Bugün Dolo:es del Rio, <Işık ge adıyla amılan — Pariste bulunüyor. Pransızcayı ana dill gibı pürüzsüz konuşan Dolores, kekdisiyle görüşen bir muharri- re, intibalarını ve çevirmiş ol- dvğu filmler hakkındaki görüş- l ini göyle anlatıyor: Paris, dünyada en çok sev- m şehirlerden biridir. Ben buraya her gelişimde günlük hayatın bütün endişelerinden â- deta kürtulur gibi oluyor., ken- di sanat âlemimde hulyalarımla başbaşa kalmak imkânını bul'ı- . Bana şimdiye kadar çe- arasında en yer virdiğim filmler çok tercih ettiğim filmin han- B'a! olduğunu soruyorsunuz, Bu Furle cevab vermek kolay olma- n tkla beraber, size şu kadarını sövliyeyim ki, ben en çok «Çif- te talih» filmini bej orum. Zira bu filmde, bana, belki ço- Ponuzun — yadırgayacağı, fakat berim mizacıma fazlasıyla uy- gun düşen — bir rol verilmişti. Size filmin — mevzuunu kısaca rakledeyim: Hayatta kimsesiz kalmış olaa iki ikiz kız kardeş hücra bir ka- salada münzevi bir hayat sür- mektedirler. Fakat günün birin- de talih, bunlardan birine gülü- yor, İkiz kardeşlerden sarışın olanı, zengin bir tüccarla evlen- miye muvaffak oluyor. — Evde kelan diğeri, kıskançlık saika- hemşiresini ve zengin e- riştesini öldürmiye karar veri- yor. Nihayet bir gün bu cinaye- ti işliyor. Şimdi genç kız, bü- yük br servete konmuştur, Fa- at duyduğu vicdan azabı onu bir türlü terketmiyor. Ne sonra- dar elde ettiği yakışıklı âşığı, ne de para ona bir dakikacıt ayur vermiyor. Genç kız, bir çılgınlık ânın- da, ne yaptığının farkında ol- medan, âşığını - öldürüyor. So- nunda mahkeme, onu, habse mahküm etmiştir. Bu film, görüyorsunuz ki, bi- zi müthiş bir vicdan azabı için- de kıvranan - bir rol ile karşı kargıya getirmiş bulunuyor. Sa- mimiyetle itiraf etmeliyim ki ben bu rolde, heyecanlı dakika- lar yaşadım, Ve işte bunun için «Çifte talih> | çevirdiğim diğer bütün filmlerimden daha çok se- viyorum. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım genel müdürü geliyor Ankara: 9 (Hususl) — Birleş - miş Milletler Gida ve Tarım Ge- nel inüdürü Morris, incelemeler » de bulunmak üÜzero yakında şehri mize gelecektir. * Hava münakalâtı etrafında Kkonuşmalar yapmak Üzere mem- leketimize gelen Polonya Hava he 'yeti Ankarada temaslarına devam etmektedir. * Beyoğlunda Bursa sokağın- da Havana barı civarında Kaldı- 'Tam Üzerinde bir delikanlı başın- dan ağır yaralı olarak baygın bir halde bulunmuştur. Yaralı tedavi altına alınmış hâd'senin tahkiki- ne başlanmıştır. 4 Taksimde Kurabiye sokağın da 11 No: da oturan Şadan adın- a genç bir kadın gece Bursa so kağından geçereken Galib ve Ce mil adlarında iki kişinin tecavüzü 'ne uğramış yaralanmıştır. Müteca vizler yakalanmışlardır. * Fındıklıda Sahpazarında Sa lim Bubay apartmanında kapıcı o lan Ali Sefer Akteş kömürden ze hirlenmiş, tedavi altına alınmış- Temizlik - İşleri Müdürlüğüne d Dükde üü z birtokyucü #anizdan aldığımız mektudta şöyle denilmektedir: « — Belediye ve Veteriner İşle Ti Müdürlüğü başı boş köpeklerle Tmücadeleye başla'tı. Bunu memnu Tiyetle - kabul ediyoruz. Ancak it I4f edilen köpekler, sokak