SAYFA : 4 —Ç L L ı ı " SULTAN HAMEDüAN | 'MABUSLARI MEZNE Kİ Utküdarlı ihtilâlci yerinden sevinçle 'Tefrika Kahveci çırağı kahve tablası- ha önlerine bırakırken sustular, İçine şüphe ve korku kurdu dü- gen Nuri bey, bir çok geyler sor mak İstediği halde, korkusun- Gân kurcalayamıyordu. Yine şun dan bundan konuşmıya devam &ttiler. Öteki de, bir daha Çıra- ğan sarayındaki yeni tedbirler bahsine dönmemişti. Belki, na- # olup da ağzından kaçırıver- diğine-pişman bile olmuştu. Üsküdarlı ihtilâlci — yerinden vevinçle sıçradı: — Rahmet dindi! — Evet. Müşteriler birer ikişer hesap- farını görüp - gidiyorlardı bile Baray ağası bir parmak dik ya- kab, cübbemsi redinkotunun tozlarını fiskeliyerek kalktı: — Çıkmıyacak mıydınızz? — Vallahi, biz de şimdi ağa hazretlerine gitmeği düşünüyor- duk. — Aman, ne İsabet! Kısacık bir yol arkadaşlığı ederdik, Birbirine karışan boş sandal- yeler arasından ilerliyerek çık- fılar. Az evvel harıldıyarak a- kan köpüklü sel, bıçakla kesil- Miş gibi idi. Kaldırımlara taşan çamurlara sıvaşmamak için ih- iyatlı, ihtiyatlı ilerlediler. Cad de, kahve ve dükkânlara sığı- Zanlardan dışarıya uğrıyanlar- Ja kaynaşıyordu. Çırağan sara- .yına uzanan sağ taref kaldırı- Tni takibe başladılar, Caddeye inen Yıldız bahçesi- nin sedli duvarlarına gelmişler- di: köprü göründü. Sarayın koltuk kapısı önünde üç siyah gölge gördüler: Aşağı yukarı dolaşan uzun redingotlu 4«Sivil tüfekçi» Arnavutlardı. Daha beride, al fesli, mavi sakolu, martinlerinin namlılarına uzun kasaturalar takılı iki nöbetçi zaptiye vardı. Saray nâzırı Dilâver ağanın hademesi dişlerinin - arasından söylüyormuş gibi yavaşca fısıl- dadı: — Redingotluları gördünüz ya... İşte onlar, Kuş uçurmu- yorlar! ' —Kaba ve nezaketsiz gdam- lardır. Zatıllinizin Dilâver ağa efendimizin ziyaretlerine geldi- ğinizi bilmezler tabil, — Bir hakarette falan mı bu- lunurlar! — Yook! Hani belki üzerini- vi aramak isterlerdi de... Adımlarını — ağırlaştırdılar. Köprüyü geçen bir kira araba- cısının Çırağan kapısına bakma- dığını göstermek için, yüzünü » karşıdaki taş duvarlara çevirdi- * ğini gördüler. » Kız Nuri sarardı. İri- Arna- vutların üçü de bir araya gel- mişti. Şimdi üzerini aramıya, kalkışırlarsa, Ali Suavinin Sül tan Murada yazdığı mektup bir' hamlede ellerine geçecekti. Bir- den geri dönüp bacaklarının yar kuvvetile — kaçmayı ta- sıçradı No. 15 pi önüne gerilerek gözlerini de- yirdiz — Moroe çimdir bu bey? — Yabancı değil! — Ya, çimin ademı? — Siz yeni geldiğiniz için bil- miyorsunuz. Saadetlâ — Dilâver Ağa efendimize mensupturlar. Üç tüfekçi bacaklarını çatal- landırarak dik dik |ktılar. Ka pi önüne yıkılmamak için, saray hademesinin koluna tutunan kız Nurinin kalbi hızla çarpmıştı. Az daha bayılacaktı. Yiyecek gibi bakan korkunç. Arnavut bir daha böğürdü: — Adı ne? n — Nuri bey. Dilâver ağa e- fendimizi ziyaret edecekler. — Geç! Rüzgür gibi geçtiler. İleride 4Serdap> köşkü vardı. Sultan Muradın ve kadınlarının bulun duğu büyük saray, bir duvarla Ayrılmıştı. Sultan Aziz devrin- de paşa dairesi denen kısımda, Sultan Hamidin adamı Dilâver ağa oturuyordu. Sultan Murada - zindancılık