Sayfa : 4 YENİ SABAR 2 TEMMUZ 1941 Hergeleci İbrahim Yazan: Sami Karayel Hergeleci, gülerek ve Sarı Hafızı gözlerile işaret ederek: — Abe, bu, Hafız bizim Ce- mal beyin çırağı olan Hafız mı?, Diye sordu: — Evet..... Diyerek.. Hafız, sapsarı _ol- muştu. Onu, baş pehlivan diye takdim etmiştim. Lâf değil, ya- Jan değil o devrin baş pehlivan larından idi. Fakat Sarı Hafız, bembeyaz olmuştu. —Âsabı — bozulmuştu. Hergelecinin karşısında — baş pehlivanlık ünvanının ne de- mek olduğunu bilen Hafızın na- sıl rengi atmasındı. Artık, konuşmalara başlamış tık. Ona soruyordum: — Usta, maşaallah daha çok dincsin?. — Hamdolsun. iyiyim., Rami- den buraya kadar yürüyebili - yoruz ve dönebiliyoruz. Dedi. Şaşırdım, Hoş o vakit Edir- nekapı tramvayı filan yoktu. Fakat arabalar, atlar gidip ge- lirdi. Mukabele ettim: — Usta, maşallahın var.. — Ben, çok lüm.. Ba - zan Ramiden Nakkaşa da (Ça- talca tarafında) yaya giderim.. Yürümek çok iyidir.. Dedi ve Sarı Hafıza hitaben: — Pehlivan.. Sen de yürüme- ği sever misin?. Deyince, Hafız da: — Evet usta.. ben de gidece- ğim yerlere kadar giderim. — Çok iyidir evlât.. Pehlivan dediğin koşmalı, tırmanmalı, yürümelidir.. Dedi. Hergelecinin bu güzel tavsi- yeleri bugünkü gibi kulaklarım- dadır. Ve ne kadar değişmez bir ilmi ölçüdür..... leci, Hafıza sordu: — İdmanları nerede yapıyor- sunuz?. — Mithat Paşanın bahçesin - de.. Bazan da Hasköye İkitelli Şükrüye gidiyoruz.. — Neden böyle?, — Şehir içinde idman yap - mak yasak ya usta!. —Hal, göm — Bizim zamanımızda böyle değildi. Ne olmuş bu ortalık. Diye söylendi. Bu bapta faz- la konuşulamazdı. Çünkü Sul- tan Hamit devrinin en şiddetli devirleri idi. Şehirlerde bir araya toplanıp idman yapmak, güres yapmak yasaktı. Yalnız, Ramazlanlara mahsus olmak üzere Şehzade - başında güreş meydanları kuru lurdu. Buralar da sıkı bir kon- trol altında idi. İdman yapmak, güreşmek için şehir haricine çıkmak lâ-| zımdı. Bu da, bir çok kayıtlara tâbi idi. Konuşmalarımız bizi peh - livanla daha yakın kıldı. Ar- kadaşlardan Cevat bey merak- la Hergeleciye sordu: — Usta, Koca Yusuf mu da- ha pehlivandı? Yoksa Adalı mı?.. Hergelecinin ne derece baba- yiğit ve terbiyeli bir adam oldu ğunu verdiği cevapla anladım. l yapmışsınız öyle mi Hafız?. — Evet usta.. — Ne kadar sürdü güreş... — Üç saat kadar. — Netice ne oldu?. — Bozuk düştü.. ğ — Ne ile?. — Tek çapraz budama ile.. Deyince, Hergeleci, başımı sallıyarak: — Artık ihtiyarladı. Mey - dandan çekilmeli... Dedi. Yani şunu demek istemişti: — Madralıyı sen, ihtiyar ol- masa yenemezdin.. Hakikaten Madralıdan güreş biraz geçmişti. Hafız bu de- virde onunla Üsküpte güreş tutmustu. Hafız, Madralı ile tutmak is- tememiş fakat, Madralıyı başa çıkarmıslar ve Hafıza sürmüs- lerdi. Madralı, meşhur bas peh livanlardandır. Biz böyle tatlı tatlı konuşur- ken Cemal Bey de kahveden