ortasın Ga birakılmaktadır. Bu arada Jün Çerşikapıda Biley ciler sokağından geçiyordum. So- kak ortasında itl†edilmiş bir xkö pek gördüm. Üzerine kara sinek- ler üşüşmüştü. Temizlik İşleri Müdür kleri top Belediye ilgünün itlâf edilen kö Jattı Diğer taraftan E'leyeller sokg- | rması lâzim gelmi t Bi İşlek bir yoldur, fakat çok pia ve temizlenmeğe muhtaçtır Bu dilek ve şikâyetimi Temizlik | İçleri Müdür Hine koymanızı ri: ğünün nazarı dikka ederim.> DOLORES DELR “ÇiFTE TALİH, Dolores del Rio son çevirdiği ÇİFTE TALİR: filminde Patricia Roc ve Çharles Laughton “Tour Eiffeldeki Adam,, filminde otre - Dame'in kamburu filminde büyük bir karakter tisti olduğunu isbat etmiş olan Cbarles Laughton, — bugün se vizeli yıldız Patricia Roc ile bir- likte bir çok sahneleri Tour- Ei- ffel'de geçen muazzam bir film çevirmekle meşgüuldür. Bu film, George Simenon'uu €Asi adam> isimli kitabından a- hrmiş ve Bürgess Meredith ile Irv'ng Allen tarafından sahney vazedilmiştir. Vaktiyle Burges: H livud'da — muvaffakıyetle çe- virdiği <Joe'nun macerası> fil minde, kendisini sinema âlemine kabul ettirmişti. Irving'e ge- lince o, istidaflı gençleri keşfet- mesini bilen büyüle bir rejisör olarak tanınmaktadır. «Tour Eiffel'deki adam>, ma- ballinde çevrilmiş renkli bir A- merikan filmi olacaktır. İki ka- dımi öldürmekle suçlu bir mace- racıyı ele geçirmek gibi şerefli bir vazifeyi üstüne alan filmin Malgret adındaki kahramanını yaktiyle Harry Baur temsil et mişti... Bugün -bu mühim rolde Charles Laughtön'u görüyoruz. Esrarlı bir bakışa sahib olan Laughtön, kendisiyle gö-üşen «Cinâmonde» un müharririne senları. söylemiştir. Bütün sanât — bayatımda, Ük defadır. ki — Fransada, bir film çeviriyorüm. Maigret gib mükim ve sempatik bir kahra manı temsil ettiğimden dolayı kerdimi bahtiyar hissediyorum. Yalnız bu filmde canımı sıkan bir şey var: O da rol icabi, da- ima ağzımda bir pip ) vulundu. mok.. Halbuki — ben, tütünden nefret ederim. Bu h ısusta kat lanmak zorunda kalacağım ısti- *tbin azametini elbet'e ki talı- Miin buyurursunuz, Hoşuma gidea bir het v «derek ileride âolmalarına meydan Bunlar terakki başına bel vermemek ena halde lur n per palar ve ezerdi Zavallı genç bunun varmaz. Aman Aliço gibi bir pehlivan beni yenemiyor. Ona iki saat, Üç saat dayandım diye Burur duyardı. Aliço onu bastırmadan evvel durmadan el ense ve tırpan vu- rur, kendisini — perişan ederdi. Ensesi ve baldırları mosmor ke- sildikten sonra ayakta durmak takatı kalmayınca bu sefer ke- manelere geçer ve adamcağızın ciğerlerini, karnını adeta kan içinde bırakırdı. Artık ondan hayır kalmayınca da kendisini böş bir çuval gibi kündeleyip a- tardı. O, Aliçoya Üç sant dayandım diye iftihar etsin. Halbuki za- yallı artık o günden itibaren gü reşe veda' etmiş olduğunu tah min bile edemezdi. Bir çok pehlivanlar Aliço ile güreştikten sonra aylarca hasta yatmışlar ve bir daha güreş meydanına çıkamamışlardır. İç- lerinde ölenler de vardır. Bu i- tibarla Kel Aliço güreş tarihi- mizde meş'um bir rol oynamış- fır. Sultan Azizin bu Ünlü pehli- 