Me a yi bağı e : derece e lir ha Maurice de Kobra'nın Son Romanı: 44 Tike gla Pphpmelle Arvay z Yemeğe oturuldu. Mihrace- Din sağında Lady Hurling, solun- > madam dö Nogales bulunuyor- ne (Mahrana) karşı tarafta idi. indistan an'anelerinden ve taz- an yu artık erkekle- ortasında yemek yiyebile- Seğini herkes biliyordu. Kendisi prens dö Zorren ile jeneral Sir 'un arasmda idi. Mahrana ile konuşmakla bera- ber, Roberts, Albadan gözünü a- Yiramıyan Nikolsonu da tetkik © diyordu. Alba, göya hiç aldırış aa , mihrace ve marki dö a meşgul gibi görünüyor- du. Adeta Nikoleonla Roberts en tanımıyor gibi davranı- d Roberts iki mükâleme arasın- * #imşek süratile zihninde bir ok teyleri birden düşünüyordu: Ne komedya!... Şu kadın bu- rada, Kendisini sevmiş olanlar ç Ppun da sevmiş olduğu iki erkek- le Ayni masada... Bu lâkaydiyi Mörenler buna inanabilirler mi?, o çeyret!., Adeta garip bir $ey!. “ gülünç bile buluyorum... t şu zavallı Fredi, hiç de be- OX fikrimde değil, galiba!,, .Mahrana birdenbire döndü: — Binbaşı bey, sizin inciliniz- Âdem ile Havvanm'cennetten ldukları yazılı değil mi? Pe- el ne olmuş acaba? — Zatı devletlerine yılanın ne olduğunu söyliyeceğim. Koltuğa kurulmuş, yeniden bir imeyvai yenmesini bekliyor! Sarıklı bir garson bu aralık ta- Mâ Yetmiş iki çeşit baharatir kebap koydu. Roberts gene dü de ki Süncesine daldı; “Sahi, Fredi. İşi ciddiye almı- YA başladı. Zavalir çocuk yemek bile yiyemiyor. Bu hayalperestlik Vin başımı yiyecek demekte hak- Mmişim,.. İşte gene su dessas ka: Ürun güzelliğine kapıldı! Ah kabil olsa da şu benim lâ- Ydimden sana da biraz aşıla- - ©, yoksa halin harap, dostum", Bu sefer madam Stokes Ro- Ml düşüncelerini © yarıda br- > Binbaşım Taj Mahal: ziya- © #ttiniz mi? Tabii, efendim. da Ben gece saat dörtte uyan- Ye onu mehtapta seyrettim. > Oradan ne gibi bir hatıra AYrıldınız? > Beyaz mermerden hoşlan- hastalığı ile... Nevyorka dönmez, banyo dairemin Tmerlerini değiştireceğim! » » base saat on bire doğru, Ro- da â Nikolson gölün kenarm- de hiçbi rlardı. Roberts fikrin- Miyan y düşüncesi, kaygusu ol- du, HE adam gibi konuşuyor- böyle ci da > memnundu. İlk akşam Al- Barça eği haberi onu bir il smuştı! Fakat bir gece Md sotuk kanlılığını tekrar ka işsizim... Hiç dünyada bum dan daha bü giz iraggunieeel p mi? Bizi adeta yaban- yk gibi selâmladı! Ye- ir söz bile Ben o aralık muhakkak Mahrana ile lâtife ediyordum. Ya sen? Ba- | kıştınız mr? Ben senin yerinde ol. ! Katil hayvanlara muhabbeti sam işi pişkinliğe vurur, yanında- ki pinponu rahatsız etmek için ol- sun yılışkanlık yapardım! — Alay etme, Edi! Madam dö Nogalesin böyle karşıma çıkiver- mesi bende hiç gülmek isteğini bırakmadı. — Azizim, görüyorum.. O ka- dar kör değilim... Fakat bir az kendine gel, aklını başına topla, fena etmezsin! Benim gibi yapı. Bana nasıl vız geliyor, görüyor- sun!... Prens hazretlerinin metre- sine birisinin takıldığını görsem adeta aferin diyeceğim! Nikolson arkadaşının söyledi- ği sözleri dinlemiyordu. Göle doğ ru baktı, kendi kendisine söylen- di: — Evvelkinden daha güzek leşmiş... Beyaz elbisesinin yakış- masından mı, yoksa sefil koca- Si)! i rağmen, mücrim yakalanmıştır. sından ayrılmak sevincinden mi.. | Fakat bu ihtiyarı ne diye seçmiş sanki... Kocasından kimbilir ne | kadar bıkamıştı ki bu adama