SAYFA: 4 )zler Açılınca... yaklarının altında ezilen buzlaşmış karlar, soka- ğın sessizliği içinde akis- ler yapıyordu Pencerelerde kir Tuzi ışıklar göneli bir hayli va- it olmuştu. Uzaklardan üşüyen bir düdük işitildi. Son vapurun projektörü, karlı yamaca, bir An için mavi ışıktan bir yelpa- ze açtı. Sonra herşey eski ha- Tine döndü. Belki yarım saattir yürüyor- lordı, Konuşmak istedikleri mev zu, birçok kimseler için belki ge o kadar mühim değildi. Fa- kat onlar için çok kıymeti var- di Kizın uzün konçlu kırmizı çiz meleri, siyah yol astragan man- tomu, başında Ankara yününden kü'âhı ona soğuğu düşündürmü yordu. Erkek paltosunun — yakasını kaldırmış, şapkasını — gözlerine doğru eğmişti. Vâkıa onun kır- mızı çizmelerile, yün külâh, astragan mantosu yoktu amm: kauçuk altlı pabuçları, yün ço- rapları, yumuşak yün , süeteri, Yalın paltosu, soğuktan çok baş ka düşünmesine izin veriyordu Sokak lâmbaları birer aralık- la söndürülmüştü. Onlar, karah hktan ışığa dalıp çıkıyorlardı. Kar yığılmış evlerin önünden geçiyor, gecenin sükünunu a- yaklarile eziyorlardı. Bir lâmbanın altında durdu- lar, Erkek: — Haydi karar ver! dedi, Kız, cevab yerine, onun göz- lezi içine baktı. Bu bir çift züm rüd renkli yıldırım, erkeğin ru- hanu altüst ederek, yüreğine sap'andı. Sonra tekrar yürüdüler. Bir 'dar sokaktan dönüp bir boş ar- sarımn içine daldılar. Kı öne Şeçti. — Sen benim izlerimden yü- rü.. Çorapların ıslanmasın!, dedi. Öbürü: <Zaten senin — izinde ve arkandayım!» diye mırıldan C. — Ne dedin? — Hi Bız, tekrar sormadı. Arsanın İlerisindeki apartımanın üst ka kuda bir ışık yandı. Karların Sinema sahibleri beledi- ye vergisinin indirilme- sini istiyorlar İstanbulun birinci sınıf sine- maları, biletler üzerinden alın- makta olan belediye vergisinin fazla olduğunu iddia ederek be- lediyeye müteaddid müracaat- lorda bulunmuşlarsa da hiç bi- Tisine müsbet bir cevab alama- arşlardır. Sinemacıların iddiasına göre 1939 da sinema koltuk ücreti yetmiş kuruş iken belediye ver- 96 34 idi. Müesseseye 50 kuruş kalmaktaydı. Bugün koltuk fiyatları ancak 85 ku- ruşa çıkarılmış, — halbuki bele- diye vergisi dözrt misli artlırı- larak 96 140 olmuştur ki, bu vaziyette —müessese — hissesine düşen miktarı 5 kuruş ilâvesi- le 55 kuruşluk bir fiyat elde e- debilmiştir. Sinemacılar, bugünkü seyirci miktarının fazlalığını kabul et- mekle beraber masrafların da arttığını ileri sürmekte ve eğer biletlerdeki belediye vergisi in- dirildiği takdirde sinema fiyat- larında da bir ucuzluk temini- nin mümkün olabileceğini söy- lemektedir. Alâkadarlar bu hu- tusta Ekonomi Bakanlığına da müracaat etmişlerdi. OPKUYUCU, ŞN n 1€; DA İzmir su işleri idaresin- den bir şikâyet £ — 75 yaşında bir ihtiyarım, famire geldim. Basmahanede bir, Çt icar ettim. Ve Eve girdiğimin Akinci günü suyu kestiler, su iş leri idaresine gittim, Suyun Kesil- Jİğiiçin geldim, dedim. Bir gül- me koptü, Ne gülüyorsunuz o0ğ - lum, dedim. Burası" Küçük Men- deres havzası su işleri dairesidir. Bizin aradığınız su işleri belediys dairesindedir. dediler. Dairel res- ymiye olan bu binanın üst katında da Su işleri reisi ailesile oturuyor, Yaşıyor. — Dışarı çıktım, ağladım. Damadım beş sene evvel Tirede 4 di, bu su işleri idaresi Menderes havzası civarında Tire kazasında