2 Teşrinievvel 1932 ye Pahalı bir tablo — Reşit Galip Beye — — Merhaba canım, vakıa se « ninle bir gece “Petrogradda,, mü nakaşa etmiştik ama.. zararı yok, senden bir şey istemiye geldim. Ressam Ali yanıma oturdu. Kendisine paketi uzattım. Zile ba #p bir kahve ısmarladım: — Elli altmış kadar resim bo- Yadım, dedi, bir sergi yapmak is | tiyorum, bana yer bul. Bu sözlere muhatap oluşum - » şüphesiz benim, güzel san'at akademisinde, yahut balkevi Yeya fırkasında nafiz bir şahsi - Yet, yahut belediye reis muavini, Pol is müdürü, vali muavini, Tu - Ping klüp kâtibi umumisi, yahut 'A san'at meraklısı bir zengin ol- | Uğunu tahmin ederseniz alda * Miramız. Ali nasıl ressam ise, ben © öylece bir gazeteciyim. Kü - Sük bir gazeteci. İsmi, cismi tanm 13, “anonim,, bir gazetecicik! Bunun için Ali Avninin bana #elip böyle bir şey istemesine şa- trdm, Hem, onun da dediği gi bi bir hayl; evvel kendisile resim | hakkında şiddetli bir münakaşa Yapmıştık, hatta Ali bana: — Eğer siz de, demişti, resim- den anlarsanız sonra bize ne ka : hr ki, Fırçamızı kırıp bu işten VAZSeçeriz.. Ali kahvesini içerken, telefon saldı, — Açtım, tanıdığım si- nemacılardan birisi beni görmek istediğini, söylüyor, o sabaha bir randevu veriyordu. : Aklıma bir şey gelmişti. Aliye önerek — Peki, dedim, sana mükem- mel bir yer buldum. Amma bil - mem kabul eder misin? — Neresi bu? — Sen evvelâ bu sergiyi niçi yapmak istediğini idai er. — Maksadım para kazanmak değil, tablo satacağımı da hiç ü- mit etmiyorum. Yalnız eserlerimi teşhir etmek istiyorum. pi Bundan ne çıkar ki?! — Hiç sen istersen buna bir “kapris, diyebilirsin! — Tablolarını çok kimsenin görmesini mi istiyorsun? — Evet. Ne kadar çok kimse görürse, o kadaf iyi. — O halde bu iş için mükem mel bir yer var, yalnız. — Yalnız ne?.. ; — Bilmem gene san'at asabiye tin galeyana gelir de belki itiraz &dersin?.. — Yok efendim biz, seninle | Münakaşa ettiğimiz günden beri | artık çok değiştik, hanyayı, kon» Yayı anladık. Senin anlıyacağın, erviş olduk. sp 77 Dinle yavrum. Beyoğlunda 5 sineması var, Kapi mevsim münasebetile — 1. Sinemanın geniş bir bekle e salonu Yar, Bura ini i da eserlerini teşhir edebilirsin. ! Ali kaşlarını çatlı. Aldırma - 1m, devam ettim, ml Hinemanın, ceki ve asil san- şe aldığı vaziyeti biliyo İN tekâmi i şekli olan sinemayı, e ve bilhassa ressama düşman zan- nedersin. Yanılıyorsun, Ne ise ge | me bir münakaşaya Maamafih, bir dakika bu dü; m lığı kabul etsek bile, madem ki bu işin çok müşterisi var, ve se « nin de maksadın resimlerin; çok di girmiyelim.. biliyorsun. | . VAKIT nunda sergisinin açılma merasimi yapıldı. İ — Bu hakikaten kıymetli ressa - mın, resmi kimselere gönderdiği ! davetiyelere hiç cevap veren ol » madr. Hatta ben de işlerimin çok- luğundan oraya gidemedim. Son- radan öğrendiğime göre, ancak on iki kişi kadar gitmiş.. Eş Ali, tahsilini Almanyada yap- mış bir ressamdır. Resimlerinde İ oranın tarzı hakimdir. Fakat Ali, tamamen Türk kalmış olduğu için renkleri, görüşü, tabloları — üs - lâbu başka olmakla beraber — haliş türktür. Bununla beraber A linin teşhir ettiği “yeni,, tablola- rı, herkes