eden arabın huzuruna çıkabil- mek-için, kat kat hademe zinci- rinden geçtiler. Fedakâr ihtilâl diyi Dilâver ağanın kapısına ka dar getiren saray hademesi «Ağa efendimiz içerdeler.» diye durumsadı, daha ilerisine gide- miyeceğini ima etmek istedi. A- ğanın kapısında bekliyen kavak boylu haremağası misafiri ta- nıdığı için seyirtmişti. İçeri se- yirtip haber verdikten sonra, a! renkli kapı perdesini araladı: — Buyurün. — Misafirleri var m? | — Yok. Kimse yok. Hemen teşrif edin. Yana çekilip yol vermişti. A- li Suavinin sadık arkadaşı nü kavaşturarak girdi. Baş ki geye kurulan Habeş ağası göz- lerini kaldırıp baktıktan sonra, eteğine eğilen ihtilâlcinin yana- ğını okşıyarak: « Estağfurul- lah...> dedi, azametli azametli somurttu: — Çoktan görünmemiştiniz? — Mazeretimiz vardı ağa e- fendimiz. — Yine, Trefika mi> nâmizac? Zeytin gözlerini kaldırıp bir daha baktır Haa Nürt vey güt- memek için zorlandı. Yerinden kıpırdamıya — tenezzül etmiyen arap altın tabakasından bir si- gara çekerek, karşı tarafa dü- gen sandalye üzerinde kırıtan edebli misafirin kucağına attı: — Yak, yak. «cariyemiz — Yağmurda nerede idin ba- skayım ? — İskelede efendimiz. — Şevketmaap efendimizin topraklarına «bereket!> inşaal: lah! Padişahı andığından, tâzim i- »gin ayağa kalkıp oturmuştu. İ- ginden küfür eden Nuri bey de skalkıp oturdu. Yakında - bir «taün> çıkacağından ve Moskof kâfirinin Ayastafanostaki ordu Florida'da kış.. âlâ. fakat kı-| kıyafette geçirmektedir Eh ha- gn bu kıyafette gezilir mi? O-| va müsait olduktan sonra der. güneş banyosundan fayda- Tasmın sıcak iklmli bir yer ol- Cuğunu unutmayınız. M. G. lanmamalı? Ultra Viole ışıkları şirketi artistlerinden Kay Wil-| 1malüm ya, gençlik ve güzelliği ğlayan temel taşlarından bi- Hams, Miami'deki istirahat dev retinin ekseri kısımlarını bu iicir. en iyi erkek artist olarak kabul 1948 Mükâfalları | — edilmiştir. İNGİLTEREDE AMERIKADA Londrada «Daily Expresse Sigkİ İkÜR het yan; Bazetesinin topladığı münekkit 1935 yılında kurulmuş - olan| — 0 tkarlardan - mürekkep «Neyyork Sinema Kulübü Münek | bir jüri heyeti «İlk hayal kırık- K bir ço- mevzuu, son kurdelâların ğunda olduğu gibi, y harb- | Sinema Taberleri) * Holivud'da Rosalind Rus- #cll tarafından «Müstakbel Ko- cam!> adında gülünç bir film gevrilmektedir. Bu kurdelâyı Rejisör Norman Foster idace etmektedir. & Son olarak «Haris Kadın> filmini çevirmiş olan İda Lu- Pino, bir kitap yazmak teşeb- büsüne girişmiştir. Bu kitap yıllardanberi hayatını sahneye ve beyaz perdeye hasretmiş ©- lan bütün Lupino ailesinin âde- tâ bir albümü, bir hatıra defte- rı olacaktır. 4 «Saint - İves'in Esrarı> a- Gındaki eserin filme çekilmes tekarrür etmiştir. Kurdelânın prodüktörlüğünü — Rudolf Flot- how der'uhde etmiştir. Rejisör- lüğünü Thil Rosen yapacaktır. Baş rolleri Henry Danlell - ve Louis Hayward — oynıyacaklar- dır. * Holiyud'un meşhur karak- fec artisti Francis Mac Donald eUçurumun Kenarında> kurde- Yâsının baş rolünü der'uhde ct- mistir. Francis, vaktile çevril- miş olan «Üç Silâhşör> film'n- de bilhassa dikkati cekmişti. * Holivud'da yapılmakta 0- laz «Havana