bulunuyordu. Şimdi İzmirin Mek- tubçu konağı — denilen muazsam bir konaktan 150 kilometrelik bir 'yere gidip, gelmek hem israf ve kem de halka eza değil midir? Basmahanede Okuyucularınızdan X. Yılmaz YAZAN: VPT denuk maviliğine, penbe bir pa nti uzandı. Bu penbe renk kıza, çocuklu- ğunu hatırlattı. O zaman yılba- mahsustu. $1 yalnız ecnebilere Yaldızlı kartpostallarda gördü- ğü süslü Noel çamının dalların- da asılı hediyeler, Nocl baba. ya; çatıları, saçakları karla ör- t0 evlerin — pencerelerindeki penbe ışıklara imrenirdi. İçla- âe kendi hayatından uzak âlem lere hasret doluydu. Sonra ya- vaş yavaş o imrendiği — âlemi kendi hayatına sokmağa başla- G, Bu bir çeşit icaddı. Rama- zanların, iftarların, bayramla- rın kendine mahsus yeknasak, kuru havasına bir çeşit tatlılık, Cuzibe eklemeğe muvaffak ol- du. büyüdükce bu husus- teki bilgisini genişletti. Okut- bığu Mevlüdlara, saz ilâve et ti. Bestelerin yanısıra rübab ve ney çalınıyordu. Kurduğu Zek2- riya sofralarına Amerikalı, Al- man, İngiliz, Fransız — dostlar Belmeğe başladı. Muztarib gö- rüllerinin dileklerini, Zekeriya peygamberden ister oldular. On lara «Çöp çatan> 1 «Hızır aley- hit selâm> 1 tanıttı, sevdirdi. Son râ kendi yarattığı âlemi sevd başka âlemlere imrendiği — za- nları unuttu. — Cevab vermiyorsun... Düşüncelerini bütün şekilleri, renkleri, seslerile dimağının bir Köşesinde bırakarak, yaşadığı dakikaya döndü. Yanında, sev- diği erkek vardı. O, yeni hayat- iarmın mimarlığını sevdi dımdan istiyordu. Çünkü kız; «Ben herkes gibi değilim ve he kes gibi evlenemem» demişti. Muhakkak ki başının içinde, ku Tu, yavan şekillerin çok üstün- de bir hayat örneği vardı. Yok- &a da doğacaktı. Yeni tanıştık- ları zamandı. Bir gün erkeğe: «Eğer beni kvin dar ve yekna- sak havası içine kapayıp bir sark erkeği ruhile evmeği aklı- na getiriyorsan, şimdiden söy- liyeyim ki bu olamaz» demişti. r erkekle bir kadının beraber Hayata başlamalarındaki temel taşı, gayeydi. Erkek, kızın fikir lerindeki değişikliğe bir müddet yetancı kalmış, yadırgamıştı. Fakat sonra onun sıcak ruh ik- limine sokuldukca, cazibesinde- ki kudretin merkezini bulmuş- tu. Kız, yapıcı bir dehâya sa- hihdi. O Allahın yapıcılar züm- felerle gelmişti. Belki kendi: de yüklendiği mesuliyetlerin a- Bırlığının farkında değildi. Fa- kat mühakkak olan birşey var- sa, ruhundaki tohumların filiz- levmesizle çalışıyor, kendi iç â- lemindeki sırları, Allah mevhi- belerini gizli bulundukları ka- ranlıklardan ışığa — çıkarmağa uğraşıyordu. Zaman zaman 0- na: «Acaba nereye doğru gidi yoruz?> diye sorardı. Bu yol- dan maksadı, ruhunda — başka kaşka iklimlere doğru açılan yollardı. Sonra gözlerinde, yü- zürde hiçbir kadında görmedi- ği yumuşak, kadifeleşmiş bir sükünla, gene öyle alev gibi sı cak bir sesle: «İhdines sıratzl müstakim» diye, içini çekerdi — Benden cevab istiyorsun Halbuki sıhhatimin bozuklu- Zu yüzünden öyle uzun boylu, saatlerce güreşecek halde de değildim. Tabil itiraz ettim, Fa- dere boyün eğmekten başka ça- rem kalmı ştı: — Pek Madem ki herkes böyle yor, bana da susmak düşer! dedim, Nihayet daha evvelki gür ler sona erdi. Ve sıra baş peh- livanlık müsabakasına geldi. Cazgır: — Baş pehlivanlar ortaya! diye bizi çağırınca esasen daha evvelden soyunmuş ve