21 MART 1591t HMIRMMİ% wYazan* Eski Dahılıye Nazırı Reşit Rey Konsolos Rumların tecavüzatına nihayet verilmesini istiyordu — SÜ — Jandarma kumandanı da! tupta Güstav Hazreti haricinde bir kabri denilen mahallin bir hafta külse dahil ve bölük askerle beraber kâfi dercede jandarma kuvveti de bulunduğuna göre iki | tarafın yekdiğere muhacemesi-| ne imkân bırakılmazsa da me- selenin esasen hal şekli müşkül ve jandarma hayetince hodbe-! hot karar ittihazı gayri kabil olduğunu bildirmek için bana jandarma binbaşısını - gönder- Miş. Beytüllahm müdüründen de » mealde bir telgraf aldım. Alel- | acele yola çıktım. Sabahın saat | dörtlerinde Beytüllâhme gel - dim. Evvelâ kilisedeki halkı dı - garı çıkarttım. Sonra Lâtin ra- hiplerinin ne istediklerini sor - dum. “Rum Patriği veya maka- mına kaim olan piskopos kilise çevresini son defa devrettikten | sonra âyin bitmiş demek olaca- | ğından artık Rum papasının tek rar “mağaretülmedh,, in (Grot te de la nativitö) (1) içinden| geçerek Lâtinler kapısından çık Maya hakkı yoktur.,, dediler. Rumlar da bittabi hilâfını iddia ettiler. Bu türlü ihtilâflar da bitaraf kalmaları mümkün olmıyan di- ğer cemaatların şehadetlerinden istifade edilemiyordu. Rum pa-| pası da mağaranın içinde Lâ - tin kapısı önünde yalnız başına | bekliyor; girdiği kapıdan çık - mak istemiyordu. Bu mağara - dan Lâtin manastırına ayrı bir| Fol olduğunu da öğrendim. Bu| İgin bir an evvel bitirilmesi lâ - yamdı; çünkü o yoldan gelecek Lâtin papasları tarafından ma-| Rus papasına bir teca- yüz vukubulursa uzun ve vahim bir mesele tevlid edebilirdi. O sırada Mösyö Viyet yanıma | geldi. Lâtinlerin hakkı olduğuna | dair uzun bir hitabeye girişmek | istedi. Dedim ki: — Hangi tarafın haklı oldu - ğunu gu anda tayın etmek müm kün değil, Rum reisi ruhanisini dört saattan beri mağarada kal-| mış olan Rum papasının bu ka- pıdan çıkması âyinin son halkası | olduğunu iddia ediyor. Hüküme- ti seniye Türkiye dahilinde res - men tanınmış olan mezahip er- babının serbestçe icrayı âyin et | melerini zumnen mütekeffil ol -| duğundan kanuna muvafık ola -| rak başlamış, bulunan bir âyini | ruhaniyi nâtamam bırakamam. | Hükümetin bu himayeti resmen tanınmış olan bütün mezahip hakkında seyyanen caridir. Mösyö Viyet cevaben: — Benim vazifem de bu mua- meleyi protesto etmeği istilzam eder. “Deyince” iatediğiniz gibi ha- rekette muhtarsınız, dedim. Bu- nun üzerine burada kapı önünde | gifahi bir protesto yapacağını | söyledi. Serbest olduğunu tekrar ettim. Rumlar tarafından Lâtin- lerin hukukuna tecavüz edilmiş olması şayani teesstif olduğuna | dair bir kaç kelime söyledi. Za - ten jandarma muhafazası altın- da olan kapıyı açtırdım. Papas © kapıdan çıktı, mesele de bitti. | Bu sureti tesviyenin Kudüs ku- | yudundaki tâbiri “tahteddava,, dır ki nev'ima “klâse,, demek olur. 1' Kiliseler ruhabini arasında zuhur eden ihtilâfları halletmek | için Kudüs mutassarıfı olan a- dam ekseriya bir sureti tesviye| bulmak