diye bahsetti. Evet biz de | dinlerken mest olduk, kendimiz | den geçtik... Fakat dâhi kelime | sini kullanabilmek için bu kâfi değildir. Coşarak bayılsak bile bu kelimeyi bol bol değil, düşü nerek kullanmalıyız. Sübjektif hükümlerden — kaçınmalı, her şeyden önce objektif olmak ge- rekir. Ayni münekkid satırları arasında — Çinögalable) — eşi mevcut olmiyan, tâbirini kullan mış; bu da biraz fazla: Sonra, Gieseking, Edwin Fis- her, Rubinstein, Mark - Han- burg, Arthur Sohnabel, Horo- witz'leri ne yapacağız?... Hat- tâ önümüzdeki hafta dini ğimiz piyano üstadı Alfred Cor tot da gelmiştir. Evet «Kempf> - virtüozdur. Mümeyyiz karakteri, Alman e- kolünün sert ve ölçülü uslübu- na sahip olmasıdır. «Andante> lerin (cantabile) — şarkı söyle- nebilecek, kısımlarında bile ro- mantizmden kaçınmakta ve yu- muşak bir akıcılıktan ziyade her (Note) u ayrı ayrı, biraz sertlikle duyurmasını tercih et- mektedir. 1 inci Do mağör, 2 inci Mi: bemol majör, 3 üncü Do minör konçertolarında, — Beethov. gençlik hülyaları ile dolu haya- tını duyduk. Bazan neşeli, me- sut rüyalara giriyor, bazan ise derin iztıraplardan dolayı şid - dete geliyor... Bu eserlerde sıra senesindeki durumu hatırlamak- tan kendini alamaz. Belgrat ve Sofya zimamdarları - birbirlerine küfür savurmaktadırlar. Bulgar- lar eski iddialarını yeniden orta- ya atarak «Makedonya» isminde bir milletin mevcudiyetini inkâr etmekte ve bütün Makedonyalıla rın Bulgarlar olduklarını söyle - mektedirler. Bu hususta Yuna - nistanda büyük bir infial hüküm sürmektedii «Makedonya» ya Slav bir hüviyet verildiği taktir- de bütün Yunan Makedonyasının Slav dünyasına ilhak ettirilmesin | den endişe etmektedirler. Mosko- wa, Makedonya meselesini kendi- ne mahsus olan <azınlık siyase- ti> le halletmeği ümit ettiği hal- de, bu Makedonya işinin, Türkler Balkanlardan çekildikleri günden had mahiyetini anlaşılıyor. Bütün bu münakaşalar ortasın da bir gey aşikârdır: Gerek Bul- garlar, Yugoslavlar gerekse Ar- navutlar bu meseleyi halletmek- tense bu işin olduğu gibi devam etmesini arzu eder gibi görünmek tedirler. Bunun sebebi müşterek bir dâ- vanın menfaati icabı değil, kendi | hodbin menfaatleri icabıdır. Hal- buki bu tavrı hareket bizzat ko- | münist lügatinde <emperyalizma> | mânasına gelmektedir. parçalar bırakıyor, malının mül künün hemen hemen tamamını birader zadesine, yâni Ali Şere- fe terkediyordu. Nihat pek az gördüğü ve tanıdığı halde kal- bini teshir eden genç kızın ba- bası hakkında büyük bir muam- ma ile karşı karşıya idi. Şaşkın şaşkın vasiyetnameye bakıyor- dü, Bütün gu uydurma kavga, bir haydutla iş beraberliği, lü- zumsuz, mânasız değil mi idi? Bu vasiyetname kendi lehinde” iken Ali Şeref bey ne diye bu- nu başkasına kendi cebinden a- şırtmıya kalkmış, ne diye onu üste para vererek geri almıya teşebbüs etmişti? Hem de şere fini, haysiyetini, namusunu teh- likeye koyarak... Ne garip kader!.. Peki; ya şu