kısbetle- rimizi ayaklarımıza geçirmiş ol- duğumuzdan dördümüz de ka- zan dibine geldik. Yağlandık. Ahali de heyecanlarının son mer tebesine varmış bulunuyordu. Cazgır eşleri yan yana getir- dikten Sonra dördümüzün de menkibesini okudu. Evvelâ Kara Emin için şöyle dedi: — Buna derler meşhur Kara Emin pehlivan! Pehlivanların kurdu ve güreş meydanlarının belâsıdır. Hafız pehlivan sakın kendini Kara Eminin çaprazın- dan, Sen de Kara Emin pehli- van karşında kahraman oğlu kahraman bir baş pehlivan oldu ğunu unutma, Koru kendini Ha pehlivan! daim arslan. Koru kendini Ali Ahmed çaprazından, dalışından. Sen de Adapazarlı, kiminle tu- tuştuğunu unutma. Karşındaki ni küçük göreyim deme, sayar- sın yıldızları ha! #emma; bu dakikada sanki beni çağıran birine gidiyor gibi yim., ganki hiç kimseye ulaşa- yayyan bir ses bana, içime ulaşı- Erkek, yukları tek, yanına geldi. niinde, bakışları Onun kolunu yakalıyarak — Birak şimdi hergeyi bi- tak! dedi. Senin istediğin her şekle razıyım.. yeter ki ım..ı bir çatı altında aturalım.. Çahğlak üBnla gü yelerin'niz randa!.. Mesleğimi,, paramı se- ferber edeceğim Kız, gülerek baktı: — Belki genin mimar; benim hekim oluşumda ayrı birer mâ- onun çizmelerinin ©- a basmaktan Vazgeçe- Kız, başı karlardaydı. na vardır. — Evet!.. Belki değil mulınk» kak!.. Ben - kuracağım kurtaracaksın, . Erkeğin sesinde o zamana ka- r işitmediği bir ihtizaz-titre- d Kız, büyük bir dikkatle ona baktı. Fakat artık gülmüyordu. Gözleri, onun gözlerinden yüre Çine, yıldırım koşusile sorgular yolluyordu. Nihayet, titreyen bir sesle: — Gözlerin amma, içinin göz Teri açılıyor ve benim iç âlemi- mi görüyorsun değil mi? Dedi. Erkek, kızın - kırmizi külâhlı başımı, parlıyan — renkli gözlerini bir buğunun ardında görüyordu. Kuvvetli soluklar a- lıyorlardı. O sırada önünde durdukları büyük bir kar tümseğinin altın- dan bir kadın çığlığı yükseldi. Kızla erkek, birbirlerine bir ke- lime söylemeden, ©o büyük ve müsterek yıkılıkla yardıma koş tular. ümseğin etrafını — döndüler. Çatlakları boy boy kırmızı ışık- b, alçak bir kapı gördüler. O suda kapı açıldı. Don gömlek bir erkek fırladı, Vahşi bir hay vana benziyordu. Şaşkın şaşkın Yarşısındakilere baktı: I 'Neden sonra titreyen.bir ses- le: — Karım doğuramıyor!., cek!.. dedi. © zaman kızın ruhundaki ça- Rarış sustu. Sâkin: — Ben hekimim! dedi. Ve başlarını eğerek kar tüm- seğinin altındaki kulübeye gir- diler, Öle e Arsanın hududunda durmuş- lar kızaran doğuya bakıyorlar- dı. Sanki doğan güneş değil, yü rekierinin ufkundaki gayeleri- nitı, bütünlenmiş, kıvamını bu- lan gerçek şekliydi. — Kız: e — Buraya bu arsaya bir has tahane kuralım!.. Bir. yoksul- lar hastahane: Her şubesi iyük bir yapı.. gibi oldu, — Altı ayda — anahtarlarım &aa teslim edeceğim, . Kızın kolları yanından yüz- seldi. Ellerini erkeğin omuzları- LA koydu. — Eve gidip birer çay içe- lim.. İstersen bugün evlenebi- Driz.. dedi Erkek, sadece onun gözlerine| baktı. Sonra ilk gün ışığından binbir renkle tutuşan — karları ezerek yürüdüler, Yazan: Ali Ahmed Konağın kap MURAD n:ısl OKYANUS KORSANI ı demirden ya- pılmıştı; gicirdiyarak açıldı, l).