30 Ocak 1941 Tarihli Vatan Gazetesi Sayfa 3

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e VATAN — 80.1-941 SİYASİ İCMAL T RRERAR Metaksas'ın Ölümü Yazan: Vahdet GÜLTEKİN Ü ost ve müttefik Yunanis- tanın büyük Başvcjıılg General Metaksas'ın ölümünü dün öğleden sonra haber ılîirk— Bu acı haberin Türkiyede müte- essir etmediği bir tek k"işi olma- dığına kanüz. Bu teecssür ya'l düşmanı ile kahramanca müca- dele eden Yunanistanın başın” daki en kuvvetli bir hükümet K damnının eksilmesinden ileri ge'- miyor. General Metaksas, Ydu_ nanistana millt birlik kazandi- ran, ona Avrupanın en karışık bir zamanında muntazarı bir hü- viyet ve isabetli bir istikamet veren adam değildi. O, aynı z8- manda, kuvveti hak tanıyıp Si- nıflara saldırmayı kanun ın:âı: bir istilâcı zihniyetine karsl. K istiklâl ıışkınl;ı_ı ati milli şuuru olan bir m& kuwîıli fakat gasıp bir d'evîiete karşı çarpışabilceğini ilân eden bir kahramandı. Zaaflarına Ve cesaretsizliklerine kurban zıde!ıl memleketlerin ekseriyet te a ettiği 1940 Avnıpııı_nda ©. Kı': tanı ile beraber, milli şeref abi- desi olarak ortaya çıkıyondu. K 'la be Yunanistanın, Metaksas la raber, çok büyük bir warlık kay- ğ ye 6 da gelmektedir. 4 ağustos 193 e 4 a geldiği zaman, hükümetin başın: bie bengiklıik Yunanlıların büyük şefi, bu | karışıklık içinden, millete kuv- vet verecek unsurları -toparla- masını, adeta bir tek darbede bütün memlekete düzen verme- sini bilmişti. Metaksas'ın teşkil ettiği hükümet, kurduğu — idare Yunanistanın milli hüviyetine ta- mamile uygundu ve bunun için kısa bir zamanda memlekette benimsendi. General Metaksas bütün Yunanlılar tınfınd.ı!ı en sevgili bir şahıs olarak seviliyor- du. Bunun içindir ki _müuv:ffı hükümet reisinin yerine geçen yeni Başvekil Korizisi'nin idaresi altında da Ydunamılanıen illt mücadelesine devam e î—ğiınim ve girdiği zafer yolunda ilerleyerek, Avnıpu_dı cereıy_'.ın etmekte olan hürriyet - zulüm muharebesinde davayı lı.umye_ş tarafına kazandıracak bir ami olmaktan geri kalmayacağın! umuyoruz. 1 . Çinede 1marFaaliyet Çine (Hususi — Çine köyler birlikleri, köylerin imarı Ve köy ka- nununun tatbikından çok iyi netice- ler almışlardır. Kaza dahilinde bulu- nan beş birlik, programlarını tama- men tatbika muvaffak olmuşlar Ve ve arabala- bu arada otomobil, rm geçmelerine müsait 80 kilomet- relik bir yol açmışlardır. Maarif işlerine de fazla ehem- Miyet verilmiş, üç eğitmen okulu Açılmıştır. Bu yıl yedi mektep daha açılacak, eskilerden bir kısmı tamir &dilecek ve bu suretle kazamız On iki mektep daha kazanmış olacaktır. Hazırlanan programlarda sağlık me- Mürtarı, ebelikler Ihdası, Ütü maki- neleri mübayaası ve köylerin ağaç- landırılması, fidanlıklar tesisi de bu- D Grupunun Resim Sergisinde Bir Dolaşma L D Grupuna Galiba Rakip Bir Grup Çıkmak Üzere Bulunugor V HADİSELERİN PEŞİNDE _ .er-..