o i zat dedi ki: — Siz bir sürü hikâyeler ya - zıp duruyorsunuz, bakalım ben size bir hikâye anlatayım, ne di- yeceksiniz? — Hay, hay efendim, buyuru- nuz, — Amma biliyorsanız söyleyi- niz anlatmıyayım. Oldukça meş- hur bir hikâyedir.. Ne anlatacağını e bilmediğim için pek tabii “bilmiyorum,, diye cevap verdim ve dinledim: me | Takke Cami |) Karşımdaki ; zere.. Dönmeğe de korkuyorum. TTakkecinin sözlerini hafif bir tebessümle dinliyen adam cevap verir: — Yahu, sen de ne evhamlı a- admmışsın, hiç insan bir rüya İ- sin bu kadar zahmete katlanır mı? Bak, bende herakşamrü- yamda bir derviş görürüm ve der- viş “kalk, İstanbula git, filân mahallede, falan evin bahçesinde- ki çardağın dibinde bir küp altın — Vaktile, dedi, 1 da Mir vardır, al,, der amma, yerimden takkeci varmış. Kendi halinde bir adam. İşi gücü, ailesi ile meş- gul olan müslüman bir adamca- ğız. ,Bu takkeci bir gece rüyasında bir m Bu ses kendisine: — , İzmire git.. Bi e git. Bir salkım der.. Adamcağız uyanır, aldır. maz. Ertesi gece, ayni ses, gene rüya- sında ,ayni şeyi tekrar eder: — Kalk İzmire git.. Bir salkım üzüm ye! Takkeci gene aldırmaz. Fakat üçüncü gece, gene ayni şeyi tek- Tar eder ve bu sefer ses: — Yoksa seni boğarım. Diye de ilâve eder, ve takkeci boğulur gibi olarak haykırarak u- yanır. Karısı: — Ne oluyorsun efendi?. Diye sorarsa da: —bHiç, der. üzerime ağrrlık çöktü de... Bununla beraber, ertesi günü olunca, takkeci kalkar, hazırla- hır, karısına bir miktar para br rakarak: — Hanım, der, ben İzmire gidi- yorum. Şöhretimi oradan haber | almışlar, çağımtıyorlar. o Yakmda döner gelirim. Karısı efendisini gemiye kadar selâmetler ve evine döner. Takke- <i de yelken gemisine biner ve bir müddet sonra İzmire vasıl olur. Zavallı takkeci İzmire çıkar, hiç tanıdığı ve bildiği olmadığı bu memlekette ne yapacağını şa- şırarak dolaşmağa başlar. Fakat derhal, rüyadaki ses aklına gele- rek, gider, biraz üzüm alarak yer, sonra da kendisine yatacak (bir yer arar, Akşama kadar şehirde dolaştık- tan sonra bir kahveye girer, kah- veci ile pazarlık eder, peykede yatmak üzere uzlaşirlar. O akşam, takkeci, yatsı nama» zıni da kıldıktan sonra : — Yarabbi, diye dun eder, pi gelenleri sen biliyorsun. işte İzmire geldim, bir salkım d gil, dahada fazla üzüm yedim. Artık sen bilirsin. Buralarda beni süründürme de, bu gece, rüyamda ne yapacağımı bana ilham et, Takkeci kahvede el ayak çekil. dikten sonra yatar ve uyur. Fu kat ne o gece, ne de mi de celer rüyasında hiç bir şeyler gö- remez Ve günden güne de parası bittiği için, ne yapacağını şaşırır, Bir sabah, gene rüyasız bir uy. kudan sonra, kalkıp kahvesini 5. şer ve düşünürken, içeri bir müş- teri girer, adamcağızm düşündü- , günü ve kederli olduğunu görün- ce: — Merhaba birader, der, böyle ne düşünüyorsun, Zavallı takkeci nihayet içini a- çabilecek bir adam bulduğuna se- vinerek başına gelenleri birer bi- rer anlatır, ve: — Artık, der, ne yapacağımı bilmiyorum. Param da bitmek ü- bile kıpırdanmam.. Böyle şeylere aldırma sen.. Haydi, hoşça kal .. Eyvallah.... Zavallı takkeci, giden adamın arkasında baka kalır. Selâmını bi- le iade edemez. Çünkü Bu adamm tarif ettiği mahalle ve ev kendi evidir, ve hakikaten bahçesinde bir çardak vardır. Zavallı takkeci Allahın büyük- lüğüne dua ederek kalkar tekrar İstanbula, evine döner ve ilk işi | hemen kazmayı alıp bahçeye in- mek olur. Lâkin, bahçede düşünür. Ya o- | radaki hazineyi karısı kalkıp gö- | rür ve mahalleliye yayarsa.. o Pa- raları hemencecik hükümet elin- den alır. Ne yapmalı?. Karısının kimseye bir şey söylemiyeceğine nasıl inanmalı?. Bunun için en iyi usul onu bir tecrübe etmek. Hem de olmıyacak bir mesele ile.. Takkeci o akşam, yanma iki yumurta alır ve yalar. Sabahleyin karısını çağrır: — Aman hanım, der, başıma bir iş geldi lâkin sakın kimseye açayım deme?. Kadıncağız merakla sorar: — Aman efendi ne oldu?. Söy- le... Takkeci yorgan altından yu- murtaları çıkararak: — Bak, der, yumurtlamışım a- yol.. Daha ne olsun., Fakat dedim ya.. Ağzımdan kaçırayım deme... — Hiç söyler miyim ayol.. -Bununla “beraber, takkeci ak- şam üstü eve gelirken kahvenin önünden geçerken: i — Geçmiş olsun, birader, yu- murta yumurtlamışsın... Diye mahallelinin kendisine takıldıklarmı görünce kadma i- nan olmıyacağmı anlar ve ertesi günü doğruca ,vaktin padişahma müracaat eder, meseleyi nlatır.... Padişah da hazineyi kendisine bağışlar ve filhakika, (o takkeci, bahçesinde bir küp altm bulur. Bu paranın bir kısbı ile de bugün kü Takkeci camiini yaptırır. se Bu hikâyeyi biliyordum. Fakat karşımdakini anlatmak zevkin. den mahrum etmemek için dinle- dim.. Siz de ey meçhul okuyucu. larım, bu hikâyeyi biliyor idise- niz kendinizi okumamış farze- desiniz... fa. KL iki mütecaviz Sultanahmette oturan Şükriye Hanım dün kocası Salih Efendi ile Beyazıttan geçerken terlikci Mustafa ile Abdullah önlerine çıkmışlar ve Şükriye Hanımın kolunu sıkmışlardır. Salih Efen- di bu vaziyet karşısında derhal! iki mütecavizin üzerine atılmış, fakat mütecavizlerin şiddetli hücumuna uğramıştır. Etraftan yetişenler Salih Efendiyi kurtar- mışlardır. Mütecayizler yakalan- mıştır, Çinden, Suriyeden Avrupaya .. Elli iki senedir esra” kullanan on beş çocuklu ihtiyar Çinli .. Marsilya, oTeşrinisani (1932 (Hususi muhabirimizden) — Marsilyaya gelen her vapur polis ve gümrük müfettişleri tarafın « dan şiddetli bir muayeneye tabi tutuluyor.. Bunlardan birinde ben de bulundum. Vapur rıhtıma ya- naşır yanaşmaz polis ve gümrük #mmemurları yolcuları birer birer aramağa başladılar.. Sonra polis müfettişi anbarlara indi. Adam- ları ile beraber kömürü karıştır- dı. i oKamaraları, telsizi, hava mani- İ kalarını gezip muayene etti. Hiç | bir şey bulunmuyordu. Birdenbire i bir demir merdivene tırmanmış o- İlan bir polis kazanlardan birinin arka tarafına gizlenmiş bir küme gördü. Bu küme on kadar çanta ve bavuldan müteşekkildi. oMü- İ fettiş bunları gözden geçirerek: — Hesap tam değil! Dedi taharriye devam edildi ... Az sonra bir yığını afyon, makine yağı