ye gN ba <4 — VAKIT. 25 Temmuz 1936 ANI Yİ (Iran Ja cevap (Tahran )da ititişar eden (İran) gazetesinin Ağrıdağı hadisesi münasedetile yazdığı yazıları © (Vakıt) kerileri dünkü nüsha- sında şüphesiz okumuşlardır. İranlı refikimiz Türk gazeteleri- “nin İran hükümetini mes'ul vazi- © yete kayan neşriyatını kat'iyyen © kabul etmek istemiyor. Ağrı dağı havalisinde ozuhür eden “ İsiyan Iran toprakları içerisinde — silahlanarak bndutlarımızı teca- vüz etmiş olan müsellâh eşkiya — tarafından o uyandırıldığı halde © (iran) refikimiz bunu tamamen “inkâr ediyor. Sonra İran hükü- “ meti Türkiyeye herhangi bir “zarar gelmemek “için elinden “ gelen herşeyi yapmıştır, diyor. “Eğer bu hususla gene ısrar edilir- “se he iki taraf memurlarından ep bir tahkik hey'eti : cil olunmasını teklif ediyor. © Bu noktadan bakılırsa cevaba © deyecek yoktur. çünkü tahkikat © Iran hükümetinin “es'uliyetini tesbit ettiği takdirde şark hudut k komşumuz bunun neticesini de kabul edecek demektir. © Ancak şark (o hudutlarınızı “tehdit eden bugünkü fenahk belki de seneler sürecek olan böyle müşterek bir tahkikat > Oyapılmasna ve bu tahkikatın “neticesini beklemeğe müsait mi “dir? Sonra son hadiseler esnasında an toprağından Türk tporağı- na eşkiya geçmiş olduğunu an- lamak için müşterek tahkik he- yeti teşkiline hacet varmıdır? : tenkil harekâtında imha .en eşkiyanın cesetleri bugün © Sula bulunuyor. Öyle zanne- “ Giyoruz ki bunların mahallerinde fotugrafileri tesbit ( edilmiştir. - Edilmemiş olsa bile İranlı dost- imiz ölüler içinde İrandan gel- miş eşkiya rüesasını gelip gö- - rebilirler. © Bu hakikati İngiliz gaze ti nin neşriyatıda teyit etmiş- tir. Ezcümle Taymis gazetesi geçen gün Vakıtte aynen ter- — cümesi neşredilmiş olan bir baş- ede bu defaki isyanın esbap ve avamilini tetkik eder- “ken Şeyh Sait isyanından okur. tulup İran topraklarına iltica iş olan bazı mücrimlerin o- 'radaki akraba aşiretleri tahrik etmiş olduklarını ve bu suretle “son hadisenin vukuuna £ sebebi vermiş bulunduklarını. yaz- İğ li Binaenaleyh son hadisenin iran topraklarında bhazır- olduğu her türlü şek ve güpdeden azadedir. Bu hakikat capederse müşterek tahkikat ile tesbit edilebilir. Ancak bizim iğimiz şudur ki şimdiye ka- Türk - İran hudüdunun tah- ti hakkında tatbik edilen ve u meseleyi belki bir asıra ya- zamandenberi şekilden şek- ; kalbederek sürüncümede bı- ri tahkikat ve komisyon üsulü bugünkü - vaziyeii hal ve tasfiye etmeğe kâfi değildir. etteki ehemmiyet ve müs- et artık bu defa Şark tlarımızın emniyeti mesele- ni çok esaslı ve gayet süratli ürette intaç etmeği icapet- nektedir, i Nihayet Ağrı dağımn, bir ısmı İran hudutlarından içer iye O da tuhaflaştı! Bi gazete, Zaro ağanın Ame- rikaya vardığını yazdı. Bir başkası, onun yabancı gazetelere söylediklerini kaydetti. Bana o yazıları okumak imkânım veren meraka şimdi derin bir minnet duyuyorum. Zaro ağa, bir buçuk asrı ge- çen ömriyle neyaptı? Bilmiyo- rum. hatta düşünmek istemiyo- rum, Yerini beğenmiş bir çınar gibi, bizi eritip toprağa seren yıllar, onu besleyip büyüttü. Ama, işte o kadar. Yaratılışın bazı böyle haksızlıkları oluyor. Namık Kemal, ondan elli sene sonra doğduğu halde mezarına dikilen mermeri bugün zaman sarartmış bulunuyor, Şinasi, Fik- ret, Salih Zeki, Ziya