-. Graçyaninin İdbarı Bugün insanların haksızlığına | hakkiyle küsecek bir adam varsa o da Mareşal Graçyani'dir. İtal. /yan Mareşalı, dünyada çölü en Iyi tanıyan ve çöl harp usullerini Len iyı bilen iki adamdan biri diye tanınmıştır. ki diğeri bugünlerde Yunanistani ziyaret etmekte bu- lunan General Wavel'dir. Graçyani, vaktile Habeşistan- da ağır bir vazifeyi iyi başanmış- tır. Harpten sonra bir Habeş fe- dayisi kendisini ağır surette yara. lamış, Mareşal ölüm tehlikesi ge- çinmiştir. İyileştikten sonra da kendisini hiç bir zaman toplama- mıştır. Afrika harbini hasta yata- ğından idare etmiştir. Ol:duııuımn ke , 3 ni r Yazan : Neriman Hikmet «D>» grupunun resim sergisini ge- ziyorum. Duvarları süsleyen bu mo- dern sanat nümuüneleri birer yeni buluş, yeni görüş, yeni teknik ifa- deleriydi. Ben hepsine ayrı ayîı bir şey sezmek ve duymak için bir se- yirci açık kalpliliğiyle bakıyorum. Denildiği gibi umumiyetle resim- münevver, bir evvelki münevverin tuttuğu şeyi tutar, yani hangi sanat moda ise onun peşindedir. Halbuki münevver olmıyan halk kendi hisle- rinin tesirindedir. O icabımda moda ile çok iyi alay etmesini bilir. — Size göre halk ressamı nasıl olur? lerde klasisme — dönüş N O eski karmakarışıklıklar yok. Bun- — halk diye bir zümre olamaz. Yalnız sanatkârm iyi olması di larda v bir rüşe; hali var. uşziî"(ıînlversitali kızla tablolar hak- kında konuşuyorduk. — Hangisini beğendiniz?.. diye sorunca — duruyor. Ne söyliyeceğini bir halle: h-ı-&::::nm ki.. diyor. Hiçbirini birbirinden ayırt edemiyorum. Sanki bu tabloların hepsine bir ressamın fırçası deymiş. Doğrusu — bunlarda şahsiyet ve küdret ayırmak güç!.. Sanki hepsini başka başka mevzular da bir ressam yapmış gibi geliyor riyor. Yâlnız Elif Naci'nin tablola- fı daha çok beliriyor. Genç kızdan ayrılıyorum. Bu defa yanıma bir genç yaklaşıp önümde al soruyor. — Fena değil...- İçlerinde güzel — Ben pek birşey görmüyorum. — Fakat?... — Evet, amma bugün bizim yap- mak istediğimiz sanat bu değil. «D» grupu kendileri için, dostları için eser veriyorlar. Bu memlekette yapı- lacak hakiki sanatı bu uğurdaki işle- ri kavrıyamıyorlar. — Biz ressam mısınız? — Evet. — «D» grupundan fikrinizce en muvafık ressam kimdir? — Bedri Rahmi, Abidin Dino... «€D> grupunun biricik kadın res- samı Bayan İren Eyüpoğlu ile dola- şıyoruz. Bu ince sanatkâr kadmı onların arasında bulmak bana tatlı bir gurur verdi. Onun kara kalemle, boya ile yapılmış resimlerindeki ka- |biliyet, erkek arkadaşlarından hiç aşağı değil... Hattâ biraz da bir faz- lalık olarak kendinden bir hususiyet bana. Hem bunlar yarım kalmış, da- karıştırmış. Abidin Dinonun yağlı ha işlenmesi icap ediyor zannını ve- boya portresini göstererek; — Bundaki mâüânayı ben kavrıyo- rında his kuvvetli, diğerlerinde mev- / rTum.... diye ona sörüyorum. Bu renk- Zu var. Abidin Dinoda ise fikir tara-|ler, gölgeler ilk bakışta bana bir şey vermiyor. — Modern sanatta her şeyden ev- vel teknik vardır. Biz desene ehem- miyet veririz, Tenklerin imtizacı,, — Nn.»sıl buldunuz? diye bana su- | karekteristik çizgiler ön plândadır. — His ve fikir? de açıkça anlatmıştır. Bugün de ağır hasta olduğu söyleniyor. Ne çare ki totaliter rejimlerin hafıza- sı yoktur. Bugün baş üstünde taşıdıkları adamı yarın yerin di- bine geçirebilirler. Graçyani, to- taliter rejimlerde idbarın ne de- mek olduğunu pek acı bir şekilde öğrenmiş oluyor. Viyananın Meşhur İzgilizce Hocası Bir vakitler Viyana rad di Tarihte bir devir oldu ki kah- ramanların dünyaya yaydığı ha- biden bikan i ik llisini daima mucizelerde buldu. Ve mucizelerin bollaştığı, kahraman- lığın efsâne sayıldığı