Dayı, isyan eden Yeniçerilerin Mühim bir yekün tuttuğunu gö- rTünce, açıktan açığa itirazlar yağ» dırmaktan geri durmadı, Mustafa Pöşaniın karşısında en yaman bir Mmuarız kesildi ; y — Paşa, diyordu. Zaler iyidir, velâkin tâkat kalmadı. Tiflis'in fethi bize ne bıraktı. Orada kalan mubelızlar, belki bu kış boğazla- Bırlar, Zaferimiz, cinayet olur. Şe- ki'de ne var. Ne yapacağız? Ora- ya da girip çıkmak mı zafer, Paşa kırmıştı: — Siz asker misiniz? Harpsiz zaferlerden geri duran, harp olur- sa ne yapar. Bu diyara boyumuzu göstermeğe mi geldik. Ayıp size. Mustafa Paşa bir taraftan hid- detilenmiş, bir taraftan da coşmuş” tu, Yeniçerilere alt olduğu takâir- de hiç bir şey yapamadan dön- mekten başka çare yoktu. — Tiz atımı hazırlayın, Diye bağırdı. Birkaç dakika sonra Şark Or- dusu Kumandanı atının Üstüne kurulmuştu. Askerlerine döndü; — Allah: seven arkamdan gel- Diye bağırdıktan sonra atım nehre doğru koşturdu. Suyun ağ- zında bir daha geri dönerek bak- &:, Sonra atın: mahmuzladı. Bu hal, bir kısm Yeniçeriyi de galeyana getirmişti: — Bizi karı yerine koydu. Dur- mak gerekmez.. Diye bağıranlar, atlarına atla arak Mustafa Paşanın arkasından sürdüler. Birçok yaya da, kendini nebre atıyordu. Dayı ile İliko yanyana duruyor» lardı. Dayı: — Gördün mü arkadaş, dedi. Yeniçeriler işte böyledir. Onların bir damarı var, O damara basıldı mr ölüm bile yolu kesemez. — Biz dönelim Dayı.. Nehri ge şip ne yapacağız? Dayi başını iki tarafa “Bu im- kânsız bir teklif, der gibi salladı: — Hayır İliko, dedi, Biz de gi- deceğiz. Eğer ben böyle fırsatları nimet bilse idim, şimdi karımın, çocuklarımın arasmda bulunur- dum. — Demek karın ve çocukların var? — Vardı. Kim bilir şimdi nere- deler. Beş senedir görmedim, ser madım, — Sebep? - Çünkü Yeniçeriyim.. Yeni- çeri oldum. Nehre atılanların bağırışları boş Yuğu inletiyordu. Delice bir hare- ketten başka bir şey olmıyan bu vaziyet, seyretlerin tüylerini ür- pertirdi, Nehzi kaplayan binlerce insan, ne yaptığını bilmeden ha. reket ediyordu. Birçokları boğu- luyor, fakat kimse kimseyi kurtar mayı düşünmüyordu. — ölüyoru: — Medet ya Hıtır.. Diye feryat edenler, atların #- yaklarına sarılıyor, fakat başlatma yedikleri şiddetli yumruklar, kılıç darbeleri ile kanlar içinde sulara karışıyorlardı, Ordu efradının hemen hepsi bir- birine bakarak ileri atıldığı için nehrin içinde ancak kendilerine geliyorlardı, Fakat o vakit de iş işten geçmiş bulunuyor, can kay- gısı ile ölümle mücadele ediyorlar dı. Arkada iki kişi kalmıştı. On. lar da Dayı ile İliko idiler. Bu hâ- le bakıyorlardı. — Biz de geçeceğiz, Dayı, — Söyledim İliko.. Bu kadar yoldaştan ayrılmak kahpeliktir. Allah yardımcımız tlursa elbette selâmete varırız. — Öyle ise beraber girelim su- ya.. Birbirimizi koruyalım.. Ölür- sek ikimiz ölürüz, yaşarsak da İ- — Yaşa