anlıyamıyordu. Sinema ya gelenler duvarlara bakıyorlar, orada bir şeyler görüyorlar, kimi- si: — Kübik!. Ki iz isti, nı711.. göstermek istiyordu. Hal - buki bu resimler ne o, ne de öteki idiler, sadete — ne sinirlendirici kelime? — modern,, idiler. Ali, tablolarına alâka göste - ren herkese hemen koşup izahat veriyordu. Zavallı çocuk kendini boşu boşuna sarfediyor, bıyık al - tmdan gülümsemelere, eserini, kendini anlatabilmek icin göz yu muyordu, Halbuki onlara büdai Ve şüphesiz bu insana ne tatlı bir ferahlık verir! - Şimdi artık sinema açılmıştı. İ Alinin tabloları salonda gene du- ruyordu. Fakat her gün, tablolar- dan birisi indiriliyor, yerine filân filmin büyük duvar ilânı asılıyor, tablolar, bu alaca bulaca, üzerle - rinde öpüşen iki artist ve büyük harflerle üç yıldız ismi yazılı pa- çavraların arasında kaybolmıya başlıyordu. Alinin resimlerini kal dırıp evine nakletmiye parası yok tu! Bununla beraber, belki en iyi &serlerinden birisi olan “Maske- li balo,, isimli büyük tablosu, sa- lona hâkim oluyordu. Hatta bu tabloyu birisi, bir kaç defa sor - muştu: ; — Satılık mı? Fakat Ali, fena bir tesadüfle bu müşteri çıktığı zaman orada bulunamamıştı. Müşteri de, suali- üç defadır da geliyordu. Ali dedi ki: — Galiba tabloyu satın ala - ruz. Bu gün için randevu verdi. i Bekliyorum. — Peki gelirse kaç lira istiye- ceksin? Ali güldü. Yüzüme, zeytin ka- dar siyah ve zeki gözlerile baktı. — Azizim, dedi, bu tabloyu “Salon d'automne,, da teşhir et - tim. Bir hayli beğenildi. Yalnız, burada bunu kaça satabilirim, hiç bir fikrim yok.. Hem burada resm satılır mı? Hakikaten bu, güzel bir tablo idi. Ben, zengin olsaydım, bu tab loya her halde beş yüz lira vere- bilirdim. — Sen ne dersin kaç lira isti- yeyim? Benim de hiç bir fikrim yok- tu. kimseye göstermektir, niçin bun - dan istifade etmiyelim? Ali razı oldu. Üç gün sonra G...) sinemasının bekleme salo — Ali,dedim, evvelâ seninle şunun bir sermayesini hesap ede- lim. Çerçeveyi kaça yaptırdın? Ali gülmekten kırılıyordu. Ce | Diye, #anki bu işten çaktığı - | bir tokat atmayı ne kadar isterdi?. | ni sinemanın kapıcısına sormuştu, | çak, fakat bir türlü buluşamıyo » ! d Dehşet! | Zelzele Selânik ve civarında bir afet olmuştur 2500 kişi aç biilâç kırlarda Atina, 1 (Hususi) — Evvelki gece Selânikte vukubulan şid- | detli hareketi arz hakkında, da- | biliye vekâletine mütemmim taf- silât gelmiş. Zelzeleden büyük | bir telâşa düşen Selânikliler, ev- lerini barklarını bırakarak kır- lara dökülmüşlerdir. Evelki ge“ ceki zelzele, en ziyade Aynaroz da tahribat yapmıştır. Bütün İ manastırlar, zelzeleden az çok basara uğramıştır. Ernea köyün- de, ölenlerin miktarı 140 yara” lananların adedi 450 yi bulmuş- tur. İki bin beş yüz kişi aç ve biilâç kırlarda bulunuyor. Son zelzeleler esnasında telef olanlar, henüz defnedilmemiştir. Zelzele mıntakası feci bir man- | zara arzelmekte devam ediyor. Yardım Ankara, 1 (A.A) — Türkiye | Hilâliahmer Cemiyeti (o Yunan zelzele felâketzedelerine yardım olmak üzere beş bin lira gön- dermiştir. Rus mütehassısları şehrimize geldiler Bir müddettenberi Anadoluda tetkikatta bulunmakta olan Rus mütehassısları heyeti azasından dördü ve heyetin reisi M. Or- lof Ankaradan şebrimize gelmiş lerdir. Heyet azasından bir kıs- mi Ankarada kalaıştır. İstanbu- la gelenler perşembe günü Mos- | kovaya gideceklerdir. Dün sabah kimya müteha. ğ larından M. Zoşteviç Moskova- | dan gelmiş ve Akşam trenile Anka gitmiştir. ———— —— — vap verdi: — On beş lira! — Tuvaline “bez,, ne sarfet - tin? — O da on iki lira eder. — Oldu yirmi yedi. Tablonun üzerinde hiç olmazsa iki okka bo ya var.. Bu kaç para eder.. Ali katılmaktan az kalsm bo- ! ğulacaktı. Hemen su yetiştirdim. — Vallahi, dedi, nakkaştan al | sak o da beş on lira eder. — Etti mi 37? Şimdi işçiliğine gelelim, Kalemkâr olsa, bir metre Imurabba: yağlı boya duvarı bir li raya boyuyor, senin tablo 9 met- | İ re murabbaı var. Dümdüz boya - | saydık 9 lira verirlerdi. Otuz yes | i di, dokuz daha kırk altı lira eder. Fakat sen tabii buna bir hayli ça- lıştın. Tabloyu ne kadar zamanda bitirdin? — Üç ay kadar sürdü. — Kendine gündelik ne koyuyor sun? Nakkaşlar, kalemkârlar yev miye iki liraya çalışıyorlar, Sen bir liraya razı mısın? — Razıyım!. — O halde bir hesap edelim: İ Günde bir liradan üç ayda 90 li- | ra eder, kırk altı daha aşağı yuka- | rı buna 150 diyelim. O halde, bu | tabloya 150 lira istersen sermaye- | ni kurtarmış olursun! Ali birdenbire ciddileşti. Göz- lerinde denizde boğulanlara mah sus bir nevmidi belrdi, tok ve a- ğır br sesle: — Pahalı, dedi, bu tabloya 150 lira kimse vermez. - Fikert Adil İ ne için ! saklı olan acılarınızı Niçin içtiğimi kâinat duysun — Anla rumı unutmak için içiyorum! — Beni evlendirenler Allahtan bulsun! A. KâniBey... Otuz beşlik bir | dertli | Kılık kıyafet düzgünce... | yüzü, yaşından umulmıyacak ka- dar kırışıklar, çizgiler içinde... Burnunun ucu biraz şişce ve | morumtırak,.. Eskiden memur- muş, şimdi kendi hesabına ayak işlerile meşgul... Bir karısı, iki çocuğu var... Hal ve vakti iç gü- veyisinden hallıca imiş... — Rakıyı, şey pardon, yalnız rakıyı değil, şarabı, konyağı, birayı ve halta ara sıra viskiyi, vermutu, rumu... sonra Yine İsim- leri şimdi hatırıma gelmiyen di- ğer bir sürü içkiyi, ben, biliyor- musunuz ne için içiyorum ? — Ne için içtiğinizi bilsem size sorar mi idim? — Öyle ise öğreniniz şimdi, içtiğimi... oBen başda rakı olmak üzere bütün bu içki | leri şunun için içiyorum. Acıla- rımı onutmak ! — Acılarınızı onutmak mı? Fa- i kat bir insanın bu kadar içki | içmesine sebep olacak ne gibi | acıları ola bilir ki? — Ab! Nasıl anlatayım bil- mem kil — Nasıl anlatacağınızı siz bil- medikten sonra, ben keramet sahibi değilim ki sizin içinizdeki | acınızı, dertleri keşfedeyim, Hay- di sıkılmayın, utanmayın, anla- İ tnl Benden biç çekinmeyin, ben kara insanlardan de- öyle ağzı sizin içinizde ğilim, korkmayın, sırlarınızı kimseciğe açmam: — Evet ağzınızla kimseciğe açmaz, lâkin gazete ile bütün dünyaya ilân edersiniz! Ama ne ziyanı var, sanki ederseniz ne olacak? Zaten benim alemden gizli, kapaklı bir işim bir derdim yok kil — O halde anlatında dinli- yelim! — Yalnız siz değil, bütün kâ- inat dinlesin! - Tevekkeli