© Komşumuz Rusyayı Tanıyalım KIRGIZİSTAN Bu kadim Türk ülkesi hem hububat, maden, hem meyva hem bakımından Tanrı'nın büyük lütuflarına mazhar olmuş fakat geç- mişte çok kahır görmüş bir vatandır. (Baş tarafı 1 inci sayfada) mu toprakları büyüklüğünde bir ülke. Kırgızistan şimalen Kaza- kistan cümhuriyeti, garben Özbekistan, cenuben Tücikis- tan ve kısmen Çin, şarkan Çin ile çevrilidir. Kırgizistanın Çinle hudu- du (800) kilometreden fazla- dır. Memleket kısmen dağlı! tar. Şimali Kıgızistanın tep: leri ezeli karlarla örtülü da; ları çok münbit yaylâ ve vadı lerle bezenmiştir. Cenup kı: mı geniş mer'alar mıntakası- dır. Kırgızistan meyvalarının nefaset ve bolluğu ile şöhret almış bir ülkedir. Kırgız el- Ması, armudu, şeftalisi, mü, kaysısı, inciri pek meş- hurdur. Zahire memleketi Tanrının mebzülen ihsan buyurduğu nefis meyvaların. | dan başka Kırgızistan hubu- bat bakımından da çok zengin bir memlekettir. Kırgızista- nın münbit ve geniş toprak- larında buğday, arpa, pirinç, şeker pancarı, pamuk, tütün ve kendir mebzulen yetişir. Hele “T: vadisile, “Issı göl,, havzası her nevi hububa- fın yetiştiği mıntakalardır. Tabii servet kumkuması Kırgızistan tabii servet ya- ni maden bakımından da Tan rının lütfuna uğramıştır. Kö- mür, petrol, kurşun, çinko, bakır, altın, gümüş, teneke, civa, Tungoten, radyüm ma- denlerine sahiptir. Bilhassa “Kızıl, Kaya,, “Kok Yangok, kömür ma- denleri 14 yılına nisbetle ÜÜ, dela Tasak Ka tomn vermeğe başlamıştır. Mazlum bir millet Evvelce Kırgızlar göçebe | aşiretler halinde yaşarlardı. Çarlık idaresi bu çalışkan, namuslu insanlara karşı a- mansız bir imha siyaseti ta- kip ederdi. Cahil halk merha- metsiz kabile reislerinin zul- mü ve itisafı altında inim inim inlerdi. Kırgız Türkü müstebid çarlık idaresinin merhametsiz zulmü altında canından bile bezmiş, müte- addit kere isyan etmişti. Hat- tâ bir numaralı Cihan harbi- nin devam ettiği 1916 yılında Kırgızlar, kendilerine insan- hHk hakkını bile çok gören çarlık memurlarına karşı, niden isyan bayrağını lar. Fakat silâhsız, plânsız, ba: sız ve idaresiz hareket ettil leri için çarlık Rusyanın a- leyhlerine gönderdiği tedip kuvvetlerine karşı duramadı- lar; çok cesurane ve cansipa- rane bir müdafaadan sonra açtı- Hulâsa Tanınmış bir aile çocuğu olan Fazıl, son derece maddi düşünce- lerle hareket eden annesi Nadire Hanımın israrile zengin bir izdivaç yapmak mecburiyetindedir. Fazıl hayatını gazetelerde makale yaz- mak süretile temin ediyor. Ailesi- nin mali vaziyetleri bozulduğu için Nadire Hanım evin bütçesinde * açılan rahneleri ancak - oğlunun prenses Dilfikâr Hanım efendi ile evlenmesi sayesinde kapıyabil cektir. Fakat genç adam bir zen- £in müteahhidin yanında daktilo- lukla çalışan Münire isminde fakir bir kızı sevdiği için bu izdivacın aleyhindedir. Dilfikâr Ha fendinin Fazıl'a temayülünü gören Nadire Hanım oğlunun ve dolayı- sile kendisinin başına doğacak bu kuyruklu yıldızı elden kaçırmak istemiyor. Bütün nüfuzunu kulla- narak oğlunu buna muvafakat et- tirmek istiyor. Bu mevzu üzerinde ana oğul arasında vuku bulan mü- aşaca Nadire Hanım en son si- lahiab ortaya koymuştar. Faziğn bir köle gibi emrine ita- ate meo ur olduğunu söylemiş ve 'nun