tenekeleri altında bulundu .. O vakit müfettiş dedi ki: — Çok âlâ dört yüz elli kilo gram, takriben üç yüz elli bin frank eder. Geçen ay yakalanan yedi yüz kilo ile oldukça bir ye- kün tutar.. Bunlar halis ham Su- riye malı... »* 5: Marsilyaya yeni vararak bir kahveye oturdunuz mu eğer şark- tan geldiğinizi anlarlarsa sizinle hemen dost olmak isterler. Böyle- leri ile olan mükâleme ekseriyet- le şu şekli alır; — Nereden geliyorsunuz?.. — Şarktan... — Hey.. Hey.. Nasıl çok getir- diniz mi?. — Ne?, — Canım anlamamazlık etme- yin işte ondan.. İlâçtan.. Bunu yavaşça kulağıma fısıl- dayan birisine hayretle sordum — Afyon sizi bu kadar alâka- dar mı ediyor? — Sorması fazla, dedi.. Bura- da, Liyonda, Pariste bir çok müş- terim var.. Onlara mal tedarik et- meliyim.. Bir düşününüz, Fransa- daki afyon çekenleri tatmin için günde iki yüz elli kilo gram af- yon lâzım.. Bu hep kaçak olarak geliyor.. Tam kilosu, bin, bin beş yüz franga maloluyor ,ne yaparsı- nız. Şimdiki zamanda ekmek pa- rası kazanmak kolay değil.. Bi- raz da cür'et lâzım. . » 4 “Onlardan,, birisi ile dost el- muştum.. Bana: “aYrın sabah gi- dip sizinle balık tutalım!,, dedi... Ertesi sabah tayin ettiğimiz yerde dostum ve bir tayfa bekli- yorlardı. Balıkçı sandalma atlı yarak sandalın motörü İşledi.. sür'atle yol alıyorduk. Sordum: — Neye bu kadar çabuk gidi- yoruz?, Esrarengiz bir tavırla: — E.. Bazan aceleye lüzum gö rülür.., Dedi, “Jolyet,, rıhtımı boyunca bir müddet gittikten sonra sahil- den açıldık. ve sandal birdenbire durdu. başka kimse yoktu. Dostum ve © Esrar kaçakcılığı ve esrarkeşler —ğ—ğğğ—.——..;; ğı bekliyerek öte beri konuşmağa başladık, Dostum elindeki bir dür binle denizi sık sık tarassut ediyor du. Birdenbire tayfaya : — Biraz yol al. Dedi ve beş dakika sonra: “Stop!,, emrini verdi.. Deniz yü- zünde küçük bir şamandırayı an- dıran bir şey yüzüyordu. Dostum hemen bir kanca ile o şeyi çekti.. Yelken bezine sarılmış bir pa- ketti.. İki saat sonra Marsilyaya dö- nüyorduk. Bu sırada iki balık av- cısı paketi yüksek bir küfennin dibine koydular ve geminin kü- çük dolabından on on beş iri ba- lık çıkararak üzerine doldurdu- lar. Dostum dedi ki: — Siz bir dostsunuz.. Bizi ele vermiyeceğinizi bilirim, meseleyi size anlatayım.. Bugün seher vak- ti Hindi Çini postası geldi. Va- purdaki bir dostumuz kaz: i miş gibi denize bir paket düşür- dü. Bu paketi ben de tesadüfi i- miş gibi gidip aradım.. İçinde af- yon var.. Hemen balıkların altı- na sakladık mesele oldu bitti. Az sonra rıhtıma varmıştık ... Sahile atladım, sahilde dolaşan bir gümrükçü yaklaştı ve küfede- ki balıkları gözden geçirerek: — E, güzel balıklar tutmuşsu- nuz!. Dedi.. P Dostum mahviyetkâr bir ta- vırla: — Fena değil. Müsaade eder- seniz size şu lüferi hediye ede- yim.. — Doğrusu reddetmem.. Bundan sonra iki balık avcısı küfenin birer kulpuna yapıştılar.. Dostum bağırdı: Haydi gidip bir balık çorba « sı yapalım!.. ». Bir defada Sent Maksim'de yemeğe beraber gittik. Aksam o- luyordu. Deniz sakindi. Bir