i- çeri girdi. Cemal Bey, uzun boy ha. altmış, altmış altı ökkalı.. adeleli, kara yavuz bıyıklı, ya- kışıklı, geniş omuzlu, elli ayaklı bir pehlivandı. Fakat başpehlivan olmakla beraber gümrükte veznedardı. Kravatlı, efendi giyimli idi Biz, Hergeleciyi söyletmek için o kadar uğraştığımız hal- de birşey söyletememistik.. hiç hasımlarını küçültmüyordu. Hasımları olan Adalılardan, Koca Yusuflardan, Büyük Ya- şavdan, Rüstemden, Katrancı - dan, Arap Saitten ilâh.. hep bir ayarda imiş gibi konuşuyor- du. Şöyle yaptım, böyle oldu, ağzından çıkmamıştı. Cemal Bey, Hergeleciyi gö - rünce gülerek ve edeble yanına geldi. Elini öptü. Hergeleci de onun alnından öptü. Şimdi sıra onların konuşma- sına gelmişti. Biz susmuştuk.. Hergeleci, söze başladı: — A be Cemal Bey.. merak ettim seni be!.. Bir aydır gel- medin bana... Hasta mıdır ne- k tılacaktır. İhtiyar kadın oğluna döne- rek: O, söyle cevap vermişti: — Her ikisi de pehlivandı. — Meselâ üstünlük itibarile.. — Sirasına göre biribirlerin - den üstündüler. Dedi, Cevat Bey (Büyük Harpte Kafkas cephesinde şehit oldu) iyi bir şair ve edip, ayni zaman da da pehlivandı) Lâfi daha zi- yade kurcaladı. Maksadı Her- gdncıyı söyletmekti: — Usta, sizin iki pehlivanla da güreşleriniz var değil mi?. — Allah aşkına oğlum diye yalvardı.. Geçen seferki gibi 'yapma.. Ne olur, her gittiğin yerden bir kart atıver! Genç kadın da, kaynanasının bu sözlerini teyit eder gibi, yal- varan bakışlarla kocasına bak- tı.. Ve genç adam, bakışlarını, karşısındaki iki kadının nem- lenmeye teşne olan gözlerinden kaydırıp, başka istikametlerde gezdirerek: Anneciğim dedi. Merak etme.. Zaten, bu seferki teftişine çok uzun sürmiyecek... — Evet, oğul... — Hangisini daha pehlivan zz — ü ğul.. ikisi pehlivandı. kshağn, h — Koca Yusufu bir gömlek yukarı tutuyorlar... Deyinçe, müşkül mevkide ka- lan Hergeleci: — Öyle derler.. Deyip lâfı kısa kesti. Halbu- ki, kendisi Adalıyı yenmiş mey dandan kaçırmış, Koca Yusuf- la on güreşten fazla güreş yap- mış., Yusufu, titizlendirmiş ve bir usta pehlivan olduğu halde ne öyle ne böyle leh ve aleyh- te konuşmadı. Ya başka bir pehlivan olmuş olsaydı. Hele, bugünkü pehli- vanlar olsa idi. Kimbilir ne ka- dar atar ve tutarlardı. Sarı Hafız, madraları Üsküp güreşinde açık düşürmüştü. Her geleci, bunu haber almış olacak «ki, Hafıza sordu: Biribirlerini kucaklıyan ka- labalık arasında, bu iki kadın da genç erkeği kucakladı.. ve Toros ekspresi Haydarpaşa ga- rından, uzun bir yolculuğa baş- lamak üzere hareket etti.. Genç müfettiş, tren gardan uzaklaşıncıya kadar kompar - timan penceresinden ayrılma- dı. - Onların sallanan mendille- rine mukabele etti.. Sonra, bir sigara yaktı ve başını, oturdu- ğu yerde geriye dayayıp göz - lerini kapadı.. Annesine, bu ihtiyar ve müş- fik kadına karşı, sonsuz bir şef- kati vardı. Karısını da