Iliko.. Sende de yeni. çeri ruhu var. İşte şimdi sevdim geni,, Haydi sür atını. İki arkadaş, kolayca karşı sahi-' le geçtiler. Şimdi. bağırışlar din: | mişti. Bu kabramandca harekete| kurban giden yüzlerce insan cese- di de gözden kaybolmak özere İ- di. — Çok şükür Allaha, — Bize acığı Dayı. öyle mi FIRAR Mustala Paşa ordusu Şirvan yo| luna giderken buranın Kırım as. | keri ile takviye edilmiş olan Öz- demir Osman Paşa ordusunun zaptetmiş olduğu haberi geldi. İşte o zaman, İlikonun candan arkadaşı Dayı: — Artık bize yol göründü, de-, di, İ — Ne yolu Dayı?, — Şimdi kaçabiliriz. Ne tarafa; gitmek istersin ?, Potiye mi, İstan- bula mi?.. Bu teklif İlikoyu uzun uzun dü- şündürdü. İstanbul onun işin meç- hul bir diyardı. Oraya gidince bir daha geri dönme imkânı yoktu. Elisoyu bulabilecek mi idi acaba? Bulsa ne olacaktı? Gözünün önü: ne Elisonun annesi geldi, Kanlar içinde yuvarlanan kadının vavey- : mağ, İsa Mâ: kulaklarında çınlıyordu. O, yalnız Elisoyu kurtarmak için de- gil, onu annesine getirmeğe de yemin etmişti, İstanbuldan Eliso- yu buraya getirecekti. Bunun en iyi yolu, o köye tekrar gitmek, ka. dımı bulmak, onu da İstanbula gö- türmekti, — Dayı, dedi, benim derdimin hepsini sana açayım bari. Ben yal niz Elisoyu kurtarmak istemiyo- rum, İstediğim onu annesine gö- türmektir, Bunun için yemin et- tim, — Anladım İliko, sen İstanbula anneşini de götürmek istiyorsun. Korkunç haydudun gözleri deL Muştu. Yeniçeriyi kutakladı. — Ah, Diy: dedi, ben çök gü- nah işlemiş bir insarım. Burdan sonrâ bu günahlerimm cezasını çekmemek için daima iyilik yap- mak için çalışacağım. — Ben de öyle Iliko.. Ben en büyük fenalığı kendi akrabalarıma yaptım. O vakit damarlarımda genç kan dolaşıyordu. Yaptığını bilmiyordum. İhtiyarlamayacağım, sıttım yere gelmiyetek, dünya be- nirdir sanıyordum. Şimdi ankyo- rum, ki bir köşeye çekilmek lâ. sım. Ama o köşede rahat edebil- mek için gönül hoş olmak lâzım, Şimdi bu gönül hoşluğunu temin için çalışıyorum arkadaş. İlik, candan arkadaşımın göz- lerinin içine baktı. Gözlerini kırp- madan, baktı. Sonra; Tarihten bir yaprak: mrinmanener sen ve rasan var serasemmarm esi zame yer aran saree panama MUSiKi Dünkü VAKTT'ta dört yüz musikleinin şikâyet! vardı. İş- sizlikten, yabancı rakiplerden şikâyet ediyorlardı. Eski devir. leri düşündüm, Meselâ Dördüncü Murat zamanında İstanbulda 540 mehter çalan, semtlerde de 1000, 40 zurnacı, 55 daireci, 300 ergununcu, 14 neyzen, 15 mizikacı, 10 cenkçi, 355 hanen. de, 500 eazende, 80 kemançeci, 51 saz müusikicisi, 12 çengi, 300 tamburcu, $ adet üstadı, 15 çartayan, 70 şişBaneci, 40 topuzcu, 300 çökürcü, 50 karadüzcü, 500 çonkarcı, 15 barbutçu, 100 Aflakei, 12 sundurcu. 200 şarkıcı, 100 kaba zurnacı. 80 asfı zurnacı, 55 arabi zur nası, D0 Acemi zumacı, 40 mehtabi zurnalı, 1000 tefrekği, 1 betirci, 100 dokuz delikli kavalcı, 62 Kamıştan yanyana ik düdükle. yapılan: yeli düdükçü, 59 kamame kilisesinde çali- nan arabi düdükçü, 65 Üsküpte icat edilmiş çağırtma düdük. çü, 15 Erdilde icat edilen Macar düdükçüsü, 35 mehter düdük. çüsü, 65 parça parça kamıştan yapılmış miz miz düdükçü, 75 Trabzon düdükçüsü. 35 Eyüp borucusu, 500 boynuzdan yapıl. miş derviş borusu sazendeleri, 100 Kadir hanlarının alayla. rında çaldıkları efseresbap, borucusu, 40 Alpaslanın icadı pi- rinç borucu, 10 lotorya borusu, 15 ergunun borusu, 200 ağız tambur. cusu. 300 cam dilmbelekçi, 16 çömlek dümbelekçi, dümbelekçisi, 100 kuş davulcusu, 200 çiganeci, sazcısı, 100 mezmarcı, 400 bülbül safiri çalanlar 16 Yemen 100 kliman varmış. Bun. lardan başka da bir sürü heyet halinde lerayi sanat eden çal. gıcılar... Yukarıdaki rakamları yekün etmedim. Fakat her. halde bugünkü miktardan çok-fazladır. Onların şikâyetleri yok mu idi? diye bir susl sorulursa, verilecek cevap basittir; — Hayır... Çünkü Avrupalı rakipleri yoktu. hekimle: # KIZLARI — Dayı, dedi, belki bakışlarım hâlâ vahşi ama, içim onların da rengini değiştirecek, Sana söyle- mek istediğim başka şey. Anla dım, ki sen de benim kadar, belki benden çok dertlisin. Ama gene hep bana yardımı düşünüyorsun, benim işim için yola çıkıyoruz. Sen benden ne İstiyeceksin, senin derdin nedir?.. Bunu bilmek iste- rim... Dayı gülümsedi. Istırap ve ele- iin titrettiği bu dudaklardaki gü- lümseyiş, Gürcü haydudunun bile gözlerini yaaşrtacak kadar kuv vetli idi. — Benim derdim dedi, çok ko. lay.. Akrabamdan kim sağ ise on- ları bulup araalrına girmek.. Eğer hepsi ölmüş İse, senin işini yaptı” ğım vakit içim rahatlamış olacak. İliko ilş Dayı bir daha kucak- laştılar ve atlarma atlayarak dört pala sürdüler. Her ikisi de bayatm binbir acısını görmüştü. Fakat on.| İlar, hayatla mücadeleyi bir sevk | İ haline getirmiş insanlardı. Helei *liko merhamet, sevgi, insanlık ne- dir bilmeden yaşamış, öldürmüş, yalnız bir tek şey düşünmüştü: yemek, işmek, eğlenmek ve adam öldürerek parâ kazanmak, Şimdi bütün yaptıklarına pişman olmuş- tu. Artık bir tek gilnahsız insan incitmek elinden gelmezdi. Fakat eski günlerin maceraları ile dai- ma harekete, mücadeleye, çarpış- —. alışmış söndü serre- se ei bir dövüş karşısında b rın Krah,, olabilecekti. va Dayıya gelince, o genç yaşta bir arkadaşının teşvik ve iltimast İle Yeniçeri ocağına girmişti. Babası İ Dayıyı evlendirmiş, güzel bir de İlezcağır vermişti. Fakat Dayı (Devamı var) VİVİANE ROMANCE . VAKIT ABONE TARİFESİ “emleket M Aylık 3 aylık 8 aylık 1 yılık Tarifeden OBalkss için ayda otuz kuruf Posta birliğine girmeye ayda yetmiş beşer kursf medilir, Abone kaydını bildir?” tap ve telgraf ücrete Sg parasının posla veyp Dağ yollama ücretini idare ş zerine alır. Türkiyenin her posta ne” VAKIT