Geceleri> adındati film çok enteresan olmak du- rumunu göstermektedir. Eseri Jecan Yarbrough idare etmekt-- dir. Baş rolleri Steven Gerdy, Desi Arnaz, Mary Hatcher ay- nuyorlar, Mevzu baştan aşağıya Kübada geçen meraklı bir hâ- eyi tasvir etmekte ve ginin adanın karakteristik musiki par gçolarını ihtiva etmektedir. k Joan Crawford, Columbia ludyoları dahilinde müstakil - «Mişa (O'hrien —adımdat Tilm çevirecek ve kurdelâyı Ürtis Bernhardt idare edecek- TİN. «Miss O'brien> bir kadın ö retmenin — sergüzeştidir. Joan Crawford asil devamlı artistlerin den olduğu Warner şirketi İle u- yuşamadığı için bu kordelâyı Co- lumbia stüdyolarında çevirmek Üüzere müsaade almıştır. Kordelâ bittikten sonra tekrar şirkete dönecektir. 4 Nevyorkun meşhur — sahne artistlerinden Ann Seymour Ho- livuddaki Columbia sinema şir- keti tarafından Robert Rosse! in «Kralın bütün adamları> fil- minde Lücy rolünü oynamak üze ngaje edilmiştir. Ann Sey- mour'un Nevyorktaki #ahne mu vaffakiyetlerini bilhassa - Ethel Barrymore ile oynadığı «İskan- Te Elbet sabah olacak! (To morrow is forever) Fakat 914 - 15 harbi. John Macdonald, çetin bir kapışma alanıyor Bu gekilde Ameri- Yaya dönmektense karısına ken disinin ölmüş olduğunun - bildi- esini tercih ediyor. Kadın, Larry Hamilton adın- da bir kimya fabrikası sahibi ile evleniyor. Fakat ilk kocasını Dir türlü unutamıyor. 1938 de Naziler Avusturyayı işgal edi- yorlar. Bu yüzden Baltimorca oradan bir çok muhacir geliyor. Tesadüf John ile Elizabeth'i kalgılaştırıyor. — Elizabeth onu tanıyor. Fakat John, kurulmuş yuvanın saadetini bozmamak i- | gçin inkâr vadisine sapıyor ve karısını tanımamazlıktan — gelt- | yor, Bir müddet sonra da ölü- yor. Film hakkındaki kritikler 1- yidir. John'u Orson Welles, E- lizabeth'ı Claudette — Colbert, Larry'yi George Brent oynu- yorlar Rejiyi aktör ve rejisör canasında ya ve ma- Vül kalıyor İrwing Pichel idare etmiştir. Orson Welles John Macdonald rolünde Hi * Betty Grable, tanınmış bir artist olduğunu naya sahip olduklarından dölayı böbürlenip gurur — getirmesinler diye... Fakat, nihayet, yarın bü- yüyecekler, arkadaşlarından du- yacaklar. O zamana kadar Allah kerim amma şöyle bir - tedbirle bu tehlikeyi de önlemiş. Çocuk- lara aile erkânile birlikte çekil- miş filmleri gösteriyormuş, — Bu suretle beyaz perdede annelerini sık sık seyreden çocuklar, ileride umumi bir sinemada onun baş ro- lü oynadığı bir kordelâyı da gör- seler, yine bir aile filmi geçiyor sanacaklarmış... Garip düşün- Adeta züppelik! çocuklarından ce. » Geçenlerde- Groucho Marx Arşak Palabıyıkyan» ı Pariste Opera meydanında bir taksiden ğini görenler etrafına toplan- Yazan: Eski bir pehlivan Mustafa pehlivan bu Üç oyu- mu da arka arkaya tatbik etti- Bi halde kurtulamıyordu. Bekir pehlivanın ne müthiş kazık vur duğunu pek güzel bilen Arap kilere: 1 Mustafa bu kazık | tan zor kurtulur. Diyordu. Yerde cereyan eden bu müt- hiş mücadele yarım saat kadar sürdü. Üstüste sarfettiği gayret | ler Mustafa pehlivanı tamamile halsiz düşürmüştü. Bundan son ra Bekir pehlivanın işi kolaylaş tı. Sol elile gırtlaklıyarak has- mını sırt Üstü