bir devir ol- du ki i i vasıta edinenlerin saçtığı harabi karşısında insanlık bir türlü doğmayan yahut doğuş. ları geciken kahramanların hasre. tini duydu, Bu ikinci devir, ulaştığı mede- niyetin yüksekliğine baktıkça gu- ruru artan, vahşet ve cehalet devri sayılan ilk ve orta çağların iyLkence ve azaplarından artık Hirekli İmuş olduğ 3 nan insanlığa ilk ve orta çağları aratacak derecede feci hâdiseler yarattı. Medeniyetin en yüksek abidelerini kunduğu gün, insan- hık, en bayağı vahşetin tankları ile ezildi., banbaları ile parçalan- dı. Öyle bir haile başladı ki me- deni dünya, çakıltaşlı balta gün- lerinin vahşetini, tarihinin en bü- yük talü, en ilâhi sulh ve en is- tikrarlı saadet devresi sayarak hasretle anar gibi oldu. İnsanlığa böyle bir daiâlet mukadder ola- bilir miydi? Hayır! Beşer, asla böyle gaddar bir akıbete mah- küm edilmiş olamazdı, En az gfili asırdanberi çektiği sayısız felâketlerden sonra, birbi- rinden korkunç tufanlardan, sik- Mak Kalm adında bir İskoçyalı ingilizce ders verirmiş, Mak Kaln, bütün İskoçyalılar gibi tu- haflıktan anlar bir adammış. Vi- yanalıların kendilerine mahsus o. lan hoş ruhlarına da iyice sokul- masının yolunu bulmuş. Viyana- hlar, bu ingilizce hacasına bayıl- mışlar, sesi de pek tatlı ve güzel imiş. 65 yaşında olduğunu bilmi- yen bir çok Viyanalı kızlar, in- gilizce hocasının sesine âşık olarak ona sayısız sevda mektupları yaz- mışlar. îşte bu hoca geçen gün İngilte- reden Viyanalılara yeni bir ingi- lizce dersi vermiştir. Kendini Vi- |yanalılara tanıttıktan sonra de- miştir ki: — Size üç ingilizce cümle öğ- reteceğim. Benimle kelime kelime tekrarlayınız. Mak Kalm'in Vayana şivesile b — Bunlar bizde bu söy- Tediklerimden Sonra gelir.. esasta in- şaya bakarız. His, fikir bunun için- |de erir, dalima bunu göstermemiye çalışıyoruz. Herhalde bütün karışıklık da bu- radan geliyordu. coşturarak konuşturmak istiyorum: — Haberiniz var mı? Size karşı yeni bir grup teşekkül etmekte... Si- zi y — Hangi grupa — Hiçbir grupa!.. Hayretle yüzüne bakıyorum: — Demek, diyorum siz bir sanat anarşistisiniz.. Z İçindeki zengin âlemi bana gös- termek istiyen bir gülümseyişle yü- züme bakıyor, maksadını anlatmıya çnlışıu'ak: — Yok, diyor, biz de başka bir grup teşkil edeceğiz. Akademiden mezun olan diğer genç ressamlar var. Ben geçen sene mezün oldum. Benim gibi diğer arkadaşlar, duydü. uz yeni ve hakiki sanat heye- canlarımızı yepyeni bir hamle ile or- koyacağız. — Neden siz de onlarla beraber ıyorsunuz ? çaıfm çıymku onları beğenmiyoruz. — Biz ne yapmak istiyorsunuz? Bizim gayemiz halkla doğrudan do;myn temas etmek, ona güzeli, iyiyi tanıtmak ile... ! — Onlar sizi an Kki?.. — Halk resi nayı hiçbir. zaman işi Avrupadaki gibi yücude getirerek yapac bir mesele V bir müddet fena de İ bir müddet yadırgar. 