dü Sie Zaim — —4 VAKIT 22 Kânunsani 1931 (Paris) Beynelmilel afyon ka- çakçılığı merkezi Son zamanlarda bazı Avrupa gazetelerinde Türkiyeyi beynel- milel afyon kaçakçılığı merkezi olarak gösteren bir propaganda teşriyatı başladı. Bu neşriyatın sebebi malümdur. Önümüzdeki mayısın yirmi yedisinde (Geneve) de bir afyon konferansı topla- nacaktır. Bu konferansta morfin imalâtı Almanya, İsviçre, Fransa ve İngiltere gibi muhtelif mem- leketlere mensup fabrikatörler arasında taksim edilecektir. da- ba doğrusu bundan evel bir af- yon istihsal memleketi olmasına rağmen Türkiyeye hiçbir hisse verilmeksizin Londrada hazırlan- mış olan taksim projesi bu kon- feransa tasdik ettirilmek istene- gektir. Onun için efkârı umumi- yeyi şimdiden Türkiye aleyhinde zehirlemek lâzımdır. İşte bahset- tiğimiz propaganda neşriyatı bu maksatla yapılmaktadır. Fakat bu tarzdaki neşriyatı idare edenlerin maksadı o kadar açıktır ki bunu gizlemek müm- kün değildir. Bahusus afyon ka- çakçılığı merkezini o Türkiyede değil, doğrudan doğruya Avrupa memleketlerinde aramak lâzım geldiğini, her gün yeni bir hadise ispat etmektedir. Netekim (Va- kıtlın dünkü nüshasında verdiği- miz malömat bu hadiselerden biridir. Vaşingtondan gelen haberlere göre, Amerika memurları Fran- sadan gelen meselâ İldö Frans ve Majestik gibi lüks vapurlarda (600) kilodan fazla kaçak morfin tutmuşlardır. Sık sk tekerrür eden bu hadiseler özerine Ame- rika zabıtası tahkikat yapmış, neticede bu morfinleri sevkeden kaçakçı çetesinin merkezi Paris- te bulunduğunu tesbit etmiştir. Bu çetenin Paristeki efradı Fransada gok mühim mevki sahibi iki Fran- sz olduğu temin edilmektedir. Artık Türkiye ile beraber diğer bütün memleketlerden ihraç edi- len afyonları Pariste toplıyarak harice gönderen merkezin Paris- te bulunduğu şüphe götürmez bir bakikat olmuştur. Amerika hü- kümeti bu hadiseden dolayı Fran- sa hükümeti nezdinde teşebbü- satta bulunmuş ve şikâyet etmiş- tir. Düşünmek icap eder ki bu vaziyetleri ortaya koyan ne Tür- kiye hükümeti, ne Türkiye mat- buatıdır. Hadiseyi bulan Ameri- ka memurları, ifşa eden Ameri- ka matbuatıdır. Bu neşriyatı nak- leden Fransız gazeteleri ise bu ağır ithamlar karşısında adeta söyliyecek söz bulamamaktadır. Geçen Londra konferansında morfin İmalâtı için beynelmilel bir tröst teşkil etmeğe kara: verenler bu tröste Türkiyenin iştirak edemiyeceğini, bunun se- bebi Türkiyede Afyon ihracatı vesikaya tabı olmadığını ileriye sürmüşlerdi. Acaba bu zevat şimdi Amerika bükümetinin bu ağır ithamları karşısında ne di- yeceklerdir? Paristen Amerikaya mütemadiyen sevkedilen ve Ame- rikada tutulan morfinler için Fransız hükümeti tarafından ih- raç müsaadesi mi verilmiştir. Bu hadisenin ifade ettiği ma- Bayı biraz daha tenvir etmiş ol- mak için küçük bir noktayı da biz kaydedelim: Son Londra Afyon konferan Telefonun cinayetleri Bir İngiliz muharriri telefondan ikâyet ederek bu mel'un âlet keş- edilince, artık aşk mektupları ya- zılmaz oldu diyormuş. İlk dakikada bu buluş, benim de hoşuma gitti ve sandım ki ken- di tahteşşuurumda yaşıyan bir fik- ri ifade ediyor. Fakat ilk dakika- | nnı şatafatlı alevi geçince yavaş| yavaş karışan muhakemem durul-| du ve asıl hakikatla karşılaştım. Eğer aşk mektupları yazılmıyor! sa bunun sebebi telefon değil yazı- Meçhul bir kahraman tobüşle Beşiktaştan Harbi- | yeye çıkıyordum. Esat Pa- şanın Tramvay şirketine devret- tiği bu Fransız