mevkündedir. Ufak te -| fek ihtilâflar ise kesirülvukudur. | Bidayeten bulduğum tarzı tes - viyeyi, meselâ Rumların mem- nunen kabul edip Lâtinlerin hoş görmiyeceklerini — zannederken hakikat tamamiyle maküs zu -| hur eder, beni hayrete düşürür- dü. Bir kaç vak raştırdım. Ma ayı dikkatle a- | siyetin noktai azar mübay en hasıl ol duğumu anladım. Ondan sonra kilise ehlinin noktai nazarına gö- re düşünmeği öğrendim; iş ko- laylaştı. | Yaz aylarını Kudüs civarında Katamon denilen bir köşkte ge-| çirirdik. Yattığım oda köşkün bahçesinde araba yolu üzerinde idi. Sabahın ikisinde araba gü - rültüsü ile uyandım. Büyük bir zarf getirdiler; içinde Fransa konsolosu lan — yazılmış resmi ve husu tezkere var- dı. Güstavın konsolosa gönder- miş olduğu bir mektup ta resmt | tezkereye leffedilmişti. Bu mek- | | (1) Bu mağara huıristiyan iti- | kadınca Hazreti Meryemin Haz| reti İsayı tevlid ettiği mahal - gir. | deki Rum rahiplerin reisi olan | tindeki odasına girdim; vâkıayı tekrar ettirdim. Kilisedeki Lâtin | na sordum; İsanın müddetle tanzimi nöbeti Lâ - tin cemaatında olduğu — halde Rumların — bir âyinde bu tanzif hizmetini de yaparak Lü- tinlerin hukukuna tecavüze cü- ret etmelerinden şikâyet ediyor; ve iki cemaat kilisede birbirine karşı toplanmakta olup büyük bir cidal vuküiyle kilise dahilin- de kan dökülmesi içtinabı na - kabil bir hale geldiğini beyan e- derek sözünü “bu htlin mesuli- yeti size racidir; konsolos efen- di. Müncünizin mezarı mevzuu - bahis olduğunu unutmayınız” cümlei tehdidiyesiyle bitiriyor - du. Konsolos bana- yazdığı resmi tezkı le Küstodun mektubunu leffettiğini ve münderecatına nazaran meselenin mühim ol - duğunu — söyliyerek Rumların tecavüzatına nihayet verilme - sini, bu tecavüze karşı lâzım ge- len muamelenin ifasını ve iki cemaat arasında cidâl vukuuna mâni tedabirin ittihazını rica ediyordu. Hususi tezkeresinde ise va- kitsiz tasdiinden mMmahcup ise de Küstodun mektubundaki li - sana göre hakle vehamet meş- hut olduğundan sür'ati temin için gönderdiği arabaya raki - ben kıliseye gelmemi ve kendi - sinir. de hanr bulunması — için muvasalatıraı bildirmemi arzu ediyoscu. Tanzif mezelesinin bu kadar gürültüye tahammülü yoksa da iki tarafın kilisede toplanması ağır neticeler tevlit edebilece - ğinden hemen Kudüse mütevec- cihen hareket ettim. Oturdu - ğum Katamondan bir çeyrek saatta — şehrin methali olan “Babülamud” a geldim. Maiye - timdeki jandarma çavuşunu ki- liseye bir bölük asker yollaması için kumandana göndereceğim sırada karşıma çıkan polis dev- riyesine: — Lâtinlerle Rumların kili- sede izdihamını Fransa konso - losu bildirdi: siz niçin haber vermediniz Orada o kadar halk birikmiş, siz niçin uzak - larda dolaşıyorsunuz? Diye tevbih ettim. Polis me- muru: — Şimdi kiliseden geliyoruz. İçinde dua eden bir kaç kadın - dan başka kimse yok. | Deyince asker istemekten sar © fınazar ederek kiliseye doğru yokuştan indim. Çavuşu da Fransa konsolosunu davete gön derdim, Hakikaten — kilise — dahilinde toplanmış kimse yoktu. Kilise - Eftimyosun medhalin sağ cihe- sordum, Rahip Eftimyos dedi ki | — Biz kudas âyini icra et -' mek üzere bermutat tür- benin içine girmiştik. — Yi- ne bermutat mukaddes kabrin kapak taşı üstündeki mum le - kelerini, tozları - temizliyor - duk. Dışarıdan bunu gören bir Lâtin rahibi yagaraya başladı. Öteki rahipler koşuştular. Mü - nasebetsiz bir vak'a hâdis ol - mamak için âyini yaparak çekildik. Başka bir yey bilmiyorum. (Ğ O sırada konsolos ta gel -| di. Eftimyosa verdiği cevabı rahiplerine riyaset eden papası bulunduğumuz odaya davet et- gğ tim, iki rahiple beraber geldi. Vâkıanın sureti cereyanını —©- — Mukaddes kabrin bu haf-| ta müddetince tanzifi nöbeti bizde idi. Böyle olduğu halde Rumlar Kudas için içeri girdik- leri zaman bu vazifeyi bizden nez'etmeğe kıyam - ettiler; hu - kukumuza — taarruz ettiler. hale tahammül edemeyiz. Hu - kukumuzun teminini isteriz. Dedi. Rahip Eftimyosa tevec |Ğ cüh ederek: Dedim. Eftimyos — Kudas â zerine vaz'ı lâzım kaddes eşyayı © evvel taş Üzerin: dir. Bunun haricinde hiç bir şey yapmadık. Dedi. Lâtin rahibi Bir yiyip, halimize muhtasarca ' Bu $ — Siz ne diyorsunuz? | | yininde kabrin ü- 4 len mu - İ € kalmış olan $ mum Jekesi ve toz gibi şeyleri temizlemek ötedenberi âdetimiz Vö (Arkan var) ERARRELUFA Her —— Sabah v bin şükredelim Fransada benzin yoksulluğu otomobili, otobüsü; kömür azlı- ğı da tali derecede ehemmiyetli eyalet şimendiferlerini - öldür- dükten sonra kasabalarla köyler arasında muvasala temini için (dilijans) denilen beygirle çe- kilir, iki katlı ve bir nevi om- nibüs bozması olan kârı kadim posta arabaları meydana çıkmış, | hattâ bu Nuh'u Nebiden kalma | dede yadigârlarını süren araba- cılar bir asır evvelki eski elbise- lerini giyiyorlarmış... * İşte bu eski ve üç çeyrek asır- dan beri tarihe. karışmış - olan | atlı posta arabalarının Fransa yollarında yeniden görülmeğe başlamaları isbat ediyor ki ihti- yaç karşısında ameli ve realist bir millet kendini yese kaptır-| maz, beyhude üzülmek ve dö- vünmekle vakit geçirmez, bel- ki icap eden tedbirlere baş vu- rur. Filvaki ihtiyaç karşısında Fransızlar garajlarda uyuyan taksilerle bhususi arabalarının karşısında yumruk sıkacakları-| na, büyük garlarının sundurma-| ları altında ocakları — sönmüş| tekerlekleri paslanmış lokomo - tiflerin hüzünlü manzaralarına | âhüvahlarla mersiyeler okuya- caklarına pratik insanlar gibi kapıları örümcek ağları bağla- mış eski araba ahırlarına koş- muşlar, belki de müzelere baş vurmuşlar, © köhne, hantal posta arabalarına beygirleri koşmuşlar vs kapıp koyvermiş- ler.. Halis kalrve bulunmuyor diye dünyayı kendine zehir eden tir- yaki, hususi otomobili kullana- medığı için hayattan artık lez- zet alamadığını iddia eden asıl- zade mukallidi, — hilesiz Skoç kumaşı ele geçiremedim diye sokağa çıkmaya utandığını söy- liyen züppe türedi Fransız yol- larında görülmeğe - başlıyan 19 uncu asırdan arta kalmış posta