1ıyabilkcekler mi j sini anlar, fe- ge Iî,mu. Biz bu 1 seyyar sergiler ağız. Yalnız ; Halkım zeyki uzun a ile işlenirse iyi Şeyi Esasen yarı Kızacak sanıyordum. Fakat sakin bir tavırla: — Mümkün... diyor. — Onlara bu fırsatı verecek mi- siniz? — Tabii... Her bir hamleden sonra vücut bulan yeni yeni zekülar, kıbl-_ liyetler vardır. Bu böyle olmamış ol- saydı medeniyet dururdu. Modern re- sim bizde 1924 de Avrupadan dönen- lerle başlar. Onlar gelip müstakil ressamlar grupunu teşkil ettiler. Eskilerden Aayrılarak yeni bir şey bulduklarını söyliyerek eserler ver- diler, ler ise «D> grupunu vücüde getirdi- ler. Bunlar modern resme «fazla ile- ri gidiş> cereyanını verdiler. İşte D grupunun dedikodusu buradan baş- lar, Amma iki senedenberi bizde geri değil, klâsiğe doğru bir gidiş var. Bu gidiş bizim araştırmalarımızm bir neticesidir. Buna karar vermiş böy- € Bir aralık yine bu grup ressamla- rından Salih Orallı yanımda idi. Onu | Fakat 1932 de Avrupadan dönen- | söylediği cümleler şunlardır: «Ben Avusturyalıyım. Viyana benim kendi evimdir. Ben |nazileri sevmem.» Dinleyenlerin anlattığına göre İngilterenin şimdiye kadar yaptığı len güzel propaganda bu bir bu- çuk dakikalık ingilizce ders imiş. Mak Kalm, kendisini senelerce Viyanalıların mahbubu yapan bü. tün tuhaflıklarını ve inceliklerini bir buçuk dakikalık | ltonlardan ve sOnra, sayısız harplerden, katliâmlardan, ıkılhk'ıırdın ve ihtilâllerden son. ra nihayet zekâsının en feyizli zirvesine varabilmiş olan insanlı- ğa elbette artık bambaşka bir tali mukadderdi. Elbette artık yer- vüzü istikrarlı bir sulha kavu- şacaktı. İnsanlar, bugünlerinden ve yarınlarından emin bir cemi- yet kuracaklardı. En imkânsız sa. yılanları mümkün kılan insan ze- kâsı, im sayılması için hiç bir sebep tasavvur edilemiyecek olan böyle bir hedefe elbette ula. şacaktı. Fakat şiddeti ve küstahlığı hergün bir kat daha artan teca- vüz zihniyetinin ve kollektif sui- kast sürülerinin karşısında insan- lar bu asil hedeflerine hangi yol- dan gidebileceklerdi. ve toprak- ları böyle güzel bir tali ile yeşe- ren bir cennetin kapıları kendi- lerine nasıl açılacaktı? İşte modern zulüm ve vahşet devrinde bu intizar merhalesine vardığı zaman, felâkete her uğra. yışında mutlaka bir veya bir kaç kurtarıcı bulması ezelin tak- diri olan insanlık, dünyanın dört bir tarafında birer ikişer kurtarı- cı belirdiğini gördü.. Bunlardan biri, şu anda dünyanın her tarafı- | ni bir mateme garketmiş olan ı M V| 'ur sokmuş. BUGÜNKÜ PROGRAM 8.00 Program, 8.03 Ajans haberle- ri, 818 Hafif program (Pl.), 8.45/ 9.00 Ev kadmı - Konuşma çocuğun idaresi). 12.30 Program, 12.33 Fasıl heyeti, 12.50 Ajans haberleri, 13.05 Karışık şarkılar, 138.20/14.00 Karışık prog- ram (PL). 18.00 Program, 18.08 Radyo caz 1840 Şarkı, türkü ve 1915 19.80 Ajans haberleri, 19.45 Radyo incesaz heyeti, 20115 Radyo gazetesi, 20.45 Keman sololar, 21.00 Müzik: Dinle- yici istekleri, 21,30 Kı 21.45 (Hasta |orkestrası, Dün kısa bir Atina haberinin, bir anda, şimşek gibi, yayılması ile başlayan bu matem, hiç şüp- hesiz Yunanistandan sonra ve de. recesi asla Yunanistanda oldu- ğundan az olmamak üzere Türki. yede hissedilmiştir. Zira General Metaksas'ın ölümü ile Türkiye; bir numaralı müttefiki Yunanis- tanın bu buhranlı devresinde ne büyük bir şef kaybetmiş olduğunu bilmektedir. Zira Türk milleti, dostu, kom- şusu ve kardeşi Elen milletinin Metaksas adlı çocuğunu kaybet- vurulmuş olduğunu anlayan mil- lettir, - Zira Türk milleti İyoniyen ada. larının çocuğu Metaksas'ın şah- sında, Tü_rkâye. Başvekil S. E. Radyo orkestrası, 22.30 Ajans ha- berleri, 2245 Cazband (Pl.), 28.25/ 23.80 Kapanış. le hareket etmiş hükmü ortada