seviyor- du. Fakat, buna, sevgi demek doğru olur mu?!, Öyle ya, eğer, karısına, bu genç, güzel ve bil- hassa kendisine derin bir sevgi ve şefkatle merbut ve sadık bu- lunan bu hassas kadına karşı, hakikaten bir sevgisi olsa, bu- — Madralı ile Üsküpte güreş gün, bu teftiş seyahati hikâye- sini uydurmağa lüzum hisseder TALİ YOLU Eskişehirden Geçiyor ğ 40.000 Lira 7 Temmuzda Eskişehirde Çekilecek Talih yolu 7 Temmuzda Eskişehirden geçiyor. Piyango bileti ile bu yolda siz de seyahat edebilir, gayenize erişebilirsiniz. 3 üncü çekiliş olduğu icin bu defa ikramiye- ler hem zengin hem müteaddittir. büyük ikramiyeyi kazanamazsanız 4 tane 10.000 liralık ıkra- miyelerden birisini kazanabilirsiniz. Bu defa 5.000 liralık ik- ramiyeler sekiz, 2.000 lıralık ikramiyeler altmış tanedir. Bin liralık ikramiyeler altmıştan yüz yirmiye çıkarılmıştır. Plân hakkında umumi malümat vermiş olmak icin söylı- yelim ki: Ayrıca 150 tane 500 liralık, 180 tane 250 liralık, 600 tane 100 liralık, 600 tane 50 liralık ikramiyeler (10) liralık ikramiyelerin mikdarı 3.000 dir. Ayrıca 30.000 lörder lira alacaktır. Filhakika bu defa yarım hbiletler iki, tam biletler dört liradır. Fakat buna mukabil lira yani satış hasılâtının 9o 60 şı yine ikramiye olarak dâğı- 31 dir diye yola çıktım.. Dün gece rüyamda gördüm seni.. büsbü- tün meraklandım.. Konuşma başlamıştı, Cemal Bey: — Hamdolsun usta iyim... Zahmet ettin.. kusur ettim, sa- na bir haber yollamadım, Vah, vah yoruldun.. — A be ne yorgunluk... İşte hem gezmiş oldum, hem de se- ni gördüm hamdolsun.. — Usta, sen nasılsın iyi mi- sin?. — Eh! Bir manda malağını devirecek kadar iyiyım.. seni gördüm daha iyi oldum.. Dedikten sonra, biraz dura- Jadı. Bunun üzerine Cemal Bey çırağı Hafızı göstererek: — Usta. Hafızı görme- miştin değil mi ”. — Hayır!. — Işte, Hafız bu... Diye gösterdi. Hergeleci: — Beyler tanıştırdılar... — Nasıl bir şeye benziyor mu?. — Masallah yapısı güzel... — Uğraşıyoruz işte.. — Yarın idman yapacağız, sen de bulun usta!, — Beb bu akşam döneceğim köye.. — Yoo. seni salıvermeyiz... Ne ben salıveririm, ne de bu gördüğün delikanlılar.. — Müsade et gideyim.. rahat- sızlık vermiyeyim Cemal Bey.. Deyince, biz de hep bir a- ğızdan — Usta, seni salıvermeyiz.. Bu aksam karşı karşıya bir fi- rın külbastısı yeriz. Dedik.. Bizim fırın külbastımız meş- hurdu. Tam pehlivan yemeği i- dı. Beş altı okka külbastı yap- tırır . Bakkal kâğıdının üzerine serdirir.. fırına verirdik.. Yanı- na da dört beş okka kınalıya - pıncak üzümü de aldık mı ta- mamdı keyfimız.. (Arkası var) Bır Milli Eğer - (40.000) — Jliralık vardır. 