1 Ağustos 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

1 Ağustos 1939 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1-8.1939, P iyer ( HAYAT VE SIHAT ) Yazın dinlenme zamanınızı ge - çirmek üzere deniz kenarı bir yerde lmluııuyıırıaıııı., bugünlerin gece- lerinde denizde mehtabı seyretmek firsatını kaçırmadığınız şüphesizdir. Mehtap, elektrikle fazla ışıklanan şehirlerden başka her yerde, dağ - da, bayırda, ıssız çöllerde bile gü - zeldir ( ıssız çölde mehtabın güzel- liğini yazdığıma gülmeyiniz, orada güneşin doğduğunu da, mehtabını da gördüğüm için söyliyorum ). Fa- kat denizde mehtabın her yerdekin- den daha güzel olduğunda herkes . Müttefiktir. Bilirsiniz ki, kuvetli bir rivayete göre, hayatın ilk vatanı denizdir. İlk carlı cisim, yer yüzünde mey - dana çıkmış yahut göklerden düş - Müş olsun -o rivayete göre- deniz - lerde yaşadıktan sonra çoğalmış ve oradan karalara da yayılmıştır. De- Denizde mehtabı seyrederken yaşarlar. Yalnız, deniz suyunun tu - zunu -tatlı su katarak- kandaki tu - zun derecesine getirmek lâzımdır. Bu da, tabiidir ki, insanın en eski ceddi gibi o kadar tuzlu suya taham- 'mül edememesinden ileri gelir. Son- ra, bir köpeğin tekmil kanını çıka - rıp kendisinde hiç hayat bırakma - dıktan sonra hayvanın damarlarına -gene daha az tuzlu- deniz suyu şi- ringa ederseniz hayvan dirilir ve bir N açıldığı zaman, kolej mezunları ve üniversiteliler arasından ( eğer ba- na söylenenler doğru ise yüzbinden fazla genç arasından ) yüzleri se - vimli, kendileri gösterişli güzide bir kalabalığı, enformatör olarak anga- N E V. YO R K M E K TU OA I Amerika'nın sergiden görünüşü SERGİDE ewyork : ( Hususi Muhabiri - mizden ) — Sergi idaresi, sergi sergi için- derken onları düşünürseniz uykunuz gelir. Fakat bu madenlerin, canlı ci- simlerdeki gibi iyon halinde olmia - ları bilinecek bir şeydir. Bundan do- layı deniz suyu maden sularının en| b nizde mehtabın her yerdekinden da- ha güzel olmasının, yahut bize öyle görünmesinin, sebebi de -rivayet doğru ise- bu olsa gerektir. Her gü- zellik insanın kendi vatanında daha güzel görünür, vakıa insanzm en es- ki ceddi olan ilk hücrenin denizde yaşadığından bugün hiç şuuru yok- sa da, hislerimiz ve bütün hayatımız AMAĞ şuurumuza değil, bizi teşkil eden ilk hücrenin çekirdeğindeki kromo - somlara bağlıdır. Böyle olunca, de- nizde yaşamış olan en eski ceddimiz ilk hücred . <i kromosomların da bu- günkü hislerimize tesiri olacağını düşünmek zaruridir. Ömürlerinin bir kısmını sadece karada geçirdikten sonra ! h ah;_e.s-:v__ defa geniş Akdenizi ilk defa deniz görenlerin hislerini duymuş - sunuzdur: başka hiçbir hisle kıyas ş edilemiyecek derecede büyük bir se- Feylesof Russa kendisi ilk gördüğü için, zaten tarif edilemez bu duyguyu denizin azametine hamleder. Kendi müşahedemi o feylesofun fikri ile mukayese etmek - bir küstahlık ol - mük li ve en canlısıdır. Onun için deniz banyosu o kadar hasta - lıklara şifa verir, içildiği vâkıta da bir çoklarına deva olur. Denizin canlı olduğunu, deniz