e > — AÂIp| | Pare Mektubu (oNAFRIKAD Canavarlar Peşinde a Yazan :S.C. Aslanlar kızıl gözlerile baktıktan sonra var kuvvetlerile kaçıyorlardı! Ertesi sabah bir gece evvelki b Hınçla yola çıktık. Arkadaşım a- i cıyı çıkarmak için yolda tesadüf | ettiği geyikleri vuramağa başladı. le Hayvan vurulunca yere yuvarla- nnıyor. Güzel başmı son bir ha» reketle omuzuna götürerek can veriyordu. Arkadaşım (öldürdü. ğü hayvanları toplamıyordu bile,, ! Artık bu türlü avdan bıkmıştım, | Yanımda misafir olduğum zattan ayrılarak otomobille Kemyanın i- gerlerine doğru daldım. Yollarda aslanlara tesadüf ediyordum. Fa- kat ne yalan söyliyeyim. Kızıl gözlerile baktıktan sonra var kuvs vetile kaçıyorlardı. Yalnız bir defa güzel bir aslan avında bulundum. Yerliler asla» nan bulunduğu yerin etrafını sar- : dılar. Her birinin elinde: büyük bir kalkan ve mızrak vardı. Hay- vari sarıldığını hissedince kurtul- mak için saldırmaktan başka ça- re bulamıyordu. Zencilerden birinin üstüne sal- dırdı. Zenci hemen kalkanm al- | tına saklandı. Aslan kalkana pen- çelerini daldırdı. Bu anda on beş yirmi zenci birden hücum ederek mızraklarını hayvana sapladılar . Hayvan kıvranarak öldü. Böylece hiç bir telefat verme- den aslanın öldürülmesi zencile- j ri fevkalâde memnun etti. Köye döndükleri zaman köy halkı se- vincinden deli gibi oldu. İçkiler içilidi. Elbiseler atıldı ve sabaha kadar hayvancasıma bir vakıt ge- şirildi, ; : l miri Avcı nedir bilmezseniz bu söz- lerimi anlayamıyacaksınız. Avcı fikrine bir av koydu mu yanına almak istediği arkadaşa çam saâ- kızı gibi yapışır, söyler, söyler, onu yola getirinciye kadar yap- madığını bırakmaz. Benim başr- ma böyle biri musallat oldu. Fil avmı methetmeğe başladı. Hay- vanların, memleketlerinde (nasıl sürülerle gezdiklerini, onların â- detlerindeki garabetlerini, çiftleş- mek için tenha yer aradıklarinı, bir çift fili nasıl öldürdüğünü bazı dostlarının yüz beş file kadar öl dürmüş olduklarını ve bir dostü- nun da: bir cok fil öldürdükten sonra iki kudurmuş fil eline geç- tiğini her biri bir bacağına hortu- munu sararak onu ortasından yırt tıklarını ve saireyi saatlerce anla» tır ve dinlettikten sonra Bindoda bir çift filin üç aydanberi gezdi- ğini söyledi ve gâyet tabii bir s63- le: — Yarın saat yedide onları av- lamağa *gidiyoruz, değil mi?, Dedi. Sabah saat yedide Lorri dedikleri otomobile atladık, E- pey yol aldıktan sonra fundalığa vardık. Arkadaşım —Adı Hamf- ri idi— Dedi ki: — Variyoruz, İndik. Biraz yedik. Çok yürü- dük, bir şey görmedik. Ortalık kararırken otemobili bıraktığımız yere döndük. Yatak- larımıza yattık.. Uyumadık.. Siy- ri sineklerle sohbet ettik. Zavallı» lar cibinliğin altına giriyorlar. Sonra çıkamayınca hırstan kanı» mızı emiyorlardı. Şafaktan evvel kealktrie. 2 KE e A İhan Handle Az yedik, çok yürüdük, bir şey görmedik.. Akşam olunca tekrar yataklarımıza uzandık. Uyuma - dık.. Sivri sinekler de uyumadı.. Bu gülünç ve acıklı hayatı altı gün sürdük, Yorgunluk bizi ke- miriyor. Ayni zamanda içimizi müthiş bir hırs kaplıyordu. Yanımızdaki yerli boylar ho- murdanıyorlar, fakat yola devam ediyorlardı. Yedinci günü,. Eh, dedim içim» den., Haftada bir gün dinlenme günüdür, Bu gün de dinleniriz! Sen mişin bunu söyliyen, Hamfri suratı aslı. Tüfeğin dipçiğini hid- detle okşamağa başladı, Ne yapa» yım. Bir defa çattık belâya.. Ge- ne yola düştük. Üç