720.000 Şansınızı tecrübe etmeği unutmayınız. miydi?.. Demek, onu sovmiyor, fakat acıyordu... Ah şu insan - lar, kendi en başta olduğu hal- de, ne riyakâr mahlüklardı!. Tren Pendiğe yaklaşırken, yerinden kalktı.. ve pencereden denizi ve yeşil zeytinlikleri sey re daldı.. Artık, onları unut - muştu. Fikrınde başka bir ha- yal ve kalbinde başka bir heye- can vardı. Toros ekspresi, Pendik istas- yonunda homurdanarak durdu.. Genç adam trenden indi.. ve kalabalıkta kendisine yaklaşan genç bir kadına, güzel sevgili- sine sokuldu. Toros ekspresi birkaç dakika sonra yolculuğuna devam eder- ken, bir takside, teftiş seyaha- tine çıkmak üzere bir saat ev- vel Haydarpaşadan ailesinden ayrılmış bulunan genç müfettiş sevgilisile birlikte Kadıköyüne yaklaşıyordu!.. ... Teftiş seyahati hikâyesi, bu defa da, genç adamın ailesinden kolaylıkla uzaklaşabilmesine ve sevgilisile birlikte on beş yirmi gün başbaşa kalabilmesine yar- dım etmişti.. Bir haftadanberi Büyükada- nın otellerinden birinde kalıyor- lar ve emsalsiz bir aşk yaşıyor- lardı.. Bir gün, bir sabah gezintisin- San'at ve edebiyat (Baş tarafı 3 üncü sayfada) haftada bir hikâye yazsan gene | yetişemezsin. Tercümelere itina- ya da lüzum görmezler. Floberi tercüme ile Nat Pinkertonu tercüme arasında hiç bir fark yoktur. Sıkışınca — sahifeler atlarla, cümleleri yutarlar. kelimeleri hazfederler. Hele (adaptasyon) larda bunlara kat'iyyen ehem - Miyet verilmez. Kimin itiraza hakkı var ki? Her çıkan eseri aslile kim karşılaştıracak ? — Kaç forma etti? — Şu kadarg. — Al parasını, Şimdi bir de korsanlığa ait bir eser ısterim. — Bir hafta sonra hazırdır... Bu şerait dairesinde kalem, elbette sahibini beslemez. En yüksek müelliflerin eserlerini bir ıkı liraya elde eden sermaye dar ne için tanınmamış, ismi - şitilmemiş, eserleri pıyasada tıcari kiymet kazanmamış bir genç muharrir yetiştirmek giıbi bir. (emri hayrT) le meşgul ol- sun? Gazete ıdarehaneleri, tâbi yazıhaneleri imaret midir? ... Bizde kalemi 1le gecinen yok mudur? Bu bulunmaz hınd ku- maşı kadar (ender)dir. Dâhiler, azımüşşanlar, hattâ Mithat E- fendi gibi memleketi okumağa alıştıranlardad hangısi vardır. kı yalnız. kalemine dayanarak hayata karşı meydan okusun! Bütün tanınmış ediblerimiz, romancılarımız ha- kıki mesleklerinden hariç ola - rak mutlaka maişetlerini başka sahalarda aramağa mecbur ol- muşlardır. * Hlbuki garpte Mithat Efendi avarında velüd bir. müellifin, Hüseyin Rahmi gıbi. bir roman- cının şatoları, yatları — vardır. Bizde telifin refah temin ettiği bır tek muharrir Refik Halıttir. Fakat kalemin ona da getirdiği refah şöhretile, edebi kudretile mütenasip değildir. Eserlerinden şimdiye kadar hicbır kalem erbabına nasıp ol- mıyacak kadar kazanan Refik Halit nıhayet mütevazı asüde bır hayat sürebiliyor: o kadaz. Refik Halidin bu suretle yeti - şebilmesine ailevi vazıyetinin de çok tesiri olduğuna — şüphe yoktur. Çünkü hayat sartları onu bir de maişet kaygusile uğrasmağa merbur etmemişti. Burada bir sual daha tevec - cüh ediyor: Kalem, hiçde mi sahibinı bes: lemiyor? Bu kadar gazetelerde çalışanlar