arabasını, o iki katlı ve hantal şeklile, kârı kadim clbiseli ara- bacısile gözlerinin önüne getirip hallerine şükretmelidirler. Vâkıa bizler Pransızlar gibi harbe girmiş değiliz ve nihayet bitaraf bir memleketin evlâtları yız amma Avrupadaki harp yü- zünden cenub! Amerikadaki fab- rikaların yedek parca noksanı yüzünden — faaliyetlerini — tatil Mecburiyetinde kaldıkları göz önünde bulundurulacak olursa, halimize bir değil bin şükret - meliyiz. A. C. SARAÇOĞLU YENİ SADAR MAT KETSR TTT DAT M Tn L TTT TTT T Ömz ğ A S ormmasmumun. Yabancı dillerde yazılmış bazı edebi eserlerin Türk diline çe- virtmesi hakkında bir takım ten- kitler yapıldı; lâkin ne yakız ki “gu kelime veya cümle yanlış- tır; hayır değildir” gibi bir in- | cir çekirdeğini doldurmıyan şah- si münakaşalar arasında, asıl bü yük meseleye, hiç kimse yanaş - Madı bile; ve diyebilirim ki bu dedikodular, tercüme meselesi - ni bir “chaos” karışıklık ve be-| lirsizlik haline soktu. Bugünkü medeniyet — âlemini teşkil eden Avrupalı ve Ameri- kalı mi'letlerin. hej den.birisinin yeni bir ilim veya sanat eseri meydana getirdiğini görünce, onu hemen kendı dil- lerine tercüme ederler. Medeni milletler arasında medeniyet or- taklığının bir sebebi de budur. Biz ki, modern ve üstün bir mil- let olmak idealini taşiyoruz; ye- ni ve eski bütün medeniyet eser- lerini bellemek ve kurcalamak mecburiyetindeyiz. Şu halde, ter cüme işi, bizim için, başlı başı- na bir Medeniyet meselesidir. Şimdi bu, meseleyi ikiye ayı- mıyorum: 1 cüme edeceğiz? 2 — Doğru bir tercümenin ilmi şartları ne - dir? Birinci mesele mevzuumuzun haricinde olduğu için, şimdilik | yalnız ikincisini tetkik edece - Tercümeden, umum! bir şe - kilde, bahsedenler oldu; lâkin bu, tercümeye neden ihtiyaç gö- rüldüğünün sebebini bilmemeğe muadildir; çünkü tercüme edil- mesi lâzimgelen eserler; ya il- midirler, veyahut ta güzel sanat- lara taallük ederler; ve böyle iki ayrı ve hattâ aykırı sınıfa giren eserlerin tercüme şartları da o- na göre değişir. İşte bu farkı| gözetmesini bilmiyen kimsele- rin sözleri de birbirini tutmaz, ve kıymetsiz olur. Görülüyor ki her şeyden ev- vel bir “tasnif” meselesiyle kar- şılaşıyoruz. Böyle bir tasnif ise, insanım bilgisini toptan tetkik eden felsefenin salâhiyeti dahi- lindedir: Bütün felsefe kitapları, ve hattâ Avrupanm orta mek- teplerinde okunan felsefe hü - lâsaları, meşhur filozofların bil- gi nazariyelerinden ve - ilimlerin tasnifinden bahsederler. Bu tasnifler arasında Durk - heim'in ustası olan “A. Comte” un, ilimler arasında psikoloiive yer vermiyen, sakat bir tasnifi Vvardır. “H. Spencer” inkini de Tetkik ve içlerin -| | Hangi eserleri ter | “ tahi TERCÜMENİ! İ 0 İLM Yazan: Haşim Nahit Er - bil SAT pek benzemezler, ve nihayet “Amp&r” in tasnifini izah eder- ler Bu adam, ilmin mevzuunu ikiye ayırıyor: 1i — Madde dünyası, 2 — Ma- nevi dünya. Bunların karşılığı olan ilim - kümeleri 1 — ' “ÇCosmologigue” müteallik ilimler, 2 — kâinata “Noolo - gigue” insan