a abone yerd Adres değiştirme 25 kuraşter» İLÂN UCRETLİ Ticaret ünlemi satırı sondan itibares falarında 40; iç sayisi kuruş; dördüncü #99 ikinci ve üçüncüde 2: 4 4; başlık yanı kesmec$ dır. Büyük, çok devamli renkli ilân verenlere , indirmeler yapılır. Resmi N cın santim - satırı BÖ TİCANI MAHİYETTE Ol KÜÇÜK İLANLA Bir defa 30, iki dele detası 65, dört dean 7” defası 100 kuruştur. ilân verenlerin bir def vadır. Dört satırı geçe" farla satırları beş ki sap edilir, Hizmet küçük ida indirilir. Vakıt her doğrudan ya kendi idara yerinde kara caddesinde — Vekil altında KEMALEDDİN İlân Bürosu eliyle ilâ” eder. (Büronun telefon” a kupona p* tarifesi yü ALEMDAR SİNE” İKİ FİLM 1 — Şeyhin aşi 2 — Napoli york VAKIT 3. abon? . olunuğ g BIGİN SAKARYA SİNEMASINDA, Güzelliğini . Zevkini - Nefis v. Harikulâde sahnel hiç bir zaman uhutmıyacağınız en güzel Fransız Fi AŞK BAHÇELERİ! — j PİERRE RENOİR İlâveten: Çingene geceleri, Renkli, Danslı, Şarki Karamazof Kardeşler Yazan: Dostoyevski Çevirem Hakki Söba Gesgin mik * Onun bu sözleri, bize birtakım uk- revi işaretler gibi görünür, annem ©- dasına çekilerek ağlardı. Gözlerini si- Hip de yanımıza gelince; — Ağlama anneciğim, ağlama, ben daha çok yaşayacağım. Hayat öyle tatlı, öyle gözel ki... Diye teselli ederdi. — Hayatı nasıl tatlı bulabiliyorsun, ki bütün gece ciğerlerin parçalanırca- #ma öksürüyorsun, yavrum. — Zarar yok anne... Hayat bir cen- nettir, Fakat biz, onün bu kıymetini anlamak İstemeyorur. Yarın dünyanın cennetten farkı kalmıyacak, ağlama... Onun bu şözlerini şaşarak dinlerken gözlerimiz yaşarırdı. Tanıdıklar da “Geçmiş olsuna,, ge- liyorlardı. Onlara da: — Sevgili dostlar, sizin bu muhabbe tinizi kazanmak için ben, hiçbir şey yapmış değilim. Hangi değerimden ö- türü beni seviyorsunuz. Derdi, Kendisine bakan hizmetçilere İ di .. — Lütuflarınıza lâyık mıyım? Eğer Allah canımı bağışlar da kalkarsam, ben de size hizmet edeceğim. Çünkü insanların birbirlerine yardım etmeleri borçtur. — Annem, onun bu sözlerini dinler- ken başını kederle sallar ve: — Sevgili oğlum, seni höyle hasta- We söyletiyor. Dedikçe; — Biliyorum anneciğim, biliyorum.. Dünya, hizmet edenlerle, hizmet edi- lenlerin birleştikleri bir toprak parça- sıdır. Fakat ben, kendimden bahset- miştim. Şuna inanıyorum, ki biz, ber birimiz hepimiz için çalışmaya mecbu- rur. Ben, herkesten daha suçluyum. Cevabını verirdi. — Niçin sen, herkesten daha suçlu olasın yavrum? — Bu, böyledir, anneciğim, yaldız anlatmağa kudretim yok. Ona ihtiyar bir Alman doktor bakı- yordu. Her sabah daha derinleşmiş ru- hani bir aşkla titriyerek kalkıyor ve — Daha bir gün yaşayabilecek mi- yim? Diye şakalaşıyardu. — Günler, baftalar hattâ ay ve se- nelerçe yaşayacaksın. — Aylar, yıllar m:?.. Adam siz de, dünyada bir insanın bütün saadeti his. setmesi için bir tek gün yeter. Sene- lere ne lüzum var, Annem, doktoru geçirirken, merdi- ven başında onun bu sözleriyle karşı- Taşıyordu ; — Yavrunuzun kurtulması ümidi yök. Fakat şimdi de hastalık zavallının zihnine dokunuyor. Kardeşimin yattığı oda, bahçeye ba- kıyordu. Çimenler fışkırmış, kuşlar dal lara tünemişlerdi. Penceresinin altım- da oturuyorlardı. Marsel onlara da: — Kuslar, güzel kuşlar siz de beni affedin. Çünkü sizlere karşı da ben suç Yuyum, Bu sözlerin mânasını hiç birimiz an- layamıyorduk. — Evet, evet Tanrının büyüklüğü- nü, kuşları, çiçekli ağaçları, ovaları ve gökleriyle beni kuşattığı halde, ben. bütün bu yaradılış kudretine karşı bis siz kalmakla suçlu idim. Çünkü ne bunların güzelliğini seziyor, nedeo güzellikler içindeki Tanrı ululuğunu görüyordum. — Annem onu avutmak İçin; — Kendini boşuna üzüyorsun. 1 le- mediğin günahları boynuna alryotsun, Der, Marsel: — Güzel anneciğim, sen ağladığrma bakma! Bu gözyaşları, kederden de Hil sevinçtendir. Kendimi her şeye ve herkese karşı suçlu buluyorum. Onla” Ti dahâ nasıl şeveteğimi bilemiyorum. Ami, hepsi beni affedeceklerdir. İşte karşımda cenneti görüyorum. İçinde- yim bile... Gibi daha bir şeyler söyler dururdu. Fakat onları ş'»s.İi hatırlayamıyorum. Bir akşam, gün batarken onun odasına girmiştim. Günün son ışıkları ufki o- larak odaya giriyordu. Bana yaklaşma- mı İşaret ediyordu. Ellerini omuzuma koydu ve bir dakika hiçbir şey söyles meden yüzüme baktı. Sonrı — Hadi git oyna, benim için yaşa! Dedi. Çıkıp oynadım, Aradan zaman geçince, bu sözleri hatırladıkça ağlar- dım. Dâba birçok güzel şeyler söyle- mişti. Paskalyadan üç gün sonta ken- dini hiç kaybetmeden öldü. Konuşmı- yar, fakat gözleriyle bizi ariyor, hepi- mize âyrı ayrı gülümsiyor, bakışların- da derin ve İlâhi bir sevinç parıldıyor” du. Onun ölümüne bütün, kasaba halkı ağlamıştı. Hakkında ağızdan ağıra bir taktm rivayetler yayılıyordu. Ben, o sıralarda pek küçüktüm. Ama bu riva- yetler ve bü haller, yüreğimde silin. Dine Sakin İyem. STAREÇ ZOSİMANIN maya MUKADDES KİTAPLARIN Biz, annemle yapayalnız ai Komşular, ahbaplar kadınca” di Petersbürga göndermesini var yor ve bu ârada alıkoymak y lime ket vutabileceğimi sözlük Muhafız alaylarına girebilme çin beni aslzade gönüllüler vi kaydettirmeği de teklif etmiş! nemi biricik oğlundan ayrılıp * mak kararını vermekte uzuf reddüt etti. Nihayet beni alars” burgâ götürdü ve dedikleri dırdı. Onu bir daha hiç yi Zavallı anacığım ancak üç s0 tümde muştı. Hayalimde ve < gönl dair çok kıymetli daygult a raalr vardır. Baba ocağı, h*”. yaf maklan nasibini alan bir yöreli muşta coşturabilir. Oraya ne © rin hatıralar, hislerle bağlıy”” © Bunlardan biri pek küçük iken elime geçirdiğim bir Tarih,, dir. İçi nefis resimi bir esere kavuşmuştum. BU ki ve yeni “umde,, lerde yüz dört menkibe,, idi. Da ”