var. Onlar, gazetecidir. Gazete - nin en fazla teknik kısmıle meş- gul olurlar. Vaktile gazetelerin ruhu mesabesinde olan sekreter lerin ayrıca tahriri bir kiymet- leri de vardı. Şimdi bu da an - cak bir ikı sekretere inhisar e- diyor. Üst tarafı mesleklerinin çizdiği çerçeveden harice çıkmı- yorlar. Onunla iktita ediyorlar. Bu itibarla edebiyatımız bu şe- rait dairesinde kısır kalmağa - maalesef - mahküm , olacaktır. Türkiye beyneimilel tabul edi- len (tehif hakkı) kananuna da- hil değildir. Hükümet bu kay- di tesbit etmekle şüphe yok ki şairlerimiz, | DÜNY imanın tSg — HMA BÜĞE daha battı Münakalât müdürüne verdiğim | talımat da şu merkezde idi: “Çanakkaleye üç piyade li- vasile 1000 kışilik yeni bir tak- viye kıt'asının beygirleri ve teç- hizatile nakledileceği size ış’ıı'W olunmuştu. Bu kuvvet ayın en çok 17 sinde gönderilecektir. Bu maksatla diğer gemilerden bDüş ka Akıtanya ve Moritanya ge- mileri kullarılabilir. Tam bir fırkalık topçu ve diğer teçhi - zat ilk adımda. yani Çanakka- leden ilk gelen aakliye gemile - rile gönderilmelidir “Diğer taraftan Akdenizde, Çanakkaleye diğer bir fırkanın | nakli wap eden bütün nakliye| gennleri toplanmalıdar. Bu ge- miler en geç 30 mayısa kadar toplanmış olmalıdır.., 12 Mayıs gecesi Goölyat harp gemisi Çanakkalede bir Türk torpito mühribi tarafından tor pilleniniş ve batırılmıştı. Bu hâdıse Lord Fischer'ı Çuen E- hzabeth gemisini Canakkale - den geri cekmeğe sevketti 14 pusluk - toplarla mücehhez iki monrtör sımdı hazırdı ve bün- lara ıstınat ederek bahriye bi- cıncı lordu ile şöyle bir anlaş - ma yaptık: Eğe — bu iki — monitör - ler diğer moantörler Dun- âsarını kayıtsız ve sartsız bir sucette atmak imkânını temin miştir. Fakat bunun bu dere- ce kayıtsız bır surette yapılma- sı görülüyor ki başka türlü mahzurlar doğuruyor. Bunun önüne geçebilmek ıçın garp e- serlerinden edilen Matbuat Cemiyeti bir. kaymet takdır ve tesbit etmeli, müterci- me verilecek ücretten başka & sere takdir edilen bu meblâğ Basım birliğinin kasasına gir - meli, Belki bu suretle bizde ka- lem hakkı biraz yükseltilmiş eserleri tahrıp edilen müclif - lerm de biraz hakkı gözetilmiş olur. Benim aklıma gelen bu dur. Genc kalemlerin yetişebilme- lerini büyük bir alâka ile dü - şünmeğe mecburuz. Onların e- serlerini mezat malı fiatların - dan kurtarınak lâzımdır. Kalem, ne kadar ince de olsa dayanılacak sağlam bir mütte- ka vazifesini görmeğe başlarsa edebiyat kefesi de o kadar kıy- metli eserlerle dolar. Yoksa bu şerait içinde ediplik angaryacı- lktan başka hiçbir şey değil- dir! . memlekete kucak kucak garp ||:_Bir teftiş seyahati hikâyesi Yazan. Burnan Çölok —— den otele dönmüşlerdi.. gle yemeklerini, otelim lokantasın- da yiyeceklerdi. Kapıdan g- rerlerken genç adaın, birdenbi- re irkildi.. ve karşıki masalar- dan birinde, arkası dönük bir erkekle karşısında — oturmakta olan bir genç kadına, daha dik- katlice baktı; önce yanıldığını zannetti.. Fakat hayıe yanıluf. yordu.. Bu, bir öcel lokantasın- da yabancı bir erkekle birlikte yemek yiyen bu kadın, karısı 1- di!., Demek oluyordu ki, sevgi ve sadakatine inandığı bu ka- dın, yalnızlığından istifade e derek, kendisine ihanet ediyor- du. Bu, ne alçaklıktı?!, Bu #a- dın hiç düşünmeden, tereddüt etmieden kocasının şerefini a- yakları altına alıyordu. Şimdi, ne yapması lâzımdı?!. O sırada sevgilisinin merakla: — Ne oluyorsun Şadi? diye, sormasından istifadeyi kaçır- madı.,. ve: — Haydi dedi, bugün de ye- meğimizi yukarda yiyelim! de- di. Ve onu, kolundan sürüklerce- Bine dışarıya çıkardı.. Odaları- na çıktıkları zaman, başı ateş- ler içinde yanıyor ve ıstrabın, bütün kesafetile ruhunu sarma- ğa başladığını duyuyordu. Hâ- disenin fecaatini düşündükçe, UTT T ÜNT ADEELT LARSEa ni DRKE * tercümelere ' ULUNAY &a nirsi şeyişleyip oüyüyor, mev- cut şartlar içinde, hiçbir şey yopunamış olmaktan mütevel- hit bi Dazapla kıvranıyordu.. Hev şeye cağmen, onu, karısını itham ediyordu, Bu sefil kadı « aa DU çirkin ve şerefsiz hares ketini, kin ve aefretle düşünür- ken, Ölene, kaybolana ve elden kaçırılana karşı, mevcut olup da, evvelce hissedilemiyen asil ve esaslı bir luvyunun ve müt- hiş bir kiskançlığın, mevcudiys- tini süratle sarmış olduğunu hisseder gıbı oluyordu... Ve #uu, hev şeye cağmen bugün, daha çok sevmekte olduğunun ük defa farkma vararak, böyle kö- tü ve küçük bir tâdiseye, ken- disinin sebebiyet rermiş olduğu na gedamet 2diyerdu. Genç kadın, sevilisinde bir - denbire vücut hulan bu durgun- sine karşı bu alâ- şkalığından evvelâ hayre- üş, “oDra, “başım ağrı- yor!,, kabilinden bir cevapla tatmin — »lunur — görünmüştü.. Fakat genç adam, beyni yanan, benliğini kudurtan duygu ve düşünezlerinin humması içinde bulunmaktan bir türlü kurtula- mayordu. Bir ara, sevgilisinden müsa- ade istiyerek dışarıya — çıktı.. Merdivenleri süratle indi.. Göz- lerine siyah camlı gözlüğünü A HARBİ | (YENİ SABAH) IN BÜYÜK SİYASİ TEFRİKASi l Çanakk;e önünde çeliğe karşı aama ae zaferi can safından iki kruvazör ve diğer bazı harp gemileri gönde- rilecek olursa Çuen Elizabeth geri çekilebilirdi. Ben buna ra- zı olunca lord geniş bir nefes aldı ve âdeta bana minnettar oldu. Biz şimdi onunla biribiri- müize karşı çok acı bir mevkide | bulunuyorduk. Bahriye birinci lordu neye mal olursa olsun za- yiatın önüne geçmek ve Geli - bolu havalisinden çekilmek isti- yordu. Bana gelince ben kendimi yalnız kamatim icabı değil, ayni zamanda bir şeref ve haysiyet meselesi olarak başlanan hare- kâta devamı etmek, bütün şid- detile devam etmek, orada harp eden orduya elimizde bulunan bütün yardımı yapmak mecbu- riyetinde görüyorum. Amirallıkta kıyamet koptu | Şimdi bu fena haberleri lord Kicnere bildirmek lâzımdı. 