saat yürüdük- ten sonra hâdise vukua geldi. Ön- de yürüyen Hamfri tüfeği bırakı- verdi. Bana doğru döndü, yüzü sevinçle parlıyordu. o Söz söyler mek istiyor, fakat söyliyemiyor « | du. Nihayet sesi titriyerek bir kaç metro mesafedeki bir şeyi göster» di ve bir aşıkın: — Sevgilim!.. Demesi gibi bir sesle: — Bakınız bir fil tezeği!.. De- di. Hem de taze.. Fundalıkların parçalanmış yer- lerini takip ederek ilerledik. Ni- hayet iki fil gördük. Hayvanlar başlarını havaya kaldırarak kokladılar, acaba ko- kumuzu duydular mı?. yy Hamfri ateşe hazırlanıyordu ... Filler çukura doğru birdenbire ilerlemeğe başladılar. Bir sıra gel- di kendilerini görmez olduk. Bu sırada iki tüfek sesi duyuldu. Ve hemen tüfek sesinin duyulduğu tarafa koştuk. Yerde iki filin ce- sedi yatıyordu. Bir adam fillerin üzerine eğilmiş duruyordu. Bizi görünce sevinçle bağırdı: — Hello siz misiniz?. Mamfiri. Talie bakınız.. Bu sabah avlanma ğa çıkmıştım, İkisini birden hak- ladım. Hem de ne fil dişleri. Her biri yüz yirmi beş libre. Gülecek bile halim yoktu. Bi» tap yere oturdum. Hamfri hüngür hüngür ağlıyordu. se Artık avcılıktan bezmiştim. Bir az da memleketi göreyim dedim. Oğandanın başlıca şehri olan Kampalaya gittim. Bu şehirde İs- tanbul gibi yedi tepe üzerindedir. Osanda kralı burada oturur. Kral bir kulla gibi İngilizlerin emrine tabidir. Memlekette bir çok Hintliler yerleşmiştir. İngiliz. ler bunlardan meminün değiller ise de bir şey yapamıyorlar. Burada “Acemyan,, isminde bir de Ermeni gördüm. Herif ç- tuz baş sene evvel Monbazaya çı» kıp dağları, bayırları, aşarak bu- raya gelmiş bir Fransız avcısını kaçak fil ticareti yapıyor diye ele | vermiş, sonra o adamın fil dişle- rine konmuş. O vakittenberi türlü türlü dala- verelerle zenginleşmiştir. İngiliz- ler ondan nefret ediyorlar. Fakat nüfuzu fazla olduğundan kendi- sinden ihtiraz ediyorlar. — İngiliz müstemlikeciliği için böyle ahlâk- siz bir dolandırıcıya mevki veril- mesi büyük bir şeref değil!.. (Devamı var) VAKIT Artistler Resmi geçidi Filmde görüp sevdiğiniz san'atkârlar sahnede nasıl oynuyorlar ? Paris, Teşrinievvel (Hususi) £ Parise geleli çok olmadığı balde Fransiz sinemasının ea iyi arlistlerinden- Milton, Michel Simon — Huguette Duflos, Jean Ma'chat, Boucot, Andre Bauge, Drean, Maurice Chevalier, Mad- İeine ORenaud ve Mari Beli'i “ sahnede görmiye muvaffak ol- dum. Evelden söyliyeyim ki bu ar- tistlerin bazılarını sahnede sine» madan daba iyi bazılarım da daha fena buldum. Milto'nu Magador tiyatrosunda “Kongre or” Vazu sahnesi Erik asrel'in 3 perdelik 8 tablolu film teklidi bir operetinde gör düm, Evet, 8 tabio! Ne o hay- ret mi ediyorsunuz? Tam, 8 tablo, sehne kendiliğinden mü- tehrrik dekorlar sinemadaki gi- bi perde inmeden değişiyor. Ne yapsın tiyatıo ölmemek için sinema ile rekabet ediyor, Fa» kat onu feci, gülünç ve netice- siz bir suretle taklit ederek, Milton etrafını çerçeveliyen 100 2e yakın birbirinden güzel gös- termelik kız arasında, şarkı söylüyor. — Eğer buna şarkı söylemek denirse — dans edi- yor... Tam 3 saat mütemadi bir gürültü içinde seyircileri kendi- ne bağlıyor. Evet Milton sine- madaki kadar sahnede de ko: miktir, Fakat boyu ne kadar kısa, sinemada buna dikkat etmemiş- tim. Sabnede sevgilisine aşkını ilân ederken ayaklarının ucunda yükselmeğe mecbur o'uyor. Bach'ı bilmem bhatırlıyormusu- nuz ? Hani geçen sena