si- ğımmak mecburiyetinde kalmış.. Ah şunu bir anlıyabilsem.. Emi- nim ki zavallı çok azap çekmiş» tir. Hümmalı saatler — yaşamıştır. Roberts taaccüple arkadaşına bakıyordu: İçini çekti, Nikolso - nun omuzuna vurdu: — Haydi, Fredi dalma.. Ma- dam dö Nogales kendi hayatına alışmış, yaşayıp gidiyör.. Ondan artık bahsetmiyelim... Bize ne? İİster şu ihtiyar'prensi seçmiş ol- | | sun, ister genç bir boksörü! Bize i göre hava hoş olmalı... Böyle se- | ini dalgın gördükçe artık merak İ etmiye başladım. Kader, kısmete karşı böyle halâ çabalamaktan ne çıkacak. Anlıyorum, hassassın! Peki.. ! Keski böyle lâkayt hareket et- memiş olsaydı da sana yemek yer ken göz kırpsaydı, salondan ya- vaşça geçerken elini sıksaydı.. i Vallahi bunu (tercih ederdim.. i Derhal şu hayalperestliğin geçe- | cek, hastalıktan kurtulacaktın! — Fakat azizim, sen bu kadı- nı fena bir zihniyetle tahlil edi- | yorsun; şayet madam dö Nogales I senin dediğin şekilde hareket e - i decek bir kadın olsaydı ben onu evvelce sevmezdim. — Peki ama, onu daha balâ sevmek için bu bir sebep teşkil etmez ki! İnsan hayatında yalnız bir kadın sevmekle mi iktifa et- melidir!.., Sen adeta çocuk gibi konuşuyorsun; kısa çorap giydi- ğin zamanı hatırlıyorsun! Zaten şimdi bütün bu konuşmalarımız faydasız.. Seni mazur görüyorum. Fakat haberin olsun, sana yirmi dört saat mühlet veriyorum; dü- Vadediyorsun değil mi?.. Emin ol seni böyle görmekten üzülüyo- rum, — Ben seni bu kadar lâkayt gördükçe çıldıracağım (geliyor. Sanki onunla hiç bir alâkan yok- muş gibisin! Bu ne metanet! — Metanet değil; hayır. Sen- den daha yaşlıyım, tecrübeliyim... İşte sebep bu... Haydi artık fazla gevezelik ettik. Yarın sabah er- ken kalkacağız. Roberts arkadaşını odasına ka- — . rs Görmemişsin! Yok- k baktı sana çok garip bir şe- > *Yır, farkında değilim. is dar götürdü. O Nikolson hiç söz söylemiyordu. (Devamı var) şün taşın... Unulmıya gayret et. | | nehrinde Parça parça bir kız cesedi olan ve musikiyi pek seven bir genç .. Bir bafta evvel, Tuna nehrinin mubtelif yerlerinde bir cesedin parçaları bulunmuş, Avuslurya zabıtası, bu esrarengiz cinayetin | failini meydana çıkarmak üzere faaliyete geçmişti. Cinayet, ca- ninin biç değilse uzunca bir müddet meydana çıkarılması mümkün olmıyacağı zannını uyan- dıracak bir vaziyet göstermesine Ecnebi gazeteleri, bunu zabıta tarihinde fevkalâde mahiyette bir muvaffakıyet olarak kayde- diyorlar, Katil, duvarlara resim yapa- rak geçinen Frants Blazej is- minde bir gençtir. rguya çekildiği zaman, ev- velâ çok soğuk kanlı davranan bü adam, bütün bir gece kar- şılaştığı şaşırtıcı suallere cevap verirken, nihayet tenakuza düş- müş ve pek hesaplanarak $soru- lan sunllere o da sükünetle ve sözünü hesaplıyarak cevap ver- diği halde, snaller, o kadar us- talıklı bir tarzda ileri sürülmüş- tür, ki katil, birdenbire hınçkıra hinçkıra ağlamıya başlamış, iti- rafının başlangıcı olmak üzere | “ bakikatı söyliyeceğim! ,, de- miştir. Hakikat şu: İşin tuhaf görülen tarafı, bu kadar feci bir cinayetin faili olan adamın, Hâyvanlara karşı çok muhabbeti olmasıdır. Mevkuf tutulduğu sırada bile, köpeklerinin sıhhatı ile alâkadar olmuştur. Diğer taraftan musi- kiyi çok severmiş! O'dürdüğü, bir müddet aynı | evde beraber yaşadıkları Unterş- töger isminde bir kızdır. Günün birinde paraları