yatırmak için uğ- raşmıya başladı. Vaziyet Musta tafa pehlivan için ümitsizdi. Bu- nu Hamlacı da anladığından: — Birak, pes ediyorum! dedi. Bekir pehlivan da onu bırak- tı. Herkes vaziyeti görmüş ve Mustafa pehlivanın pes ettiğini | anlamıştı. Fakat Mustafa peh- livan ayağa kalkınca Bekir peh livanı kolundan tuttu: — Sen hangi Bekir pehliyan- sın? diye sordu. Bekir pehlivan şaşırmıştı: — Bekir pehlivanım işte! — Sana Kara Bekir de derler mi? — Evet, derler, — Sen sakın Akkoyunlu ka- zıkçı Kara Bekir olmiyasın? — Öyle! — Bunu neden önceden söy- lemedin! Ver elini öpeyim. Sen bizim eski baş pehlivanlarımız- -dan Arnavut oğlunu, Kavas o; lu Koca İbrahimi yenmiş bir a damsın! Tabii halk ne olduğunu bilm yordu. Çünkü konuşulan geyleri duymuyordu. Yalnız hünkâr baş pehlivanın pes ettikten sonra bu yabancı pehlivanın elini öpme- sine bir türlü mâna veremiyor- dü. Hamlacı Mustafa, bu sırada yanlarına yaklaşan cazgıra dön dü — Bunun kim olduğunu bili- yor musun? — Bekir pehlivan diyorlar. — Amma hangi Bekir? Far- kında mısın? — Hayır... Cazgırın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Senelerce evvel bu is mi duymıyan kalmamıştı. De- mek oluyor ki bu kır saçlı ihti- yar pehlivan meşhur Akkoyun- lu Kara Bekirdi. Hemen halka döndü v. — Ey ahali! diye bağırdı. Günlerden beri buraya gelerek güreşen Bekir pehlivan, meşhur Akkoyunlu Kazıkçı Kara Bekir dir. Bu ismi duyan halk yerinden fırladı. Diğer hünkâr baş pehli- vanları ve yaverleri şaşırmışlar dı. Çünkü bunların hepsi bu İs- mi duymuşlardı. Fakat hiç biri kendisini görmemişti. Bundan on sene kadar evvel onun Hac- ca gitmiş olduğunu duymuşlar- "RAMAZA 6 MART -1949 Nİİ* | Tefrika No. 15 Ali ağaya üstü başı perişan bir pehlivan gelmişti daldı. Ertesi ve daha ertesi geceler cadırı dolduran güreg meraklı» ları bir daha onu görmediler. Bütün Ramazan müddetince ka. zıkçı Kara Bekir bir a çıkmadı. Hazir fırsat düşmüşken Kkazık çı Kara Bekir hakkında biraz malümat verelim ve yapmış ol- duğu en meşhur güreşlerden de bahsedelim. Kara Bekir âslen Deliorman- lıdır. Deliormanın Akkoyun kö- yündendir. Bu köy Ruscuk civarında olup hâlâ mev cuttur. Bazı kimseler ve bilhassa rahmetli Sami Karayel onun Sivaslı olduğunu iddia et- miştir. amma, doğru değildir. Eski pehlivanların hayatlarını ve güreşlerini yazarken hakikat ten ayrılmak doğru değildir. Deliormanlılar da Türk oğlu Türk olduklarından bir pehli- vanın Deliormanlı veyahut Si- vaslı olması onun Türk milleti- ne kazandırdığı büyük gerefi asla küçültmez. Nitekim bütün Türk milletinin yetiştirmekle iftihar ettiği büyük güreşçiler- den bir çoğu, başta Koca Yu- suf olduğu halde hep Delior « manlıdır. Bugün bile alaturka güreşte büyük nam kazanmış olan Tekirdağlı Hüseyin, Baba- eskili İbrahim, Hayrebolulu Sü leyman gibi bir çok pehlivan- lar hep oralardan muhacir ola- rak gelmiş Türk oğlu Türkler veya onların çocuklarıdıı Akkoyunlu Kara Bekir Sivas topol harbine iştirâk etmiş, da- ha sonra Rusçukta askerlik yapmıştır. Onu yine tanınmış Deliormanlı baş pehlivanlar - dan Araboğlu yetiştirmiştir. Kara Bekir o sıralarda Rumeli- de yenmedik pehlivan bırakı