su- yunun ölmesi de gösterir. Vakıa de- niz ölmez, fakat ondan bir parça su alıp da şişe içinde uzunca bir müd - det saklarsanız -hayatın ilk vatanın- dan ayrılmış olan canlı kısımların hepsi gibi- o da ölür. Biraz yukarıda söylediğim tecrübelerde artık hiçbir hayvanı diriltemez.. Deniz suyu, bir de, fazla sıcaklıktan ölür. Hem de tam 120 derece sıcaklıkta: Canlı di- ye bildiğimiz en küçük cisimlerin ta- hammül ettikleri en son derecede.. Denizde mehtabı seyrederken o güzellik karşısında böyle şeyler dü- ü yi belki mü betsiz bulur - sunuz. O halde, tabiatınıza göre, mehtap üzerine şiir söylersiniz, ya - hut denize vuran ay ışıklarının üze - rinden geşçen yelkenlinin resmini ya- parsınız. Fakat, daha önceki şairler mehtap şiirini, kartpostal ressamları da o yelkenlinin resmini o kadar l r makla beraber, bu hâdiseyi iki defa başkalarının üzerinde müşahede et- tikten sonra, ilk defa görülen deni- zin karşısında hissedilen duyguda d üptezel etmişlerdir ki. .. G.A. denizin büyüklüğünün tesiri ol y YoL vinçte şadıktan sonra İstanbul'a gelirken, İzmit'te ilk defa denizi görünce ken- disini vagondan aşağı atarak deni - zin suyunu kana kana içmeye koşan zenci kızının bütün halinde görülen sevinç duygusunda, pek de geniş ol- mayan, İzmit Himanının hiç tesiri ol. masa gerektir.. İkisinin de benim ü- zerimde bıraktıkları tesir, bir insa - nın hiç görmediği fakat ezelden ta- :frlığı bir şeyi görmüş olduğu hissi- ir. Hayatın ilk vatanı deniz olduğu- nu, şüphesizdir ki, böyle müşahede- ler isbat edemez. F akat o rivayete kuvet verecek lâboratuvar tecrübe- leri de vardır. Bir kere, kanımızın beyaz kürecikleri deniz suyu içinde Ana - dolu içerisinde uzun zaman hiç de - b şimendüfer vagonunda oturduğu yer den fırlamış ve acayip bir hal almış- tı. Ne olduğu sorulunca “ içimde tâ- rif edemiyeceğim bir sevinç duyu - » cevabını vermişti. Bu se - Akdeniz azametinin tesiri bu- lunmasa bile, Arabistan içinde ya - X 20 Ağustos — 20 Eylül 1939 BUGÜN Yenişehir ULUS Sinemasında * İki film birden 1 — HAŞMETLİ VALS HENRI GRAT (Fransızca sözlü ) 2 — AŞK ŞARKISI ALEXANDRO ZILANI (Almanca söziü ) Seans saatleri: 2,30.4. <.20-7 Bece saat 9 da HAŞMETLİ VALS ve Yeni jurnaj Tel: 2193 ç Yazan: Major WREN — Bana bakın, dedi, sizden bunu iş- temek belki biraz fazla yüzsüzlük ola- cak, fakat bir Tuarg çetesiyle çarpış- tıktan sonra hayvanlarınızi kaybetti- sinizi söyliyemez misiniz? Hem sü- kün ve emniyete kavuşmuş olursu- nuz. Biz de bu suretle hayatımızı kür- tarmak fırsatına nail oluruz. Hayatı- buza pek kıymet veriyor değiliz, fa - Tat kardeşimiz ölmeden evel, bize ye- Tıue getirilecek bir vasiyette bulun - di Ve beni göstererek ilâve etti: — Hem Bebe'yi eve götürmeği vâ- detmiştim, Hank, Buddi ile bir mânalı nazar toati ederek : — Aldırma ,arkadaş, dedi, — Sahi ,mümkün değil mi? Bura- Can birkaç kilometre mesafede dört tüfeğimizle müthiş bir ateş açarız, sonra siz ordugâha dönerek güzel bir madalya-alırsınız. Devesiz kalırsak — Mahvolduk demektir. Hank metin bir tavırla: susta hiç sıkılma. Ne oluyorsun, allâh ta bir şimşek çakışıydı, fakat o kadar gözlerimi kamaştırıyordu ki bakamaz oluyordum. Develer bize lâzım, cevabını ver- | — ÖÜ l rak - — Öyle ya! dedi. Ben şaşırmıştım ve canım sikilmiş- tı. Deveden mahrum kalmaktan ziyaş- de bu iki arkadaşın hareketi canımı sıkmıştı. — Pek âlâ! Her halde bu yüzden düğüşecek değiliz, fakat bu ret ceva- bımı sizden başka birinin vermiş ol- masını tercih ederdim, — Neden bir başkasının? Bizi kaba mı buluyorsun? Bizi sevmiyor mu- sun? Z T — Evet, ama, Şimdilik develerinizi daha çok seviyorum, — Pek âlâ! Deveye selince bu hu- yır, sen mı? Tum, kına? ni Zihnimde bir fikir uyandı. Bu âde- — Yani... Bizimle ge1eceğini mi öylemek istiyorsun ? Hank: ) ; — Ha şunu bileydin. Ya sen ne PEİR İ il niz. gibi nız birakacağımızı mi? VcsBuddi ilâve etti: — Sizi bırakabileceğimizi sanir mı- sınız? Tabit beraber gideceğiz. bana uzatılan sıkıyordum, Benim sessiz dostluk tezahürümü tekrarlşmış olan Digbi : — Dinleyin, diye devam etti. Ha- zi vetin Ve gidip şeref kazanın. Sizin aleyhinizde söyl i i Yokll ylenecek hiç bir şey de bizim Buddi: a Canın_uzı sıkıyorsun, dedi .Ci - varda vahşiler var lamıya teşebbüs etmedi mi?.., Evet! Şimdi geri döndüğünüz takdirde ne olacak? Ne olacağını biliyorum! “Tek başınıza işin içinden çıkma- nızâ binde bir ihtimal yoktur. Siz pek cesur delikanlılarsınız ve muhakkak ki sokaklarda rastlanan yumurcaklara benzemelSİ_ni!ı fakat, kaktüsle palmi- yeyi, deve ile keçiyi tefrikten âcizsi - ettiğini söylüyor. müddet yaşar. Daha sonra denizin terkibi, canlı| je etmişti. Gençler sergide sikı bir isimlerde bul denlerin hep-| disipline tâbi idiler, kendilerine her si denizde de vardır. Bunların sayı -| sual sorana, o gün dişi bile ağrısa, larını ve nisbetlerini söyliyemiyece -| güler yüzle cevap vermeğe, sigara iim.çı'inln'i’ izd ı_.ı.em_ t e. otur de eğleunce yerlerine girmemeğe mecbur idiler. Sergi idaresi bunlardan bir kıs - mını yollara dikti, bir kısmına oto- üslerde konuşma işini verdi. Daha mütevazı, fakat daha gürbüz, daha dinç oldukça büyük genç bif kala - balık da sergi içinde, birer; ikişer kişilik arabaları sürüklemek işini ü- zerine aldı. En genci onsekiz, en yaşlısı yîrçni beş yaşında olan bü yüksek tahsil görmüş gençler, o gündenberi ser - gide, dünyanın neresinden gelirlerse gelsinler, ne renkte olurlarsa olsun- lar bütün ziyaretçilerin yürek acısı idi. Sabahin ilk saatlerinden itiba - ren önünde arabası, kapılardan biri- nin önünde yer alacak, bekliyecek, bir iki müşteri gelecek, onları bin - direcek ve sergide durmadan, din - lenmeden dolaştıracak. Üstelik bir de, onlarla konuşucak, onlar ne so - rarlarsa, nekadar münasebetsiz şey - er sorarlarsa sorsunlar, yüzünü bu- uşturmadan, yorulduğunu, usandı - ğını ihsas etmeden cevap verecek. Gençler sergiye gelen ziyaretcile - rin, üzun zaman' derdi ve konuşma mevzuu oldular. » İ ik günlerde sergiyi gezenlerin çoğu zenginlerdi, gençler çok yoruluyorlar, fakat kazanıyorlardı. Gün geçtikçe ziyaretciler arasında zenginler azaldı, gençlerden