yoktur. Bu buluş daha doğ- ru bir sevki tabil ile izah edilebilir. Gençlerin böyle her üç senede bir grup teşkil etmeleri bir şey ifade etmez. Onlar daha yükselsinler, biz- den üstün olsunlar, biz de bunu isti- yoruz. Biz memlekette bu sanat yo- lunun bir basamağı halindeyiz. On- lar bizi basıp geçsinler. buna mü- saade ederiz. Sade güzel Metaksas'ın şahsında ve Türk or. dusu General Metaksas'ın şahsin- da ne büyük, ne hayirhah bir dost, ne asil, ne dürüst bir müt- tefik ve ne samimi ve merd bir Ç | g! b şeyler yapmalarını bekleriz... tmiş olduğunu bil- mektedir. Yavaş yavaş sergiyi kalabalık bir| — Bense, şu anda şahsan, ayrıca, seyirci akını doldurup ya |onu olan, iyi ş olan, başlıyor. gayri: bu politika ve askerlik simasının yüzler, tabloların önünde durup yan- larmdakilere fikir beyan ederek çe- kilip gidiyorlar. Ben de aralarına katıldım. ne mümtaz bir münevver ve mü- tefekkir olduğunu ne sempatik insan ve ne zeki bir insan oldu- ğunu yakından görmek ve anla- Musevcira Yunaa Başvekili Gen t Ni Nazif Dost METAKSAS Tarihe Girerken... fal DF SAZAN Nizameddin NAZİF tiram merasimi biter bitmez, muhterem — Metaksas'ın Amiral Şükrü Okan'a söylediği bu sözler- den anladım: — Aiziz Amiralım, bu gen- ce elbiselerini kurutmak imkânımı mak fırsatlarına nail olmuş bulu- nan insanların yeis ve azabını da, izhar etmekte olduğumuz milli ve müşterek teessüre katarak duy- maktayım. * Ölü Başvekil Metaksas'ı, ilk defa, donanmamızın Malta'yı zi- yaretini mütecakıp — Yunanistanı resmen ziyaret ettiği günlerde, verirseniz çok memnun olurum. Bir dakika sonra Amiralın bir emri ile aziz arkadaşım Ruhi De. velioğlunun kamarasında bu im- kânı bulduğ şimdi tle hatırlarım. Hiç şüpthresiz, rahmetli General söylememiş olsaydı da, Türk ge- misindekiler bir «yarı mağruks u andıran bana yardımdan çekin- klerdi. Fakat — gözlükleri Faleron li görmüş Faleron, o gün, Yunanistan: büyük bir bayramını yaşıyor, vi sulara yasl ş olan Yavuz'la Averof'un, Türk ve Yu- nan denizaltı ve destroyerlerinin da, Faleron iskelesini şü leyen Türk ve Yunan bayrakları gururla sallanıyordu. Birden, Pire asfaltından süratle gelen üç dört otomobilin plâj önünde durduğu ve bunların birinden çıkan kısa boylu, tıknazca bir zatın, şiddeti gittikçe artan rüzgârdan koruna- rak geniş adimlarla iskelede iler- lediği görüldü. Yanıbaşımda du- ran Yunan muharrirlerinden meş- hur Laskaris'e sordum: Bu kim? | — Başvekil... -dedi- Amiralın ziyaretini iade için Yavuza gide- cek galiba... Fakat hava o kadar ysert ki... Hava hakikaten pek sertti ve sertleştikçe sertleşiyordu. Körfez- de demirli harp gemilerinin göv- delerini yalayarak gelen dalgalar birbirinin sırtından aşarak, birbi- rile çarpışıp azarak iskeleye çar- pıyor ve köpüklü serpintiler yüz- lerimizi kamçılıyordu. | — General pek neşeliydi. Önünde derin bir ihtiramla eğilen başları, silindirini kibar bir kavrayışla çı- kararak selâmladı; sonra ancak sportmen bir gençten, yahut pek pişkin bir gemiciden umulacak bir lâkaydi ile basamaklarını dalga- ların yaladığı dik bir merdiven- den çeviklikle indi. Coşkun de- | nizde bir fındık kabuğu gibi sal- | lanan ve dalgaların sırtında üç metre yükselip çekilen sularla bir- likte iskele sathından iki metre a- | şağıya