bÜtün mukavemetini lermiş. Fazıl tendisini zengin Mısırl bir eli yapacak olan bu izdiv: an hurtulmak ıçin etrafındakiler- len meCed umuyor. Kız miye, çarasızlıktan ha yah (Wrüşar, Yaztı ! Ahmet Bey uğradığı Yrlik zararlardan dolayı paraya büylür Lir ehemiriyet veriyor. Heps, Fazıl'a prensesle evlenme kardeşi atı sim- binlercesi öldürüldü ve yine binlercesi Tian - Şan yolile Çi- ne iltica ettiler. Maarif ve san'at Kırgızistanda çarlık Rusya devrinde topu topu (107) mek- tep vardı ve bu mektebe devam eden talebenin sayısı (7041) di ki bu miktarda çarlık memur- larının çocukları da dahildi. Son Sovyet istatistiklerine göre — Kırgızistanda — elyevm (1786) mektep varmış ve bu mekteplere devam eden talebe sayısı (257.000) çocuğa — baliğ olmuş imiş, Diğer taraftan ziraat usulle - rinin ıslâhı sayesinde-memle - kette zahire istihsalâtının da bir hayli artmış olduğu zikredil mektedir. Çarlık idaresi yıkıldıktan son ra Kırgizistan “Kırgızya,, is - mi altında bir Sovyet cümhuri- yeti olarak (1936) yılına kadar Müstakil yaşamış, fak at (1936) yılı sonunda E t a - linci kanunu yi kabul eden (11) birleşik cümhuriyetlerden biri olan Rusya Sovyetler bir- liğine dahil olmuştur Kırgızistan hakkında bazı malümat iktibas ettiğimiz hir Rus mecmuası bu memleketin harsi istikbalinin çok parlak olacağını yazmaktadır. Zira da- ha şimdiden mükemmel bir Kır giz musikisi mevcuttur. Ve bü- yük inkişaflar vadetmekteymiş. Kırgızistan — cümhuriyetinin idare merkezine “Frunze,, şehri ismi verilmiştir. ve bu şehrin nüfusu (100.000) e yükselmiş- tir. Malik olduğu tabii servetler sayesinde bu kadim Türk ilinin büyük inkişaflar kaydedeceği muhakkaltır. Eski şark stili kahveler Vali ve belediye reisi “şehrin muhtelif yerlerinde eski — şark sitilinde kahvehaneler inşa edil- ne karar vermişti. Bu hak- m velerin projeleri şehircilik mü- tehassısı Prost tarafından ha- zırlanmıştır. Vali projeleri ted- kik etmiş ve beğenmiştir. Pro- jeler şimdi Nafıa — Vekâletine gönderilecektir. Şark sitilindeki bu kahvele- rin ilk ikisi Beyazıt meydanı ve Çamlıca tepesinde yapıla- caktır. HALKEVLERİ Beyoğlu Halkevinden: 15/17/941 salı günü saat 17.30 da Fenerbahçe stadında tertip eylediğimiz Atletizm müsaba - kalarına iştirak etmek is lerin mezkür gün ve saatte st. da bulunmaları rica olunur. Müsabakalar: Bayanlar: 100 M. Disk yüksek atlama. Erkekler: Çekiç atma, lama, bir mil koşu, atma, uzün at- âni tavsiye ediyorlar. Genç Münire ile buluştuğu zâ ne vaziyeti or. Münire 'azılda gördüğü kararsızlık üze- rine derhal âşıkını serbest bıral Fazıl derdini dökmek - istediği arkadaşı Nazmi ile hasbihal ettiği zaman hayatta bütün zevki antika eşya toplamak olan mektep refiki de ona ya kendisi gibi tamamen bekâr kalmasını veyahut evle cek olursa hiç olmazsa boynuna geçecek boyunduruğun — altından yapılmış olmasını müreccah görü- yor. Fazıl eve dönmüştür. Validesi unün muvafakatini - öğrene her zamanki titizliğini hafiftetmiş köle yavaş yavaş esir pazarına doğru gidiyor. (Blr tertip hatası yüzünden dün kü fefrikamızın baş kısmı Dünya Harbi tefrikasına karışmıştır. O- kuyucularımızdan — özür - dileriz. Dünkü tefrikamızın doğru şeklini bugün koyuyoruz.) — Orasını sorma, Sana an- tika