mış, fakat İstanbula gelmemiş- tir. İstanbuldaki baş pehlivan- lar ve pehlivan meraklıları 0- nun adını hep bildikleri halde kendisini görememişlerdi. Kazıkçı Kara Bekir bir ara güreşi bırakmış ve ortadan kay bolmuştu. Her halde askerden sonra bir iş tutmuş ve pehlivan lığı bırakmış - olacaktı. Fakat a mey T l*eifiae di sanat olmadığın- dan, neticede hayatinı kazan - mak için yine pehlivanlığa dön- müştür ve bu birinci uzun fası ladan Ssonra kendisini tarihi Kırkpınar güreşlerinde görüyo- Tuz. Orada Abdülâzizin meşhur baş pehlivanlarından Kavas oğ- lu Koca İbrahim öbür ismile 1- bo ile karşılaşmıştır. (Devamı var) Günü geçmiş (— Nüshalarımız — Son günlerde bir çok 0- okuyucularımız gazetemizin günü geçmiş nüshalarını te- minde güçlük çekmekte ol- guklarını bildirmektedirler. kitleri» 1948 de Amerikada yapı-|Jığı> filminde baş rolü oynıyan f hakkında bir daha hiç Bugünden itibaren saat 13 e Barladı. Neye yarar? «Bir an- | Sunun bir nefer kalmayıncaya lan filmlerden «Maâr Görol Racde Hirinci mülafan | dallar mektebi> ve Don Amechelmışlar ve seyrüseferi bir müddet) Hakkında bir daha hiç bir haber | | Bugün SUUi is L ü da kurgun yağmuruna tutula-| kadar kırılacağından bahseden |me> yi-en güzel kordel vermiş ve bu kordelâyı da en i-|ile temsil ettiği «Grand Hotel'in| durdurmuşlardır. Sonradan öi AAT AŞ e gee Mti LAŞ Z Tak kaldırımlar üzerinde can| azametli hadım ağası: «Cenabı | cemiştir. Bu eseri, Ü namik kabul aümlatin radyo programı» piyesleri teşkil | nildiğine göre bu, Arşak Palal Kara Bekir, hakkında göste-| | 1/25 numarada umum caze- vermek ihtimallerini> düşüne-| Hakkın inayeti ve şevketli efen| ğ ş haT ç Mibeya | Cemekte' 1di. yıkyanın bizzat — ker değil, | rilen bu heyecan ve alkıştan a-| | teler bayli Hasan Kazmaz- Tek titredi. dimizin ruhaniyetleri - sayesin- | Hüston vücude — getirmişti. «Yı- FRANSADA ————————|bir'taklidi “imiş. <Paris - Taxiz | deta utanmıştı. Çabucak giyin- | | da, idarehanemizde ve An- Koltuk kapıya yanaştılar, Si| de» diye mırıldandı. Bir daha | lânlar çukuru- filminde baş Georges Campins'in <Abtalı |iyi «Mösyö Vincent» filminin |filminde Grouchoyu temsil eden | di. Hünkâr pehlivanlarının ve karada ;_UM e ı.ı 9*“_'*"" 'yah redingotunun altında koca| kalkıp oturarak hürmet ve tâ-|din artistini Olivia âe Havilland| filmi birinci sayılmış ve bu fil- | baş rolünü oyniyan Pierre Fransız aktörü Ronald Forgues | yaverlerin ısrarlarına rağmen şü_nulğ dar ğ“î ı]’:y“hî*:m man Karadağ altıpatları görü- | zimde bulundular, en kudretli kadın artist ve «Ham | min baş rolünü oynıyan Edwige |nay erkek artistlerin birincisi sa|o kordelânın bir sahnesini çeviri-| arabalarına binmiyerek yaya İs| | geçmiş. nüshaların nen Arnavutlardan ortadaki ka (Devamı var) İlet> mümessili Laurence Olivier İFeuillöre de kadın artistlerin en yılmıştır. yormuş. tanbulun karanlık sokaklarına | | mümkündür. Adâm sen de!!... Onulmıyan yara: | düğünü anlatmış ve tekrar öl-| t Z «Sen hiç şimdiye şudu.vıî ıı.._L,l.ğ | düğü yere gitmiş... Kadın da| — Kimse bu iki kişiye «Hey'et>| köy vapuru batmış di ĞA 5) iz Sütlücede berhava G zetelerde bir haber 0- ağlıyarak saçını başını yolarak | diyemiyor... Bari mahut at hi —Cw. mi?