1 böylece hiç bir pehlivanın yetişmesine imkân bırakmamış farkına va film sayesinde Fran- sızcayı bütün inceliğiyle kavr k imkânına kavuşıruş olmav de. Zira Parisli makinistler, u li hayret verici bir kolay'ık- la konuşuyor, düşüncelerini teş bih ve istiarelerle ifade ediyor- Jar. Meselâ «güneşin» argo di Binde «Bourguigasn> demek ol dnğunu ilk defa işitiyorum. H. C. Yalçın, Barem kanu- nunun tâdiline taraftar Ankara: 9 (Telefonla) — Dün- kü Ulus gazetesinde Hüseyin Ca| Hd Yalçın, barem hakkında yaz- cığ) yazıda, bu kanunün bir çok ak saklıklarına işaret etmekte ve de Biştirilmesi Jâzım geldiği mütâlca #ını ileri sürmektedir. Çorumlu talebelerin dünkü kongresi Çorum Yüksek Tahmil Detneğiülir Şillik hdögren, dün'na kah Balk Talebe saat 10 da Eminönü evinde yapilmıştır. Başkanlığa Dr. Abbas Değin se çildikten sonra idarc heyeti rapo, u okul İdare heyeti raporunun kabulün 'Gen sonra dilekler faslına geçil - imiştir. İleri sürülen dilekler - arasında, ınaddt yardımın genişletilmesi, bir tülebe yurdu açılması ve derneğe Lir bina bulunması hususları var re heyetine man Ö- Recal Arıkan Tacet Seçim neticesind>, 10 Cemil Çoşkün, mer Özgün, dön Uygür seçilmişlerdir. Nİ Prens Gaston Dorlean tahtın ol tarafında bir koltuğa; otur- du; etrafım derhal bir asılzade- ler grupu: sardı; bunlar Rişliyö ün düşmanları idi. Rişliyönün trafına da başka bir grupu ta Salonda biraz lanmıştı. evvelki neş'e kalmamıştı. E an ka küçük hattâ balkonlara ge Uzun Ahmedle larını da kollarındaki kadın. çokları pilardan diğer odalara, alonlara, iyorlardı. arka- lar oralara götürmek istiyorlar itmiyorlar, iki- d Reise veya i; emirleri yapmak için hazırlanı- 'orlardı. Eli sopalı adam Kont Dö Ber nayın geldiğini bildirdi; -buna kimse ehemmiyet vermedi; Mu- rad Reis bile ona bakmadı, yal nız kulağı her an kirişte olan Çipil Musa arkadaşlarına haber verdi. Bizim ya geldi Dönüp baktılar. Herif bir an durdu; kalabalıkta kıyafetleri- nin başkalığı yüzünden derhal göze çarpan Murad Reisle arka daşlarını dikkatle süzdü, eli kı- hcına gitti; bir kaç saniye hare ketsiz kaldı; sonra birdenbire yürüdü, Prens Gaston Dorlean' in grupuna katıldı; orada küs- tah tavırlı bazı asılzadelerle bir kaç kelime konuştu; hepsi bir- den dönüp Murad Reise baktı- lar; galiba bir fırtına kopacak- tı; fakat gu korkunç kardinal Rişliyö bu Türk korsan reisine © kadar yakındı ki... Lord Ves- tor, o, Leydi Vestor ve Murad Reis bir küçük halka yapmışlar- di. Bir aralık Murad Reis Lorda şunu sormak fırsatını buldu: — Aziz dostum, sayın mis Meri- Vestor'u aramızda görmek bahtiyarlığından mahrumuz. A- caba niçin baloya şeref vermedi ler? Lordun yerine Leydi Vestor üzgün görünmeğe çalışarak ce- vab verdi: Dün gecedenberi rahattız- dı; dışarı çıkabilecek halde de- ğildi. Buraya gelmeyi kendisi çok istemiştir sanırım fakat siz mâni oldunuz! Bu sözlerde açık bir ihtar var dı; Lord gayet serin'kanlı ve o nisbette nâzik bir tayırla dedi Çocuklarımızın her istedik lerini yapmalarına müsaade e- dersek onları çabuk kaybetmek felâketine uğrarız, Murad Reis bu zeki