merakına ait ufak bir ders vereyim: Bir malın - flatı kat- iyyen sorulmaz, ona verilen kıy- met sorulur. “Kaça aldımsa al- dım; sana ne?,, derim.. Amma “Bu kavukluk ne eder? dersen © zaman konuşuruz. Fazıl gülerek tekrar etti: — Ben müşteri — olmadığım için sormuştum. O halde kayme- tini söyle. — Bin llira, on bin Hra, yüz bancı harp gemile Her Sabah Havai ve deryai misafirler | T ürkün misafirperliği meş- hurdur. Yiyeceği tek lokma ekmeği, nefsini mahrum etmek pahası-| ma da alsa, misafirine ikramı 'Türk bir vazife hattâ bir borç sayar. Avrpada kapı bitişik komşu- lar, hattâ ayni damın altında, | yani ayni apartmanda yaşıyan | komşular bile icabında biribiri- nin imdadına koşmayı hatırla- | rına bile getirmezle biri aç kalsa, yanyana yaşadığı kom şusü, ölüm Allahın emri, ona bir dilim ekmek ikramını hatı- rına bile getirmezmiş. Demek ki herk Nefsi nefsine. Hattâ işin tuhafı merhametin yardımın ayıp bile sayıldığı ül- keler varmış. Bir. muhtaca üç beş kuruş verdiğinizi gören za- bıta memuru yakanıza yapışıp — Sadaka vermek suretile inliği, tenbelliği teşvik edi- yor, halkı atalete sevkediyorsu- nuz. Buyurun karakola, ceza ve- | receksiniz! bile dermiş... * Vakıa bizde dı Merhametten maraz hâsıl - 1 diye bir atalar sözü varsa da bundan (merhamete lâyık olmı- yana yardım edersen pişman 0- lursun!) mânası çıkar, yoksa alelitlak hemcinsinin sefaletine, ihtiyacına kayıtsız kalmak de- Vğil Her ne ise sadede dönelim: | İşte Türkün bütün dünyaca ma- lüm ve meşhur olan misefii verliğini siyaset ve askı hasında da tesirlerini gösterme- | başladı: Birkaçgündenberi Türk topraklarına havai ve der- yağ misafirler akını başladı. Havai misafirler toprakları - miza mecburi inişler yapan mu- harip komşu devletlere mensup tayyarelerdir. Misafirlerimizin deryaileri de bir himanımıza iltica eden ya- ir. misafiri kapısının eşi- aşar aşmaz: Türk ğini — Hoş geldiniz, safalar getir- diniz!.. diye karşılar. Binaena- leh havai ve deryaj misafirleri- mize ayni hoş âmedi cümlesini tekrar edeceğiz. Tanrı misafir- leri bu! Kovulamazlar ya!.. A. C. SARAÇOĞLU | İstanbul Seferberlik — | müdürlüğü | Ankara, 11 (Hususi) İs- tanbul seferberlik müdürlüğü- ne Kâmil Kaya tayin edilmiş- | tir. | Erzüruma su getiriliyor ı Ankara, 11 (Hususi) — Er- zurum — şehrine su getirilmesi | için yapılan etüdler sona er-| Tesisata sür'atle başla- nacaktır. miştir. E & Yazan: Ulunay bin lira... — Amma yaptın ha... Antikacılıkta — bir — mala böyle fiat istemek, onun satılık olmadığını söylemek demektir. Nazmi bunu söylerken elile kavukluğu okşuyordu. Tekrar odaya girdiler. Şimdi sana Üçüncü Mus- tafanın o meşhur besmelesini göstereceğim. Nazmi cebinden ufak bir a- nahtar çıkardı. Üzeri Üsküdar çatması denilen kumaşla örtülü sedirin altından bir çekmece çek ti. — Çekmece de Türk işidir. Onun da inceliğini birazdan an- latırım! Dedikten sonra kapağı açtı; ceylân derisi bir altlığın arasın- dan bir yazı seçti, Fazıla uzata- rak: — İşte! dedi. Fazıl, yazıya baktıkça harfle- rin teyazününü Aanlıyor fakat daha İnceliklerini ihata edemi- yordu. Nazmiye — Bana bundaki san'ati izah et! dedi. — Nasıl? Elindeki eserin gü- zelliğini anlamıyor musun? — Anlıyorum. Fakat ayrı ay- rı anlatacak