> d ı—ım Kendisine şu 5) olan müessese ve bina İmduki İki belediye mü | komşulara haber vermiye koş-| ı_n.îı gibi ı'_ ıhıuh:ıv n İK eyi BÖ .ı,.,. izdbli yı bir cephane fabri-| he 4 muş komşula: | — Sultan Mahmudun sevgili bir sküdar kal ö t eli Si SE e A v | —— Vah vah! demişler. Başın| atı varmış. Bir gün: «Bu hay-| l1 bir havada kayıkla İstanbula Hüslüre Mare| DT marteil 0 ae | sağ olsun... Öldüğünü size kim| vana bir hal olursa ve bana kim| geçiyormuş. Kayığın, ceviz ka ier - öyle de | *©9 Ustü yaka / Z haber verdi at öldü derse boynunu vurduru| buğu gibi dzv!b;(ıl—ırw n yle de-| Tanmışlı #a Knğir yuvarlanması - kad orküte gilmiş... Bura | &, K aga l $. çıya: <Bvlât! demi K Hü krig ı Ah! demiş. Zavallı garip| — Demiş, Aksi olacak hayven | mus. T nn Hür ea | TEib l raer y I kimi var? Kendiceğizi| hakikaten bir gün nalları dik- | Bir -tehlike var mı?> Kayık: bir cedim ei | HU! ça h hocamın kimi var? ği DBİİ Gt | SAA Ka e. yaiğa dö.ömülldesi | C Adâm sen de! - Onulmıyan yara - Peh- Çüi yine kendiceğizi gd ha| mis. 15 Sait etendiye/ düşmüş, | Etendi! demiş. 'Sen, simdiyo ? z bti ber verdi. huzura çıkmış... adar kimsenin Üs adı imiş!.; Patla -| *tin türlü tür. 4 k.k ? Sizin | denizde boğulmuş diye bir lâf Ş DE a Demek iş başa düşerse insan| — — Efendimiz, demiş. - Sizi e boğ diy yaci maddcler | (I gekilleri vardır. Eekiden en livanlar - Bir grev haberi - Tedki KS İ DNG İ derali g aL' GK z StAğI düyden wit Kat ha yapılan yer - lerde gürül gürül sobalar ya - narmış. Garpta böyle müessese- er ufak kıvılcımın müthiş bir teh like teşkil edeceğini düşünerek amelesine alti tahta ayakkabi Biydirirler, Burada ise en müt- hiş infilâk maddeleri ağızda si- gara ile hazırlanırmış! Hani bu gün yoksulluklarını hasretle an diğimiz Yahudi hokkabazları- mız bizim çocukluğumuzda - <a- teşbaz» oynarlar, ellerinde meş' alelerle türlü marifetler ya- parlardı. Nerede ise Nuri paşa da zavallı ameleye barut fıçıl: Tının Üstünde ateş Tacakmış... Fabrikada bu <«Adâm sende! Macununu parmak parmak yer lerken hükümet ne yapıyo Muş? 'Ne yapacak? Elini şakağına Koymuş hazin hazin okuyor: Ey sabâ esme nigârım uyku- dal dansı yaptı- fazla rüşvet alınan yer, Şeyhü- lislâm kapısı idi. Buraya işi dü genlere kâtipler: —Kâğıdınızı yazamıyacağım. Hokkada mürekkep kurumuş! Derlerdi. Mürekkebi sulandır mak da adamına ve işine göre bir tarifeye tâbi' tutulurdu. Rüşvet, bazı devirlerde meç- ru'-bir hak olarak tamnmıştır. Meselâ eskiden bir kıza görücü gelir ve damat hakkında malü- mat sorulursa — Efendim kâtiptir; m Falan dairede Ş1 Üç yüz kuruş- tur amma bin : uruşa gelir! Bin kuruşun yedi yüzü ana- for demekti. Rüşvetin son gekli senbolik bir tarz almıştır, Meselâ memur lardan biri dışarıda bekliyen Iç Bahiplerine göyle bir cümle fır- latıyor: — Muamele yürüyor... — Fa- kat isterseniz sür'atleştirelim. Yahut koridora çıkan memu: lar rüşvet verenlere bir kola; lik olmak Üzere iki ellerini sa- ve daha tanıtırlar. Dünya gaze- kat dilenciler gibi yana bükerek| telerinde resimlerini — görürüz; öyle