zekâsını tetkik e-| den ilimler. Bunların birimcisi, 4 sınıf ilim doğuruyor: Metamatik ilimler, fizik ilimler, tabii ilimi tabbi ilimler. İkincisi de şunları meydana getiriyor: —“Dialeg - matigue” düşünce ve heyecanla- rımızi ifade için kullandığımız “signe” zu ittihaz eden ilimler, etnogra - fik, politik ilimler, ve felsefe.. Şimdi ilk taksimle ikiye ay - rılan ilim mevzularına göre ben de tercüme işini ikiye bölüyo - rüum: 1 — Madde ilimlerine ait eser ler, 2 — Maneviyata ait eser - ler. İlmi eserler 1 — Maddeyi tetkik eden ilim- lerin tercüme gartları, az çok | birbirine benzerler, bu şartları, bunlardan — bir ikisine tatbik ediyorum: a) Hendese veya kimya hak- kında yabancı bir dilde yazıl - mış bir kitabı Türkçeye çevir - menin birinci şartı, bu işi yapan kimsenin bu ilimlerle uğraşmış olmasıdır, uğraşmayı da ilmi kavrayıp anlamak kabiliyeti ma- nasında alıyorum; bir ilmi ka ramak ise, bir kelime ve lisan işinden daha çok üstündür, en doğru - tâbiriyle bu, bir idrâk, ımlamak işidir. Lisanı bile “pensse” insanın idrâk, düşün- mek kı.buıyvtl yaratmıştır. Fran ilmış bir hendese kita - iphesizdir ki, Fransızla - rın çoğu, ve Almanca - yazılmış bir kimya kitabını da, Alman - ların çoğu anlayamazlar; hal - buki bir Türk mühendisi, ve bir Türk kimyacısı bunların her i- kisini de pek iyi anlıyabilir. Şu halde maddi bir ilme taallük e- | den yabancı bir eseri, ancak o 2 ve 3ilk teşrin arasında 18 saat müddetle, Dünkerki ziya - ret etmek üzere amirallıktan gaybubet etmek istedim, Dün- kerkteki bahri tesisatı görecek ve Fransız generali Jorf'un istediği bazı servisleri ziya- ret edecektim. Beklenmeyen darbe 2 ilk teşrin gecesi saat on birde trenle Duvr'e doğru Lon- dradan yirmi mil açılmış idik ki içinde bulunduğum - hus tren birdenbire durdu ve ha - ber vermeksizin Viktorya ga - rına döndü. Oraya varınca Kariton Gar- dende beni Lord Kiçnerin bek - lediğini haber verdiler. Gece yarısından pek az evvel orada Lord Kiçneri, hariciye nazırı Grey'i, bahriye birinci lordunu, hariciye nezaretinden Sir Ti - rel'i buldum. Bana Belçikadaki sefirimiz - den ve Anversten alınan telgra- fı gösterdiler: “Hükümet şehri terk etmeğe ve Ostanda çekilmeğe karar vermiştir. Bu karar kralın hu- zuru ile ve harp meclisi âlisi tarafından ittihaz olunmuştur. Kral ordu ile birlikte, ilk hatlar- dan başlıyarak sahili de muha- faza etmek üzere Gand istika - metinde geri çekilecek ve muh- temel olarak müttefik orduları ile iş birliği yapmak istiyecek - tir. Kraliçe de gidecektir. Şeh- rin 5, 6 gün daha mukavemet edebileceği umuluyor. Fakat bükümetle kralın hareketinden sonra mukavemetin bu kadar devam edebileceği de pek az Ü- mit edilebilir. “Bugün öğleden sonra bir - den bire alınan bu karar git - tikçe vehamet kesbeden vazi - yetin icabatındandır. Ben baş- vekili ve hariciye nazırını gör - düm, Onlar hükümetin ve or - dunun esir düşmesi tehlikesi karşısında başka bir karar it © tihazı imkânı olmadığını söy lediler.” DUNYA