Vakıt'ın Edebi Tefrikası: 42 Londra mektubu: z mama mem VAKIL Y TbmMULUIYM e va Türk - İran Dürüst İngilizlere Baba-Oğul üball. a EmE Nakieden ; Selâmi izzet Kaya Hasan hükmün ağırlığı altında doğruldu. Başını dik tuttu. Göz bebeklerinde bir sevinç kıvılcımı parladı. Fedakârlık cin »| netine yakalanan bu adam, evlât muhabbeti uğruna, her şeye kat - mı ne canlı ifade ediyor - iğ Dudaklarının ucuna gelen bir isim onu teselli ediyor, okunan hükmü dinlemiyor, işitmiyordu : — İhsan! Ihsan! İhsan!.. Halk, idama mahküm edilen a- damın, ne biçim adam olduğunu kavrayamıyor, hayretler içinde mahkeme salonundan çıkıyordu . kağ iki dost Ali Naki bir kere daha galip ge- liyordu. O yılmaz azmi, iradesi ve © sansar ve tilki kurnazlığı ile, im - kânsızı imkân dahiline sokmuştu. Masum bir adamın ağzından, bir itiraf koparmıştı. Biçare, gü - nahsız bir adamın sırtma, koca bir cinayet yüklemişti. Ali Nakinin küstahlık sayesinde ber şeyin kabil olacağına itimat yor da cellât çağrıyor.. Vücudunu! satıyor. Alış veriş meselesi.. Hem basit, hem de orijinal bir iş.. Ya - şasın hayat! Sigara da pek nefis!. Eve gelir, gelmez, hemen Mu - allânın odasma girdi. Onu bir an evvel görmek, muzafferiyetinin zevkini çıkarmak için sabırsızlanı- yordu... Mahkemenin kararını müjdeliyecekti.. — Hanımefendi çıktı efendim.. — Nereye gitti?. — Söylemedi efendim.. -— Ne vakit geleceğini de söyle- medi mi?. — Hayır efendim. — Pekâlâ. Bir koltuğa oturdu. Bir kitap aldı, karışlırdı.. Sonra resimli mecmualardan bir ikisine baktı .. Canı sıkıldı. Esnedi, gerindi, kalk- tı ve tam çıkacağı zaman Muallâ geldi.. Siyahlar giymişti. — Nihayet gelebildin, dört göz- le seni bekliyordum.. — Neden?. —- Haberim var.. Ben adliyeden geliyorum.. — Ne oldu?. etmesi doğruydu. Çünkü küstahlı ğr ile, işte istediğini de yapmış - tı. Kimsenin muvaffak olamıyaca” ğl bir işte de muvaffak olmuştu. Adliye binasında, göğsünü g€- Te gere çıktı. Dudaklarında mem- nun, mes'ut bir tebessüm vardı . İliklerine kadar memnun Ve meş'uttu. Bu vaziyet gururunu ok- Şamırştı. Gözlerinde, bir kale feth- dı, Bu savaş, onun lehine bitmiş - Gi. “Her halde bugünkü günümü kaybetmiş değilim!.,, Kapının biraz ötesinde duran şoförüne, bastonunun uciyle işaret etti, Naki bindi, bir sigara yaktı.. — Eve, dedi.. Pencereyi açmış, etrafa, gelip zidenlere, kalabalığa, kaldırımla - ra bakıyordu. Köprüden geçerken, €vvelâ Halice, sonra Boğaza doğ - tu geniş bir göğüs geçirdi. Düşünüyordu: “Vicdan azabı denen şey de kis Min icadı?. Vicdan azabı da ne - dir? İnsanın vicdan azabına inan- ması için ya Ledi Makbet gibi is- terik bir deli ya kocası gibi korkak İs lâzım. Vicdan azabı, insan- ki böcüsü., Korkuluğu. Filva- yanı korktur, fakat ısırmaz .. ge dani. Bu da lâf m ya?. Ham Çe meşterinin ucunda buna bi ir Benim de herkes gi- Amar, danım, bir kalbim ver» den erim rahat bıraksın. Esa» öne ta bırakıyorlar.. Yaptı - Tüy, eyden dolayı, ne kalbim üzü- Si ne vicdanım” azap duyu- V, . inc, , Parası fosurdatarak, dür! “Biraz devam ediyordu: eee edelim. “Mü - mahı işledim!.. Bir ve - bir itiraf © satın » Banaçok adam, oğlu *| etti ve ölece » veya bir kaç a; yet Y evvel ölecek, Doktor Gürmi Otomobil kaldırıma yanaştı. » — Selim Nazımın katili mah » küm oldu. Muallânın bir söz çık- ta. Bu söz, belkide bir feryattı Sadece: -—— Yal... dedi. Ve barit bir tavirla (o kocasınm gözlerine baktı.. Ali Naki: NK Dediğimi yaptım.. Bundan .sonra artık benden şüphe edemezsin .. Himaye eder bir vaziyet takındı - ğın, masum olduğunu iddia ettiğin adam itiraf etti. Doğru sözlü bir adammış. Adam öldürmüştü: Ök dürdüm! dedi.. İşi uzatmadı.. Muallâ mırıldandı: Demek itiraf etti?. — Evet.. Buna katlanacaksın .. Her şeyi tamamiyle itiraf * etti! Merhamet bu sefer seni kör etmiş»! ti. Lâyık olmıyan birine acıyor- dun.. Kaya Hasan katilmiş.. Muallâ başımı önüne iğdi ve se si titriyerek sordu: — Neye mahküm oldu?. — İdama. Gene, tıpkı biraz evvelki gibi: — Yat. dedi.. Ondan sonra sustu. Konuşma | dı.. Şezlonga uzandı.. Gözlerini ha- linin çiçeklerine dikti. Ali Naki, lâkayt bir tavırla, kâh ciddileşe - rek, kâh alay ederek, muhakeme - nin tafsilâtını anlatırken, o, ses - siz ve sadasız, sanki işitmiyormuş, duymıyormuş gibi, gözlerini yer- den ayırmıyotdu.. Ali Naki, her sözüne ehemmiyet veriyordu. Her söz, onu, karısının nazarında yükseltiyordu.. O, ken- disi, buna kaniydi.. Fevkalâde mes'uttu. (Devamı var) a Şimali Afrikada Türkler —Yakında Vakıtta — ini bir dost iykazı LONDRA:3-7 “ Hikâye ve fıkralarında canlandırdı- ğı tiplerden bir çoğu, günümüzde ya- sıyan şahsiyetler gibi, herkesçe tanın- makla, ayakta duran, Ercüment Ek- rem, en güzel mizahi kitaplarından bi- rinde, ihtikan şiringasını ; İskenderin nargilesi diye bir Amerikalıya satan bir Ermeni veya Rum tipini canlandı- rır.. Haysiyet ve vakarlarını koruduk- ları ve milli izzeti nefsimizi saydıkla- rı için memleketimizde kalan ekalliyet vatandaşlarından ziyade hudut hari - cinde kalmaya mecbur bulunanlara ait olunca daha haklı ve canlı olan bu fık- rayı burada her Ermeni ve Rum görü- şümde hatırlıyorum. Hiç bir İngilizin o muhayyel Ame- rikalının heybetli hamakatma düşme” sine gönlüm razı olmıyor. Hem de bunların (bütün &, sahtekârliklarını “Türk” adiyle yaptıklarını görmekle Türk olmanın şeref ve gururu izansız ve hain beyinlerine çakılan bu adam » lar her işte Türk olduklarını öne sür- meyi âdet edinmişlerdir. Bu kaçkınlar, Türk şerefini, yağ - mur çiseleyince boyası omuzlarına çıkan halılarla; Londra kaldırımlarına sermek hulyasındadırlar! Bu hainler, Türk adını yok bahasma istismar edi Bunların buradaki menfi tesirleri, devamlı ve pasif her hangi ve her zamanki ve sitemli pro) daha kötü ve korkunçtur. Londrada bizim Ay - Yıldız, yalnız tatil günleri, sefirlik ve konsolosluk evlerinin üzerinde dalgalanıyor, fakat bir kirli Rum hamamının kapısı üstün de dürüydru Bu gidişle yeni İngiliz çocukları, Türk deyince yatağan ve sarık değilse kurna, lokum, ve aşhane hatırlıyacak- Tar: gerezkâr, açık daha tesirli, Kendilerine en fazla, insan müsa- mahası gösterilen bir memlekette na- muslariyle yaşamayı beceremedikleri için yadellere düşen bu insan bozma- larında seçiyenin “s” i bile bulunma dığı besbellidir. Bunların buradaki bü- tün işleri en geniş ve açık görüşle bi- le ticaret olmaktan uzaktır. Dalavera ve göz boyamadır.. Her aldanan, her zarar “Türke aldandım, Türk beni zarara soktu” diyecektir; iki asil millet bir olup ta bir an evvel bunla- rın önüne geçemez miyiz?.. Yüzü bir orangotan kadar yakışık- sız Kıbrisli bir Rum genci, Londrada, Kurtderelinin yeğeniyim diye gazete- lere resim bastırmakta ve güreş yerle- rinde bütün çirkin ve berbat usulsüz- lükleri Türk güreşinin — hususiyetleri diye kim bilir ne kadar parayla heves- Ii İngiliz gençlerine öğretmekle geçin- mektedir. T Bizim sigaraların şeklini ve adını taklit ederek hazırlattığı siğara kâğıt- larına başka memleketlerin karışık tü- tünlerini doldurarak Türk sigarası di- ye satanlara Türk Tülün idaresinin müdahale etmeye hakkı yok mudur?. Eski düşmanca telkinlerden sryri- larak yeni Türkiyeyi anlamakta fera- set ve isabet gösteren uyanık ve asil İngiliz nesline, Türk olmanın telâşiyle değil; insan olmanın doğruluğiyle dostça bir ikazda bulunmak istiyo- rum: Dünyanin ekalliyetler için lüzü - mundan fazla müsamahalı ve hattâ im- tiyazlı memleketi olduğu zamanlar bi- le Türk topraklarında, dalaverasız ve hiyanetsiz kazanamadıkları ve yaşaya” madıkları için yerlerinden olan bir ta- kım seciye düşkünlerine kanmasınlar: Onların Türk lokumu, Türk hamamı, Türk yoğurdu, Türk halısı diye gös - terdikleri hokkabazlıklara gülmesini hatlarından, zevklerinden ve bilgile - rinden olmasınlar. Her ileri ve büyük hareketi insan- ık nama gururla karşılanacak kadar asil ve dürüst olan Türk milletini asli Türkleri, imkânl ik Mig hudutlarında | a RIA Yazan: Erzincan mebusu Aziz Samih — z Vilson harp ilân | edildiğini söyledi A Ertesi günü de Alm sızların harbe girdiklerini duyduk Fakat buraya Rus askeri ge-| lince asayiş ve inzibat mükemmel bir hal almış. Kavga ve niza kal mamış. Her taraf asayiş içinde ©- Tunca Sadık Han da kimseden pa»! ra alamaz olmuş. Bana diyordu ki Rumiyede valiye söyle ya bana maişet için aylık versin yahut Rus, askerini buradan kaldırsın. Yemekten sonra Rus piyadeleri nin cimnastik talimlerini ve süva-| yilerin at üzerinde ayakta ve atın karnının altında at sürmelerini ve silâh kullanmalarını, atları yalırıp siper yapmalarını, bir attan diğeri! ne geçmelerini seyrettik, Rus heye tinin mekârilerinden çalınan hay - vanlardan sekizini burada getirip teslim ettiler. Rumiyede de dört tane getirdiler. Bir tanesi kaldı. Geri kalan bir hayvanı getiren - lerden istediğim zaman dediler ki: Köylüden birisinin kafası yarılmış olduğundan bir katırı da ona taz - minat olarak alakoydular.. Maamafih Mösyö Minorski (12) | hayvanım bulunmasından memnun | du. Bir tanesini artık aramadık. | Bir gün daha Oşnoda kaldıktan! sonra dört saatlik yürüyüşle Kalei Neler gördüm? X an, Rus ve Fran-. den geçen vadinin uçurumlu ke- aarındaki yolla yürüdük. Üç saat süren bu fena yoldan sonra mez » 'u araziye geldik. Fakat tekrar çetin bir yokuşla çıktığımız tepe » den aşağıya hayvanla inmek ka" bil olumıyacak derece dik bir iniş vır, (Nehri) yahut (Şemdinan) denilen kasaba tepeden kuşbaki- şı ile görünüyor. Ortada büyük bir bina bütün kasabaya hâkim, Burasının hükümet konağı ola: r ğına hükmettik. X Hakikaten de öyleymiş, Bu kos nakta misafir olduk. Fakat bina asıl şeyh Tahanın imiş. Şeyh