dolaşıyorlar. İstiyen bu ta-| isimlerini okuruz; — İstanbula bit keşküle icabeden haracı ko-| döndükleri zaman hepsini kar- yacak, gılar, — omuzlarımıza — vurarak Tevekkeli demem (Ba... şa,.. şa...) diye - bağırı- Şık şık eden nalçecik... İş bi| Tız. Ondan sonra da kimini ev- ki- mahru- kiminin iş BiZ, gıdasız, bırakır tiren akçecik! e 'hlivanlar: mini miyetten verem eder bırakırız pehlivan — kadrini - bilmiyoruz. Pehlivan ağırlamak - kuru poh- üreşçilerimiz türnesine çıktıl. lah muva kiyet Avrupa AL pohla olma Eskiler pehlivanlara baka lar mış, hattâ bir de pehlivan ede- biyatı yapmışlar. beyitler Enderunlu Kâmil beyin «Pehli- vanname» sindend yadlarda oldu Bu gibl İnşa- bu se-| Aferinler yine koz bekçisine de hasım-| Seyredenler dediler cümüle beli! larına galebe | Pehlivan böyle gerektir, hakka çalarlar ve bü| Simdi meydânın odur bi bedeli a | Tutuşan kimdir anınla acabü? ke- - Birinin vâr ise gelmiş eceti Türkün zor-u- bâzusunn bi heyetleri - Lodos fırtınası Berk-ı- hâtif gibi sâbit görücek 'Ateş-i- darb iİle yandı Fereli (Kâmll)in oldu hoş üyende yine Pehlivânâna bu zibâ gazeli. * Bir grev haberi: merikada mezarcıların grev yaptıklarını oku- yunca az kal Sın grev hak- kı tanımıyan- lara hak ve- recek — oldum ve bu hâdise bana bir Nas- reddin - Hoca | hikâyesi ha la gezerken Üzerine | #enalık gelmiş - «Öldüm!> diye | “yero uzanmış. Sonra düşünmüş «Kalka; nü eve ha- ber vereyim!» Kalkmış eve miğ karısına nasıl ve nerede öl- yine kendileri gömülecekler. * Tetkik hey'etleri: nsaldo - tezgâhlarında AŞ çölei te şında bulun - mak Üzere De nizyolları iki ) € mühendis yol |Z bunun bir <he yet> olduğu - 'nu söylemiyor Malüm zamanlarda he çıkmıştı. Bir yere bir işi incele- mek Üzere bir hey'et gönderili- yor, o hey'eti incelemek üzere bir başka hey'et daha gidiyor. Onu bir üçüncüsü takip ediyor Birincisi dönüyor, ikincisi gel- miyor, üçüncüsü gitmiyor; bir hengümedir devam ediyordu. O kadar ki az kalsın kabine son Sultan Mahmudun kaşları ça ? Ne olmuş? fendim. Bu hayvan ne yiyor, ne içiyor, yere uzanmış, gözlerini kapamış, nefes almı- atıyor. at öldü. Dese- Bendeniz Siz söylediniz efendim., söylemedim Lodos fırtınası E vvelki günkü lodi yılı fırtınalardandı. man Allah Mendireği dö- ner — dönmez vapur çatırda | | mağa başladı. “as Bir gün böy- 2.0 le bir Jodos fırtınasında 223 vapurda A - be-| A- sım Usla do (Tetkik Hey'etleri Bakanlı ) diye bir teşkilât yapılacak lodosa Asım;! Aca rdik, Yüt A vapur | dayanır dedim, ğırmış: «Duymadım amma, bel ki benden sonrakiler duyar...> Karşımda yaşlıca bir kadınla r mama dadı. Hanım — Aman Şetaret gayret! Diyor. Fakat nerede Şeta- ret?... Zavallı siyahın hali p rişan, Şetaret gitmiş yerine büset gelmiş burun delikleri körük g yor, elinde bir limon Bütün civar Nerede ise koyuverecek... dakiler de hanıma yardım edi- — Aman Şetm ret Fakat lüfla peynir gemisi yü rümez... Hem de böyle lodosta. Bacının siyah rengi adeta be- yaz oldu. Ondan sonrasını sor- Mayın... Yalnız hanım ortalığa göyle bakt —Nâhi hnzir. fellâh! İçin Çıksın... Bir de dolmayı yeme- dim diye yemin ediyordun... Yemedin de bu n Diye feryadı bastı.