arabaları içinde gitmek, tramvayda seyahat et- mek kadar rahatsız değil, İnsa- na bazan otomobilde gidiyorum hissini veriyor. Bu arabalarda da tramvay kanunlarından ikisi hü- küm sürüyor, tükürmek ve ciga- ra içmek yasağı. Birde üçüncü lacak, yazdıracak aşkın zümrütan- yasak var: “şoförle konuşmak kaya dönmesidir. Anlaşılan aşk| memdudur. ,, ta şimdi ancak müstehasalarına| lacak, yazdıracak aşkın zümrütüan| ları gibi bir şey olacak. Bir zaman- lar zmaanını yaşamış ve sonra de-| ge devam ettiği cigarasının du- vir değişince nesli inkıraza uğra-| mıştır. i © Bunun için değil midir ki şimdi kendisinde eski hastalığın arazı gördüklerimize birer (o “peszinde,, nazarile bakıyor, eğleniyoruz. sı olacak. Çünkü en çok şarkta ya- şamışlır. ta devri geçtikten da şark Leylâlar, Mecnunlar ye- tştirmekte devam etti, Hatta aşk, bir hayalin gönül perdesi üstünde nakşedilmesi ise, ancak gözle gö- rülmüşler (| sevilebileceği (o halde şark, kulaktan âşık olanlara da yer, isim ve macera vermiştir, Bay ron, kendi yarattığı bir âşıka Ja- ponyanın güneşinden, onun vücut kâyetler ettirdiğine bakılırsa kalp gelecek. Bu sevda (telâkkisinde şark ve garp insanları gibi edebi- yatları da büsbütün ayrıdır. Methi- ni işitip âşık olanlar mı istersiniz, rüyada görüp divane olanlar mı? Hepsi bolbol var, Yalnız şuna da i- nanmı; ki tabiatin güneşi aş- ona yaramıyor. Bu tehlikeli (o ışık hangi diyarda en parlak ve en kız- gınsa, aşk evvel orada can veri- yor. Meseleyi sade bir telefon teline bağlamak kâfi bir teşhis sayılamaz. İlham veren, insanı bir sevgilinin hayali huzurunda kalem ve kâğıt- la başbaşa bırakan derin çarpıntı- doktorları manevi kardiyak teşhi- sini koyuyor. Siz gelin de bütün Yu hakikatlar meydanda dururken! zavallı telefonu aşk ilhamlarımı öldürmek cinayeti ile bakayım!... Seyyak ank 2458901084 18004 NAAT sına Fransız murabhası tarafın- dan verilen bir cetvelde Fransa- dan Türkiyeye 460 kilo morfin sevkedildiği yazılmıştır. Halbuki bü malümat tamamen asılsızdır. Çünkü hariçten Türkiyeye mor- fin ithali kanunen memnu oldu- | ğu için Türk gümrüklerinden böyle bir maddenin girmesine imkân yoktur. Fransız murahha- sının verdiği bu malümatın asıl ve esası olmadıgı anlaşılınca cet- veldeki diğer rakamların sıhhatine nasıl itimat edilebilir? Bu vaziyetten bizim anladığı- mız şudur: Afyon imalâtının tab. üzerindeki tesirlerinden acı acı şi-| işlerinde güneşin hayli marifet sa-| hibi olduğunu kabul etmek lâzım-| kı beslediği halde medeniyet ışığı! Aşlan galiba güneşle bir alâka-| lar artık kalmadı. Böylesine asrın! didi için toplanan beynelmilel | konferanslardaki bazı memleket | murahhasları Omorlin imalinde maddeten alâkadar fabrikaların bilerek veya bilmiyerek tesirleri altında kalmaktadır. Bu murab- haslara yanlış malümatlar, hatalı rakamlar, esassız vesikalar gös- terilmektedir. Bundan sonraki konferanslarda muhtelif memle- | ketler murahhaslarının herşeyden evvel bu ciheti nazarı dikkate almaları, isabetli bir karara var- maları için lâzımdır. Mehmet Asım | Akaretlerden binen şişmanca bir adam, şoföre en yakın yere oturdu. Elinde fosur fosur içme- manın savurarak şoförle konuş- mağa koyuldu. Bu belediye, kumpanya emirlerini hiçe sayan ve hiçbir ihtar görmiyen meçbul kahraman kimbilir kimdi? Bu otobüsten inerken: — Neden bu adam birde arabaya tükürüp şecaatini ta- sonra| mamlamadı? Diye hayret ediyordum. » Fındıkçılar ve göz ağrısı