ılzıl)l)'ıkh bir uşak göründü |* bir fıkra- bılle, tokat ve yumruk -Mimliler!., — 54 — Diyordy. Salonda Murad Rei- — kiliseleri, tek tük heykelleri gös sin arkadaşlarile ziyaretciler a- — tererek bilgi veriyordu. rasında derhal samimi bir hava — Sen nehri bulanıktı; — taştan esmeğe başladı. Paristen, deniz- — bir köprüye gelmişlerdi, kargıda den, tanışmalara sebeb olan hâ —ç katlı, kârgir ve muht diselerden tekrar tekrar bahset tiler, Madmazel Monpansiye on ların burada olduklarından bü- tün Parisin haberi olduğunu, kralın bile tammak için acele ettiğini söyledi. Murad Reli — Fakat bu koca gehirde her gey ne kadar çabuk duyuluyor? Diye hayretini gizliyemedi. Genç kiz cevab verdi: — Paris gehiri büyüklüğü nisbetinde küçüktür. Bütün kis bar madamlar size; görmeden hayrandırlar; «Binbir gece ma sallarının bir kahramanı gel - miş!» diyorlar, Murad Reis gülümsedi: — Korkarım ki gördükleri zaman hayal - kırıklığına uğri- yacaklar. — Hayır... Hakikatın hayal den güzel ve muhteşem olduğu- 'nu ilk defa kabul edeceklerdir. — Pek naziksiniz, madmazel!. — Dünyada hiç kimse sizin kadar nâzik, asil ve cesur değil- dir. — Bir yabancı hakkında hü- küm verirken acele etmeyiniz! Delikanlı söze karış! — Biz sizi asla yabancı say- miyoruz; hattâ en yakın akra- ba kadar yakınlık duyuyoruz. Genç kız Muürad Reise gülüm siyerek, kaşlarının altından bak tış uzun kirpikleri birer ok gibi yüreklere işliyecek kadar cazi- beliydi; lâkin genç korsan reisi yalnız Meriyi düşünüyor, yalnız onu güzel ve kendisine yakın buluyordu. Madmazel Monpan- siye dedi ki: — Ağabeğim ve ailem gerçek akraba olmanızı pek arzu edi- yorlar; fakat kimbilir... Bu sözler bir aşkın itirafın- dan başka bir şey değildi; genç kız ilâve etti: — Biz sizi yarın öğle yeme- ğine dâvet için geldik; orada ailemle tanışacaksınız. Gelirsi- niz değil mi? Murad Reis bir kaç tereddüd dakikası geçirdi; sonra gayet mert ve cesur olduğuna şübhe olmıyan delikanlının ona yardı- mı dokunabileceğini düşündü ve kabul etti. Ziyaretciler ertesi gün saat on birde iki arabanın Murad Reisle arkadaşlarını al- mak üzere geleceğini söyliyerek gittiler. Çipil Musa derhal hükmünü verdi: — Reis, bu kız Fransanın en yüksek gilelerinden birine men- Subdur ve sana tutkundur. Murad Reis aldırmadı ve duy mamaâzlıktan geldi. ee DB #a Kilıç. parıltıları İki araba kapıda durduğu za- man Murad Reisle arkadaşları çoktan hazırlanmış bulunuyor- lardı. Birinci arabaya Hanri Monpansiye, Murad Reis ve Çi- pil Musa bindiler; ötekiler di- ğer arabaya yerleşmişlerdi. Parise güneyde Manruj kapı- sından girdiler. Dar ve pis so- kaklardan geçiyorlardı. Delikan li sağda soldan yahud meydan- larda yükselen başlıca binaları, * * fızın çaprazından, el ensesinden, Sonra halka Hafızı takdim et ti — Buna derler Hafız pehli- van, Lâkabı Sarıdır. Fakat ken- disi pek sallıdır. Nice baş peh- livanları er meydanlarında sü- Tüp götürmüştür. düşme Eminin altını Bafız pehlivan kuvn talığına fazla güvenme! El el- den Üstündür, ta arşı âlâya dek! Kara Emin Sen de tine ve us- Ahali iki pehlivanı da candan alkışladı, Bilhassa Sarı Hafızı göhretini siddetli alkışladılar. bildiklerinden — daha Sıra bize gelmişti. Önce Mıs- tından başladı: — Bu da Adapazarlı Mıstın Er meydanlarında Ahalinin çoğu oralı olan Mıs- tın pehlivanı şiddetle alkışlı « yordu. En sonra da cazgır- benden bahsetti: — Bu da pehlivanlar pehliva- ni Ali Ahmed! Kırkpınardan ö- te yana