İsmail Hakkı de- nilen serseri bu zarfı ne diye açmıştı? Acaba maksadı vasiyetname- den istifade edecek olan ada- mın hissesini anlıyarak bunun iadesi hususunda pazarlığa gi- rişmek, fiyatını arttırmak mı idi? Fakat onun böyle bir ihbara ye malümata ihtiyacı yoktu ki.. Vasiyetnâme Ali Şeref bey na- “Mina ise kanunu teyit etmek- Ten başka bir şey yapmıyordu. Çünkü merhum İkbal kalfanın €n yakın akrabası zaten Ali Şe d helm Kempff'in Konserleri sile ve g anları, Rondo) lardaki o pervasız, Ü- mitli tavriyle kırlarda koşması- ni, serbest havayı teneffüs et- tiğini hissettik. Besteci gitgide olgunlaşıyor, mücadele safhası | na giriyordu, 4 üncü sol majör konçertosu hayal ve hakikat —tezadını ve bestecinin Ümidli — halini ifade eder, - Allegro moderatodaki pl- yanonun İlk girişi - harikulâde- dir. Orkestra &i majörle takip eder ve tekrar sol majörle dö- ner. İkinci, üçüncü melodiyi pi- yanonun Mi bemoldeki — solosu takip eder. Piyanist fevkalâde icra etti. Rondo, güneşli ve ne- gelidir. 5 inci Mi bemol konçertosu Kahramanlık ve mücadelelerin bir tablosudur. 1 inci, 3 üncü kısımlarının büyüklüğü ona im- parator adını verdirtmiştir. İlk kısmın başındaki (Kadans) 1 Kempf, üstadane İcra etti. İkin ci kısım olan A dagionun sonun da piyano variasyonlar yaptık- tan sonra birden o coşkun ron- doya girer. Bu muzaffer bir ron dodur. İnsan onu kulaklarında duyarak konserden — ayrılır... Kolay kolay unutamaz. Kempfin resitallerine ait bir kaç söz: Piyanist her iki resi- talindeki eserleri harikulâde ic- ra etmekle beraber, Liszt' «Legenda» sındaki, o kuvvetli dalgalarla olan boğuşmayı can landırmakta harika yarattı. İ- kinci rasitaldeki Cesar Franek'- in (Prilude) ünde, güzel icra edilmekle beraber Fransız eko- lünün inceliğini bulamadık. Hu- lâsa, kulaklarımız müzikle dol- du... Küçük Emperyalistler Sovyet Rusya peyklerinin durumlarını anlatan mühim bir makale Halihazırda Yugoslavya kara- da mütalebatını tahakkuk ettire- mediği için denizde nisbi teselli- yi bulmak teşebbüsündedir. Ha- tırlarda olduğu gibi kasım ayının sonunda Yugoslavya Milli Mecli- Si Yugoslavya kara suları hak- kında bir kanunu kabul etmiştir. Yugoslavyanın — Tesmi — ajansı Tanjug kara sularının üç bölge- ye ayrılacağını ilân etmiştir. Bi- Tinci bölgeye «iç deniz> ismi veril miştir. Bunun hudutları Adriya- tik denizindeki Yugoslav adaları- nin diş kıyıları boyuncadır. Bu- 'nun haricinde bulunan tek ada Vis adasıdır. Böylece anlaşılıyor ki Yugoslavya Adriyatik dönizi- nin büyük bir kısmını kendi de- niz hududu dahiline almaktadır. İkinci bölge «Kara sular» böl- gesidir. Bu, Yugoslavya kıyısın- dan veya «İç deniz> hudutların- dan altı mil Adriyatik içine iler- lemektedir. Hiç bir harb gemisi Yugoslavya kara suları dahilin- de seyrüsefer edemez. Ticaret gemileri «Yugoslavya emniyeti ve devlet nizamını> ihlâl etme- Mmek şartile serbestçe geçebilecek lerdir. Ayni kanun hiç bir hakka