Glorya “Bahriye eğleniyor, diye bir film göstermişti. İşte o film de emirber babriye askeri rolünü yapan Bach! Kendisini Paris'in en büyük sabueli tiyatrosu olan Şatle'de Andre Bauge ile bera- ber gördüm, Andre Bauge'yi si- ze batırlatmağa lüzum yok; Saat Yolu, Madam Poumpadur... Bu arlistin de zoru... sahnede mü- temadiyen hindi gibi kabarmak... şarkı söylesin söylemesin göğsü şişik e dam Gözlerini ia yıltışı var ki görmeyin.. Kısaca Andre Bavge tiyatroda sinema” dakinden çok aşağı, Bach'ın Is- tanbulda gösterilmiyen ve zanne- dersem hiç bir zaman gösteril- miyecek olan: “Sansar mesele- si,, filminde icat ettiği tubatlık- ları sahnede de buldum, Bunün- la beraber hiç bir zaman Milto- na rakip olacak kabiliyette “de- ğildir. Huguette Duflos'un bizde son gösterilen filmini İstanbul gaze- telerinde okuduğuma göre “Ma. ri Dügan Davası, dır. Şimdilik bu artist fılm yapmıyor. Sahne- de onu çok zayıflamış buldum. Yaşlarını saklamak için art'stler ne eziyetlere katlanmıyorlar. Huguette Dufles'nun 22 ya- şındaki oğlu genç ve istikballi bir muharrirdir, Fransız o sahnesinin (yegâne hakiki sarışın kadın ert'sti bak kında sözümlü bitirmeden İlâve edeyim ki Huguetle sahsede sinemadan çok tab'i ve caziptir. Gelelim Eowcot'ya galiba ta- nımadınız ? Geçen sene mevsi- min başında OMsjik'te “geçeni “Artür” ismindeki - oöperetin kahramanı. Iki haftadan beri Paris'in en yeni ve en masum müzikholünda, Elhamrada şarkı ni ia a Mütercimi : Zonguldak mebusu Halil Ailenin esas itibarile hududu Fakat, çocuklar ayrılıp yeni yeni aileler kurdukları için - daha dar ve daha az mahrem olmakla be- raber kıymet ve menfaati daha az ehemmiyetli olmıyan » bir takım yeni yeni alâkalar peyda olur. İşte hısımlık ve akrabalık rabıta- ları dediğimiz şey de bundan iba- rettir. Bu rabıtalar, iptidada ta- mamile sarih ve'myayyen bulu- nurlar, Fakat ailenin bu suretle dallanmaşı bir defaya münhasır değildir. Mütemadiyen devam e- der ve her gün bir daldan ikinçi bir dal daha sürdüğünden (aile dağıldıkça dağılır, Aileler, müte- madi bir hareketle bir taraftan teşekkül, bir taraftan inhilâl eder- ler. Dallar, bir taarftan kütükle- ler çürür ve çürüyen kütüklerin yerine yeni yeni kütükler peyda olur, Mütemadiyen vaki olan ka- rışmalar ayrılmalar ve sönmeler yüzünden ailelerin şekli şemaili hiç durmadan değişir. Bir kaç ne- sil sonra aile isimleri değişmiş bu- lunur; bü yüzden ayni ailenin a- zaları biribirlerini tanıyamaz o- lurlar, Artık bunların biribirlerini aramaları da beyhudedir. Çünkü ! yerleri uzaklaşmış, mütavassıt ra- bıtalar unutulmuş ve her birinin hususi vaziyeti değişmiştir, Bu itibarla bir zaman gelir ki hısımlık alâkaları, günden güne cılız ve sisli bir şekle girer ve bu yüzden hakiki kiymetini: kaybe- derek, bizi bütün insanlara bağ- lıyan umumi alâkalar mahiyetini almağa mahküm kalırlar, Bu in- kılâp, yerine ve zamanına göre az veya çok gecikse bile içtinabı mümkün değildir. Cemiyet, ne kadar çok iptidai (O bulunuyorsa hısımlık rabıtaları © kadar çok zaman devam edebilir. Kilisenin, izdivaçların memnuiyeti hakkın- da vazetmiş olduğu takyidatın tet kikinden de anlaşılacağı veçhile orta çağlarda vaziyet böyle idi, Akraba arasında izdivacı mene den ahval, yedinci göbeğe kadar dayanırdı. Papa üçüncü Innocent, bu memnyiyeti evvelâ dördüncü göbeğe ve daha sonra daha aşa- ğılara indirdi (”). Bu