inen kanobot'a bir an bak. tı. Böyle havalarda en tecrübeli denizcilerden pek azının başara- bileceği bir ustalıkla bacaklarını gerip kanobotun minimini güver- tesine tabanlarından yapışmış gibi 'dcniz yüzbaşısının kendisine yar- Ldun için uzanan beyaz eldivenli elini görmemezliğe geldi, buranda körüğün altındaki kanapeler ara- I ıırdından. koskoca körüğün arka- sından, o kadar dalga arasında beyni sayısız devlet işlerile meş- gul bir Başvekil Metaksas'ın bu dikkati, hayatımın güzel hatıraları arasında ebediyen mümtaz — bir mevkie sahip olacaktır. Onunla ikinci defa olarak kar- şılaşmak şerefine, Hariciye Neza- retindeki çalışma odasında nail oldum. Bana elini uzatırken yü- zünde ne masum bir tebessüm vardı! Koskoca Başvekil, bir mektep arkadaşının başından gü- lünç bir vaka geçmiş bir çocuğu andırıyordu: — Oh mösyö Tepeleni! Pek dikkatsizlik ediyorsunuz. Sizden evvel motöre bindiğimi gördünüz. Böyle havalarda benim oturdu- ğum yerde oturulur. Neye — inat ettiniz de motörün baştarafında ve açıkta bulunmayı tercih etti: niz? Yoksa benim bir motörün neresinde oturulacağını bilmedi- ğimi mi sandınız? Ve o gün bana cidden ir tah ül gö bi takip eden suallerime cevap ver- mek için Yunan milletine pek faydalı olan saatlerinden tam iki- sini harcamıştı. büyük Bu tarihten sonra General Me- taksas tarafından daha iki defa Atinada, bir defa İstanbulda, bir . defa Ankaradan dönerken hususi vagonunda, bir defa da Ata- türkün cenaze merasimi günlerin- de Ankarada görmüştüm, Kanla- rımız o kadar isiınmışti ki karşıla- şınca o muhterem Başvekilin yü- zünde derhal o sırsıklam — oldu- ğum günkü tebessüm belirir, ye- şil gözlerinde o masum çocuk ses vinci ışıldar ve General yük: sek sesle şöyle derdi: — Artık beyanatta bulunabi- lirim. Zira beni seven — gazeteci miş olmakla ne elim bir tarzda duran büyük üniformalı Yunan | gelmiştir. Onu sevmiyen gazeteciye ben memleketindeki eski azılı muha- lifleri a da bile rasl Ve söylemeliyim ki Atatürkün ta- dımi sına bir zıplayışta atladı. Sadık | butu başında bir Türk kadar te- * yaveri ile kâtibi bin müşkülâtla | ona ulaşırlarken ben de motörün önüne atlamak hatasında bulun- dum. Sanmıştım ki o bu halin farkın- da değildir. Beni nereden göre- bilecekti? A: da kosk bir buranda körük vardı. Fakat böy- le bir havada motörün burnunda ve açıkta denize açılmakla ne bü- yük bir hatada bulunduğ sır- miz ve sıcak gözyaşı döken insan- ların ilki Yunan milletinin bu asil Metaksas'ı olmuştur. Türk milleti, bunu insanlık ta- ı, rihi huzurunda bu büyük insani tezkiye için bundan başka bu de- recede mühim bir ikinci sebebe malik olduğunu da bilmektedir: Metaksas, büyük bir psikolog olan, insan tanımakta ve insan kteki kudreti herkesçe ma- sıklam bir duş yaparak nasıl an- ladımsa az sonra motör Yavuza yaklaşınca, kendisine yapılan ih- lüm olan Milli Şefimiz İnönünün dostu olmak saadetine de ulaş: miş bir ölmezdir. lunmaktadır. YE NG İHİKÂ MEHMETÇİK A koyu bir O gece gükyüzü öyle ir te- Mavilikle kaplı, kocaman erlek olan îy öyle kızıldı Meydanı baştanbaşa örten irikintilerine bulanmış gP4 zik nsana toprağın altından £ Yor hissini veren iniltiler ya:'ı: Yavaş seyreliyor, kınnhkff yeKlEİ Üste yığılan insan tümsekleri birer birer dalmi