ve bu yana yenmediği pehleivan yoktur. -Öyle küçük olduğuna bakmayın, Sırtını ye- re getiren pehlivan henliz çıkma mıştır. Oyununa ve kuvvetine fazla güvenme Ali Ahmed! K ginda zehir gibi bir pehlivan vardır. Haydi göreyim seni Mıs- tın pehlivan! Sakın kendini All 'Ahmedin el ensesinden, künde- sinden! Halk beni de uzun uzadiye al- kışladı. Ve davul zurnaların baş pehlivanlık havasını vurmağa başlamaları ile beraber biz de Peşreve başladık, Tabit Sarı Hafızın ne kadar memnun olduğunu kaydetmeğe Müzum yok, Her halde Kara E- mini beş on dakika içinde hak- bir bina görünüyordu. Dı oranın Lüvr sarayı olduğunu söyledi. Murad Reli — Bu akşam buraya gelece- Biz, demek... Dedi. Delikanlı merak ve se vinçle sordu: Demek ki baloya dâüvetlisi- niz? — Evet, kardinal tarafından dâüvet edildik, — Size bir defa daha hizmet etmekle geref kazanacağım; 0- rada bütün Fransayı tanıyacak sınız. Bu balo pek muhteşem o- lur, Köprüden sonra — sağa saptı- lar, geniş bir caddeden geçti- ler; beş altı yüz adım ileride saray kadar büyük bir konağın önünde durdular. Arabacının yanındaki uşak yere atladı ve kapıyı açtı. Evvelâ Hanri Mon- pansiye sonra Murad Reis en sonra Çipil Musa indiler, Kona- ğın kapısı demir kaplanmıştı, gicirdiyarak açıldı, iri yarı ve pala bıyıklı bir uşak göründü. Bir avluyu geçtiler, oymalı aba 'noz ağacından bir kapıda bekli- yen sırmalı elbise giymiş iki şak onları selâmladılar, Mermer döşeli bir holden ve mermer enlerden sonra küçük bir salona girdiler, Delikanlı onlar- dan bir dakika istirabat buyur- malarını Trica ederek kenardaki koltukları gösterdi, başka bir kapıdan gitti. İki dakika geçme den tekrar göründü: — Buyurunuz! Dedi, Kendisi öne geçti, uzun ca bir koridordan yürüdüler. Yerler mermer döşeli idi, tavan lar yaldızlı idi, duvarlardaki yağ l boya resmiler canlı gibiyâ Başka bir küçük salondan son- Ta karşıda evvelkilerden daha #ık iki uşak ve yaldızlı bir kapı Bördüler; Uşuklardan biri kapı- nin iki kanadım birden çekerek açtı ve içeriye bağırdı: — Murad Reis ve arkadaşla- TI Ortada türlü yemeklerle, mey yalarla ve içkilerle adeta beyaz örtüsü görünmiyen büyük ve u- zun bir masa vardı. Solda yirmi kadar kadın ve erkek ayakta duruyorlardı. Bunların bazıları genç, bazıları orta yaşlı, bazıla- rı da ihtiyardı. Erkekler yakala m ve kolları dantelli siyah ve mor kadifeden elbiseler giymiş- lerdi; kadınlar hep beyazlar içinde idiler; taşkın göğüsleri ve yuvarlak omuzları açıktı; yalnız iki ihtiyar kadın kapalı giyinmişlerdi. Elbiselerinin bel- den aşağısı birden genişliyor, yerlere kadar kıvrım kıvrim sar kıyordu; bukleli saçlarını çıplak omuzlarına dökmüşlerdi; boyun larında, bileklerinde ve parmak- larında renk renk mücevherler parlıyordu. Hanri Monpansiye elli beş yaşlarında, kır sakallı, uzun boy İu bir adamın önünde durarak onu Murad Reise takdim etti: — Babam dük Rober Monpan siy (Devamı var) dk d d Jıyacağına emin - bulunuyordu. Diğer taraftan Adapazarlı Mıs- tın pehlivanın da belâlı bir peh livan olduğunu her halde yakın dan bildiği için benim onu yen- sem bile pek bitkin bir hale ge- leceğimi hesablıyor olmalı idi. Ben ise artık güreşten başka gey düşünmüyordum. Ne yapıp yapıp Adapazarlıyı kısa bir za- man içinde yenmek istiyordum. Çünkü kargımdakinin ne kıratta ir pehlivan olduğunu pek iyi biliyordum., Vakıâ Mıstın pehlivanı Kava- la güreşinde kısa bir zamanda yenmiş - bulunuyordum amma, © zaman en iyi halimde miş bir vaziyette idi, “Adapazarlı Mıstin pehliva- Fa- kat buna mukabil yerde zehir nı bir * onu dünyada nin ayakcılığı pek yoktu. gibi güreşirdi. Bir pehliv: defa bastırdı mi, idim, Şimdi ise eski kuvvetimi nyarı» gı bile yoktu. Halbuki Adapa- zarlı büsbütün gelişmiş ve iyileş 1949 - Takvimler ve hâdiseler 1949 : D i>. takvimler. 