—4— VAKIT 4 WENKIYT iktisadi sui kasıla Şe defa Ankaraya gider- ken İzmit istasyonunda ta nıdığım bazı zevattan şayanı dikkat bir haber aldım. Bu ha- bere göre (Kandıra) taraflarında yumurta fiatı elli paraya kadar düşmüş. Halbuki daha bir kaç (3) kuruştan aşağı değilmis. Se- bebini sordum. “Marsilyaya Tür- kiyeden giden yumurtalar geri çevrilmiş. Fransız yumurta tacir- leri: “Türkler fransız mallarına karşı boykot yapıyorlarmış; biz ne diye onlardan yumurta alalım!,, demişler. Bu şayıa yumurta fiat- larını düşürüyor.,, dediler. Daha evelde buna benzer bazı sözler kulağıma çalınmıştı. Fakat oka- dar ehemmiyet Oo vermemiştim. İzmitte işittiğim bu şayıa üze rine meseleyi tetkika lüzum gör- Mart 1939 dum. Bu bususta malümatına | itimat olunmak Jâzım gelen Ma- hye müsteşarı Ali Rıza beyin bana verdiği cevap şu oldu: “Evet Türkiyeden Marsilyaya giden bazı yumurta sandıklarının | iade olunduğu doğrudur. Fakat boykotaj haberi yalandır. Bazı adamlar çürük yumurta gönder- mişler. Marsilya tüccarı da bun- ları kabul etmemişler. Boykot sayıası bundan çıkarılmış olsa e Türkiyede hiçbir kimsenin ne emtiasına, ne de diğer bir mem- bafta evel buralarda bir yumurta / rekkep bir küçük Fransız ailesile Veket mamulâtına karşı boykot | yapması vaki olmadığı gibi vaki olmasına da imkân yoktur. *Onün için Marsilya tütcarının ; tabsisen Türk yumurlaları hak- kında boykot yapmağa karar vermiş bulunmalarını akil ve mantık kabul edemez. Demek ki len değiştirmek ve birer mek- tep haline getirilmek sureti karargir olmuş ve Nevyork şehrinde tecrübelere bededil- miştir. Gene Amerikada aşçılık fennini islâh için bir komite teşkil olunmuş ve balık pişir- mek hakkında bir kaidei ce- dide ihtira eden bir aşçıya komite tarafından altın madal- ya verilmiştir. Amerikada bir mah zarfın- da yetmiş adet zımpara made- ni keşfolunmuştur. Filipin ada- larmda on yedi liman inşa ve on can kurtaran mevkii ihdas kılınmıştır. Irlandada ne- hir ve denizler üzerinde on saat zarfında asma köprüler inşasına mühendisler muvaffak oluyorlar imiş. Londrada balık yağının içi ne bazı mevat katılarak tesiri tekrir ve şürbü tahfif olunmuş ve buna muvaffak olan Jems nam ispençiyara encümeni etibba üç yüz İngiliz lirası kıymetinde bir hediye vererek yağın ismi dahi Jems balık ğı konulmuştur. İtalyada bir nevi biralar ya- pılmağa başlayıp bu biralar Almanya biraları kabilinden İtalyan birası namile iştihar etmiştir. a a aş sadece basit bır muhakeme: bile | çıkarmakta menfaat KİTE KY Eh, ne yapalım, bu da kader! Dur bakalım, daha ne sürprizler göreceğiz! Ben yarimi buraya kadar se verim Fi tarihinde, iki kişiden mü- tanışmıştım. Bunlar; karı, koca ber ikisi de, Pariste, darülfünun- Can yeni mezun olarak evlen mişler, Türkiyeye gelmek iste- mişler; burada birer muallimlik bulmuşlardı. Ben bir Fransız mektebi mü- dürü tarafından bu genc çifte takdim edilmiştim. Aman bun- ların ha'i ne kadar tnhaf: Daha ilk takdim edildiğim akşam. te- pemden tırnağıma kadar süzdü- ler; satın alınacak bir mal imi- şim gibi gözlerile adam akıllı muayene ettiler. Genç kadm hayretle soru- yordu : — Ya, siz Türksünüz demek? Hiç te inanacağım gelmiyor. — Evet madam hem Türsüm, hem de eski bir Türk ailesine mensubum. Dört asırık akraba- larımı biliyorum. Neden inanma- dınız ? Madamın genç kocası M. K. kahkahalarla gülüyor ve: — Dur bakalım, daha ne sürprizler gö: eceğiz. Diyordu. Kadın kalkinin bötün saffetile anlatıyordu: -— -Elendim, «bizim Patisten Türk mallarına hariçten boyko- taj yapıldığı rivayetlerini tekzibe kâfidir. Hakikati hal hiç şüphesiz haricin ticari emniyetini sui isti- mal etmiş olan kimselerin fena- lıklarından ibarettir. Marsilya ya çörük yumurta göndermiş olan adamın malları iade edilmiş ise elbette bu adem kabahatini iti- raf