uykularına dalıyorlar- *i Burası bir meydandı. Yaşayan- ki şer yeri.. ? an | raklara serilen yiğ n ko: ŞKI ö ü fazla anlaştık- ||5'1“ Oıenı“k[în::!ukhn bir mah- Jarı, en son konuştu” l i.. Şimdi önümde İ iğitlerin bâraı ev- ökreyişlerini seyrede ca birg:ekhir var. Öyle ıımyoıı:::'l ki bu şanlı zaferler yşlnı’ıvon”lenı alnız bu şerefe © 'çm:dır Here aittir. Bu du;un:l:ıy :,,ııım. velki simsiz bir zafer uğruna verenlere gıpta ediyorum... Birdenbire yanıbaşımdan — ge- len bir hışırtı ile döndüm. Biraz ileride kara bir gölge ellerile top- rağa sarılıyor, bu tarafa gelmeğe çalışıyordu. Yanına doğru gide- rek eğildim. Yüzünün bütün bir yanı parçalanmış, içinden kemik- leri görünürcesine açılmıştı. Ba- şımı biraz daha yaklaştırınca sağ omuzunda da yarası olduğunu farkettim. İleride elektrik fener- lerile yaralıları toplayan sıhhiye neferlerini çağırmak için doğrul- dum. Fakat o belki son bir gay- Dur yüzbaşım! Parmakları cansız bir hareketle ceketinin cebine girdi. Sonra kö- |şeleri sırma ile işlenmiş bir çevre çıkardı. Yarası derin değildi ama bütün bunları büyük bir kuvvet |d sarfederek yapıyordu. | — Yüzbaşım, dedi, ben ölü- yom gayri. Bir yolun düşerse Pı- narlı köyünde Hacı Muhtargilin Esmaya bunu iletiver,, Nefesi biter gibi durdu. Gözle- rini kapadı. Sonra birdenbire doğ rularak: — Durmuş Mehmet gönderdi sana de. Ama sakın öldüğümü söyleme. Sustuğu zaman ay ışığının do- nukluğunda yüzünün sarardığını, ıbu»run deliklerinin sık sık — açılıp kapandığını farkettim. — Merak etme Mehinet, de- " - e öndi Şimdi h irim. ). ci h Ati Başını sert bir hareketle salla- LÜ — Sakın ha yüzbaşım, dedi, ilişme bana ölüme bu kadar yak- laştım, koyuver de güle güle gi- dem. — Neden Esmayı bir daha gör mek istemez misin ? — Ben ölmek istiyom gayri, diye söylendi. Sonra kelimelerin üstünde dura dura kısık bir ses- ile: — Esmayı çoban Aliye satmış- lar, senin anlayacağın evermişler, dedi, Yerimden kalkıp has'-ne çadı- rına doğru yürürken bu yaralı er y uzaklaştırmanın mı doğru oldu- ğunu kestiremiyordum. Bir — za- man öylece kaldım, sonra bir kaç sıhhiye neferi göndererek getirt- tim. Sedyenin üstünden bir aralık beni görünce göz bebeklerinin derinliğinde saklayamadığı — bir kinle yüzüme baktı. Aradan on beş gün geçmişti. Tabur kumandanile beraber geri siperlerde iki gün evvelki taarruz- da ölenlerin künyesini çıkarıyor, yaralıları işaret ediyorduk. İsim- leri okuyan idan «Durmuş Mehmet» deyince kalemi tutan parmaklarım durdu ve ağzından n Mebri stotfi Karta mi, yok, sa maddi ıztırapla l vi k ikinci kelimeyi sabırsız- — Sehitt O içimden geçenleri anlamış gibi basını iki tarafa büktü. — Hayrettir, dedi, Mehmet bu hücumda adeta intihar etti. Ka- runmak için hiç bir çareye başe — vurmadı, Bir arslan gibi dövüştü, önüne çıkanı devirdi. Hastane- den de yeni taburcu olmuştu. Bütün irademe tTağmen — par- maklarılmın titrediğini hissettim ve hâlâ ceketimin cebinde duran sir: malı çevrenin vücudümü bir ateş * rarçası gibi yaktığını — duydum. Defterime Mehmedin vatanı ve sevwisi uğruna sonsuzluğa Larışan hazin macerasını yazar'ıen gayri ihtivari şu iki kelimeyi işarat edi- yorum: «Mehmetçik askı» |dim, yaran hafif, kurtul e P lıkla bekledi Neclâ MARAŞ

Bu sayıdan diğer sayfalar: