Gl WEN Halâ nasihat ediyorlar 'ahranda” intişar eden ve (Iran) hükümetinin naşirief- kârı bulunan (İran) gazetesi (Ağ- n dağı) hadisesi münasebetile yeni bir makale yazmıştır. Diğer #ütunumuzda tercümesini derç eltiğimiz bu makalenin esası İran hudutları dahilinde yaşayan kürt işiretlerine nasihat etmekten iba- ir. (Iran) refikımız bülâsaten rt aşiretlerine şöyle diyor: “Iran devleti kendi işi ve gü- cü ile meşgul olan iranlı kürt- lere karşı daima himayekâr va- iyetini muhafaza eder. Fakat fesat çıkarmak ve asayişi ihlâl etmek istiyenleri de şiddetle ecziye etmeğe karar vermiştir. : kürtlere samimi olarak nasihat ederiz. İran hükümetinin arrusuna mubalif hareket etme- pr aksi takdirde çok şiddet- cezalara uğrıyacaklardır.,, Bir noktai nazardan bakılırsa bu nasihata hiç bir diyecek yok- tur. Çünkü söylenen sözler Gü- xeldir. Halbuki biraz düşünüle- cek olursa bu güzel sözler doğ- rudan doğruya İran hükümetini mesul etmek için en kuvvetli bir delil olarak gösterilebilir. Malümdur ki Türkiye ile iran arasında bir dostluk ve teşriki i muahedesi vardır. Bundan sene evvel imza edilmiş ölan ve bir sene daha meriyet müddeti bulunan bu muahede Mucibince İran hükümeti kendi memleketi dahilinde Türkiyenin emniyet ve asâyişini ihlâl gayesile teşekkül eden cemiyetleri da- ğıtmağı ve alâkadarları cezalan- dırmağı taahhüt etmiştir. Keza- hududa civar arazide bulu- Yan aşiretlerin i:das edegelmekte * oldukları iki & emleketin asâyi- Şini muhil efâli ve tertibata nihayet (vermek için bilcümle tedâbiri lâzımeyi ittihaz etmeği kabul eylemiştir. Şu halde Iranlılar için hudut- ları dahilinde yaşayan kürt aşi- retlerine nasihet vermek lâzım idise bunu babisettiğimiz mua- imzasmı müteakip, yani dört sene evvel yapmak icap ederdi. (Iran) gazetesi bu güzel masihatları © vakıt neşretmeli Kdi. İran bükümetide İrandaki Kürt aşiretlerinin bu nasihatlara muvafık surette hareket edip et- mediklerine dikkat eylemeli idi. Maalesef Iranlı dostlarımız bu tarzda hareket etmemişlerdir. Bunun neticesi olarak bu gün Şark hudutlarında cereyan eden hadiseler vuku'a gelmiştir. Binaenaleyh böyle bir vazi- yet müvacehesinde artık yapıla- dik şey nasihat etmek değildir. Türkiyenin hudutlarındaki em- niyete suikast eden teşkilâtları ortaya çıkarıp cezalarını ver- mektir, Geriye kalan aşiretlere de cezaları verilen bu mücrim- leri misali ibret olarak göster- mektir, Fakat İranlı dostlarımız bu tarzda hareket edecek yer- de hâlâ baştanbaşa misellâh şekavet çeteleri halini almış olan Kürt aşiretlerine nasihat ver- mekle vakıt geçiriyorlar. Ba suretle kendilerinin hudutları dahilinde silâhlanarak O memle ketimizin hudutlarına tecavüz eden, Cümhuriyet idaremizin mevcudiyetine suikastta bulunan Kürt aşiretlerine karşı alındığından bahsettikleri fili tedbirlerin ta- mamen gayri vaki olduğunu iti- raf etmiş oluyorlar! Mehmet Asım mücrimaneye | Jdir. Malâm olduğu üzere bu isyanm SUTUNLARD a Onlar ve biz! ülhanede yatan bir hastamı ziyarete gidiyordum, Ayasof- yanın sıkyapraklı önünden geç- tikten sonra güneşli yol bir alev gibi yüzümü yaladı. İçimde bez- ginlikle sevinci elele duyuyorum. Güneş ve sıcak bezginliğimi, yastığa gömülü solgun yüzde ziyaretimin ouyandıracağı tatlı gülü, de sevincimi yaratı- yordu. teselli ile sıcağa gö- ğüs gererek ilerliyordum. Adli- yeyi