ise, akraba- lık fikrinin ne dereceye kadar za- (9) İslâmiyet: bu heticeyi, “üçüncü ino- aan 1108-1216, dan altı asr evvel temin et- miştir, Herhalde dikkate değer bir telnd- dümdür, Mütercim BekEzzzearER Dez TEE RE AR SARARAN SALA BARAN söylemektedir. Üstüne kurduğu- muz ve kuracağımız bütün ümit- leri mahvediyor. Ya Chevalier? Amerikaya gittikten sonra Parislilerin gö: zönden düşen Jeannete Mac Donald'ın daimi oyun arkadaşı. Karısıyla son ayrı'ma meselesini kapatmak için elinden geleni yapıyor. Mahkemede kendisini müdafaa edermiş gibi cn çün dür “Ampir” müzikbolonda çir- pınıyor. Eski “Valentine” beraet kararını almasına kâfi! Tam bir saat koca s:hnede hemen he men yapyalnız anlatmadığı şen hikâyeler kalmıyor. Dikkat edi- yorum... hikâyeler oçoğaldıkça alkışlar da çoğalıyor... Yaşa Mavrice., Maurice davasını ka- zandı... Mösaadenizle ötekilerinden de ikinci mektubumda bahsederim. A. FUAT 'Akraba arasında evlenmeyi mene&* haller hangi safhalardan geçti ? Dokuzuncu fasıl - Hısımlık | yıflamış olduğunu ispat eder. . | üçtür: Ana - baba ve çocuklar. ,.. | na tarafından akrabalık, tin zıddı olduğundan, genişledikçe ötekinin — © zaruridir. Dikkat edilirse lığın küçük O muhitlerde, muhitlerden daha çok deva” tiği görülür; . yani ovilâ: payıtahtlardan, kasa! hirlerden, köylerde kasab daha kuvvetlidir. Bundan tice çıkar ki büyük muh” maişet esbabının ihtilâfı, lardaki akrabalık (duy! günden güne soğumasına © olur, Küçük muhitlerde ise,” yıştaki yakınlık ve değişmem akraba arasındaki münaşeb bilâkis kolaylaştırır, çoğa sabit bir hale koyar: B hayat, hem daha az şahsi, daha az içtimaldir. İnsan merkezlerde olduğu gibi iş V9 # miyet arasında paylaşılmış Si ziyette bulunmağa mecbur i dir. İnsanlar, buralarda dabi tanışırlar, biribirlerini o dah#€,. merak ederler; aralarında b lerini unutmağa müni olacak”. lanma ve toplanma itiyatları".. süs eder, Her ne kadar kavga, gürültü eksik deği bu haller bile onların biribir! tanıdıkları ve hatırladıkların! pat eder, Büyük şehirlerde vekra biribirlerile (bo; ei fakat ayni zamanda biribir tanımazlar düşe Bon zavaanlarda "aile, (hakli da vir ile yüzmış > muharriri, şu dikkate değer” taleada ( bulunmaktadır: # sınıflarda aile şeceresinin ilk lında mukayyet lamyanlar Sİ rabadan sayılmaları artik değildir. Köylülerle aristokr#f nıflarda bilâkis aile ve telâkkisi daha geniştir. Kö bir yeğenin yeğenini bile, akrablar gibi her türlü £ müsaadelerden istifade ed pek yakın bir akraba sa: En uzak yeğenlerini dikkat lâka ile araştırırlar, uzun bif rabal:i: silsilesini saymakla har ederler ve muhtelif akri unvanlarını hususi bir ehe: le muhafazaya çalışırlar. ve köylüler hâlâ “efendi yi , rim, efendi yeğenim, sezi zevkalırlar, Araplar da, & A lar gibi, süt kardaşlarına bütün akrabalarını saymaki* ş günürler.,, Dindarane bir yı faza edilen akrabalık ilk cemiyetlerin doğmasına olmuştur. Cemiyetin mak — aşiret,, dir, ileden başka bir şey men oymaklarında ve kabilelerinde pek > « cemaat telâkkisi, lanları birleştiren kardası? mi kisinin aynidir. Pedersâl yabi aile hayatınm gayesi ad lir. Çünkü ayni kütükten ef bütün zürriyetleri, Yaşatmak i mahremiyeti içinde abi s0)” ter; kardaş sevgisinin, ye gısının en sağlâm e zi dir. Hülâsa, mu karıda zikrettiğimiz Ez ek & vi Alman ini harririne göre aile MÜ“ gaz teşekkülüne sebep Ola ” pak” saygı esaslarını iğ kuk ettirir. i