1940 ge- nesinin ilk günü olan 1 aded'ni bütün Gdünyaya kargı uzanar. tehdidkâr bir mak gibi ilk sahifelerine koydulaz, Gazeteler bu senbolün bir dâ- vet mi, bir ihtar mı, bir korkut- nak m) olduğunu bir türlü hal- ledemediler, - Gzun cümle - Akşam refikimiz bile içinden çıkılmaz bir resim- la kocaman bir <Acaba?> yı ilk sohifeye yerleştirdi. Acaba? Ne ihatalı, ne geniş hududlu bir kelime.. Çerçev #ine doldur, doldurabildiğin ka dar, Geçen genelere birer isim tak Taak âdettir. Meselâ kolera se- nesi, zelzele senesi, Boğaziçia- de buzlar senesi, denilince ar- 'tak bin dokuz yüz kaç olduğunu | sormağa hacet yoktur. Bizde de meselâ 17 Eylül se- nesj vardır ki bunun 1946 ge- nesi. olduğunu yedisinden yet- Higine kadar herkes bilir. Sonra su baskını senesi gelir. Şeker senesini de unutmamalı. Bu arada Hasan Saka senele de hatırı sayılır. yıllardandır. Hattâ bu itibarla, «Yıl Saka- nındır> da diyebiliriz. TAKVİMLER VE HADİSE- LER: o ztürkce modasile nizam nameler tüzük, avizeler sarkanak olduk- tan sonra artık eski takvimlerde- ki ıstılahlar da ortadan — kall x Eskiden — mesel, “Ameden-i- lak- lak> — terkibine rastlanırdı. Bu- 'nun (Leyleklerin gelmesi) oldu-| ğunu anlardık, Yahud <Reften-i- | y laklak» tâbirini görürdük ve bu da (Leyleklerin göçmesi) ( Böyle eski terkiblerden " bazıla- rına bağlanan takvimler yok âe 1. Onlar da arasıra' «Sitte-i- Sevr>, «Feryâd-ı-Andelib> gibi artık takvim lisanına yerleşmiş gözler görülüyor. Kuvvetli bir müneccim çıksa idi de şu 1948 senesinde de ola- caklar hakkında bir takvim çı- karsa idi.. o zaman şöyle ya- zılacaktı: Ocak — Harik der binây-ı- eğitim. Şubat — Seylâb-ı-Çukurova, Dgây-ı-Salâhiyyet-i-polis, Mart — Reften-i-Dışişler Ba- kanı, Nitan — Harik-i-Güzel Sân- atlar, Mayıs — Buhrân-ı-Şeker, ran — Zuhur-u-Atıf İ- Temmuz — İmtii ez intihâb, 1-Partiyan Ağustös — — Buhrân-ı-nân-ı- aziz. Eylül — İcrây-ı-zam be ye- ber-i-leziz. Ekim — Beraet-i-Ürgübi. Kasım — Şiddet-i-şitâ, Aralık — — Fıkdan-ı-kömür, âmeden-i-Dışişler Bakanı, — — |ALİAHMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ| Tefrika Vo:92 bir daha ayağa kaldırmazdı. Durmadan ezer ve çok iyi kün- deler atarak onu mutlaka yener di. Onun için çok dikkatlı ranmak icab ediyordu. İşte bu süretle güreşimiz ya- vaş yavaş hızlanmağa başlaı Adapazarlı beni bastırabilir midile hep çapraza girmek ist yordu. Ben de tabif ona bu fır- Satı vermiyor, bir taraftan da el ense çekmekte devam ediyor- düm. Mıstın pehlivan bana yaklaş- tığı sıralarda derhal el ense çe- kiyor ve onu şaşırtıyordum. F kat o her el enseden sonra inat la yeniden çapraza girmek İsti- yordu. - Onun bu hücumlarını gören ve kendisini tanıyanlar — yavaş yavaş teşvik için seslenmeğe başlamışlardı: ü — Haydi Adapazarlı! —- ) — Gir çapraza! " — Ha gayret Mıstın