adamın da kendisine bir ihtarda bulun- duğunu anlıyordu; Lord ayni zamanda, farkında olmaksızın, bir hakikati itiraf ediyordu; de- mek istiyordu ki: — Onun size karşı olan sev- gisi bir hevesten ibarettir; iki- nizin tekrar karşılaşmanız teh- likeli olurdu; hastalık behane- dir! Leydi Vestor genç korsan re isinin tefsir şeklini sezdi; kızı- nın hastalığının nasıl başladığı- yataktan kalkacak halde olma- hakkında epice ustalıklı bir hikâye bulup anlatmağa başla- dı. Henüz bir kaç cümle söyle- mişti ki salonun kapısındaki Murad Reis Kardinal Rişliyö ile Lord Vestor hakkında şöyle düşündü: “İki ahmak tilki! , — 62 SABAnN 'KADIRCAN KAFLI adamın elindeki alın saplı ve mücevherli uzun bastonu evvel- kilerden daha hızlı olarak dö- şemeye Üç defa vurduğu, şöyle haykırdığı düyuldü — Sü- Müjeste Lö Ruva! Uğultu derhal kesildi, —H, grup: lar biraz açıldı, — kapıdan, tam arşıdaki tahta doğru giden ve halı döşenmiş olan yolun iki ta rafında muntazam saflar me dana geldi. Veliahd Prens Ga ton Dörlean tahtın gol tarafına biraz daha yaklaştı ve diğerli nden ileride ayakta durdu; ©- nlin karşısında ve tahtın sağ ta rafında, diğer dâvetlilerden bir adım ileride Kardinal Rişliyö vardı. Kapıda Pransa kralı On üçü: cü Lüi, kolunda kraliçe An Dot riş olduğu halde göründü; he- men arkasından ana kraliçe Ma- ri dö Mediçi geliyordu. Daha sonra parlak üniformalı gene raller, güzel ve genç kadınlar idi- dantellerle çevrilmişti. ık subaylar vardı. Kral bir kaç saniye durdu, sa lonu ve oradakileri dikkatle süz dü; sonra ağır ağır yürümeğe başladı; diğerleri ona ayak uy- duruyorlardı ve her tarafta bir tehlike varmış gibi tetikte ler. Kral safların arasından ge- çerken kadınlar diz büküyor - lar, erkekler eğiliyorlardı. Kr: lardan bazılarına gülümsü - yor yahut tek kelime ile hitab ediyordu; bazılarını görmemez- likten geliyor; bazılarına da hiç aldırmıyordu. Kral peruka takmamıştı; : zun ve dalgalı saçlarını ortadan ayırmış, omuzlarına ve ensi ne dökmüştü. Sırtında dantel yakalı mavi kadifeden dar bir ceket, bacaklarında ayni kumaş tan kabarık ve kısa bir panta- lon, pantalonun altından başlı yan uzun bir çorap vardı; yük- sek topuklu ve atkılı iskarpin- lerinin altın - tokalarında birer iri elmas, düğme vazifesini gö- Tüyordu. Birbirine giren yap - rak ve zanbak şeklinde kalın ve mücevherli altın bir kordon 0- muzlarından göğsüne doğru sar karak geniş bir yarım daire çi- ziyordu; kordonun — ortasından uçları çatallı iri bir haç sarkı- yordu ve haçın ortasında koca- man bir yakut, bir kor gibi par hyordu. Kollarının yenleri ipek Bütün bunların üstüne içi samur kap- lanmış kırmızı bir pelerin almış tı; pelerinin her tarafına Pran sa krallarının alâmeti olan bir çok zanbaklar, altın tellerle, ka bartma olarak işlenmişti. Kral yirmi dokuz yaşında idi, sakalı traşlıydı, — biyikları ince ve sağlı sollu birer parmak ka- dar uzundu. zünca yüzlü, çenesi köşeli, du Kemer burunlu, v daklari kalınca, yakışıklı ve cid di asker tavırlı bir adamdı. Kraliçe de ayni yaşta görü- nüyordu; saçlarının bir kısmını başının