edecek değildir. Kendisini mazur ve hatta mazlum göster- mek için tasm'atta bu unacaktır. Bunun en kolay tarafıda ortaya bir boykot şayiası çıkarmaktan ibarettir. Bahusus böyle bir şa- yia memlekette ki yumurta fiat- larının düşmesine sebep olabilir. Ondan sonra piyasadan ucuz fiatla yumurta toplanabilir. Bu sayede Marsilyadan geri gönderilen yumurtalardan do'ayı vukua gelmiş zararlar fazlasile çıkarılabilir ama bu hâlin neti- cesinde birçok fakir yumurta müstahsilleri mahvolacakmış. Bu cihet yumurta muhtekirlerinin umurunda değildir. Lisanımızda meşhur bir darbı mesel vardır; dererki: «Bir kötünün yedi köye zararı var- dır.» Halbuki cihanın bugünkü iktisadi vaziyetire göre bir kö- tünün zararı yalnız yedi köye münhasır kalamaz; bütün bir memleket, bütün bir millete şü- mul peyda edebilir. Orun için bahsettiğimiz hadise hakkında er zi biraz alâkadar olmalı- Memleketin harici emniyetini ihlâl edecek şekilde şayialar arıyanlar hakkında şiddetle takibat yapıl- malıdır. Mehmet Asım Ruhi Beyin delte; ilini 9 l buraya geleceğimiz » tahakkuk | edince, bir defa düşündüm: — Türkiye medeniyetten ne kadar uzak; der cengı evvel, Türkler e temasta bulunmamıya | karar verdik. Rica ederim, gü- cenmeyiniz,. düşündüklerimi ga- yet samimi olarak söylüyorum. İkinci mesele daha mühimdi: acabâ Türkiyede her ihtiyacımızı tatmin edebilecek midik? Öyle ya, iğneden ipliğe kadar herşey lâzım. Medeniyetten bu kadar uzak bir memlekette ne iğne bulunur, ne iplik; bunu için en büyüklerin- | den en küçüklerine kadar, her şeyi, tedarik ettik; sanki bura- ya bin bir çeşit mağazası aç- mağa geliyomusuz gibi. Ben gülüyordum, Madam de- vam ediyordu. — Gülmeyiniz, efendim, ya- rm akşam bize teşrif edersiniz, küçük odükkânmuızı gösteririm. — Her ne ise, galiba cehaletimiz bizimle istihza etti. Trenle geli- yorduk, bütün medeni memle- ketlerden geçtik, en son Bul- garislanıda geçiyoruz, (artık türkiyeye geleceğiz; kalbimizde küçük br sıkıntı var. Biz henüz mektepten çıkmış iki genç, medeniyetin bütün eğ- lencelerini, bütün istirshat ve konfor o vasıtalarını bırak, bu yaştâ, hiç Bir şeydefi zevkalma- dun;iptidatbir'mem'ekete gel, paslan. Eh, ne yapalım, bu da kader! | irakyadan geçiyozuz, burada zannettiğimiz gibi, medeniyetten uzaklığa de âlet edecek bir şey yok. — Anlaşılan dana Türk top- raklarına girmed k. Diyordum. — Galiba şimdi gireceğiz... şimdi gireceğiz... Diye diye ni- hayet, tren büyük bir garda | duruverdi. — Geldik! Dediler. — Ne, nereye geldik? Pencerelerden baktım, pekâlâ bir gar olabilir dedim, Avrupa- hlar yapmış; hele şehri görelim. İşimizi bitirdik, bir arabaya bindik, otele gidiyorduk. Geç- tiğimiz yerlere bakıyorum. Büyü mağazaları ve dükkânlarile me- deni bir şehir, yalnız sokaklarda kesretle gördüğüm kırmızı baş- lıklı adamler tuhafıma gitti. Her nedense kavuklu, kocaman bı- yık'ı, yataganlı adamlara hiç tesadüf etmedim. Anlaşılıyordu ki burada Türk- ler yok ? burası şehrin ecnebi- lere mahsus kısmı olacak. Ben yine gülüyordum ; madam da gülüyordu: — Rica ederim, biraz sabre- i din, tesadüfün cehaletimizle nasıl istihza ettiğini göreceksiniz. Otel- de iki gön kaldık, bizi istasyon- da istikbale gelmiş olan tanıdı ğımız bir Fransızın delâletile, bir eve taşındık. İki gün sonra, komşumuzda oturan üç genç kız, beni ziyarete geldi. Bunlar üç hemşire idi. Ne güzel fransızca konuşuyor- yn VE lardı; ne nazik, ne terbiyeli idi- 5 v er A Facıa ÇÜ tarak 3 dinci oryıfumazdidir 1 etm ştir. Fakat bu sakin ve muntazam bayat uzun sürme- miş, sekiz ay some ihtiyar mü- tekaidin çok sevdiği karısı ağır bir hastalığa tutularak kocası- nın ve biricik çocuğunun kolları arasında ölmüştür. Kısa bir zaman içinde gelip çatan felâket astık Mehmet E- fendiyi hayatın en bedbaht en kimsesiz ihtiyarı