olursan zevkini da- ha iyi tatmış olacağım. ESKİ Arap Abdullah (paşa) - Kavanoz Mehmed (ağa) - Sandalcı Ferhad reis Sarraf Niyazi bey Onildler efsanesi - Kabadayı ve külhanbey ayrı şeylerdir - Arap Abdultah ile Osman baba - Zem ir bıçakta beş karpuz YXEN SABAH HBDOOOCA BE D ICCOOEIAAO0TEAAE UAY KAOSAMLASULEADDOOA PAZA 900000160000CBEKLE YACO! R SOH ——— — 000400000DAN 6800000LALAEDADA. BETİ ve kadih kanunu - vamnoz sürgüne gi reisle Kefalo dayılıkta kusur! - Yeniköylü (paşa) ya cevap ? Niyazinin si yar kaplan - “Yetişin! Türkler F Aksarayda Onikiler hikâyesi bir efsaneden ibarettir. Bu ma- salı dinliyenler İstanbulda oniki kabadayıdan mürekkep bir ce- miyet tasavvur ederler. Bunun aslı yoktur. Memlekette kanu- nun hüküm sürmediği devirler- de zor bazu ile imtiyazlı ya mak istiyen bir zümre vardı ki bunlara “kabadayı,, denilirdi. Bu zümreyi âdi külhanbeyle- | rile karıştırmak doğru değildir. Eski kabadayılar, terbiyeli, mi- safirperver, hatır sayar, otur - dukları mahallenin ırzını namu- sunu korur, büyüklere hürmet küçükleri himaye eder adamlar- dL İçlerinde kendilerine şüphe getirecek bir hafiflikten çekine- rek ağızlarına bir kadeh rakı koymıyan, kendisine hakaret e- den adamın küfvü — olmadığını görerek mukabeleye tenezzül e- demediğinden dolayı hırsından intihar edenler - vardı. Bu nesil İkinci Abdülhamidin milletin ba- şına belâ eylediği Fehim (paşa) larla avenesinin kalbur üstüne çılımasından evvel kaybolmuş bitmiştir. Bugün onlara ait vak- aları merhum Ahmet Mithatın “Hasan Mellah,, ında — yahut “Aleksandr Düma,, nın “Üç si- lâhgşorlar,, ında yaşattığı tiplerin maceraları gibi telâkki etmeli | © mekten olanlar- dan bazıları meşrutiyete yetiş - tiler. Bazıları mütarekeye kadar erişebildiler. Fakat pek ihtiyar olmuşlardı. Ben bu eski kabadayılardan birçoklarını tanıdım. - İçlerinde sportif ve hoşsohbet adamlar vardı. Bugün bunlardan bir ka- çını sohbetime zemin olarak ele | alacağım: Tatanbulun tanınmış. kabada- | yılarından birisi Arab Abdullah- far. Kendisi Süleymaniyeli oldu- ğu halde (Arab) lâkabı ile tanın mı.su. İstanbula gelmiş ve ha-| riciye nezaretine kavas - olarak girmiştir. Okuma yazma bilme-| diğâ halde o zamanki vükelâya çatmış ve kendisine (hayret 0- lunacak şey) “Mirül - ümera,, rütbesi tevcih edilerek resmen paa, olmuştur. Arap Abdulla- | hın kabadayılık vadisinde nam | almasına sebep, Şehzadebaşında | Direkler arasında Osmanbaba türbesinin önünde beş kişinin tamrruzuna uğradığı halde düş- —2<a—— — — Şarkın en büyük hattatla ra bizde yetişmiştir. Hattâ Kur- an için Mekkede nazil olmuştur. Masırda okunmuştur; Türkiyede yazalmıştır,, derler. Meselâ bu bıyuıı san'atkârların yazdıkları kosaman bir Kur'anda bütün harfler sanki pergerle ölçülmüş biribirlerinden ne büyük, ne küçüktürler. Halbuki bunları yazanların ölçüleri yok. Eller ne kalemi alıp yazıveriyorlar, ve bir harfe verilecek en güzel .