dememişler: “Ah felek, yandı yürek, kimine kavun İ yedirir, kimine kelek!,, diye.. — Yal Demek ki felek cenap- ları size kavun yerine kelek yes dirdi ha? — Hemde ne kelek, hem de ne kelek! Ne tadi var, ne tuzu, ne rengi var, ne kokusu. Yiyip yutabilene aşkolsun! Beş sene bu efendim, tam beş sene! Beş | sene dile kolay ama, gelin siz bu beş sene içinde çektiklerimi birde bana sorun! Hay benim İ başıma bu püsküllü derdi saran- lar Allabtan bulsunlar! Neme lâzımdı benim evlenmek! — Ha! Mesele şimdi anlaşılır gibi oldu.. — Evlendik de sanki başımız göklere erdi. Otuz yaşında ba- şımıza bu derdi satın aldık, fa- kat otuz beş yaşında. efendim, rica ederim, beni fazla söyletmeyin ! Ne demek istedi. ğimi pek âlâ anladınız, yani lâ- | am geldiği kadar anlar gibi oldunuz. — İyi ama, demin içinizdeki bir takım acılardan bahsetmiş- niz, evlilikle bu « eti? : vE di — Arif olan bu kadarla her şeyi anlar. Rica ederim, beni arlık fazla zorlamayınız | — Doğrusunu islerseniz bu * sözlerinizden bir çok manalar çıkar, fakat siz bu manalardan hangilerini kastediyorsunur. Bu- nu kestirmek pek güç! Yalnız benim anladığıma göre siz evli- lik hayatınızdan çok şikâyetcisi- niz! Lâkin, bu şikâyetiniz hangi sebep ve cihetlerden ileri geli- yor? Burası muamma! — Orası gene sizce ve her- kesçe muamma olarak kalsın! Sade şu kadar söyliyeyim ki, ben evlenmeden evvel evlilikte neler ararken evlendikten sonra nelerle karşılaştığımı söylersem benim bu zavallı “halime siz de benimle beraber hüngür hüngür ağlarsınız! İşte efendim, ben rakıyı ve sade rakıyı değil, iç- kilerin her çeşidini şimdi bunun için, içiyor ve ancak onları iç- mekle içimdeki unutulmaz acı- ları biraz dindiriyor, kendimi bu suretle bir parça avutabiliyorum! — Mademki öyle, evlilikten tornistan edip, tekrar bakârlığa dönemez misiniz ? — Dedimya, söyletmeyin beni, o da ayrı bir mesele! — Anlaşılan, siz galiba nasılsa, vatkile yularları hanımefendinin eline kaptırmış ve bu yüzden... — Sade yularları ona kaptır- mak işi olsa ne ise! Yularlarla beraber aklımı, fikrimide kaptı, beni bu sersem bale getirip bi- raktı. İşim, gücüm, her şeyim onun yüzünden alt üst oldu. Ne diyeyim, bu püsküllü belâyı vak» tile benim başıma saranlar da yakında benim gibi olsunlar, iki yakaları bir araya gelmesin! — Pardon beyim... o Acaba, sizin bütün bu sözlerinize, şikâ- yetlerinize içtiğiniz içkilerin de bir tesiri olmasın! Yani siz bun- ları çok kullandığınız içki ile bozulan sinirlerinizin zoru ile söylemiş olmiyasınız | — Kat'iyen efendim, kat'iyen ! içkinin bu sözlerde zerre kadar tesiri yoktur. Ne söyliyorsam tam birer hakikattır ve ben içkiyi, hep bu acı hakikatleri gözümde gönlümde bir müddet olsun uyutmak için içiyorum | Osman Cemal Nusret Bey Hariciye memurlarımızdan Le- ninakan konsolosumuz Nusret B. merkezde bir vazifeye nakledil- miş ve mumaileyh Rusyadan şehrimize gelmiştir. smiağime bik .Matbuat cemiyetinin senelik kongresi Istanbul matbuat cemiyeti kâ- tibi umumiliğinden: İstanbul matbuat cemiyeti ses nelik kongresi 6 teşrinievvel 932 perşembe günü toplanacağından o gün âzanın saat on üç buçuk” © cıların müna-