yapmıştır. Buna bir aratk bir de kahvenin iş yapamayarak kapanması imi- mam edince Mehmet Ef. büs- bötün perişan olmuş, küçhal'e oğlunu odarüleytama o koyarak kendi 600 kuruş tekaüt maaşı ve konşuların yardımiyle ömrü- nü sürünlemeğe başlamıştır. Bavıam gecesi Arife akşamı... Yarın Meh- met efendinin çocuğu darüley- tamdan gelecek ondan para bekliyecek ve mahallenin zengin çocuk'arında gördüğü süslü el- biselere oyuncaklara bakarak: — Baba ben de bunlar gibi giyinmiyecek... o gülmiyecekmi- yim diye ağuyacak.. İhtiyar mütekait bu düşünce ile bir hayli kafa yormuş herkese | dert yanmış ve para istemiş, fakat kimse biçareye ehemmiyet vermem şir. Yatsı topları... sabah yakla- Şıyor.. zavallı baba büsbütün bitkin... bu acı bayram sabahını görmemek için odasını kilitlemiş kalın bir ip almış tavandaki hai- kemleye çıktıktan sonra. Komşunun “sinemaya giden oğlu ipin kopması, ile döşemeye çarpan cesedin. çıkardığı gürül- tüyü duymuş, kapı kırılmış fakat geç. Sabah'eyin ceset zabıta dok- toru tarafından muayene edilmiş ve öğle vakti hayatının yetmi- şinci bayramında bu bedbaht ebedi istirahatgâbına gömülmüş- tür. meyer Türk değiller mi imiş!. - Aaaa... Siz, siz mi Türk Diye hayretle bağırdım. O gün, matmazellerden anladım ki sokaklarda (gördüğüm kırmızı başlıklı adamlar Türkmüş; ka- vuklar, bıyıklar ancak bizim ba- yalimizde yaşarmış; Türkler de bizim gibi imişler. İlk konuştuğum erkek Türk genci de siz oldunuz. İnanamıyacağım dediğimin se- bebi de budur. Görüyorsunuz ya, biz Darülfünun mezunları, Türk- ler hakkında ine kadar yanlış, ne kadar efsanevi malümata malik imişiz! Gülerek dedim ki: — Türklerin Avrupa mede- niyetine karışması, aşağı yukarı elli seneyi geçmiştir. O zaman- danberi, bilhassa Fransız lisani memleketimizde büyük bir mev- ki tutmuş, ilim hayatımızda mühim bir rol oynamıştır. Mamafih, kavuklu Türkleri görmek isterseniz, bu arzunuzu tatmin etmek benim için büyük bir şeref olacaktır. — Ne diyorsunuz, (Allah aşkına, onlar hâlâ var mı? me | * Kaya bu 'ipi geçirmiş ve Bire * — m — ler. Milliyetlerini sorayım dedim; ağn yazi ye SG ŞALE şi ME GUZEL. Güme giden bayraf skiden maballe araları! davu lar : — Güm, güm! Ötmiye ? lar ve bayram: — Güm, güm, diye geli Bu senenin bayramı ise kir kadaşımızın himmetile güme $" Bu işin nasıl olup ta yapi” ğına merak sardıran bir & ğımızın anlattığı sözlere İ lırsa Akşam bayramda çık kararını şöyle vermiş : Necmett'n Sadık Bey, fikri ileriye sürmüş, Küzimi' pasi Bey, şeker ve kahve fiyatının önüne geçecek olan teklifi alkışla karşılamış. | Tahsin Bey, bitaraf ve kif kalmış, Va-Nu fazla gul olduğu için cevap ve Hat ce Süreyya Hanim, bu yeni rop yaptıramadığı için teklife sevinmiş. Akşamcı: — Gündüzlerden ve gün zün yenecek şekerden ne? Önel Selâmi İzzet: — Ayol, bize göre her # bayram, tatile ne lüzum var Demiş. Nihayet Hoca efendiye : — Bayramda çıkmamız olur mu? diye sorulmuş, muf” ileyh te: — Allahü âlem olut! cevap vermiştir . Bunun üzerine ' Akşam makta ısrar etmiş ve bizim ram güme gitmiştir. Maskaralar | Bir şeker o bayramının günü frenklerle Ruml#f maskaralarla dap dot :di. Gece bir bara uğramıştı" orası da maskaraların baskı Tuhafı ve garibi şu ki ipekli şalvar giymiş ve yüzl kapamış olan bu ci arasında — bulunan iki benim yanımdan geçerken: — A! dediler, Toplu burada ! Bu maskeli aşınaları an bana merak oldu. Neyse bir pundunu © Öğrendikten sonra bir gi müddetle bile olsa, bu kadıf rın yüzleri ve gözleri açık madığına esef eltim. On akşam, üzerlerine ürek! dökülmüş güzel l gibi idiler. l (S) Hanımla (N.) l j kıyafete gireceklerini hiç | mazdım" Hay maskaralar i Toplu Tönt) Salı Mart 1930 Firtina “ 3 gön ,, Güneşin doğuşu: 6,32 — batışe * Ayın doğuşu : 803 — batışı * # Sabah Öğle İkindi Akşam Yet &o9 1225 ısın vmep 1939