tepesinde topuz şeklin- bu topuzu renk nk mücevherler işlenmiş kü- çük bir de toplamıştı; r altın tac süslüyordu. (Devamı var) ı V gün çok mesuddular, Küçük kız bulmuştu, Üniyersite € rıhin iş 'diye kapı kapı vi bir devirde Pirayenin $ bulması, Allahın bir lütfun. dan başka bir şey olamazdı. Firayenin de getireceği pa- ra, annenin Yyüz yirmi, büyük lak alabilecek Ânne otur sekiz, büyük kı: 1 on sekiz, Piraye on alt daydı. Üçü ber okaj aman, erkekler, hat- aksi kocasının da kabalıklarına dayanamayıp ayrılırken, iki kt- zını yetiştirmeyi kahr almışti. Çocuklar, ilk me talebesiyken, bu hiç de gelmemişti .Fakat kızlar birer taze fidan gibi, serpilip gelişi- verince, Vahide hanımın kumral dalgalı saçları birdenbire amancı mıştı. Onun çok çalıştığını görüp -| zülen kızlarına, bir gün: — Bizim neslimiz, hayat ve iş ai olarak değil, ev kadınlı- annelik için yetiştirilmişti at — görüyorsunuz ki bütün dünyanın gidişi değişti. Bütün dünyayla beraber da çalışmak mecburiyetinde kal- di. Demiş, sonra kızlarına baka izin uğrunuzda hangi an Diye gülümsiyerek, daktilo makinesine başını eğmişti. G. celeri eve iş almıya — başlamış- tı. Kızları derslerini yapıp y Uktan makinenin dinmi- | yen tıkırtılarını / dinliyerek u- rdı. Sabah uyandıklarında, | giçekli pençerenin önündeki ma-| saya kahvaltı sofrasının kurul- | duğunu görürlerdi. - Kışsa, bir| beyaz kuluçka tavuk gibi ku-| rumlu demliğiyle çaydanlığı, de mir sobanın üstünde mırildan: bulurlardı. O güne kadar gece-| li gündüzlü çalışmalarına, san-| ürktan, sepetten - sattıklarının parasını ekliyerek, kızlara ter>- | yağsız, reçelsiz kahvaltı ettir-| niemişti. Fakat günün birinde| kadife mahfazalar, candıktak atlas bohçalar boşaldı. O sene Vahide hanımın saçları bembe- | yaz oldu. Yüzünün tazeliğini | rsustarib çizgiler soldurdu. — * | Ve bir gün büyük kızını bir| kenara çekerek, sesi titrek, gö: l leri buğulu: | sonra, — Evlâdım! dedi, Sen liseyi| bitirdin... —Artık bana yardım| etmek zamanı geldi. Hiç olmaz- sa Piraye ortayı bitirmeli... Bu sözleri söylediği zaman, büyük kızı için, kendi çalıştığı girkette küçük bir “ş bulmuştu. Razı, onun boynuna atılmış: — Zaten bu teklifi ben sana yapacaktım, anneciğim, demi,; Ana kız sessiz hıçkırıklarla ağ- lamışlardı. | | Nâzanın çalışmasıyla, yalpa-| a başlıyan hayatlarının yürü- | yüşü düzelmişti. Fakat seneler | feâketlerle yüklüydü. Hayat| y dirim hiziyla pahahılaşıyordu. Setlarına birer elh se yapmıya | nkân bulamıyorlardı. Üç ka-| dunn mecburi giyinme ihtiyacı dayamılır gibi değildi. Her şey-| den üç taneye ihtiyaç vardı. Va- ALIAHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ Yaz ve imparatorluk güreş tahtına 56 yaşına kadar kurulmuştur. Artık ihtiyarlamış olduğun- dan ve bir rakib bulamadığın- dan bir kenara çekilen bu koca baş pehlivan, Sultan — Azizin hal'i ve ölümünden sonra köyü ne çekilmiş ve çiftçiliğe başla- mışti, İşte Koca Yusufla Adalı Hali lin yetişme devirleri de o zama- na tesadüf eder. Bu iki büyük pehilvan pek kısa bir zamanda Kel Aliçonun boş bıraktığı yeri doldurdular. Koca