ıırı iatihap ediyorlar. Ben yük Bsek bir hattatın eserini bir res- saman tablosuna tercih ederim. Ressamna muvaffakiyet temin e- decek pek çok âmil vardır. Ev- velâ mevzu, sonra renk, daha Bonra renklerin imtizacı, onlar- daki değişiklik, bütün bunlara sam'atkârın aşkını, kudsi ateşi- nâ de ilâve edersek ona yardım edecek avamili anlarsın. Halbu- kâ bür hattat öyle midir? Bütün Börmayesi elindeki bir kamış m siyah bir boyadan bir parçasından ibarettir. Biltün san'atını, şahsiyetini, ben Hğtel onlarla gösterecek. O dar vesaltin. içinde yükselecek ve ek. onlar buna Zammaffak oluyorlar, İ anlamadan asıl — ruhua öyle iyi Sözün - Kavanoz Mehmet ağa rancızları kesiyorlar!, — Macer bi - Zoraki bir deniz banyosu - “Buyurun! birşey ! YAZAN iULUNAY manlarından birini öldürerek ca- nını kurtarması olmuştur. Ab- dullah, kadın rekabetinden ç- kan bu cinayette beş hasmına birden galebe çalmasını vak' nın türbesi önünde cereyan et- mesi itibarile Osman babanın ruhanivetine atfeder ve ne za- man oradan geçse türbede ya- tan evliyanın ruhuna fatiha o- kurdu. — Meşrutiyetten &onra' türbe caddeye bir çıkıntı teşkil eylediği için belediye ta- rafından yıkılması ve mezarın karşı tarafta sebilin yanındaki mezarlığa nakledilmesine karar verildi. Abdullah bumu öj man bir kahkaha kopardı. Ken- dine mahsus şivesile: — A benim efendim! Bu ola-| maz şeydir! Osman babanın me- zarına kazma kaldıracak amele mutlaka çarpılır! diye bağırdı. Türbenin evvelâ parmaklığı söküldü. Abdullah oradan ge- çerken: — Hay babam! Mezarına do- kunamazlar! Göster kendini Os- man babam! diye naralar atıyor du. Parmaklıktan sonra taşlar sö- Küldü. Abdullah yine ümidinit kesmiyor — Hele bir mezarına dokun- sunlar. Alimallah hepsini kuyu çıkrığına döndürür! diyordu. Nihayet bir sabah © civar halkı Osman baba türbesinin ye- rinde yeller estiğini gördüler ve muziplerden biri Abdullahın Ağayokuşundaki evine koşarak yak'ayı haber verdi. Abdullah buna inanamadı: — Olamaz efendim! dedi. Gö- zümle görsem inanmam, Hemen givindi, türbenin oldu- ğu yere geldi. Mezar, düm- düz edilmiş ve yola kalbolmuş- tu. O zaman Abdullah — Tuu! sana kalp herif! dedi. Ben de seni birşey sandımdı. Ya zıklar olsun okuduğum fatiha - lara! Tatlı canımı kurtardığım zaman kerameti senden sanmış- tım, Meğer asıl keramet - bizim “saldırma,, da imiş! CA KÖLE <— Tefrika No. 20 nüfuz etmeden “tabii dedip çık- ma, Türk san'atı karşısında âdeta deliren arkadaşını daha fazla titizlendirmemek için Fazıl sus- tu. Nazmi, tekrar ceylân derisi altlığın içinden bir başka yazı daha çıkardı. — Şunu görüyor musun? de- di. Bu şeyh Hamdullahın bir ya- zısıdır. Burada ne incelik bulu- yorsun bakayım? — Gayet güzel bir yaza — © kadar mı? — Ben © kadar görüyorum. Dediğin gibi bütün tekerrür e- den harfler hakikaten — ölçülüp de yazılmış gibi birbirinin ayni, — Bu o kadar mühim değil... Aşağı yukarı bütün hattatlar bunu yaparlar. İtiraf ederim Nazml Baş- ka birşey göremedim. Nazmi yazıyı uzaktan tuta - rak — Bak, dedi. Burada iki ke- lime var. Biri (Kahhar) keli - mesi, diğeri de (Rahim). Bu iki kelimenin birisi gazap diğeri de af ve merhamet sıfatını ifade e- der. Dikkat edersen görürsün ki Şeyh Hamdullah (Kahhar) ke- lümesini çelik gibi yazmıştır. Hattâ (he) nin gözlerindeki şiddetin — (m) daki — hançer gibi keskinliğin farkına varıyor rlatan cephane - Mangal başında mahpuslar - Ferhat zlanmış sessiz silâhlar - İskemleye yazık değil mi? - â Bey - Kabadayının sarraflığı h şorluğu - Sazda bir vak'a - Kedi yavrusu - Gazetesini okuyan