Gökalp öleli hanidir!.. Fakat Zaro ağa yaşıyor. Etrafında, dalları meyvalarınm ağırlığı ile tükülmüş zengin ağaçların birer birer devrildiğini, çürüdüğünü gören bir kavak gibi yaşıyorl... Yaratılıştaki şuursuz kuvveti kucaklıyacak, ona dur diyecek | kudreti, insan, neçare ki henüz kendine ramedemedi. Zihnimiz- deki adalet kantarile tartmak imkâm olsa şüphesiz bu sebepsiz ve kıymetsiz ömrü parçalar, baş- kalarının feyizli hayatına katma- yı borç bilirdik. Herneyse, mademki yaratılı şm yanlışını düzeltmek elimizden gelmiyor, geçelim... Işte bu Zaro ağa Amerika gazetelerine verdiği son beyanat- ladır ki gözüme girdi. Okuduk- tan sonra, meğer çınar da bazan meyva verirmiş! Dedim. Haki- katen beni bu insan akbabası ilk defa yalnız bu sözlerile alâ- kadar etti. Ora gazetelerine niçin geldiğini anlatırken “on bi- rinci karımdan kurtulmak için para kazanmıya geldiml,, diyor. Zaro ağa yalnız bu sözleri ile bahse değer bir varlık oluyor. Sırtında yüz altmış yılın yü- kile bahrimuhitleri aşan “bu ih- tiyarı iyi dinliyelim. Bu kadar zahmet, eziyet, vatan hasreti bakınız hangi uğurda çekiliyor- muşt.. Trajedi artistleri B» buhranı meselesi gibi Darülbedayide tasfiye ve yeni teşkilât meselesi de gün aşırı gazete sütunlarında yer bulmağa başladı, En son alınan malümata (nazaran Darül- bedayi artistleri komedi ve dram artistleri olmak Üzere iki kısma ayrılacakmış. Bence bu tasnif eksiktir. Bir de “trajedi, artistleri ismile üçüncü bir sınıf yapmalıda oraya, arada bir üdeba ve Şüaraya dayak atmak rolünü deruhte (eden san'atkârları ayırmalı! derim. * Lübnan . güzelleri 1918 senesinde Şamda iken akşamları Obelediye: bahçesine çıkar ve cıgara bile içmediğim halde orada ateş veren Sübnanlı bir kıza hizmet ettirmiş olmak için nargile içerdim, Tabit sık sık bizim nargilenin ateşi söner ve Bedia“ Lübnanlı kizın ismi bu idi, nedense unutmamişım - mütemadiyen o kıvrak hareket- leri ile ateş taşırdı. Ateşli bir Suriye kızından nârgilame ateş almak hoşuma giderdi. Gene ayni sene Salihiye ma- hallesinden © yukarı o çıkarken bağlar arasında yemiş toplıyan bir köylü kıza tesadüf etmiştim. Uzaktan (gülümsiyerek Obana elindeki . kayısı sepetini uzatan bu Suriye köylüsünün gözlerini unutamam. 1928 senesinde de Trablus Şamdan otomobille 2000 senelik ve 200 metre irtifalı sedr ağaç- larını görmeğe giderken Beşari köyü yakınında körpe bir kıza rast gelmiştim. Gene seyahat esnasında Kudüste bir pazar sabahı kilisede diz çöküp ağlı- yan bir genç kız, hatırama nak- şolmuş, kalmıştı. Suriyenin bu eski ve yeni gü- zellerini şimdiye kadar fikra ha- line koymak bir an için hatırıma gelmemişti. Dünkü Akşamda Va-Nu yu, pe- İnsan bunu okuyunca, bekârlı- İçesini kazaen kaldırmış bir Lübnan! ğın ne anlatılmaz nimet olduğu- nu bir kere daba dil ile ikrar, kalp ile tasdik ediyor!.. Seyyah man imtidat eden vaziyeti vardır. Bu- vaziyete göre İran Komşumuzun hudutlarımıza eşkiya keçmesini men için müessir bir tedbir almasına maddeten imkân var- mıdır? “Alabiliriz,, demek imkân- sızlığı tahakkuk - ettirmeği © vas detmek değil midir? (Taymis) gazetesini yükarıda bahsettiğimiz o makalesinde bu noktaya temas eden bir fikra daha vardır. Bu gazate orada göyle diyor: “ Türkler tarafından Irana karşı gösterilen hiddet maktul olmakla