HAR (YENİ SABAH)IN BÜYÜK SİYASİ TEFRİ :ASI ] Acaba hangi hâdise? Bu haberi alarak yarım saat- tanberi münakaşa eden arka - daşlarımın yeis içinde oldukla - rını görüyordum. Vaziyetin bu kadar âni değişmesi hiç de bek- lenmiyen bir şeydi. Anvers gibi büyük bir istihkâmın, üç müs- tahkem hattı ile, su tertibatı ile, civarındaki Alınan kıtala - rına muadil bütün Belçika kuv vetleri tarafından müdafaa edil. diği halde kırk sekiz saat için- de sukut etmesi hepimize hem çok müthiş, he anlaşılmaz bir şey gibi görünüyordu. Hem de bu hâdise, tam hazırlıkların Fransada olduğu gibi, İngiltere- de de tamamlanmak üzere oldu ğu, şehre yardımın - gönderil - mesi tamamlandığı ve mühim, taze kuvvetlerin Manşın her ikl sahilinde de emre amade bu - lunduğu, Kiçnerin - telgrafına general Jofr'un cevap vermiye vakıt bulamadığı bir sırada kr- Şımıza çıkıyordu. ) A şu bir kaç saa bu derece ümitsiz gösteren ne gibi bir hâdise cereyan etmişti? Son aldığımız telgraf şu mealde idi “Gece vaziyet değişmemiş tir. Almanlar yeniden bir te - rakki kaydedememişlerdir. Al- manların dehşetli zayiata u radıkları söyleniyor. Bel ların maneviyatları yük g Ve Sen Katerin istihkâmı civarında bir mukabil taarruz yapmak üzeredirler.” Halbuki bundan on saat ra g('lrn mesaj bize şehrin der- de âkidir: | işaretler, yani lisan ve | sanat eserlerini kendisine mev- | iller 3 ŞARTLARI | ilmin mütehassısı tercüme wıı—l bilir. | b) Söylediğim ilimlerin bah-| settikleri “Madde,, tabiat sahâ- sında mevcut olup ta insanin hayati ihtiyaç ve — menfaatleri i ir a ası varsa, bunun mutlaka bir ismi de vardır; çünkü maddenin ve ihtiyacın | Yarlığı, ismi meydona getirir; isim, maddeyi yaratmaz: (Türk şimendifer mühendislerinin an- lattıklarına göre biz de şimen- diferciliğe ait bir. çok tâbirler ve ıstılahlar meydana gelmiş-| tir; her âletim, ve her harek tin bir kelimesi vardır. Bunlar | arasında “cer,, gibi pek çirkin | kelimeler varsa da bu, işçiler -| den ziyade, münevverlerin ese- ridir; ve işçilerin kelimeleri da- ha türkçedir.) Bu da gösteri - yor ki maddeye olan ihtiyaç, o- Nüun ismini yaratmış, başka bir tâbir ile, şimendifercilik, bizde bir şimendiferci “Langage,, leh- Çesi, meydana getirmiştir. Netice gu oluyor: Tercüme edilen bir eserdeki yeni bir mad de veya fikirin Türkçe karşılı- ı yoksa, ya Türk mütehassıs- | larının sözü üzerine ona Türk- | çe bir ad koymalı, ve yahud o- | nu ifade eden yabancı kelime | nin, Yunanca ve Lâtince aslına | uygün olanını kabul etmelidir. Bunun ikisinin ortası yoktur. İşte bu iki esas fikir, madde | ile uğraşan bütün ilimlere tat-| bik edilince, tercüme güclüğü ortadan kalkar, Şunu da kay -| dedeyim ki, halkın konuştuğu ka; hususi bir ilme ait maddeye isim takmak, yine başkadır. l Türk doktorlarının kullandık - | ları bir çok hastalık ve ilâç isim leri, ve tıbbi ıstılahlar, ihtisas sahasına taallük ettikleri için halkı alâkadar etmez, halkın | benimsediği kelimeler anladığı | şeylerdir. Edebi eserler: 2 — Şimdi “Noologle” nin doğurduğu ilimlere geçiyorum. | | Bu ilimler mevzularından bizde €en çok olanı, “edebiyat” tır.