ihti- ğrendiği za-| | ile Tatavla palikaryaları - Ka- Kaba- bu kadar - olur - Fehim romanlarının kahramanları gi- içelim!,, Meşrutiyette “zem ve kadih, hakkında kanun yapıldığı za - man bunun ne demek olduğunu | bana sormuştu. Ben de en anlı- yacağı lisanla izah etmek için; Tanzimatı Hayriyenin “gâvura gâvur denmiyecek,, yolundaki tefsirinden fikir alarak: | | —— Meselâ bir fahişeye fahi-| şe demiyeceksin, dedim. Biraz düşündü, aklı ermedi: — Pekâlâ dedi, fahişeye fahi- | se demiyeceğiz. Ya ne diyeceğiz? Elbette bunun için başka bir lü- | gat bulmuşlardır. Sen bana onu | anlat! Abdullah, bir defa kendisine hücum edildiği zaman rovelve- rinin ateş almamasından dolayı tabancava emniyet etmez üze-| rinde daima kocaman bir sal-| dırma taşırdı. Sol kolunun altı- na astığı bu kocaman silâhı sak | lamağa caketinin uzunluğu kâfi | gelmediği cihetle yaz kış sırtın- dan pardesüsünü O derece güzel bıçak kullanır- di ki, bir masanın üzerine yan- yana beş karpuz koyarak bir bı-| Çak derbesile hiçbirini düşürme- | den beşini de ikiye biçerdi. mikli 'bir adamdı. Ben tanıdığım | zaman küp gibi sağır olmuştu. | Kavanoz Mehmet bilhassa atik- DA ve çevikliğile tanınmıştı. | Galatada bir meyhanede Tatav- lalı Rumlarla havgası kabadayı- lık havatında derhal kendisini “gavılı fırtınalar,, derecesine çı- karmıştiı. Bıçaklarla üzerine hü- cum eden Palikaryalara karsı ayağından çıkardığı papucu sol eline geçirerek onu kalkan cibi kullanmış sağ elindeki kücücük BöÖğüt vanrağı bir bıçakla üç na- Mkaryavı birden temizleyiverdi- ği halde kendisi ufak bir çizik bile almamıştır. Kavanoz Mehmet vukuatsız duramazdı. İkinci Abdülhamidin | zaptiye nazırı bu haşarı kavgacı yı İstanbuldan sürmeğe karar vermiş. Kavanoz Mehmet hapishane ha sürgünlüğe tercih eyle- diği için bundan çok müteessir olmuş. Hakikaten o zaman Meh- terhanede mahbus bulunanlar her istediklerini yapacak kadar serbest bulunuyorlardı. Hattâ | da aşağı yukarı ayni Şimdilik — — Bukadar ! Doktorlarımızın cevabı v h Bün evvel Ülsslüt çıln.n bir yazımı uı mektup ııh— tabunu aynen Mektubun gt“ı fı eni Sabahmm evv ”i gö kü nüshasında “Dek torluk ve mecburiyet,, — başlı; * altında intişar eden yazın derin bir alâka ile ben de ol dum. Gazete sütunlarına birk: defa akseden bu gibi müna: betsiz hâdiselerin olmadığ veya olamıyacağını iddia e cek değilim; çünkü, aksini iddi-. yerinde olmayan bir mesick ga; reti veya şuursuz ve hodtineme bir müdafaa olurdu... Feragat yalnız Doktorl, amı mahsustur” uhterem Murad beye fendi, yazınızda mesle- | kin yüksek gayesinin insanlığ> hizmet olduğuna ve mesleke sü- lük ederken bu temiz gayeyr göre yetişmek lüzumuna işare' ettikten sonra bir doktorun he men hemen bilâ kaydüşart he davet edildiği hastaya madei menfaat gözetmeksizin koşma- sının mecburiyetini ilâve buyu: ruyorsunuz. Bunda çok haklıs- nız; fakat bu veya şu vâkıâinım tesiratından kurtularak bitara- fane hüküm, içtimai ve mora' formül ve prensiplere tatbik & derek karar vermek icap ederse ş içtimai heyet içinde insanlığa hizmetin, feragat we fedakârlığın yalnız hekime im- hisar ettirilmiş olması doğre değildir. Her meslekin bu camis- derecede insanlığı alâkadar eden cepher vardır. Feragat ve fedakârlığır