beraber : Türk gazeteleri (İran (hükümetinin ordusunun yirmi beş bin kişi- den fazla olmadığını galiba onutuyorlar. bu kadarcık küvvet Anadulunun iki misli olan bir memleketin . hududunu muha- fazaya kâfi değildir. ,, (Taymis) gazetesinin “lian hükümeti için ileriye sürdüğü mazeret Türk hükümetinin Ağrı dağı mınta- kasında bir tashihi hudut talep etmesine hak verecek en mühim — ——— — çe bir sebep değil midir? kadınından bir mektup çıkarmış görünce. ben. neye -yazmıyayım dedim. Tepin İğne Bununla “beraber Ağrı dağı mıntakasında hududu tashih et- mek lüzumunu ileriye sürmemize bakarak bilvesile Irandan fazla toprak almak hevesine düştü- ğümüze hükmedilmemelir. Mese- lenin esası her iki memleketin münasebatı için zararlı olan bir vaziyete © nihayet ( Vermektir. Yoksa fazla toprak meselesi asla değildir. Bu cihetten sureti kat'iyede Iranlı dostlarımız emin olabilir. — S9 — Hasanin vaziyetinden ve sa- dakatinden şüphelenerek onu ta- rma girdiğini gördürü, Onu orada tarassut ettim ve bütün naklettik- lerini kendi kulağımla duydum. — Başka bir diyeceğin var mı? — Hayır! Sultan Salâhattin nöbetçi zabi- tini hemen çağırdı ve emir verdi: — Hasanı hemen tevkif ederek getiriniz. Hasan derhal tevkif olunmuş ve| Sultanın huzuruna getirilmişti. Sul! tari bizzat onu isticvap etti: — Bu gece Endülüslü emirlerin çadırına niçin gittin? Hasan inkâr edemedi: — Onlar beni çağırtmışlar ve! bana bazı tekliflerde bulunmuşlar- dır. Bunları sabahleyin derhal ha- ber verecektim. — Onların senden istedikleri neydi? , — Balebek prensesini kaçırmak! istiyor ve prensesin muhafızı ol mak hasebile benden yardım d!li-| yorlardı. — Sen onlara yardım vadettin mi? — Evet vadettim. — Bünun mukabilinde ne al- dm? — Bana merhum Emir Hayda- rın yıldız biçimindeki mücevheri- ni verdiler, ben de aldım; Fakat yarın sabahı meseleyi kâmilen ar- zedecektim. — İki kardeşten hangisi seni ça ğırdı ve seni irşa etti. — Ortalık karanlık olduğu için hangisinin bana mücevheri verdi- ğini seçemedim. — Seni çağırtan hangisiydi? — Bilmiyorum. İkisi namma ça ğırıldım,. -— Sana kimi göndermişlerdi? — Bu şimdiye kadar görmedi- ğim bir Araptı. Sultan, firarım ne şekilde vuku bulacağını da anladıktan sonra bulacağını da anladıklan sonra| Hasanm hapsini emretti. Hasan! bütün ifadesinde doğruyu söyle- miş, yalnız kendini kurtarmak ü- midile bir kaç söz uydurmus, bir de prensesi hangi bahçeye götüre ceğini anlatırken yanlış bir göstermişti, Bumu şaşkınlıkla mar, yoksa bir kast ile mi yaptığı anla- sılamamıştı, Sabahleyin Sultan, Hasanın tek rar getirilmesini emretmiş, fakat! onu mahbesinden getirmeğe giden ler onun kendi bıçağile intihar et- tiğini görmüşlerdi. Hasan, hiyanetkârane hareketi- nin vicdani azabına tahammül e- dememiş, ve kendi elile hayatına hatime çekmişti. Hasanın yaptığı en büyük iyi- lik Mesrurenin ismini ifşa etmeme siydi. Halbuki onunla konuşan, o- na plânı bazırlıyan o idi, Sabahleyin erkenden Haldun ile kardeşi çadırlarının etrafımda bir takım sesler duymuşlar, dışarı etmeği! FEDAYİLERİ Eli ile ölen şehit Hasan hapisanede kalınca kendi kaması ile kendini vurmuştu İlkip ettim; Onün iki kardeşin çadı-/ 9 CENNET m Yazin: Ömer Rıza va "— temiş, iki kardeş kılıçlarını derhal! lim etmiş, sonra zabitin arkasın lerlemişlerdi. İki