bura- sını tekke olarak yaptırmış. Yont ma taştan üç katlı güzel bir bina, Otuz beş kadar odası var. Şeyh 'Tahanm tekkesinden maada Seyit Abdülkadirin oğlunun da bir tek- kesi var. İki katlı ve taştan yapıl. mış. Fakat Şeyh Tabanınki gibi değil. Şemdinanda (300) kadar ev var. Ahali (Zaza) aşiretinden miş. Osmanlı hükümetinin sefer- berlik ilân ettiğini ve seferberli « ğin birinci günü (21) temmuz ole duğunu ve Almanlar, Fransız! Zevaye geldik. (Merkever) nahi- yesinin merkezi. Merkever Ovası dağlar arasında beş kilometre ge - nişliğinde ve on kilometre uzunlu” ğunda bir ovadır, ortasından iki dere geçiyor. Nahiyede (38) köy ve (1600) ev vardır. Seydan kısmına mensup olan bu a- halinin reisleri Kerim Handır. 21 Temmuz olmuştu. Bizim < dünya- dan haberimiz yoktu. Çünkü gaze- te ve ajans almıyorduk. Burada yüzbaşı Vilson Avusturyalıların! Sırbistana harp ilân ettiğini söyle- di. Ertesi gün de Alman, Rus ve Fransızların harbe giriştiklerini duyduk. Biz Abdürrezak HanıKan dil dağlarında unutup gitmiştik; geç kalması İranlı arkadaşlarımızı endişeye düşürdü. Aradık sorduk. Hiç bir taraftan haber alamadık. Bugünlerde Revandiz hudut bölü- ğünden aldığımız malümattan, yol larını kaybederek o taraflara düş- tüğünü öğrendik. Hazreti Sertip bizim askerin delâleti ile gelip bis ze kavuşarak hepimizi sevindirdi. Muharebenin . başlaması tahdi- di hudut heyetinde hükümetlerin vaziyetini anlamak merakını uyan dırdı. Mösyö Mirorski Rumiyeye gidiyordu. Biz de en yakın kaza merkezi miz olan Şemdinana gitmeye ka- rar verdik. Fakat heyetlerin di- ğer azaları işlere devam edecek- İerdi. 23 temmuzda iyi bir yolla He Jâna köyüne geldik. Burası (15) evli Nasturi köyü. Siyah taşlar » dan müteşekkil bir dağın eteğin- ya a e İl 'anlamalarının kendileri için bir zekâ, zevk ve insaniyet borcu olduğunu İn- Rusların harp ilân ettiklerini bü- rada öğrendik. Kazanın kayma *« kamı yoktu. z Tahdidi hudut işinin devam e dip etmiyeceği hakkında nezare » te telgrafla müracaat ettik. Ce- vap beklemeden ertesi sabah yola çıktık. Helana köyüne geldikt sonra (Yukarı katona) köyünün yoluna girdik. Burası da Seyyit Tahanınmış. Kârgir bir evi var Sey yit Taha geçen sene isyanetmiş ve , askere karşı koyarak bu köye ğınmış; evi topla yıkılmış ve için deki 150 asiden 35 i öldürülerek mesele bastırılmış ve Seyyit Taha İrana kaçmıştı. Kazanın yi köyleri Seyyit Taha ve Seyyit , dülkadirin elindedir. 26 temmuz” da tekrar hudut dağlarını bulduk. Rus komisyonu ikinci reisi mös yö Belâyef ve İran heyetinden S: lar Muzaffer Han ve Maksur Han ile görüştük; Herkesin Rumi- ittiğini öğrendik. Biz Rus ların çadırında misafir olduk. Ar- tık biz de Rumiyeye gitmeğe bur olmuştuk. Geçtiğimiz köylerinde doktorumuz gelen has taları tedavi ve bedava ilâç dağı: tıyordu. Köyün birinde doktora bir kör getirdiler. Doktor mu neden sonra hayret kesilmiş bir halde bana geldi ve hastanın a nına götürdü. Doktor sabunlu sp cak su ile gözleri yıkayınca z kapakları açıldı ve adam ye başladı. Meğerse gözleri ça paklanan adam ömründe gözli ne ve yüzüne su sürmediğinden çapakları yıkamamış ve kendi lüğüne kani olarak senelerce göz“ süz dolaşmıştır. £ (Devamı var)