Yusuf bira: daha ufaktı. Fakat kolları uzun olup görülmemiş bir - kuvvete malikti. Aslen — Deliormanlıdır. Orada yetişmiş ve İstanbula ge lerek burada önüne çıkan bütün pehlivanları yendikten - sonra Avrupa ve Amerikaya da git- miştir, Koca Yusuf orada da karşısına çıkan bütün pehlivan ları mağlüb ederek memleketi- ne dönerken bindiği vapur At- las Okyanusunda batmış, bu su retle şehid ol Ali Ahmed * * Adalı Halil ise ondan çok da- ha iri idi, Gerek vücud yapısı, gerekse güreş tarzı itibarile Kel Aliçoya benziyordu. Çok ağır ve kuvvetli bir pehlivandı. İşte Adalı Halil baş pehlivan lığa yükseldiği bir sırada Kel Aliçoya musallat oldu. Onu ta- kib etmeğe koyuldu. Adeta Kel Aliçodan genç yaşta ezip bitir- diği genç pehlivanların intikamı nı almak istiyordu. Nihayet onu bir kahvede kıstırdı ve kısbet zenbilini önüne koydu, Alaturka güreşte bir pehliva nin kısbet zenbilini öbür pehli- vanın önü, & koyması ona mey- dan okuması mânasına gelir, Halbuki Kel Aliço bir kaç se- nedir güreşi bırakmış bulunu - yordu. Buna rağmen Adalının bu hareketi kendisine fena hal- de dokundu. Çünkü o zamana kadar böyle bir şey görmemiş ti. Hiç bir pehlivan ona meydan okumak cesaretini — göstereme- mişti a e A kursun? diye sordu. Adalı cevab verdi: — Bugüne bugün memleketin baş pehlivanısın, Henüz kimseye yenilmedin. Halbuki ben de baş pehlivan olmak iddiasındayım. yırmalıyız.Nerede güreş olsa o- yılmalıyız. Nerede güreş olsa o- Taya gidiyorum. Fakat sen gel- miyorsun. Onun için seninle her halde güreşmemiz lâzım. Kel Aliçonun gözleri dolu do- lu olmuştu: — Abe kızan! dedi, Bizim şimiz altmışa geldi, Artık bizden güreş Sen yirmi yaşlarındasın, n okumaktan ut a dayandı. geçmiştir. Bana nmaz mısin Mutlaka güreşelim demiyo Meydana - çıkalım. olur biter, Pes mi ederim ? - Elbette! Yoksa güreşir Kel Aliçonun kel kafası kı mışti. Adalı! diye Sen galiba Aliçı adeta haykır- d, oyu bilmiyor Tefrika No:10 sun. Aliço hayatında hiç bir pehlivana pes etmemiştir. — Güreşmek mi istiyorsun? — Beni meydan yerinde yen- miyen bir pehlivana baş pehli- vanlığı veremem. — Pek Alâ, öyle ise güreşelim. — Madem ki istiyorsun, ka- bul ediyorum. Ne zaman bir dü- Bün güreşi olacaksa, söz veriyo rum oraya geleceğim. Sen de gelir, beni yenersin. Böylece baş 1 kazanırsın. ehlivanlı Kel Aliçonun bu sözleri kah- ekileri adam akıllı şaşırtmış- Bu ihtiyar güreş kurdu ne cesaretle yine güreş meydanına çıkacağını söylüyordu? Hem de kime karşı? Adalı Halil gibi or- talığı sindiren büyük bir pehli- vana karşı, Eski bir cazgır Ayıp sana Adalı dahale etti. Baban değil de de- den yerinde bir adama meydan okumak sana yakışır mı? Aliço güreşi bırakalı kaç sene oldu. Adalı Halil hiç oralı olmuyor- diye mü Türk kadinı | | YAZAN: | hde hanımın yeşil paltosu ter- BLe çevrilerek büyük kıza ya- plmıştı. Nâzanın mantosunu Prayeye bozmuşlardı. Kız za- ten bu gibi şeylere kıymet ver- mez, kalender tabiatlıydı. Bukle | bükle kısa saçları, taze gergin izünde kocaman parlak siy gözleri, kıpkırmızı dudaklarıyla güzelleri oydu. Orta mekte- sene, soluk önlüğü- Dü sırtı karıp, annesinin 7duğu pembe keten elbiseyi giyince, ablasıyla annesini şa- sotmıştı. Kız, ne kadar büyü- müş, ne kadar - güzelleşmişi Yöüzünde o tatlı çocukluk, yerini buruk, körpe bir gençliğe bırak. mratı. Vahide hanım, içinden «Aman Yarabbi!. Sen evlâtlarımı felâ- ketlerden koru...