yalnız hekimden istenilmesi Mesleki kutsiyeti ifade eden bir hakikattir. Fakat bir hekimir de istirahate, sıhhatini koruma- ga ihtiyacı, bir kelime ile hakkı hayatı kabı! edilince, izafe e& len teveccühün her iki taraftan suiistimal edilmemesi - icap et- mez mi Böyle bir mecburiyet mezuubahs olamaz B en, herkes gibi şahsf we ailevi haklara sahip ©- lan bir hekimden bilâ kaydü şart hakkını feda etmesini talep eden bir meslek tanımıyorum! Hürriyetini, hattâ hakkı haya- tını vazife veya menfaat uğru na feda edenler olduğu gibi va- ziyet icaplarına göre şefkat ve insanlık duyguları a)- tında fırsat ve imkân bulduğ: takdirde imtiyaz ve hakların dan feragat edenler de yok de- ğildir. Bir hekim imkân bulduk- ça kendisinden hizmet istiyem lere karşı daima vicdani bür düşünüşle meslekf yardımım eksik etmemelidir. Hiç şüphe Sonu sayfa 5 sütun 7 de) l (Bonu: sahife 6, Sütun 1 de) musun? Halbuki refet, merha- met ifade eden (Rahim) keli - mesindeki yumuşaklığa — bak, Bütün harfler Allahın huzurun- da diz çökmüşe benzemiyorlar mı?. O büyük san'atkâr istemiş olsaydı her kelimeyi ayni şid - det veyahut ayni tevazu ile ya- zabilirdi Fazıl, arkdaşının bu görüşüne bu anlayışına hayret ediyordu. Şimdi yazıya baktıkça yavaş yavaş bütün kelimelerin, harf- lerin birer şahsiyet kesbettikle- rinin, âdeta canlandıklarının farkına varıyordu. Aşafıdan — merdiven başına vurulan darbelerin sesi Fazılı ürküttü. — Gong çaldı. Bizim bacı ye- meğin hazır olduğunu böyle haber verir. Haydi inelim. Merdiveni inerken: — Beni lâfa tuttun. Sana ken di elimle bir meze hazırlıyama- dım; bacımın vaptığıma kanaat edeceksin. Yemek odası tamamen alatur- ka idi. Oda, üzerleri dapiska kumaşlı sedirlerle - döşenmiş, yere Hind hasırı kaplanmıştı. Ortada kırmızılı siyahlı (Müh- rü Süleyman) şeklinde bir aya- ğın üÜzerine konan geniş bakır nepıının tam ortasında sırma İş- le,, duru- içekli fağfur rezene yapraklarile doldurulmu mini mini patlıcan, kavata tur- şuları, zar gibi kesilmiş pastır- ma, sucuk, bir iki türlü peynir ve tarator vardı; 'Nazmi ibrik MURAD SERTOĞLU şeklinde ufak bir Beykoz #ura- hiden kadehlere:e» — Biri yarar, ikisi karar, üçü zarar! Diyerek rakı koydu. — Ben her zaman — içmem. Böyle senin gibi bir arkadaşla olursam bir nihayet iki kadeh içerim. İştiha verirmiş. Birer yudum içtiler. Nazmi: — Kendi işimizi kendimiz gö- receğiz. Malüm a, benim bacı bi na okur, döner döner yine okur. Yani eski mekteptir, horozdan kaçar. — Çok ihtiyarlamadı mı? — Ellide durdu. Söz bir Allah bir. On, on beş sene sonra iki- miz de ayni yaşa geleceğiz. — Nasıl olur? — Ben ilerliyorum; o hâlâ* durak yerinde. Bu gidişle tabii ben ona yetişmiş olacağım. Fazıl havluya oğunı Si silmeğe cesaret-edemiyordu. Dizine duğu peşkirin uç taraflarındaki klaptan, ipek işlemeler, ona pek kıymetli görünüyordu. Dayapa- madı, — Bunları havlu diye kullan mak yazık değil mi? dedı. Nazmi güldü: — Vaktile ne imişler ki? Yi- ne havlu değil mi? — Bir Avrupalı bunu salonu- na koyardı. — Aman bana şu tabiatsiz he riflerden bahsetme.Ahbaplarım- dan bir frenk vardır. Beni bir gün evine davet etti. Neredense eline geçirdiği pirinç bir man- gal kapağını baş aşağı çevirerek salonuna asmış. (Arkan var )