da- yanmaksızın Yugoslavya suları- nın dört mil ötesinde üçüncü bir bölgeyi tesbit etmiştir. Bu bölge de Yugoslavya harb gemileri ref bey olduğuna göre mirası elbet ona kalacaktı. İkbal kalfa böyle bir vasiyetname hazırla- makla olsa olsa kanunun tâyin ettiği varise karşı muhabbetini bütün dünyaya belirtmek İste- miştir. Aksi takdirde, yâni Ali Şe- ref, İkbal kalfanın mirasından mahrum — birakilmiş olsaydı. o zaman bu vasiyetnamenin bir kıymeti olabilir ve-o zaman Ali Şeref bey vasiyetnamede kendi lerine merhum kalfanm mirasın dan hisse ayrılanları belli etme- mek'için bazı tedbirlere baş vur muş olabilirdi. â İster şöyle, ister böyle olsun, serseri ve haydut İsmail Hakkı bu vasiyetname üzerinde kendi san'atine uygun bir oyun oy mak istemiştir. Yoksa onun va siyetname ile hiç bir ilgisi yok- tur. O içinde ne yazılmış olur- Sa olsun, vasiyetnameyi geri vermek için evvelce yapılan an laşma gereğince yüz lirayı az bulmuş, beş yüz lira istemeğe karar vermiştir. Vasiyetnameyi yırtıp açması kendi tıynetinde olanların tabil görecekleri bir teessüs eseridir. Hasan Nihat, radikal ve kes- tirme bhir çareye baş vurup bu yasiyetnameyi haydudun cebin- den çekip almakla mühim nok- taların aydınlanmasına — imkân bulmuştu. (Devamı: Sa. Yazan: Eski"birEhliBn Kavasoğlu Ka acı sözler Kavasoğlu ile yine bu güreş- lere iştirak eden meşhur —Ar- navudoğlu, Kazıkcı Kara Bekiri | ilk defa olarak orada görüp ta- | nımışlardır. Bu güreş çok meraklı olmuğ- | tur. Kırkpınar güreşlerine on | gün kadar kala civar çiftlikler den birinin sahibi olan pehli - n ve güreş meraklısı Ali adında bir adamın evine üstü bağı perişan bir adam gelmişti. Bu çiftlik bir nevi pehlivan uğ: rağı idi ve Abdülâzizin meşhur baş pehlivanlarından Kavas oğ- lu ile Arnavut oğlu da Kırkpı- nara giderlerken oraya misafir olmuşlardı. | , Ali ağa hünkâr baş pehlivan larının kendisine misafir olma- larını büyük bir geref telâkki etmiş onlara ne şekilde itibar edeceğini bilemez bir hale gel- firi olarak Kara Bekir de inmiş mişti. Ayni konağa Tanrı misa- ti. İstanbuldan ve başka yerler den gelmiş bir kaç küçük pehli van daha vardı. Tabif çiftliğin en büyük oda- sı hünkâr baş pehlivanlarına tahsis edilmiş, Kara Bekirle di- ğer üç yabancı küçük pehlivana da uşakların bulunduğu daire- de bir yer ayrılmıştı. Nihayet Kırpınar güreşleri gelip çatınca hareket etmek lâ- Zzım geldi. Ali ağa uşaklarına diğer pehlivanları sordu. Bun- lardan üçü sabahleyin erkenden bir araba bulup Kırkpınara h: reket etmişlerdi. Bekir pehli- van ise kalmıştı. Kırkpınar güreşlerine ağalar arabalar ve çadırlarla giderler- di. Orada çadırlarını kurarlar ve bir hafta süren panayır ve | güreş sırasında kendi pehlivan larının zaferleri ile öğünürler, yer, içer, birbirlerine ziyafet çe kerlerdi. Ali ağa da hünkârın iki baş pehlivanından maada yirmi ka- dar adamı ile beraber Kırkpı- nara hareket etmek üzere idi. Bu sırada Bekir pehlivanı