bir ço- ğu sabahtan akşama, hattâ gece ya- rılarına kadar bir tek müşteri bula- maz oldular. Ve birçok dedikodu; Garıert — Ya karınlarını nasıl doyura - caklar ? Iztırabınızı lüzumsuz yere tah - rik olmasaydı, size arkadaşlarım - dan kaçı ile şahidi olduğum, bir kaç münevver sefaleti anlatırdım. — Bu böyle devam ederse, hele ergi kapandıktan sonra ne yapa - caksınız ? Gençler kırgın ve ümitsiz omuz - larını silkiyorlar; — Kimbilir, belki de cenubi Ame- rika'ya gideriz ! Amerika münevver çocuklarının, hakikaten hicretine şahid olacak mı dersiniz ! Bir memleket ki, Avru - pa'dan daha büyük Avrupa'dan da - ha çok menbaii var, tabiati daha zen- gin ve nüfusu Avrupa'nın ancak dörtte biri kadar. Böyle bir memle- ket büyük meselesini hicretsiz tan - zim edemez mi dersiniz ? Üzüntülü müşahedeleri burada birakıyordum. hakiki çıplak kadımlar görmiye ri ticaretinin şahsi müteşebbis görmeden imkân yok müesseseler amerikalıların rağbetini kazandıkça arttı. Münase- beti olsun olmasın her eğlence yerine ya bir çıplak kadın almdf. ve yahut mevcut kadın çırçıplak soyuldu. Bu çıplak kadın teşhi- " ÇIPLAKLAR Heykeli bile çıplak'olarak ilk defa gören amerikalı sonra sergide başladı. Çiplak kadın-teşhir eden elinde ne iğrenç şekiller aldığını tasavvur edemezsiniz. Yazan * erginin ilk açıldığı günlerde, Amerikalıları çıplak heykeller eğlendiriyordu, ( Amerika'da çıp - lak heykel yok denecek kadar az - dır ) kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısı bu heykellerin önüne toplanıyor, bu- runları havada, parmakları ile hey- kellerin şurasını, burasını gösteri - yorlar, kahkahalarla gülüyorlardı. Sonra serginin eğlence kısmında, kıristalpalas, venüs, güzeller kong- resi gibi, çıplak kadın teşhir eden yerler açıldı. Amerikalılar, kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısı buralara da geldiler, parmaklarıyle çıplak ka - dınların şuralarını, buralarını gös - tererek buralarda da güldüler. Çıplak kadın teşhir eden müesse- seler, amerikalıların rağbetini ka - zandıkça arttı, münasebeti olsun ol- masın, her eğlence yerine bir çıplak kadın alındı, ya mevcut kadın çır - çıplak soyuldu. Eğlence yerlerinden birinde bir doktor, mayo giymiş bir genç kızı, iki kalın buz tabakasının arasına ko- yarak, insan vücudunun dakikalar - ca, bu kadar kesif bir soğuğa da mu- kavemet edebileceğini isbat ediyor- du. Diğer müesseseler de kadın çır- çıplak soyununca, doktor da genç, kızının sırtındaki mayoyu çıkardı, ve kap önünde top terilerine teminat vermeğe başladı; — Bayanlar, Baylar ! İçeri gir- diğiniz zaman iki kalın buz tabakası arasında göreceğiniz kadın çırçıp » laktır. Vücudunu bu öldürücü so - ğuğa karşı, küçük bir mendil ile bile muhafaza etmez ... Mmüş -- Neşet Halil Atay Güzel Amerika kızının çıplaklığı - nı, ne ucuz, ne sefil bir dekor içinde teşhir ettiğini ve bu çıplak kadın teş- hiri ticaretinin, şahsi müteşebbisin elinde ne iğrenç şekiller aldığını gör- meden tasavvur edemezsiniz. ıplak heykeli, kahkahalarla gü- ç lecek kadar, zevklerine aykırı