> diye yalvara- rax, kızının güzelliğine kendi: tırmıştı. Kız, uzun boylu; Taze boynu, omuzlarından kselen genç başını gururla ta- sıyordu, Gözlerinde tutuşan ba- kısları sorgu doluydu. Yeni baş- hyan gençliğiyle, bilmediği, ta- n madığı hayata, bir çok şeyler soruyor gibiydi. Dudaklarında belirsiz bir gülümseme — vardı. Zo'lukların, yoksullukların için- der. onu sıyırıp alacak mechul ümidleri bekliyen haliyle, çocuk luktan gencliğe giden köprüde kusuyordu. Sanki öbür yandaki fevkalâdeliklere — bir an evvel kavnşmak istiyordu. * Fakat kısa bir zaman soönre güzlerindeki sorgu, dudakların daki tebessüm donuklaştı. Et. raflarını saran çaresizlik duva- Tıran yakılıp, ardından Hizır ye- rine hakikat heyulâsı çıkınca; Piraye: — Anne! dedi. Ben de çalışd- cağım!.. Çocukluğundanberi - oynadığı daktilo makinesinde, parmakla- rı kuş gibi uçardı. Bundan ni- çin istifade etmemeliydiler ? Gözleri parıl parıl tutuşarak: — Benim kazancımla papuç alyız hiç olmazsa! Diyordu. Vâhide hanım, bu içücük yavrusuna bir türlü kı- yamıyordu. Onun fen derslerine Zsşı iptilâ derecesinde sevgisi, calışkanlığı, büyük bir istikba- le namzed olduğunu göstermi- yor muydu? Sonra o kadar ta- ze, O kadar canlı bir güzelli vardı ki; o, kolay kolay hiç bir işte barınamazdı. Nâzânın cid- di, ağır başlı şahsiyeti, iş ha- yatında, rahatca yürüyebilmesi ni kolaylaştırmıştı. Fakat bu gıvram kıvrim bükleli başlı, ta- ze, hayat dolu güzel kız, anne- siLe derinden derine korku ve- vıyordu. Uzun uzun konuşuldu. Pira- annesinin içten üzüntüleri: Li sezmiş gibi Beni, mektebdeki arkağa ) larımın hepsi sayarlardı, dedi. Çünkü ciddi ve çok çalışkan bir telebeydim. Bu, çalışma haya- tımda da böyle olacak.. Vahide hanım, hayıetle kızi akmıştı. Çocuğuzun iri dü Güreşi bıraktı amma, baş pehlivanlığı bırakmadı. Her yer de Türkiye baş pehlivanı benim diyormuş. — Dese de hakkıdır. onu yenerek baş pehlivanlığı e- linden almadı ki? Eğer meydana çıkmaz, gü reşmezse elbette kimse yene - mez. Baş pehlivanlığı kendisile birlikte mezara götürecek değil a... Hem ben ona güreşsin de- miyorum. Meydana çıkalım, pes etsin diyorum. O zaman elini öper, meydandan çekilirim. Aliço yine hiddetle bağırdı: — Bırakın bu lâfları. Hele bir meydana çıkalım da o za- man pes eder miyim, etmez mi- yim görürüz. Sonra ayağa kalktı. Kimseye selâm vermeden kahveden çıkıp| | gitti. Herkes bu eski ve Ünlü baş pehlivanın arkasından hazin ha Kahvedekiler A dalıya atıp tutuyorlardı. Fakat Adalıya hak verenler de vardı.| | Hakikaten bu genç ve kuvvetli Türkiye b Ve ağa bakkı | zin bakıyordu. baş pehlivan $ peh-p | livanlığına Jâyıktı. Ve ona eriş- | | için çalışn var mek için çalışı İ ——— — ——— . <ü birden kapıdan çıktılar 10 OCAK (i lerindeki parlaklık — soğuk br Uddiyetle perdelenmiş, dudakla. — | yındakl tebessim — uçmuştu. İ | çinden: «Kız karacını vermis, — | Zaten tuna mecburuz da..