bitiyor, sıkıntı çekmeğe başlıyorlar. Munakaşa, kavga halini aliyor ve.... Gık demeden bağuldu! Devamını katil şöyle anlatıyor: — Hiddetten çılgına dönmüş- tum. o Sandaliyemden fırladım. Kızı boynundan yakaladım. Bu- Zazını sıktım. Gık bile demeden öldu. Boğdum, sonra cesedini yere bıraktım. Kızın öldüğünü anlayınca, şa- şırdım. cesedi ne yapayım? diye düşündüm. Odada bir aşağı, bir yokarı dolaştım, Sonra, cesedi ufak ufak parçalar halinde ortadan kaldırmak o aklıma geldi. Kızı yatağa yatırdım. Evvelâ ayakla- rını kestim. Bir kâğıda sardım. Götürdüm, Tunaya attım. Bir- kaç gün içerisinde böyle parça parça mebre âtılmak suretile, ceset, odamdan kalkmıştı. Artık bu işi benim yaptığımı kimse anliyamaz sanıyordum. Fakat, işte kendim kendimi ele ver- dim | Katilin, duvarlara resim yap- | makla kendisini Ogeçindirecek para kazanamadığı, © zamana kadar başka birçok kadınlarla da tanışıp paralarını yediği, ka- nsının birkaç sene evvel kendi- sinden ayrılmış bulunduğu tes- bit edilmiştir. Vak'a, her tarafta derin bir nefret uyandırmıştır. Frants Bla- zejin o muhakemesine (yakında başlanaktır, LİLİ. grinin tela İki Milli Roman XI Mayısın ilk haftası içinde bir gün mektepler bayramıdır. O gün şehirdeki bütün kız ve er- kek mekteplerinin talebesi ve muallimleri aynı yere toplanarak eğlenirler. Turan kendisini ders- lerine © kadar vermişti ki bu seneki bayrama iştirak etmek bile istemedi, fakat arkadaşları onu zorla sürüklediler. Babarın en güzel manzarasını bu talebö bayramına sahne olan gezinti yerinde görmek kabildi; orada binlerce bayat çiçeği açıl- mıştı; sevinç denen şey gözle görülebilir, elle tutulabir bir var- lık halini almıştı. Sayısız gurup- lar türlü türlü oyunlarla meş- guldü. Turan sene başındanberi spor faaliyetlerinden çekilmiş olduğu için bilhassa erkek talebe tara- fından hararetle takip edilen voleybol maçlarına iştirak etmi- yor, iki, arkadaşiyle kol kola girerek kız talebenin toplu bu- lunduğu yerler civarında dolaş- mayı tercih ediyordu. Bu çocuk- ların her biri, parlıyan gözleriyle kendilerine göre intihaplar ya- pıyordu. Turan bir iki saatlik bir tetkik neticesinde bir mual- lim mektebi talebesi Üzerinde karar kıldı. Arkadaşları tarafından Ayşe diye çağrılan bu kızın son sınıf talebesinden olduğunu diğer bir vesileyle öğrendi. Ayşenin uzun- ca, mütenasip bir boyu, yeşile çalar iri elâ gözleri, geniş dalga- galı kumral saçları vardı. Ken- di arkadaşlariyle çok geniş bir samimiyet havası içinde konuşup gülüşen bu kız yabancı ve küstah gözlerin kendi üzerine dikildiğini görünce hemen ciddi- leşiyor, beyaz yüzünde pembe bulutlar uçuşmağa başlıyordu. Turan Ayşeyle konuşmak ve bir tanışma ve arkadaşlık başlangıcı hazırlıyabilmek için o gün akşa- ma kadar mütemadiyen fırsat peşinde koştu, Genç kızın ken- disine çok yakışan vekarı Tura- nm küstahlıklarını yavaş yavaş azalttı. Delikanlı onun hoşuna gidebilmek, nazarı dikkatini cel- betmek için sevimli ve hürmet- kâr tavırlar almağa çalıştı. Fakat nafile, akşam olup ta her mek- tep ayrılmağa başladığı zaman gene elleri böğründe kaldı. — Kısa güntn kârı az olur, derler ama biz okadarcığını da yapamadık, hayırlısı o'sun. Diye ellerini pantalonunun ceplerine soktu ve akşama kadar bağırıp oynamaktan çatallaşmış seslerile | ka'abalığı logilizce şarkılar söyliyen