bu- lan amerikalıların, çıplak kadın meş- herlerine karılarıyle, çocuklarıyle beraber gidişlerini biz, önce; — Belki çıplaklığı ahlâksızlık te- lâkki etmiyorlar ! diye tevile çalıştık. Sonra öğrendik ki; Amerika plâjlarında kadınlar ko- caları bile olsa, erkeklerle bir odada soyunup giyinmezler, Plâja otomo- bili ile gelen bir adam, otomobilinin içinde soyunup giyinemez, hattâ çocuk bahçelerinde, altı yedi yaşın- da kız, erkek çocukların soyunma yerleri ayrıdır. Müttehid devletlerden birinde ( ismini şimdi hatırlayamıyorum ) dine mugayir diye, tabii tarih der - sinin insan tekâmülüne ait kısım - ları bile okutulamazmış, a “ * Journal ,, ( Amerika'nın tanın - mış kadın mecmualarından biri ) ın geçen yılki nüshalarından birinde ( mayıs nüshası ) enteressan bir an - ket gördüm. Amerika'da ahlâk su - kutu var mı, yok mu diye.. Ankete cevap verenlerden, yaşlılar kısmen - evet, kısmen hayır, genç kızlar, dul- lar ekseriyetle hayır.. İlah.. İlah.. Kü Tet ğım amerikalı çocuk, şımarık, den- siz, hoyrat bir çocuktur. Çocuk ça - ğında sigara içer, kâğıt oynar, par - kın çiçeklerini çiğner, gelen geçe - nin üzerine kum, taş atar, sıra bek - lemez, etrafındakileri rahatsız edi - yor mu, etmiyor mu buna katiyen ehemiyet vermez. Garip, bence.ter- biyesiz bir çocuk. Bir gün sergide bir geçit seyrediyorlardı, hocaları onları topladı, sıraladı ve hepsini yumrukla yerlerine yerleştirmeden, istediği intizamı temin edemedi. Hayretler içinde kaldım. merikan tedris sisteminin ek - sikleri, bilhassa yanlışları olup olmadığını birbirimize sormaktan bile çekiniriz. Bunu belki haki - katen parlak bir sistemdir de onun için böyle yaparız. Burada bunu mü- nakaşa edecek değilim. Yalnız bir müşahedemi anlatacağım. Amerika'da, kolejlerin, bir çoğun- da fransızca dersi mecburidir. Be - nim ziyaret ettiğim bir kolejde de böyle idi. Etrafıma mektebin fran- sızca, bilen talebeleri toplandılar. Hiç, ama hiç bir şey bilmiyorlardı, fransızca hir tek cümle yapamiyor - lardı. y Avrupa'da şu veya bu münasebet- le bulunanlar müstesna, şimdiye ka- dar burada, profesör, gazeteci, mu- harrir, iş adamı olarak yüzlerce yük- sek tahsil görmüş insan tanıdım. A- ralarında Fransızcaı veya alman « cayı eyi konuşan bir tek adama rast- lamadım, hiç bilmiyenleri yüzde seksenden fazla idi. Vardır da sen rastlayamamışın mı diyeceksiniz, belki öyledir. Amerika'da yabancı dil bilenlerin azlığı, şüphe yok ki amerikalıların dünyayı tanımalarına mani olan bel- libaşlı birkaç sebepten biridir. Dün- yayı kendi gazetelerinden öğreni - yorlar. Fakat Amerika gazeteleri de bütün dünya gazeteleri gibi mahalli dirler, memleket içindeki basit hâ - diselere, memleket dışındaki büyük meselelerden fazla ehemiyet verir- ler, Bir boks maçı, bir at koşusu, gü- nün en mühim siyasi hâdiselerinden onları uzaklaştırır. Birçok amerika- hlar, avrupalı muhataplarına; — Avrupa'da tünel, otomobil fab- rikası var mı ? diye sualler bile sorarlar. 