gördü. Omuzuna kısbet zenbi lini vurmuş hareket etmek üze- re idi. Onu yanına çağırdı: — Nereye böyle pehlivan? diye sordu. Kırpınara efendim. Yaya mı gideceksin? Evet! — Öyle gey olur mu? Bak diğer üç arkadaşın bir araba bulup öyle gitmişler. Sen neden onlara katılmadın? — Onların üç beş kutuşu var dı ağa... Benim hiç param yok.. Onun için yaya gideceğim. — Olmaz... Gideceğimiz yol yaya iki günden fazla çeker. Böyle yorgun argın insan na- &ıl güreşir. Sen de gel bizim a- rabaya bin... Beraberce gide - riz. İyi bir adam olan Ali ağanın bu teklifini Bekir pehlivan red detti. Kâfi derecede Jlütfunu görmüştü. Bir hafta kadar ko- nağında kalmış, yemiş içmişti. Bir de onun arabasile Kırkpına ra gitmek fazla olurdu. Fakat Ali ağa ısrar etti. Bu- nun üzerine onu da arabasına bindirdi. Bu arada onlardan maada şüpheli gemileri takip etmek ve bunlarda araştırmalar yapmak hakkını haiz olacaklardır. Bu ge- milerin takibine bu üç bölgeden birinde başlanıldığı takdirde, Yu- goslavya harb gemileri bu şüphe li birlikleri açık denizde de takip etmeğe devam edebileceklerdir. Ayni takyidat ecnebi uçaklara da tatbik olunacaktır. Yugoslav toprakları üzerindeki uçuşlara ait olan sert ve sıkı kayıtlar Yu- goslav kara suları üzerinde yapı- lan uçuşlara da teşmil ettirilmiş- tir. Yugoslavlar uzun bir devre zarfında Adriyatik denizinde İ- talyan balıkçı gemilerine karşı açıkça korsanlık hareketlerinde bulunmuşlardır. Hattâ tâ açık denizde İtalyan balıkçı gemileri durdurulup Yugoslav limanlarına getirilmiştir. İtalyan mürettebatı bazen haftalarca muhafaza altın- (da kalmıştır. Yugoslavlar gemile- ri, ağları, balıkları, her geyi mü- sadere etmişlerdir. Yeni Yugos- lav kanunu bu korsanlık — hare- ketlerini haklı göstermekten baş ka bir şey yapmamaktadır. Denizci devletlerin bu yeni ka- nuna nasıl mukabele edeceklerine merak edilebilir. Beynelmilel ka- nunlara göre, kara sularının hu- dudu her hangi bir memleketin kıyısında üç millik bir mesafe o- bit olunmuştur. Faşist , Çin gibi bazı devletler bu rakamı te- cavüz etmek temayülünü gös mişlerdir. Halbuki tamamen de- nizle çevrilmiş bulunan İngiltere- yi üç millik hudut tatmin etmek- tedir. Bakalım küçük Arnavutluk ta «emniyeti> ni müdafaa etmek için 'a Tefrika No. 16 ra Bekire çok söylüyordu Kavas oğlu İbrahimle Arnavut oğlu da vardı. Kavas oğlu böyle üstü başı penişan, fakat bir pehlivanın kendilerile birlikte seyahab et- mesini iyi kargılamamıştı. — O- nunla açıktan açığa alay bile etti. Aralarında göyle bir ko- nuşma geçti: — Adın ne senin? —- Bekir! — Kırkpınara güreşe mi gi diyorsun? — Allah kısmet ederse.. — Oraya gimdiye kadar hiç gittin mi? — Hayır.. — A be ahretlik! Sen Kırk- pırarın ne olduğunu /bile bilmi: yorsun. Hiç senin gibi bir peh- Dvan orada güreşebilir mi ? — Orada öyle küçük ortalar var ki kemiklerini bile kırar- lar. — Genç değilsin ki - desteye güreşesin. İnsanı ayıplarlar, N — Köy güreşleri nene yetmi- yordu senin? Kara Bekir hep susuyor, ce- vap vermiyordu. Kavas oğlu o zaman Ali ağaya döndü: — Bu fukaralar işte böyledir. Kırkpınar lâkırdısını bir defa duydular mi, talihlerini - dene- mek için hemen oraya koşarlar. Ödüller büyükmüş.. Parsadan iyi para toplanıyormuş. gibi !