| Edebi eserlerin tercümesi, hu'w kere “forme” şekil bakımından, | dil meselelerine dayanır. Dün -| | yada bir çok diller var; lâkin | bu ayrı dillerin hepsinin teşek- kül ve ifade tarzları az çok bir- birlerine benzerler: İnsan her yerde, duygularını ve mücer - ret fikirlerini, maddi timsalls-. (Sonu sayfa 6, sütun 1 de) | lisanda kelime icat etmek baş-' ""Yu Lüks (!) kaşer peyniri kalktı ——— F yat Mürakabe Kamisyo nunun dünkü toplantı- sında verilen kararlar müiğdnük ; Fiyat mürakabe koraisyoni dün mutat toplantılarından bi-, rini daha yapmıştır. Bu toplantı. da komisyon ruznamede mev- cut meselelerden başka — lüksg peynir işi ile de meşgul olmuş-, tur. Komisyon, vekâletin sordi ğu sual üzerine lüks peynir ni tetkik etmiş ve bu kararm. kaldırılmasına karar vermiştir. Ancak bazı bakkalların, komizs- yon tarafından verilen karar| üzerine dükkânlarına lüks (!) kaşer peyniri aldıkları anlaşıl - mıştır. Bu bakkallara ellerinde- ki stoku bitirinciye kadar lüks peynir satmak hususunda mü- saade verilmiştir. Bu müsaade || ayın 26 sına kadar cari olacak- tır. Bundan başka komisyon a- yakkabı işiyle de meşgul olmuş- tur. Komisyon, ayakkabı me- selesinde kat'i bir karara var- mak üzere tetkikatı — gelecek celseye bırakmıştır. POLISLE Bir hamal diğerini yaraladı Bandırmadan — gelmiş “olan | Trakvapurundan eşyaları — Ha- mallara tevzi etmekte olan sa- lon hamalı Abdullah seyyar, hamal Aliye mal vermediğinden | dolayı kavga etmişler ve Ali bıçakla Abdullahı sağ kalçasın- dan ağır surette yaralamıştır. Yaralı Beyoğlu hastahanesi- ne kaldırılmış ve suçlu Ali ya- kalanmıştır. 5İ Bir sucuk imalâthanesi yanıyordu Dün 12.30 Beyoğlunda Dudu- odaları sokağında 17 numarada Kostantinin sucuük imalâthane- si bacası tutuşmuş. ufak bir kı- sım yandıktan sonra itfaiye ta- rafından söndürülmüşztür. bi: —- nanın 10.000 liraya sigortalı ol- duğu anlaşılmış ve tahkikata başlanmıştır. telgrafta, kendisine verilen ve Anverse dair olan talimatı ye- Tine getirmeden evvel Fransız hariciye nezaretinden bir mek- tup aldığını bildiriyordu. Fran- sızlar bu mektupta mümkün olan en kısa zamanda topçu ve süvarisiyle iki fırkanın istih - kâmı müdafaa için Ostanda gönderileceğini bildiriyorlar - —— Yazan: ı V. Çorç kutun mubhakkak olduğunu bil- diriyor.. Gelecek seneler zarfında bu mMüthiş devrin ilk takallüslerine göz atanlar, topladıkları tec - rübelere istinaden yapılan ve yapılmamış olanlar. hakkında fetanetle hüküm verebilecek - lerdir. Hiç bir şey yapmamış olanlar daima en iyi delillere sahiptir- ler. Fakat o gece Harbiye nazırı Lord Kiçnerin riyasetinde top- lanan bu küçük grup, belli baş bir sebep olmaksızın Anversin terk edilmemesi vazifesini yük- lenmek mecburiyetinde ve şehri kurtaracak imkânları bulmak vaziyetinde idiler. Mukavemet ediniz Barern l min o dilmemesi hususunda şiddet - le ısrar ettim. Müttefikan