4 temmuzda ( bayram günü ) New- yörk'un iki büyük pilâjını gezdim. Bunlardan birinin ( Jones Beach ) sergiden uzaklığı 30 mil idi. 30 mil yolda otomobiller bir zincirin hal - kası gibi birbirilerine ekli idi. Pilâja mi etürlerden istifade edilmiş ve bü- yük maddi fedakârlıklarla realize edilmiştir. Giriş : 25 sent A Büyük sirk çadırlarından birinin dışı. Giriş yeri ile çıkış yeri arası beş yüz metrodan fazla. Yer çimenlenmiş, yeryer küçük köprüler, iki metro ge- nişliğinde göller, elli santim genişli- ginde nehirler, bir kuzu ve vücutları- nın belden bir hayli aşağı kısımları pek itinasız bir tarzda kapalı, biri zenci kırk kadar beyaz kadın, İkisi tahta bir sedirin üzerine uzan- mış kâğıt oynuyorlardı, kalabalığı g::ırüm:e şaşırdılar, ne yaparaklarıni bilmeden, arkalarını döndüler, kol - larını kaldırdılar, yere yattıiar, kalk- tılar, eğildiler ve baktılar ki fayda yok, eski vaziyetlerini aldılar, o - yunlarına devam ettiler. __T?p oynayanlar, koşanlar, şarkı söyliyenler, üstleri postlarla örtülü sedirlerinde yalnız derin bir uyku - nun temin edebileceği hareket ser - bestinden azami istifad Tnün ifadeye çalışanlar. Boğazıma bir şey tıkılmış olarak, nasırlı elleri şiddetle zahmet etmeyin. Bize develerini- Bizi beraber Yyakalarlarsa, siz kadar mesul olursunuz. T var mı? Hayır, Burada ve kardeşin vazifenizi ya'mıdımz Evet! Su Löjon belâsı - geni hak- pek âlâ biliyo- , ve bunun doğru olmıyacağını da Hank bana sizinle gitmemiz icap — çiftleşmişti ve saatte sekiz kilometre Ifi;lt;e yol alıyorlardı. Tkasında otüurmüş oldi sordu: l a Suğa — Tercih ettiğiniz bir istikamet yok müdur. Londra, Nevyork, Fas, Mısır, Kap? Bence hepsi müsavi, — — Sen ne dersin, Dig? Bana kalır- ; bir ingiliz toprağına ulaşmalıyız. as şimaligarbidedir. Ni -« bugarbide, ; 2öm “ * Digbi sordu: : — Su nerededir? Gelecek vaha en mâkul hedef olacaktır. l— Takip edilirsek muhakkak ki ;n ar Fa_ı istikametine gideceklerdir. €en aksi istikamete rey veriyorum. k tasvip etti: .— Elbette. Nereye gitmek istediği- nizi söyleyin. Sizi brıgyı götüreceğî. Fîı!(at Seyahat birkaç sene devam ede- bilir. Evelâ vahşi olmamız lâzımdır, anlıyor musunuz? Onlar gibi giyin: mek, onlar gibi yaşamak. İyi silâhlı Ve sıhatteyiz. Çölde, insan yalnız ka- lınca, vahşi olmalıdır. Vahşiler baş- kalarını çalıştırarak ve çalışmalarının mahsulünü gaspederek yaşarlar. _Anlamıgtım. Dostlarımız Tuareg- le_rıp Çâlelâde göçebeleri soydukları gibi bizim de Tuareg'leri soyarak on- lara taş çıkartmamızı istiyordu. Plân l;nı oldukça makul, bununlâ berarber £ ekmekle doluydu; iı z e y * Xe Bdi e tıtb_ıh ül _rundü., asker peksimetl göre izaha çalışıyor. Bu cevaplarda bana müşterek gibi görünen, iki nok ta şudur : J— Eyi,fena Amerika'da her genç kızın bir genç erkek arkadaşı var - dir;; H ğ BELE 2— Kızlığında erkek bir arkadaş edinmiş bir genç kız için koca (te - sadüfen erkek arkadaşı değilse ) hayatta ilk tanıdığı erkek değildir. Amerikalılar bir de, genç kızların erkek arkadaşlariyle yaptıkları iz- divaçların ekseriyetle sonsuz oldu- ğunu söylüyorlar. Bizim pavyonda çalışan kızlardan üçü kadın ve bun- ların