geçtim. Saray kapısina doğ- ru yürüdüm. Üçüncü Ahmet çeşmesi önünde bir kalabalık gözüme ilişti. Yarı çıplak vücut- ları, ve yanık çıplaklarını çerçe- veliyen e? giyinişleri bunla- nn yabancılıklarını anlatıyordu. Çeşmenin mermerlerine tünemiş- ler, parmaklık aralarına otur- muşlar ve hatta yerlere çömel- mişlerdi.” Dikkat ettim, hepsinin arkası çeşmeye dönüktü. Yıkan- mamış kara ve ezik erik yiyor- lardı. Bu yiyorlardı diyişimi beyen- medim. Çünkü onların yiyişlerini anlatmak için tıkınıyorlardı, zif- leniyorlardı ve nihayet sümürü- yorlardı, kelimelerini kullanmak daha uygun gelirdi. O mi- mari nefisenin üstündeki el kasideyi okur gibi ya bu Avrupalı erik yamyamlarını seyre daldım. Orada bendenbaşka iki Türk daha vardı. Biri yükten dönmüş terli bir küfeci çocuk, öteki sandığı koltuğunda bir boyacı. Onlar da benim gibi bu Frenk temizliğine bu Avrupa nezaket ve inceliğine ibretle bakıyorlar- dı. Manzara, bakikaten seyre değerdi. Zavallı erikler keskin sivri tırnaklarla dişler arasın- da wsarelerini fışkırtarak ezili- yor, eller, parmaklar, hatta a- vuçlardan odâamlalar sızıyordu. Bu pislikten, bu week vıcıktan onlar hiç müteessir değildiler. Bizleri karşıdan rahatsız eden, yıkanmak © şartlanmak ihtiyacı veren bu iğrenç kirliliğe nasıl tahammül ettiklerine © şaşarak dalmışım. Bu dalgınlıktan, sabri tükenen küfeci Türkün seslen- mesile uyandım: — Bisboğazlara voyvol.. Onlar, bizim gözlerimizi bu- ruşturan hallerini odeğiştirmiye lüzum görmediler. Çünkü me- deniler, vahşilerin yanmda her- hareketlerini mübah ve ayıp- lanmaz bilirler. Insan, bir boya- cının bile öğrendiği bu me- denilere bilmem ki nasl acı- maz?... Seyyah Ingiltere,Hindistan $on harekât yüzünden Hcaret yarı yarıya indi Hindistanda başlıyan medeni isya- nm fesirleri ehemmiyet kesbetmekte. başlıca hedeflerinden biri, İngiltereye karşı boykotaj tatbikidir. Son posta ile gelen İngiliz gazetelerinin verdiği malömata göre Hüziran ayı zarfında Hindistana mal götürmek üzere hazır. lanan 17 İngiliz gemisi, Hindistan! gidememiş, ve hamil olduğu 100,000 ton luk malları tahliyeye mecbur olmuş tur. İngiliz mahsulâtr İçinde Hindistan- da hiç müşteri bulâmıyanı pamuk! meüsucatıdır. Hindistana gönderilmek için hazırlanan pamuk mensucat İn- gilterde kalmışıtr. Hindistanda başlıyan boykotajın bilhassa gelecek ay zarfında bütün şid- detile hissolunacağı anlaşılıyor. Gelecek ay esnasında OHindistanla yapılan ticaretin yüzde elli derecesin- de tenakus ettiği apaşikâr bir surette görülecektir. Hindistanda İngiltere ile alış verişte devam edenler hükümet dairelerinden ibarettir, Gezintiye dair — Güzel Sana'tlar birliğinin davetile Maltepe vapurunda — Yeşil Ay cemiyetinin gezinti- leri için bile sütun sütun yazı yazmış bir adam, Güzel San'atlar birliğinin vapuruna binip yedi sekiz saat dolaşsın da bu tenez- zühte kaleme gelecek mevzu bulamasın, olurmu? * Gezintide Halit Fahri vardı, Ertuğrul Muhsin yoktu. Gönül isterdi ki o da bulunsun da vapur Dil iskelesi karşısına demirlediği |» sıralarda şairle aktörü öpüştüre- lim ve Maltepe vapuru “Marma- ranın mayi deraguşu içinde, iler- lerken san'ant âlemi bir başka deraguşun temaşasile başka ve- citlere dolsun. Muhsin yoktu, ama Allahı oradaydı. İsminide bol bol an- mak kadirşinaslığını gösterdik. Hali Fahri, bana, hararetli bir şairle kızgın bir güneş arasında kaldığı için ısındığına şüphe et- mediğim birasından ikram et- mek istiyordu; teşekkürle itizar ettim, Birasını içmedim, ama genç şair sohbetini kadeh kadeh sundu. Havadan, sudan, etliden, sütlüden dem vurduktan sonra bahis, “âmali erbaa, ya, oradan de alay köşkündeki darp hadi- sesine geldi. Bir miktar o söy- ledi; bir miktar ben söyledim. Bir mahkeme kararile kapanan bu dayak meselesinde benim «Maltepe» kamarasnda verdiğim karar şu oldu: “Seni tebrik ederim Halitçi- ğim, dedim, . davayı kaybettin ama şerefin kurtuldu. — Ne gibi? — Ayol kazansaydın, Adliye kuyudatma dâyak yemiş bir adam olarak geçecektin! Bundan sonra İsmail Galip geldi, Halit Fahri ona bir tokat attı, Galip, Halit Fabriyi, bu tokat- tan dolayı dava etiniyecek. Ga» liba bizim, icabında, doğru şa- hitlik edeceğimize emin değil, Esbak şair, sabık kimyager ve lâhik idere meclisi azası Hü- seyin Rıfat Bey, bu gezintinin kalbur üstü çehrelerinden birisi idi. Sanki Celâl Sahir bey ka- dar gençmiş gibi keklik halinde bir kaptan yerine, bir .— seğirdip duruyordu. Üstadın o günkü şıklığına amiyane bir ta- bir ile apiko denilebilirdi, şayet tıraş olurken kanayan çenesin- den beyaz yakasının Üzerine bir frenküzümü kadar kan düşme- miş olsaydı.., » Yemek yerken şair Şüküfe Nihal ve Iffet Halim hanımlar yakınımızda idiler: Aç çocuklar- la aç romorkör amelesine dair kuvvetli şiirler yazmış olan Şi- küfe hanım, yerinde bir iştiha ile yemek yiyor, Iffet hanım da bir iki lokma arasında Şiirlerini bu sonbahara bastıracağını ba- na müjdeliyordu. Gayya Şairi, bir aralık, uzakta ve ayakta duran Çallıyı gördü, bana: — Narettin bey, diye, seslen- di, biz nihayet yemek getirtebil- dik; fakat Çallı hâlâ aç galiba. Ben güldüm : — İyi bir şiir mevzuu hanım efendi, dedim, “Aç san'atkâr » — 4 — VAKTT 31 Temmuz 1930 CENNET FEDAYİLERİ E--E.E Benim hiç haberim yok O halde bu iş nasıl oldu —100 — klardı. Kafile ilerliye ilerliye Kudüs i vardı. Kafile bu- rada dağılmış ve herkes gideceği şehrinin kapısına işti. ere gitmi H kadına bakarak: — Kudüse vardık! dedi. Deruhr- te ettiğimiz vazife hitam buldu. Akrabaniz nerede muhasara vukubulduğu ları ile dolu idi. Haldun: — Görmüyoru! dedi. Bunun üzerine kadın sırtmdaki abanm bir parçasını açtı ve bu su- retle onun elbisesinin bir parçası göründü. Haldun, dikkat etti. Bu elbise, Mesrurenin elbisesi idi. O halde acaba bu kadın Mesrure miydi? . da Mesrue olmıyan, fakat Mesru- reye çok benziyen bir kadın duru- yordu. Saçları onun saçı gibi ta ranmıştı, Elbiseleri onun elbisesi Yana- ğındaki küçük ben ayni idi. Yalmız bu kadın kafasmı eğdiği için onun idi, Rengi onun rengi idi. diye yeni bir şiirinizi bekliye biliriz » Vapurda genç bir hamm gör- düm, ve kendisile senli benli konuşan tanıdığım bir gence ismini hatırlıyamadığım bu hanr- mın güzel sesi, varmış. Bir iki seneden, yahut aydan beri Avrupanm bilmem hangi şebrinde okumuş. Orta salonda bu hanımefen- diye yakınca bir yere oturmuş- tüm. Güzel sesli olduğu söylenen bu hamını, bu müddet zarfında belki üç, dört defa tanıdığı bir zata hitaben : — Kuzum neden benim kim olduğumu herkese yaydın! Bu söz, güzel sesli bir musiki tale- besinin ağzında ne garip bir nakarattı.... * Güzel san'atlar birliğinin ge- zintisini anlatan satırlara bir- azda şiir karıştırmak lâzım gel- mez mi? Billâr bir bardak nanesi içine fazla konulmuş limonata doldunu- nuz. Bu bardağın arkasından ılık bir ikindi güneşi vurunca hasıl olan tatlı bir renk... Ben şair olsaydım, o gezinti gününün şiirini işte tam bu renk- teki gözlerden çıkarırdım; Sahi- binin kim olduğunu bile öğren- mediğim o gözlerden... Toplu İğne aldun ile Zeydun ve yanların daki kadm yalnız kalmışlardı. Bu kadını burada bir bekliyen yoktu. sonra muhtelif yollar açılıyor, ve i. Bahçe, takdirde kullanılacak taşlar ve kum çuval- gözlerini görmüyorlardı. Bu, hem Mesrure idi, hem Mesrue değildi. Fakat bu garip kadın birdenbi- re kafasını kaldırmış ve iki karde- şe bakmıştı. İkisi birden: — Melike! diye bağırmışlardı. Hakikaten bu kadın Melike idi. Fakat nedense Mesrurenin kılığı ne girmişti, Zeydun, atından inerken © da atından inmiş, Zeydun: Yarabbi, sana şükür! diye- rek onu kucaklamıştı. Melike: — Evet, diyordu, bizzat Meli- keyim, ve başka bir kimse değilim! Haldun sordu: — Siyasetgâbta bana veda eden sen değil miydin? — Hangi siyasetgâhta? — Haberin yok mu? — Hayır. - — Fakat o kadm senin elbise lerini giyiyordu. — O kadın Mesrure idi. Fakat senin siyasetgâhta ne işin vardı? l Ben sultana müracaat ede rek suçlu olduğumu itiraf ettim, o da kardeşimin yerine beni idam et- İmeği kabul etti. — Benim bundan hiç haberim yoktu. Ben Zeydunun öldürülece- ğini biliyordum. — O halde bu işin nasıl olduğu- nu anlat! — Kur'a çekildikten sonra çok fenalaşmış, bir kaç kere bayılmış” tem, Baygınlığı geçirdikten sabrı gözlerimi açtığım zaman kendimi çıldırmış sandım. Çünkü maya bana benziyen, benim elbisel Ge kadın duruyordu. Meğer adın Mesrure imiş! .. Mesrurs benim kendisine dik dik görerek bana teselli vermek “45 miş, bana: — demişti. Ben yeni bir plân hazırladım. Onun için se- ni rr rma de sana benzet- tim. i i dinle. Çünkü za; edilecek hiç vaktimiz yoktur. a nim bedevi olan amcam dışarda seni bekliyor, Yanında asil ve s6- ri iki at var. Ben burada senin ye- rinde kalacağım ve sen benim ye- rimde gideceksin. Sırtında benim elbiselerim bulunduktan başka yü- zünü de kendi yüzüme benzetti- ğimden sonra boyumuzda hemen hemen ayni olduğundan bu işte muvaffak olacağımızı zannediyo- rum, Ben seni kapıya kadar teşyi ve orada sana ağlıyarak veda ede- rim. O zaman biç bir kimse benim Balebek emiresi olduğumdan şüp- he etmez, sen de benmişim gibi çı kıp gidersin. Ben Mesrurenin bu sözlerini ya» rı anlıyarak dinledim. O sözlerini Bitirdin çen sordumı — Ben buradan çıl nereye gideceğim? > Mesrure şu cevabı verdi: Amcam seni Kudüse — seni götüre- cek, orada seni "ağlarda gizliye- cek, sen bu mektubu ona verirsin © seni hemen götürür. Mesrure bunu söyledikten son- ra koynundan çıkardığı bir mektu bu benim koynuma soktu. Nihayet ona bir sual daha sor- dum: — Ya sen ne yapacaksın? — Ben mi, dedi, ben onu da dü- şündüm ve ona da karar verdim. Sen beni merak etme. Sana ne ya» pacağımı anlatmak pzun sürer, Vaktimiz buna müsait değildir. | Ben bir iki günden sonra size ilti- hak edeceğim. Sen her halde bura- dan çıktıktan sonra Emir Halduna tesadüf ereceksin. O hemen seni JEndülüsteki evinize götürsün. Şa- yet size iltihak etmezsem beni me- rak etmeyiniz. Ben nasıl olsa bu- İradan kaçar ve bir tarafta gizleni- rim, (Bitmedi)