13 Mayıs akşamı amirallık daire- sindeki bir içtimaa gelmesini rica ettim. Geldi ve içtima ma- sasının etrafına oturduk. Lord Kiçner benim solumda idi; Lort Fischer ise sağımda. Bu toplantıda yüksek rütbe - den bircok zabitler de vardı. Lord Kiçner amirallığın GÇuen Elizabeth'i Çanakkale önünden geri çekmek niyetinde olduğunu anlar anlamaz müthiş bir hid- dete tutuldu. Fena zamanlarda bile muhafaza etmek itiyadında olduğu sükündan onda eser kal- Madı. Bu kararın, en buhranlı za- manda orduyu tek başına bı - rakmak olduğunu ileri sürerek şiddetle protesto ediyordu. Di- ger taraftan Lord Fischer de korkunç bir hal almıştı: “Çuen Elizabeh, Büyük Bri- tanyaya dönecektir. Ya hemen dönecek, yahut kendisi, ya- ni Lord Fischer derhal amiral- hği terkedecek. Eğer o dakikada biz bu iki büyük şefi becayiş ettirseydik, yani meselâ Lord Kiçnere ami- rallık işlerini, Lord Fischere de acele takviye göndermek üzere harbiye nezaretini vermiş ol - saydık, ikisi de pek memnun o- lurlar, her şey halledilirdi.Fakat böyle bir hal sureti elimizde de- gildi. Ben bahriye birinci lordu ile yaptığım anlaşmaya sadık kaldım ve harbiye nazırına bü- yük kruvazör yerine gönderile- cek monitörlerin orduya icap eden kat'i yardımı yabvacakları- nı ve bu suretle bahriyemizin daha az tehlikeye maruz bulu- nacağını izaha calıştım. Çanak- kale sularına gönderilen ve gön derilecek olan harp gemilerini birer birer sayarak en kat'i sanla, orduya yapılan yardı- mın fevkalâde müessir olduğu- ğunu ve olacağını anlattım. (Sonu: sahife 6, Sütun 1 de) tektıktan sonra, lokantaya doğ- ru ilerledi.. O, kapıya yaklaşır- ken, onların öteki kapıdan dı- şarı çıktıklarını gördü.. ve o anda, bedbahtlığının azametile titremekten kendini alamadı... Garsonla konuştu.. ve onların da, iki gündenberi ayni otelin müşterilerinden olduklarını öğ- rendi.. âdeta çıldıracaktı.. Birdenbire kararını verdi.. bir hamlede, onların bulundu ğu kata çıktı.. ne yapacaktı?, Bunu düşünmüyor, düsünemi yordu.. şuuru durmuş, idrâki işlemez olmuştu.. Kapıyı çaldı.. ve genç adam kapıyı açan küçük ve sevimli kız çocuğuna şöyle bir göz atıp, hızla içeriye girdi.. Çocuk, bu münasebetsiz misafirin bu ga- rip hareketini, nedense hiç tu- haf bulmadı.. ve arkasından ya- vaşça kapıyı kapadı. Genç müfettiş salona girdiği vakit; karısile birlikte diğer bir kadının koltuklarda otur - makta, genç ve güzel bir erke - ğin - ki bu adam, biraz evvel karısının yanında gördüğü er- kekti - odanın ortasında dolaş- makta ve arkası dönük ikinci bir erkeğin de pencereden dı- şarıyı seyretmekte olduğunu gördü.. Biran tereddüt etti.. Bu- na, karısının, kendini merak ve sükünetle süzen bakışlarile ha- reketlerinde hiçbir hayret alâ - meti sezmemiş olması sebebi - yet vermişti... Genç adam, hâdiselerin ma - hiyetini tahlile çalışırken, dışa- (Sonu sayfa 8 sütun 1 de)