Altı mangallı tablalar üzerin de fındık satan esnaf, gelip ge- çen yoleuları rahatsız ettikleri için yol üzerinde durmaları ya- sak edilecekmiş, Fena olmaz; zaten fındıkçıla- rın sokaklarda durmaları doğru olmaz. Yoksa geleni, geçeni hep göz ağrısından kurtaramayız. * Aşk mektubu! Bir İngiliz gazetesi hayflanıyor: Harpten sonra artık kudretli aşk mektupları yazamaz oldular! diye... Bunun bir hakikat olduğuna kop kolay inanılabilir. Yalnız müteessir olmağa, yahut hayret etmeğe ne lüzum var: Eskiden gençler aşk yapamaz sevgililerinin Visalini kolayca ele geçiremezler, mektup yazarak kendilerini avuturlardı. Şimdi ona hacet yoktur. Aşkı İ yapan, yazmağa neden lüzum | görsün? itham edin| Lİ Ae e AÇ R DİZİN Yazan : Salih Murat Niçin madeni bir kaşık sıcak çey veye suyu bardakları gatlatmektan vikaye eder? Madenler cam ve porselene nazaran fazla harareti bel'eder. Bu suretle sıcak suyun veya çayın ilk kısmı soğumuş olur. Ve binaenaleyh bardak veya fincan birdenbire ısınmaz. Bir- denbire ısınmakla bardak veya tabaklar kırılır veya çatlar. Bütün eczane ve ecza depolarinda satille. VALDA ismini taşiyan kutular A derunünde talep ediniz AYA ea Tai YAZAN: Ömer Rıza Bu papasları idare ederek buradan çıkıp gitmek daha doğru olurdu. Leylâ) tehditlerinize kulak düşündü, düşündü ve hizmetçisinin o- nu aramasına ümit etti, Günler geçi- yor, Takat onu arıyan soran bulunmu yordu. Yalnız bir rohibe ona yiyecek ve İçecek getiriyordu. tu dermez misin? — Söyliyeyim. Başrahibe gelmiş ve Leylâ ile ko- nuşmuştu: — Bir şey mi istedin kızım. Yemin ederim ki senin haline acıdım. Fakat sen biraz hesapsız davrandın. — Her ne ise, artık beni buradan çı karmız.. . — Biraz müsade et te papasla gö- rüşeyim, Başrahibe gitmiş bir kaç dakika sonra papasla birlikte dönmüştü: — Leylâ! aklın başma geldi mi? — Aklım zaten haşımda. . — © halde bizim dinimize girecek misin? — Marküsü gördükten sonra cevap verebilirim. — Hangi Marküs? — Şam kilisesi başrahihi... — Kızım Marküs öleli bir ay oldu. — Eyvah!. O halde beni bırakınız. Benden ne İstiyorsunuz?.. Benim sizin; le bir alışverişim yok! — Seni kazanmadan bırakmıyaca- ğım. — Emin ol ki beni kazanacağın yok tur. Ben sana fenalık gelmesin diye beni bırakmanı rica ediyorum. Yoksa beni nasil olsa arıyacaklardır. Çünkü buraya geldiğimi biliyorlar. Gerisini siz bilirsiniz. — Senin burada bir kimsen var m? — Onu sonra öğrenir ve bu hareke itinizin cezasımı ödersiniz. Papas ile rahip bu sözlerden hoş İânmamışlardı. Hükümet onların böy- le hir hareketinden haberdâr olursa onları şiddetli takibata tâbi tutar, ken dileri kendi ellerile rahatlarını ihlâ) etmiş olurlardı. O halde hükümet ta- rafından bir hareket vukubulmadan bu işi halletmenin yolu ne olabilirdi? Papas bir çarei hal düşünürken An- takya ve havalisi valisi, bir zabit müf rezesi ile kiliseye dayanmıştı. Deylâ- nm hizmetçisi, hükümete müracaat et- miş, Leylânm hususi bir işi için kilise ye gittiğini, ve oradan çıkmadığını bil dlrmişti. Vali, ilk tahkikatı yaptıktan sonra derhal harekete geçmiş ve kilise ye dayanmışt. Valinin kiliseye gelmesi içerde müt- hiş bir bozgun vücude getirmişti. Başrahip telâşla valiyi istikbal et miş, onu ı hakkında her türlü hürmet ve riayeti göstermiş ve ne emir buyur- duklarını tevazula sormuştu: — Burada bir müslüman kızı var. Onu istiyorum. — Aman efendimiz, böyle bir şey- den haberimiz yok. — O halde kiliseyi arıyacağım!. — Burası mukaddes bir yerdir. Biz hükümetimize mulliz, — Fakat bir müslüman kızını kaçır mışsınız, onun İçin size şiddetli mu - amelede bulunmağa mecburum. Ya kızı getirirsiniz, yahut kiliseyi ararım. İlâve ediyorum kilise muhasara altındadır. — Fakat bu hareket sizinle impara tor arasındaki münasebetleri bozar. — Biz buna ehemmiyet vermeyiz. |tedim, müsaade etmediler. Bu da — Ya imparator (yani Bizans İm-İgelmiyormuş gibi beni zindana atti” paratoru) bu sırada bir harekette bu-lZindanda ne kadar kaldığımı Tunursa,.. » — Ona da ehemiyet vermeyiz. — Nasıl olur efendim. de sizin imparator dedi. ğiniz bizi tehdit etmişti, Emirimiz Mu-|mı? avyenin verdiği cevabı bilyor musu- nuz? — Hayır. — Emirimiz imparatorunuza dedi ki: En cüz'i harekette bulunduğunuz! (OOnu getirdiler, Vali sordu: takdirde ben muhasımım olan Ali ile derhal barışır ve onunla birlikte size Burada bir müslüman kızı kiliseyi arıyacağım Leylâ, bir gün bu rahibe ile konuş” — Hemşire! Bana başrahibeyi gön — La karşı hareket ederim. Onuü © hangi şıkkı ihtiyar ediyo re cevâp veriniz. — Birde kız filân yok! — O halde kiliseyi rum. Vali ayağa kalkmış ve m İmişti: — Muhasarayı teşdit et den kimsenin çıkmasına, kimsenin girmesine müsaade © ler! ? Zabitlerden biri (Ohemef çıkmış ve kiliseyi muhasara vete emir vermişti. O dönd İvali başpapasa emretti: — Önümüze düş ve taha! İda bize refakat et. — Ben taharriyata mül mem, — O halde seni tevkif Bütün papaslar toplanmışl: lar büyük bir kalabalık teşkil lardı, İki zabit başpapası gö! İbunlar tehditamiz bir vaziyet Öp lardı, Mırıldanıp duruyorlardı. “© lara bakarak şiddetli ihtarlardi muştu: — Papas efendiler! Biz siz€ lü hürriyeti bahşettik. Sizin ta tirahat ve emniyet içinde temin eyledik. Buna mukabil hiyanet ediyorsunuz. Bir mi kızmı kaçırarak büraya aj Size son sözü söylüyorum. Ya hemen iade edersiniz, yahut tevkif ve kiliseyi taharri eyi Artık söz sizindir. Papasların içinden biri — Vali hazretleri! Bizim meseleden haberimiz yoktur. Bİ3€ kaş dakika müsaade ediniz. Biz arıyalım. Hemşirelere soralım. bir şey varsa onu size tesligi, mize emin olunuz. Biz bir müsi” kızını ne diye hapsedelim. Bize bu müsaadeyi veriyor ... — Size yarım saat müsaade rum, Papasların hepsi dağıldılar. hibin muavini doğrudan doğruys belerin bulundukları yere gitti. Ve rahibeyi çağırdı. — Burada mahpus bir müslü kızı varmış! Kimdir bu! — Başrahibin burada alıkoymak tediği bir kız. — Onu hemen getir, — Başrahibin emri var mr? — Yar, var. pir Başrahibe hemen geri dönmüş dakika sonra Leylâ ile dönmüştü. .i — Aman kızım gel! Senden bir. çileük ricamız var. Buraya kendi int yarınla geldiğini ve burada kendi 9” zunla misafir olduğunu söyle, — Kime söyliyeyim. — Valiye, Yoksa bizi büyük lâkete uğratırsın. — Sen beni valinin yanma götür gerisi kolay, İkisi birlikte ilerlediler ve velini” | yanına çıktılar. İ Vali, Leylânm yüzüne ve sordu: — Seni burada nasıl hapsettile — Ben Şam başrahibi Marküsü # mağa gelmiştim. Ondan sorulacak we sualim vardı. Buranm başrahibi, onu henüz gelmediğini, istersem beni mis” fir edeceklerini söyledi. Kabul eti” Misafirliğim uzun sürünce çıkmak ir edi a mio NE bir /€ vi dikkat eft ram. Çünkü kaldığım yerin gecesi, £ö” düzü bir, Vali başrahip vekiline döndü: — Buna karşı bir söyliyeceğimiz “9 — Meseleye vukufum yoktur. Baş hipten sorunuz. Vali emretti; — Başrahibi buraya getiriniz! — Siz bu kızı niçin hapsettinis? (Bitmedi)