kardeş hapisaneye değil fa- kat sultanın ikametgâhı olarak kul landığı eve götürülüyorlardı. De- mek ki Sultan bizzat onlarla meş- gul olacaktı. Her halde Sultan on- lara şiddetle muamele edetekti. Çünkü onun onlara gösterdiği ni- hayetsiz emniyet ve hürmete karşı fena bir mukabeledö bulunuyor- lardı. Sultan onlara en yüksek pa- yeyi vermişti. Hatta bir aralık ken di muhafızlığını bile onlara tevdi etmişti. İki kardeş nihayet Sultanın sa- rayma girdiler ve bir yere götürül- düler, Sultan bazı ümera ve kâtiplerile birlikte burada idi. Melike ile Mes rure de bir yanda oturuyorlardı. Sultan son derece hiddetli idi. (O. kadar.ki Haldun ile kardeşinin selâmını bile nazar; dikkate alma- mış, ikisi ayakta oldukları halde kâtiplerden birine bakarak; — Oku! Demişti, Kâtip ayağa kalkarak okudu: — Sultan Salâhattinin muzaf- fer ordusunda çalışan ve. şimdiye kadar bir çok kahramanlıklar gös- tererek temayüz eden Emir Hal- dun ile Emir Zeydun Sultan haz- retlerinin hemşirezadeleri Balebek prensesini kaçırmak için müşarün #leyh prensesin muhafızlığına me- rur ordu zabitlerinden Hasan ile uyuşarak ve Hasanı irşa ederek hi- yanstkârane bir harekete teşebbüs eri sabit olduğundan, bu ha» rekst ise son derece kabih ve Sul- tan hazretlerinin şereflerine ve a- ilele-ir'n haysiyetine karşı bir te- r teşkil ettiğinden Emir Hal ile Emir Zeydunun © muhake- melerils cezalarının tayinini talep eyleriz. Sultan iki kardeşe bakarak sor u: — Pu töhmet hakkında bir di- yeceğiniz var m? Haldun cevap verdi — Bu töhmeti ispat edecek de- lâil bulunmadığını zannediyorum. Salâhn'tin kâtibe tekrar: ! dedi. ğa kalkarak okumağa başladı. Onun bu sefer okuduğu zabit Hasanm Sultan Salâhattin huzurunda verdiği ifade idi. İfade okunduktan sonra sultan tekrar sordu: — Bu ifade hakkında bir diye- ceğiniz var mi? Gene Haldım cevap verdi: — Zabit Hasanm önümüzde dinlenmesini isteriz. — Buna imkân yoktur. Çünkü Hasan müstahak olduğu cezayı kendi elile kendine vermiştir. Bu sözlerden Sultanın “hiddeti anlaşılıyordu. Bunun üzerine harem ağası Su- rur çağırıldı. Sultan ona gördüklerini va işit- tiklerini anlat, dedi. Surur anlattı. Sururun ifadesi alındıktan son- Mehmet Aşım < |baktıkları zaman muhasara altın-'ra Sultan tekrar kardeşlere baktı Hanımefendi, Istanbulda; Havagazı Elek- trik ve Teşebbüsati Sinaiye Türk Anonim Şirketi, BEYA- ZIT'TA ELEKTRİK EVİNDE 26 TEMMUZ 1930 GÜNÜ, SAAT 15/30 DA verilecek ameli aşçılık dersinde İütfeu hazır bulunmanızı rica ile kes- bi şeref eyler. 2 da olduklarını görmüşler, hemen başlarını içeri sokarak bir hattı ha- reket kararlaştırmak istemişlerdi. Haldun, şu tavsiyede bulundu: İ — İlk vazifemiz hiç bir şeyi i- tiraf etmemektir. — Sonra ne yapacağız? Teslim mi olacağız, yoksa dövüşecek mi- yiz? — Dövüşmek doğru değildir. — Peki, Bir kaç dakika sonra .bir zabit! müsaade istiyerek çadırın içine gir miş ve iki kardeşten kılıçlarını is-! ve sordu: — Bu işi hanginiz tertip etti? İki kardeş sustular, Sultan bu suali Surura sordu, harem ağası cevap verdi: — İkisinden hangisinin . bü işi tertip ettiğini ve zabit Hasanla ko nuştuğunu bilmiyorum. İçlerinden biri konuşuyor, öteki dinliyordu. Bunun kim olduğunu söyliyemem. Bunun üzerine Balebek. emire- sinin şehadeti dinlendi. - a i ii Sultan ona sordu: