53 -- VAKİT 5 2.nci teşrin 1933 ” Hi k â y e 3 yy Fikri Sabit Müellifi: Çift Yıldız — Azizim, dedi, refikanıza a- pr gönderecek, kendim de doktora cil bir ameliyat zaruretı var, Bazı | gidecektim. sebeplerden mesane yolu kapan- | Şayanın yattığı ufak odaya gir - mış, idrarm kana karışmak tehli - ! dim, idare lâmbasının titrek ziyası kesi var. En iyisi bunu hemen bir | odayı hafifçe aydınlatıyordu. İçer- bastaneye kaldırmalısınız, hiç va-| de ne görem beğenirsin, beyefendi yay yy yag yg yy yy yy yy yy yg Aptülhamidin Yaveri Keçeci Zade gz ty 7 sales vlan zet Fuat Pş.nın hatıralar! Birden müthiş bir gök yy yy gg 00 y gy vi v gürleyince kit kaybetmeyınız. — Pek âlâ, dedim ,düşünürüz. Doktor gitti. Ben kendi kendi - | rinde de bana hitap eden bozuk İ me gülmeye başladım. Karımın | plânıdır bu, diyordum. Beni böyle mevhum bir illetle endişeye düşü - rerek hastaneye kapağı atıp ora - da zührevi hastalığını tedavi ettir- mek istiyor amma, ben kanar mı - yım? Hiç aldırmadım, yatak oda - sına girdim. O göbeğini eliyle bas tırmış, yüzündeki sancı alâimini benden gizlemeye çalışıyor. — Bir şey değılmış, bey, diyor- du, ufacık bir ameliyat, üç dört yün içinde iyi olacakmışım, sakın sen üzülme, diye bana teselli ver- meye çalışıyordu. Zavallı karıcı - ğım. Semih efendi göz yaşlarını zaptedemedi. Bir müddet hımçkırarak ağladı. Ben de neticeye yaklaştığımızı anlıyor, hikâyesi bir saatten fazla süren bu maceranın fecaatını yavaş ya vaş kavrıyordum. Buhran geçti, Semih efendi tekrar başladı: — O gün evde durmadım. Ka- rımı o halde bırakıp huzur içinde düşünebilmek için kahveye çık - tım. Bütün bir günü dışarda geçir- | dim. Akşam eve dönüşümde Sa -| imeyi sabahkinden bir derece da -| ha fena gördüm. Çok gençken bir defa belsoğukluğu çekmiştim, ver- dığı ıstırabı bildiğimden ve karı - mın hastalığına da kendi aklımca bu teşhisi koyduğumdan sancıyı tabii görüyor, her kıvranı- | şında hayvani bir zevkle memnun bile oluyordum. Neyse gece oldu. Tabii o halde Saimecik bir şey yi - yemedi. Ben de kırk sekiz saat uy- | kusuzluk sınır buhranları yüzün - den başım çatlıyacak gibi ağrı için ' de yatağa düştüm. Bir saat mı iki saat mı beyhuş bir halde kalmıştım | ki hafif bir inilti ile uyandım. Ka- rım yanımda, yüzü sanki pençe çürümüş gibi morlanmış, gözlermin etrafında siyah bir hal - ka peyda olmuş, bitik, hasta bir sesle inliyordu. O hali bana bir ürkeklik verdi. — Saime, dedim, çok mu ağrı - yor?, burada coşan sersem pençe İniltisini zapta uğraşarak mah- zun mahzun gülümsedi. — Oh, bitiyorum, bey, dedi, ne olursun, bana bir doktor. Gayrı ihtiyari kalktım. Şuursuz bir isticalle giyindim. Aşağıya in - dim. Hzmetçi kızı uyandırıp yuka- nuz. “içek koparma,, şarkısını koyun.. Koca nehirleriyle, balta girmemiş ormanlariyle Hindiçini! gözünüzde canlanır!. Maamafih söz müzesinin bütün | kolleksiyonları daha ğildir. Müze her ne kadar Şimali Afrika, Kongo, Madagaskar ve| Hindiçinideki Fransız kolonileri- ne ait iyi plâklara malikse de Ro -| mon, Küban ve Fransız Antilleri- tamam de - Bu işin yapılması (da oralardaki! Fransız memurlarına kalıyor. Bedi Nuri | oğlum, ne görsem?.. Bomboş bir yatak ,baş ucundaki iskemle üze - imlâlı bir mektup.. O kadar şaşırmıştım ki. Cılız idare kandiline yaklaşıp aptal ap- tal mektubu okuduğum zaman zih- nimi nasıl kaybetmedığıme hâlâ şaşarım. Mektupta, Şayan, o be - nim küçük zannettığım, daha he - wüz çocuk diye telâkki eylediğim hizmetçi kız, haylı zamandanberi seviştiği ve hatta nişanlandığı bir gençle beraber yaşamıya karar verdiklermi yazıyor. Evlenecekle 'rini bildiriyor, böyle hayırlı bir fi- kirleri olduğu ıçın kusuruna bakıl- mamaını ve daha fazla evde dura- mıyacağını lâve ediyordu. Anlıyorsunuz ya şimdi, meğer eve akşam ezanlarında bir hirsiz gibi giren bu Şayanın nişanlısı i - miş. Sonradan kim olduğunu da anladık. Eve ekmek getiren tab - İakâr, Gece fırında işi olduğun - dan en müsait bulduğu akşamla İ yatsı arasında bir iki saat kadar gelip bizden gizli aşağıki odada keyfedermiş habis. Neyse, Şayanın mektubunu par çalayıp ayaklarımla ezdim. Fakat o anda da birden acı hakikat bü - tün fecaatıyle gözlermmin önünde canlanıverdi. Karıcığımı, Saime - ciğimi kurtarmak, nahak yere gü- nahına, hatta kanına girdiğim o zavallının imdadına yetişiek lâ - zımdı. Heyhat... Geç kalmışım, ço cuğum... O gecenin yarısında, ya- rı mecnun bir halde, eve taşımadı. ğım doktor, getirmediğim operatör kalmadı. İki gözü iki çeşme ağlı - yarak yalvardım, yakardım, en mütehassıs dediklerinm ayakları- na kapandım: — Kurtarın, dedim, icap eder- se beni öldürün, işte izin veriyo - rum, hatla yalvarıyorum size, de - dim. Kesin beni, parçalayın, öldü- rün, tek o kurtulsun, Saimeciğim yaşasın. — Çalışıyoruz, fakat çok geç, | diyorlardı. En ustasından en yeni yelişenine kadar hepsının ağzın - i dan çıkan yegâne menhus söz bu idi: Çok geç, kan zehirlenmiş, hasta da ihtiyar devresi başlamış Zavallı Saimecığımın yüzüne bakamıyordum. Ahmak bir zihni - yetle, meş'um bir fikri sabite ka - pilrp işlediğim cinayetin kurbanı - na ne yüzle bakacaktım, Halbuki o muttasıl beni istiyor, beni çağırı- yor, son nefesinde bile benim mümi sayıklıyordu. Bunun'a bera - ber inanamıyordum. O vücudun böyle bir gün içinde koynumdan çıkıp kara topraklara karışacağına asla inanamıyordum. Hatta: — Öldü, siz sağ olun, dedikle. is- vi zaman bile vahşi bir kahkaha | koparmış, yalan, diye haykırmı - şım, yalancı adamlar çekilin evim den diye terler tepinmişim. Halbu- ki onlar çekilmemiş, belki beni çekmişler, bilmem kaç gün dimaği bir hezeyan içinde saçmalamışım. Artık ruhsuz bir kalıptan ibaret | kalan bu karı katili öç ay devamlı bir tedaviden sonra ancak kendine | —23— İki tarafta Abdülhamıdın en i- leri gelen adamları. Nihayet arka- da Abdülhamıt karga burnu ile gözüküyor. Abdülhamıdm arkasında elinde uzun 99 luk bir tesbih ,başında ye- şil kısa sarık, karışık sakalı ile Lütfi ağa, oğlu Faik., Her on beş adımda bir kere du- rulur. Bu bir nevi dinlenme ola - caktır, Fakat bu etrafı dinlemedir. ! Halbuki çıt bile yok. Kendi kendi ime: — Şimdi.. diyorum şu esnada bir pencereden bir kedi atlıyacak olsa, kimbilir bu muazzam kala - balık nasıl dağılır?. | Kambıler nasıl müthiş bir panik ortaya çıkar. Çit köşkünün hiza- sındayız. Birden gene duruldu. Et- rafa bakıldı. Herkes baştan başa kulak kesilmiş!,. Tam o sırada müt hiş bir hâdise oldu. Hiç ümit edil- miyen bir hadse.. Şimşek gibi bir şey çaktı. Bir gök gürültüsünü andırır bir ses bu nu takip ettı. Bulunduğumuz yer parladı: Amak yarabbi bu ande o İ görmeliydiniz. (Halkası kopmuş İtesbih taneleri gibi sağa, sola na- sıl kaçtıklarını görmek ne hoş manzaraydı. Derhal kül gibi kesilen beniz - ler, dünyadan korkan bir adamın gölgesi sallanıyor gibiydi. Doğrusu İ ya, ne olduğunu ahlıyamadığımız İ bu hâdise karşısında herkes telâş- taydı. Ne vardı?. Ne olmuştu? Dört tarafa dağılan bendegân hadise - inin doğru haberini getirinceye ka- | dar butelâş devâm etti, gelebilmiş. Semih efendi o durdu. i Yeni bir sigara yaktı. On üç sene evvelki facianın acılığını tadan yü reği daralmıştı galiba. Geniş geniş İ içini çekti. Taşıdığı matemin hey- İ beti karşısında bir müddet ikimiz | de sustuk. On dakika mı, fazla mı İsüren bu fasıladan sonra birden sa alına baktı: — Aman geç kalmışm, evlât, İ dedi, bana müsaade, başımızı ağrıt İm. Estağfurullah, dedim, uyuşan bacaklarımı harekete getirmek i - çin kalkarken sordum: — Şimdi nereye böyle?. — Nereye mi?. En mukaddes vazifeme, çocuğum, en mukaddes vazifeme. Her gün onun mezarına | giderim. Elimle diktiğim karanfil- leri sular ,yabani otlar türemişse onları yolarım, temizlerim. Görsen orasını, Saimecığım çiçekleri çok severdi de... Semih efendi ayrıldı. En titiz iş adamından daha fazla bir isti - calle adeta koşarak serviler arasın da kayboldu. SON muazzam kafilenin vazıyetını bir | Ebülhüda bu sırada hünkârın koluna girmiş: — Afandimiz.. bir şey değil. vallahi bir şey değil.. diye efendisi nı teskine uğraşıyordu. Fakat ha- disenin mahiyetmi öğreninceye ka | dar Abdülhamidin heyecanını, asa i bni teskin etmek kabil olama - İ soldan müjdeciler koşuştu: — Fişenkler atılıyor. Fişenkler f atılıyor... Oh hele yarabbi şükür.. i Demek ortada tehlike gösteren bir hâdise yok. & Meğer. Abdülha- midin kafilesi haremden kalkıp da mabeyne yaklaşınca Tophane müşiri Zeki paşanım işareti üzeri - ne padişah fişeklerle selâmlan - mak istenmiş.. Şimdi siz olun da buna gülme- yin. Yahut o zamana göre ağla - mak ihtiyacını hissetmeyin. Yalnız şu kadarını söyliyeyim ki Abdülhamit Ebülhüdanm ne hin oğlu hin olduğunun farkında idi. Onun ne maksatla kendisine yaltaklandığını pek âlâ Buna rağmen yakasını bir kere şeyhin eline vermiş, silkinip kurtul mak cür'etini gösteriyordu. Bir gün Abdülhamit sarayda kendi hususi dairesinin büyük sa- lonunda asılı duran tabloların ye- rinden kaldırıldığını görerek canı sıkılır. Musahipleri çağırtıp: — Bu tablolar kimin emri ile kalktı... diye sorar. Cariyeler, ka - İ dınlar, saraylılar biribirine girer - ler. Fakat ışın hakikatmı kimse İsöyliyemez. Nihayet gözdelerden İbir kadın nasılsa vak'ayı anlatır. | — Bu tablolar valde sultanın İ emriyle kaldırıldı.. Efendimiz. Abdülhamıdın analığına karşı fevkalâde