pehl van! bee vnri En ağır başlılar|, ĞIII VE VE BİR FIKRA LA GİDEN SEN 948 senesinin yukarıda yapılan bilânçosunu gör- dünüz, Bunun :- çinde büyük hec- cav şair Eşrefin İkinci — Abdülha- Zmide: Görmedim — bir 'gün felekde kan- Ta-zıllullahdan Ya İlâhi! Gölge etme başka ihsân istemen. demesi gibi biz de 1948 de bir| gün görmedik. Bununla mutla- ka 1949 un güzel olacağını kas- detmiyoruz. Fakat bu, bize bir Bektaşi fıkrası hatırlattı. Bektaşi babalarından birinin y slu bir mezarlığa uğramış.Mezar taşlarına bakmış. «Hüv-el-bâki, üç gün yaşıyan filân adamın ruhuna fâtiha!>, bir diğeri: «İki gün yaşıyan filân kadının Tubuna fâtiha!» kabristan bek çisini bulmuş: — Yahu! demiş. Bu nasıl iş? | Buradakiler neden böyle ancak iki, üç gün yaşıyorlar, Bekçi: — Baba erenler! demiş. Bi- zim memlekette yalnız iyi gün- ler ömürden sayılır. Üst taralı- nın hayat defterinde kaydı yok tur! | Bektaşi bunu duyar duymaz| kendini yere atmış. . — Aman oğlum.. — demiş desene.. ben daha doğmamışım bile.. SİLLE, TOKAT VE YUMRUK: illet Meclisindeki hâdisı oldukca büyük bir akis - hüsüle — getirdi.| (h *O kadar ki vak- anın ertesi günü bütün — gazeteler baş makalelerini bu vak'aya has- rettiler, - Cumhu- riyet refikimizin ” baş — muharriri| Nadi de bu mevzua dair Naği yazdığı bir başmakalede bizde eski meclisler de dahil olduğu halde böyle bir vak'anın ilk de- fa — vukubulduğunu — söylüyı Yanlıştır. Bizde 93 Meclisi Meh- usanından beri böyle vak'alar clagelmiştir. Meselâ ilk olarak Hasan Feh- mi Paşa ile Astarcılar Kâhyası Ahmed Efendi döğüşmüş. Hasan Fehmi Paşa, sonrala- Yı Selânik valisi ve Rüsumat Emini olan zattır. Gümrük me- murlarının ve kâtiblerin devam- sızlıklarına son derece - kızar- muş. Bir gün kalemleri dolaşır- ken Mektubi kaleminin bomboş olduğunu ve içeride Muhiddin isminde bir kâtibin tek başına uyumakta olduğunu görür. Ya- nındakiler.. horluyan bu kâtibi randırmak isterler.. Paşa ya- z yanırsa © da kalkıp gidecek! Tkizci tokat Siroz — mebusu Derviş Beyin Berat mebusu İs- mail Kemal Beye attığı tokat- tır, Bu tokadın tesiri pek fena olmuştur. O zaman İsmail Ke- mel Bey kendisile mülâkat e- der. gazetecilere: O da bu teşviklerle bir kat daha gayrete geliyor ve saldır- malarına devam ediyordu. Bu sırada ben bir kaç Jefa onu bastırabilmek — fırsatlarını elime geçirdim. Fakat bundan istifade etmek yoluna gitme - dim. Çünkü Mıstın pehlivanı bu vaziyette henliz hızı üzerinde i- ken bastırmakla bir şey elde e- demiyecektim. Kendisi çok ıri ve ağır bir pehlivandı. Bir oyun alıp yenemiyecek, sadece yorul- muş olacaktım. Halbuki - yorulmak hiç işime gelmiyordu. Çünkü arkasından Sarı Hafızla da güreşmek var- dı. Hele Adapazarlıyı biraz da- ha yumuşatayım diyordum. ylece hep ayakta devam e- den güreşimiz yarım saati bul- du. Birbirimize hiç bir şey ya- pamamıştık. Fakat beni asıl hayrete — düşüren nokta bu müddet zarfında Sarı Hâfı- zın da Kara Emine bir şey ya- pamaması idi. Bir ara - onlara baktım, Sâkin sâkin güreşiyor- lardı. Sarı Hafızın Kara Emini yarım saat geçtiği halde yene- Memiş olması hayret edilecek bir şeydi. Bunu görünce biraz daha can landım ve güreşi daha ziyade karıştırmağa başladım. x&*'“'““ (Devamı - var) —————————————”: ——— ——” - Giden sene — Tokadı ben yedim. Acısı- ni Arnavudlar