son arkadaş kafilesine katıldı. O gece yatağında, gündözkü vak'aları bir kere gözünün önün- | cen geçirdi. Ayşeyi düşündü ve: | — Ama'da nazlı şey ha! Diye söylendi. Sonra: — Yahu ben bu kızı evvelce de gördüm mü? Diye şüpheye düştü. Geçen yılın aypı gününü, Kız muallim | mektebi talebes'nin bir Kolec ziyaretini hatırladı. Esi günle ! rin loşluğu içinde Ayşenin ay» dıniık yüzünü bir türlü bulup çıkaramadı. Turanın bile | keşfedemediği bu sır, Ayşenin yüzündeki bazı sizgilerle Mis Rozalinde benze- İşliyen Yara ——. Yazan: Necmettin Halil mesindeydi. Mis Rozalindin de böyle dalgalı, fakat biraz daha boyu saçları vardı. Gözleri aynı suretle, uzun kirpiklerinin çer- çevesi içinde biraz daha koyu görünüyordu ve asıl obenzeyiş gülerken “dudaklarının kenarla- rmın hafifçe aşağıya doğru çe- kilişinde ve çehede hafif bir çukur peyda oluşunda idi, Umu- miyetle Mis Rozalindin yüzün- den çıkan şuh ve fetlen mana Ayşenin daha ziyade düşünür gibi duran yüzünde yak. Bun- daki tebessümler bile bütün duruşlarında ve hareketlerinde okunan vakar ve ciddiyeti boz- muyordu, Denilebilir ki bu yüz- deki benzeyişler bile tezat ka- lindeydi. Bu sebeptendir ki Turan da onlar arasındaki bu ufak tefek yakınlıkları bulup çıkaramamıştı. Haftanın diğer (günlerinde Ayşenin yüzü Turanın dimağın- da artık yaşıyan, devamlı bir intiba değildi. Onu gündelik bir maceracık gibi unutup git- mişti, On gün sonra bir cuma ak- şamı. Turan mektebe dönerken vapurda Ayşeyi görüverdi. Bes- belli o da hafta tatilinden mek- tebine dönüyordu. Genç kızı görür görmez Turanın kalbinden hafif bir çarpıntı uçup geçti. Ayşenin dudaklarında da belir- siz bir gülüş açılırken, söndü ve yüzü hemen tabii vakar ve sülü- nuna büründü. Delikanlı bundan hükmetti ki güzel muallim nam- zedinin hatırasında, o dudakları" dan uçan tebessüm kadar belli belirsiz bir intiba olsun bırak- Karl boyu posu, kaşı gözü itibariyle bir genç kız üzerinde iyi tesir bırakacak gibi yakışıklı bir gençti. Fakat hareketlerinde bazan küstahlık derecesine va- ran bir lâübalilik, kolay macera- lara heves etmiyen genç kızları ürkütür, yüzünün cıraktığı müsa- it tesiri bozuverirdi. Turanda da bir çok kolecli talebeyi diğer mektepler talebe- sinden ayırt eden vasıflar bütün barizliğile vardı. Onlarla başka- larma benzememek hususi bir temayüldü. Kışın bile şehirde açık başla dolaşırlar, trene, va- pura muhakkak atlıyarak ve gü- rültü ederek binerler, vagonda ve kamarada başka yolcuların bulunmasına ehemmiyet vermi- yerek şakalaşırlar, yüksek sesle gülüşüp konuşurlar, karşılarında. ki sıra boşsa ayaklarını uzatırlar ve çok defa, yarım yamalak bi- le olsa, ingilizce görüşürlerdi. Bunlar şehrin binlerce talebe içinde, ahlâklariyle, giyinişleriyle, hareketleriyle, söz söyleyişletiyle hususi bir zümre olduklarını belli ederlerdi. Turan evde büyük annesine bile: — Gud morning! (Devamı var) 0940019080 a Otomobilli seyyahlar Afrikada Belçika hükümetinin müöslemlikelerinden © başlıyarak bir otomobille uzun bir seyahate serum aneen | çıkan “ört seyyah dün sabah şehrimize gelmişlerdir. Seyyahlar Belçika kongosundan kalkarak göller mintakasını, Habeşistan ve Mısırı geçmişler ve Suriyeden yerinde a A eyvahlar bugün Avru bereket bihebili Tb ELM AM Ye yan Oy RA MP APİ si hak e alindi man Si e lt m İİİ e sil ai lal e nünkdnn