> di. ye düşünmüştü. ı | O gün çok mesuddular, Pi- raye, büyük — şirketlerden biri- Hin açtığı imtihanı birincilikle kazanarak, annesinden elli lira fazla aylıkla işe geçmişti. ( kü kız, İngilizce biliyordu nesinin Fransızcası artık sıfır. kalıyordu, Piraye, siyah mekteb önlüğü- nü yeniden sırtına geçird losının bir eski pike blu bozup yaptığı kolalı nrza taktı. Mel içine sefer tasını yerle ân- lda Ni Üüze— — — Kü Ş ÇÜk tekir, eteklerine sürüner: onları uğurladı. Geniş asfalt Lsddenin sonuna kadar beraber. €e yürüdüler. Sonra anneyle » Fan bir yola, Piraye bir b Iİstikamete yollanmak üzere rıldılar. —ati T Daracık merdivenleri inip cı« Kzu sarı yüzlü zayıf kadınların, urdları çökmüş, traşı uzamış erkeklerin hiç biri öksürm dü. Vahide hanım Pirayeyi dis- Punsere götürmiye dayanamıya- caktı. Felâket günlerinde elini nzatan Sara hanım, kızı almış getirmişti. Yukarı çıktılar, Sofa, kamleler, sıralar doluydu, Has. taların bir çoğu yerlere çömel mişlerdi. Permanantlı saçlı, göz- lerinin altı simsiyah, şişman bir hemşire oradan oray- koşuy du. Hemen hiç kimse konuşm yor, bazan tutulamıyan bir ö sürük, bastırılmış bir mendilin | ından boğularak işitiliyor. | i is du. Köşedeki kapısı buzlu camlı, | odadan çıkanların yüzde biri gü ordu. Yoksa mustarib, kırık ve yorgun tavırlarla merdiven- lere yürüyorlardı. Piraye, kendi sıralarını bek- lerken, pençeresi çiçekli odada- ki beyaz temiz yatağını düşü- nüyordu. O yatakta bir hafta ftacak olsa, sırtındak! ağrılar geçecek, sesi yeniden açılacak- tı. Şiddetli bir soğuk algınlığı in verem dispanserine gelme- lerine sebeb yoktu. Fakat anne- siyle, Sara teyzeyi kandırama- mıştı. Çocukluğunda kaç kere kendini üşütmüş, bir hafta yat- toktan sonra mektebe gitmemiş miydi? Ofisinden dönerken 18- lanmış, otobüste yer bulamadı- ğ için uzun yolu yürürken Ü- $ümüştü. Bundan ne çıkardı? v Kedi, sobanın önünde mırıl- danıyor, sobanın üstündeki kap ta okaliptüs kaynıyordu. Gü- veş odanın ortasına kadar uzan mıştı. Pençerenin iç tarafına sı: ra'cnan saksılarda karanfillerin bir tanesi ateş rengi bir çiçek açmıştı. Saat tik tıklarla za- manı ölçmekteydi. Evde başk) sos sada yoktu. Piraye saate baktı. Daha dö nüşlerine çok vakit vardı. Son- ra gözü duvardaki takvime kay- d — Tam sekiz ay olmuş... Diye mırıldandı. Sesi Lâlâ k: sıktı ve bir hafta için girdiği yetaktan henüz kalkmamıştı. timlâk Defterdarlık edilen evleri tekrar kiraya veriyor Adliye Sarayı inşa olunacağı m4 Mhazasile — Binbirdirek — İbrahim Paşa sarayı civarırda on kadar vi nanın milyonlarca lira sarfile ts - timlâk edildiği ve bu evlerde bazı nan vatandaşların mesken bun-a n gözetilmeksizin sokağa atıldık dan hatırlardadır. Adliye Sarayının sonradan ba- z mahzurlarla bu mintakada yı- Pılmasından vazgtçilmiş, — hazi - B veziyet üzerine Maliye Ba- yarln Dkanl. Drtterdartiına Na Defi K istimlâk ed v vi satamamış v A yonl 4& Büyükadada oturan Haynat vlarken Hasip adında birini yaca damıştarı