mo- törlü sandala atladık. Biz Sen Tro pez limanına gidinciye kadar or- talk karardı. Önde duran tayfa dikkatle ufku tarassut ediyordu.. Birdenbire dönerek: “Yavaş!,, Dedi ve ellerini ağzında boru gi- bi tutarak bir ıslık sesi çıkardı sonra dinledi... Tayfanın ikinci ıslığı üzerine suyun üzerinde bir küçük ışık gö- züktü.. Hemen o tarafa ilerliye- rek az sonra önümüzde ışıkları söndürülmüş bir yat belirdi.. Bir adam seslendi: — Siz misini Paskal? . — Benim... — Yanaşınız.. Küçük yata yanaştık. Hemen dostumla atlıyarak kamarasına indik.. Kamara duman içinde idi. Yerde iki erkek, üç kadın otur- muş afyon çekiyorlardı, Adamlardan biri seslendi : — Haydi çabuk., Ne getirdiniz» se veriniz. Nevalemiz bitti, su içi- yoruz... Kaşıma cebinden on kadar kü- çük madeni kutu çıkardı. Üç genç kadın kutuların üzerine dala a tıldılar. — Bu gayet iyi cinsten, fiatı Deniz yüzünde bizden l kaça?, — Gramı altı frank.. tayfası ağları denize attılar. Balı- — Çok pahalı değil mi?. seremessansrenrsasasmemssne Deniz aşırı yollardan dünyanın bir ucundan gelen esrarlı mallar AP AŞ arma — Halis Buares rejisinin dır.. Allah inandırsın bir #€Y zanmıyorum. Başkasından sekiz frank isterim. İlk söz söyliyen adam: — Haydi canım. Burada şeri” tanlığa lüzum yok. . a Dedi ve sendeliyerek durdu »** Bir çek yazarak imzaladı. tumla tekrar sandala avdet ettik ye” karada afyon çekemiyorlar. Mar mafih bu usulün de tehlikesi Y. değil, ihbarlar yapılıyor.. On evvel gümrükçüler yatlardan rinin sandalı içinde afyon var” yakaladılar.. : * : Afyon kaçakçılığı Çinde "| Tonkinde de yapılmaktadır. O” larda yaşıyanlar şu vak'ayı w ler: “Tonkin dahilinde vasi bir likânesi olan ve afyon kaçaksi ğr ile geçinen biri bir sabah mej” bir tavırla şehre arkadaşları” yanına gelmiş, demiş ki: / — Karım öldü, yarın gönül cek.. o Artık benim burada yi” l kalmadı. Mahvolmuş bir adam” J Herkes adamcağıza acım, | O gün tabut gelmiş, merasi pılmış ve tabut mezarlığa görü i müş. Halbuki adam gece ge” lığa giderek tabutu açmış, yi” tun içinde cenaze falan g İçinde şehre kaçak getirilen” | him miktarda afyon vardı.. ... * Hindi Çinide uzun müd turmuş olan bir muharrirde0 ©, dum... 1 Muharrir Hang isminde (mandarin) ile dost olmuş. ihtiyar bir Çin âlimi idi, ÇiP* eski efsaneler, tarihi vak'ala latmakta büyük meharti Ayni zamanda durmadan çubuğunu çekiştiriyordu. Bi şam Hang otuz beşinci def# w rak çubuğunu doldurmuştur “ harrir sordu: — Kaç senedir esrar p yorsunuz?. Mandarin çubuğunu bir bırakarak biraz düşündü Y9 ki: — Elli ik, elli üç sene ol” Muharrir hayretle bağırd! ati — Elli iki sene her günü y kırk çubuk içerdiniz, öyl€ halde afyon zehir değil di Mandarin şu cevabı V' — Şimdi yetmiş yaşı” Küçüklükten beri çalışır? On beş çocuğum oldu. ? 9 * xtol” N Cemiyeti Akvam olsu © ek nan iki beynelmilel er sun bu noktayı henüz“, s€ diler.. Afyon zehir mi?* Vip” olduğuna göre yi | ne derecededir? yi ” Fordun sıhbi ol Xi Detroit, 29 (A.A) “pole tor raporüna pazara”. sıhhi vaziyeti memnv”” yandır.