†lar bu zavallıları oraya kadar Bürükler Yol masrafı yapmak için ellerinde, avuçlarında bu- lunan paraları da sarfederler. İlk elde yenildiler mi akılları başlarına gelir amma üş işden geçmiş olur. Sonra dönüş para- larını bulmak için ağadan ağa- a başvururlar. Kısbetlerini, el- Tiselerini satarlar. Perişan o- lurlar. Kavas oğlunun sözleri tahit baklıydı Çünkü Kırkpınar gü- reçleri başka güreşlere benze- mezdi. Oraya memleketin her tarafından en tanınmış pehli- vanlar iştirak eder, bulundukla- y kasaba ve şehirlerde haşpeh- livanlık bile yapmış olan bir cok pehlivanlar küçük ortada bile elenirler ve tabii perişan olur- lardı, Kavas oğlunun bu acı sözleri Üzerine Ali ağa müdahale etmek Tüzumunu duydu. Çüükü bu ka- ra yağız pehlivana karşı içinde bir sempati hâsıl olmuştu: — Canım bizim Bekir pehli- van belki de bir şeyler yapar, dedi. Kavas oğlu kızmıştı. Devanı ettir — Hiç bir şey yapamaz. Peh- livanlık kuvvet, ustalık ve tee- Tübe istiyor. Hele İstanbulda güreşmemiş, nam kazanmamış pehlivanlar Kırkpınarda hiç bi: iş göremezler. Ben efendimizin €mri ile İstanbul - ve civarında yapılan bütün güreşlerde bulu- Zurum. Yeni ve cevherli bir pehlivan görürsem onunla alâ- kadar olurum. Onun için İstan- bulda bulunan kalbur üstü peh- Evanların hepsini tanırım. Bun ların arasında Bekir pehlivanz görmedim. (Devamı var) “İsviçre Siberyası,, Bern, 6 (a.a.) — <Afp>: İsviçreyi birdenbire saran s- ğuk dalgası, yıllardanberi mev- Simin bu devresinde müşahede edilmiş en düşük suhunet dere- celerini kaydetmeğe sebep - ol- muştur. Neuchatel kantonunda, Brevine'de termometre nakıs 33 dereceyb düşmüştür. — Buranıa &«İsviçre Siberyası> namlie ma- ruf olduğunu söylemek te icap eder. * Cumartesi günü Bern'de na- 1s 14 derece görülmüştür ki 62 yıldanberi Mart ayı içinde böyle bir vaziyet görülmemis En düşük suhunet Zurich'te sıfırın altında 11, Saint - Mo- ritz'de 27 ve Davas'da 26 dere- cedir. Ipgilterede atom araştırma- larında mühim bir terakki Londra, 6 (a.a.) — «Afp: Malzeme Bakanlığı — tarafın« dan bildirildiğine göre, ilk defa olarak İngilterede Plutonium imal edilmiştir. Bu hususta mezkür Bakanlık tarafından yayınlanan tebliğde bildirildiğine göre, İngiliz lâbo- ratuvarları bu evretle Atom a- raştırmaları bakımından harb« dcnberi en mühim terakkilerin- den birini kaydetmişlerdir. Çoruh Gecesi h Talcbe — Cemiyeti, Ço- ı uşunun 28 inci yıl dö- | »ümü münasebetiyle 7 mart 1949 | pazartesi akşamı — Konak( — To- katlıyan) — #alonlarında — saat 9 ruh ne gibi acaip «kara suları> ka- nunu vücude getirecektir?» dan sabaha kadar devam edecek bir Çoruh Geçesi tertip etmiştir,