hürmeti vardı. Bu hür - met sakalı ele verecek dereceye Venizelosun sorguya çekilmesi Atina, 4 (Hususi) — Eski Baş - vekil M. Venizelosun divanı âliye gönderilip orada Plastiras hâdise- sinden dolayı sorguya (çekilmesi hakkındaki teklif etrafında hara | retli münakaşalar cereyan etmek - ! tedir. Bu teklifin leh ve aleyhinde bu- İlunanlar meselenin kendi o noktai ! nazarlarına göre halledilmesini is- tedikleri için şiddetli ibtilâflar çı kacak demektir. Haltâ bu yüzden kabinede istifalara bile intizar e - dilmektedir. Bizzat M. Venizelos, aleyhinde- ki bu teklifi bir izzeti nefis mesele İsi yaptığı için teklifin kabul edile- l rek kendisinin Divanı âliye gönde İ rilmesini istemektedir. Atina, 4 (Hususi) — Kuvvetli bir tahmine göre nazırlar meclisi M. Venizelosun divanı âliye sevke dilip edilmemesi hakkında kat'i bir karar verecektir, M. Venizelos eğer nazırlar meclisi lehte karar verirse çok mütessir olacağını, çün bilirdi. | muazzam kafile, halkası kopmu$ tesbih taneleri gibi etrafa dağıldı | gelmemişti ama, kügükte kendisine bakan bir kadmı k istemiyordu. Buna rağmen İları eski yerlerine iade için İ veremedi. Yalnız bir gün bana açtı: gi — Görüyorsunuz ya.. dedi. dınların, şeyhlerin elinde kal vi pi vi af Ebülhüda; Ebülhüdann “ yahinda mıştı. Bir dakika sonra sağdan ve | Kendi sarayımı arzu ettiğim ide tefriş etmek salâhiyetinde” le mahrumum. 2 ayi Zahirde dini an'anelere r* kâr görünen Abdülhamit hs te bir beynamazdı. Dinle ali i yoktu. Şeyhlere, hocalara i İ görünmesi zamanın icabatmdı dı. Netekim Hamidiye camiinde. pılan cuma selâmlıklarında H din bir kere bile secdeye kapı ğmı gören yoktur, derler. H bir gün şöyle bir vak'a olduğ” | da anlatırlar: ei — Bir gün Hazreti Muham' İten bahsedilirken Hamit: — Çölde arap 300 şu milyon kişiyi arkasından sürü sin de ben otuz milyonluk kire sözümü geçiremez miyim?. Diye infialini izhar etmişti. İ — Abdülhamit ilk zamanlar İma selâmlığına esterle gid İ sonraları arabayla çıkmıya dı, Maamafih gene her cuma banın arkasından sırma eğerli, # İ müş üzengili bir veya birkaç İgir emre müheyya beklerdi. HP kâr bunlara binmezdi. di Sözlerimi hulâsa için şunu * liyeyım ki, Abdülhamit anla! maz bir mahlöktu. Hem çok w Yunanistanla mukavel? : Bir Yunan murahhas heyeti Si | lecek hafta zarfmda Tü kak ,hem pek cesur, hem batıl rkiye Yunanistan arasında yeni iri “ katlara inanır, esir, deli, sağlı” akıllı, veli velhasıl dakikasr de” kasına uymıyan bir adamdı. ği (Devami bir ret mukavelesi akti için müzakt”” İ ta girişmek üzere Ankaraya har” ket edecektir. Yunan Milli İktisat nazırı yö Jesmazoğlu, teşrinisanin talarma doğru yeni muka' meyi imza için Ankaraya #' cektir. " at Mer in ©, ler*, Bu ticaret mukavelesi iki leket arasında, ticari münas© vâsi surette inkişafında mühim ) âmil olacaktır. Mübadele komisyon” , Atina, 3 — Mübadele Komisi" nunun ve Muhtelit mahkeme” e lâğvi hakkındaki itilâfnam€ P si hazırdır. Yakında Ankar# ale” zalanacaktır. Lâğivden eyvel ş rin tasfiyeği için konan mü d di aydır. kü mutlaka adaletin huzuru” mak istediğini söylemiştir.