şu telgrafı Belçika kumandanına göndermiye verdik: sadaki harp bir netice temin edinciye kadar An- versin müdafaasındaki ehem - miyet yeni bir hamle yapmamı- zı icabettiriyor. Size başlıca or- dudan yardım göndereceğiz ve eğer mümkün olursa buradan da takviye kuvvetleri çıkaraca- ğız. Buna intizaren yarın bir piyade kuvveti, müdnfaaya ye- tişmek üzere karaya çıkarıla - caktır. Mukavemette devam et- meniz hususunu ısrarla isteriz. Bir kaç gün içinde her şey de- ğişebilir. Belçika hükümetinin de harekâta devam etmek üze- re ordu ile birlikte kalmıya im- kân bulacağını ümit ederiz.” Diğer taraftan ittihaz ettiği karara rağmen ve oradaki va- ziyete tamamiyle vâkıf olma- dan Belçika hükümetini muka- vemette tazyik etmek, sonra onların imdadıma gidecek kuv - vetlerin âkıbetini de düşünme - den harbe sürmek pek kat'i ve sıkışık zamanlarda büyük tehli- keler arzedebilirdi. Şimdi biz şu müşkül şıklar - dan birini tercih etmek mecbu- riyetinde idik: Ya gayet geniş ehemmiyet- te kararları acele ve eksik ma- lümat ile ittihaz etmeli idik, yahud Anversin mukavemet et- meden sukutuna razı olmalı i- dik. Bu vaziyeti gözden geçirin- ce, içimizden umumi vaziyete vâkıf olan birinin hemen An- verse gidip yapılması icap e - denleri tayin etmesi -takarrür etti. Ben zaten ertesi sabah Dünkerke gideceğim için bu iş de bana havale olundu. Lord Kiçner benim gitmemi giddetle arzu ettiğini söylüyor- du. Bahriye birinci lordu, be - nim bulunmadığım zaman filo- nun mesuliyetini tek başına ü- zerine aldı. Gece yarısından kı di bi lar mi rı iki ğ sonra saat bir buçuk vardı. Der hal gara gittim, beni bekliyen trene binerek Duvr'a doğru yo- çi kil la çıktım. Hareketimden bir aç dakika evvel Lord Kiçner n tariiyle Bordoda- ki tngııız sefirine çektiğimiz tel- almıştı. Sefir bu di! t dı. Bu yardımı büyük bir hareketle vaziyeti islâh etmek ümidine halel gel- meksizin yapacaktı. Bu ümit de şu idi cenahında yapacakları - müş- terek hareketle Anvers önün- ta mecbur etmek; bu suretle çusu ve süvarisiyle bir fırka değil, teyit ediyordu. Sefirimiz, Fran- sız hükümetinin Anversteki a- teşemilite ğanı bildiriyor. Bu raporlarda deniliyormuş ki: la beraber, hakikaten kötü de telâkki harici hatta yaptıkları taar - ruzlarda son derece ağır zayi - ata maruz kaldılar. Bu taarruz- manların kuvvetleri büyük ol- sara kuvvetine sahip oldukla - Edvard Grey tarafından Bel - bahı Belçikaya varacağım bil- Fransa daha Tİngiliz, Fransız ve Belçika uvvetlerinin, Jofr ordusu sol le harp eden Almanları ric'a - u şehre nefes aldırmak, Lağvedilen kararlar Fransa hâriciye nezareti, top- ikt fırka gönderileceğini inden raporlar aldı- “Askeri vaziyet iyi olmamak- olunamaz. —Almanlar r mütevali değildi. Bu da Al- adığını, mahdud bir muha- nı, Anvers önündeki ordunun i kolordudan fazla olmadı - nı gösterir.” O gece hariciye nazırı Sir ika hükümetine bir telgraf çe- lmiş, benim 3 ilk teşrin sa - rilmişti. Bu telgrafta şu sa- rlarda vardı: (Arkası var)