duydu.. — Allah vere de bu cahil adamın bu te- cavtizü memleketin başına bir felâket getirmese. . Demişti. Üçüncüsü - bunu nedense u- — | nutmuş olacaklar - Sadrâzam — | Bakkı Paşa merhum, Serfişe zebusu Buşo Efendinin - eline —| vurmak suretile olmuştu. Tarih, taaddüdü zevcat uğ- runa Emin Beyin yediği Sapar- tadan sonra şimdilik bir de bu £02 vak'ayı kaydediyor. Böyle sille tokat vak'aların- daa Ahmed Midhat Efendi ile — | Suid Bey merhum arasında hir Cöğüş olmuş, Midhat Efendi Tucrhum ayağına yemeniler gi- yerek, beline kırmızı bir kuşak sarmış, eline de kalın bir sopa — alarak Said Beye Babıâli cad-*> desinde hücum etmişti. Vak' dan sonra bu iki büyük kalım badimini barıştırdılar i Eeyin buna dair ilk yazdığı ma- kale göyle başlıyordu: | « Pehlivâna-pâk twynet | Atüfetlü Ahmed Midhat Bfendi ye Darısı bizimkilerin başına!. MİMLİLER!.. ükümet, hedense lis merak sardı. Evvelâ 2 makamlara Z me iştirâk etmi- £ yenlerin listesini hazırlamalar 1 . 1 emretti; hem d gifre ile.. Bu me sele suya düşlü. 'su e oldu? İnek içti.. inek ne ol- 60? Dağa kaçtı.. dağ ne #l- €u7 Yandı kül oldu.. Herksa — | «Vay benim köse sakalım!: ye bağrıştılar bitti Şimdi de iktısad köngresin- — | €e devletcilik aleyhinde — bulu- nanların ve tenkid yapanların Ur listesi hazırlanarak hüküme te gönderilmiş. Şimdi listeye gi ren aleyhdarları hafiften sancı tutmuştur. H ay di- | Fakat bu liste möraki böy'e devam ederse yarın öbür gün < de «Şeker zammının aleyhinde “*4> yazı yazan muharrirlerin bir "& Lstesi> yapılarak hükümete tak dim edilecek. Yahud «kömürsüz lükten şikâyet edenlerin listesi» hazırlanarak gönderilecek.. Ba ksdar liste bir dosya memur'ıe idare edilemiyeceği için evvelâ: Bir «Liste baş müdürlüğü» ilıe das edilecek.. arkadan başmü- dürlük Liste Bakanlığına inkı- lâb edecek ve hükümetle işi olan bir vatandaşın künyesinda töyle şerh verilecek, «Ev ki: larından dört kere (Ah!) e Miş.> 1948 de «kömürsüzlükten yaka silkmiş> şeker zammına aleyhdar bulunmuştur.> Bu Biyasete de «Liste politi- kası> demek doğru olacak- M. Prost'un yeni çalışma programı Bir müddettenberi Almanyanın müttefik işçal bölgesinde bulunazn gehircilik — mütehassısı M. Prost şehrimize dönmüştür. * Prost bun dan sonra yapacağı işler hakkın. da şunları söylemiştir: « — Artık evvelce tanzim sdi. len plânların tatbikine - sıra gel « miştir. Bunlar arasında ilk olara'e Atatürk bulvarının imarı gelmek tedir. Önce bu sahanın imarına sit tatbikatla meşgül olacağım> Atheuogoras'a tebrik ı& telgrafları Yenisene — dolayısile Rum 'Orto doks Patriği Athenagoras'a Fener Patrikhanesi ve muhtelif metro- politler tarafından tebrik telgraf« ları çekilmiştir. Aklında bir şey yok Bir müddet evvel “ Kunikapıda bir şahin bir gün sonrada Dakü » Garda metresinl nekiz yerinden ha çaklı rak Öldürmekten sanık o- Tup uzün bir zamandanböri Tibie dölce müçübüas HİA Yd rulmakta olan Güzel' İzmir otali KAtibi Necib'in akif muvazeneslzl Ö bic: bozüldük sitlliği talapı Taştr, Sanığın duruşmasına yakında 1 inci ağır ceza mahkemesinde baş« lanacaktır. Motörlü — vasıtaların kaza- — | larını önlemek için — Amerikadan — | işıklı işaret tertibatı getirilmesi. ne karar verilmiştir. Bu — işıkle Ç şehrin bütün yol kavşaklarına ko t narak otomatik olarak idare edi- lecektire