ikisi boşanmış duldur. Amerikalılar tedris ve ter - biye sistemleri hakkında ne söz söy- liyecek, ne de hüküm verecek vazi - yette değilim. Fakat bunun bilhas- sa ciddi bir tetkik mevzuu olduğu - na kaniim. Uzaktan lehde veya aley- hde karar vermek insanı yanlış, is - tenilmiyen neticelerle karşılaştıra- bilir. Benim çoğunu sergide tanıdı- den kurtulabilirsek Afrika çölleri ka- d_ır müthiş olan Amerika cengelleri - nin hayatına alışmış olan bu adamla- rın sayesinde kurtulacaktık. Kardeşim ; N Ben de cenubu şarki için rey ve- riyorum, dedi, çünkü ergeç ingiliz toprağına — erişeceğimizden eminiz. Meıe_li .Tombuktı.ı'nun şarkında her- han_gı _bır noktada Niger nehrine ula- şabilirsek, o bizi dosdoğru Nigerya'ya götürecektir. , k Buddi, Niger nehrinde içecek pek | çok su bulunduğunu ve geri bir mem- Meket olan sahranın işaret direklerin- den mahrum olduğunu söyliyerek Şa- ka etti. — Cenubu şarkiye gidelim. Nigerya cenübu şarkidedir. — Limana varmalıyız. Öyle olsun! Daha bin kilometre. O gece durmadan elli altmış kilo - metre yol aldık. Develer taze ve gür büz bir halde iken bu hallerinden is tifade etmelidir. Yolumuza devam ederken mevcu- dümuzu saydık. “Y şişeler sayesinde, iki üç gün susuzluğumuzu giderebilirdik, fakat suyu pek tasarrufla kullanarak. Yiyecek h da, benim ötekilerde ancak vardı. Ha bt de doğduğu zaman lâjların uzunluğu beşer kilom;tre - d.en fazla. Deniz atlantik ve dalgalı, bir kariş su bazan iki metro dalga olüyor. Kadın, erkek sıhatli ve gü- zel insan vücudunu, genç, yaşlı in - san neşesini Newyork pilâjlarında görmeli ! Bir tek insan yanındaki ile meş - gul değil, herkes eğleniyor, bazı gu- ruplar yalnız kadın. Ne olur biri yanlarına sokulsa, başını çevirip baksa ! Genç kadın pilâjda, yalnız ve banyo odasında imiş gibi, rahat, alâkasız yatıyor, kalkıyor, kimse 0- nu gözü ile bile rahatsız etmiyor. Newyork pilâjları bedavadır, Çok mMmasrafla ve'çok zevkle yapılmış yer- lerdir, kumdan itibaten sahili kilo- metrelerce bir tahta yol takip eder, bunun gerisinde oteller, gazinolar, lokantalar, spor yerleri, eğlence yer- leri.. * Coney Island da bir milyon kişi varken bile insan, birkaç yüz kişilik kalabalığın, ne pilâjda, ne yolda rahatsızlığını hissetmiyordu. —e Maykıl bizimle beraber olsaydı, ta- mamen mesut olacaktım. Zihni ve be- d_e:ı_î faaliyet, nazik vaziyetimizin ver- diği ümitler ve endişeler, kardeşimin yanımda oluşu, iki amerikalının arka- gı;hğı.fbütün bunlar içinde bulundu- Süm sefalet ve ıstırabın bende uyan- dırabileceği bozguncu zihniyeti uî::- laştırıyordu. - Digbi de, sanırım, aynı ruhi halet içinde bulunuyordu. Bir gece içinde on yıl ihtiyarlamış görünüyordu. Ki Yürüyen develerin temposu, ay ışı- Bi altında manzaranın yeknasaklığı ve hep aynı gürültülerin tekrarlanışı Yüzünden uyumuşum. Arada bir, düş- memek için önümde oturan Hank'a a- sılıyordum. Ancak fasıla ile ve kısa müddet u- yuyan deve güdücüler Müstesna artık uykuya karşı mücadele etmiyorduk. Sessizlik... Sessizlik... Sessizlik.. Güneş solumuzda tepelerin üstüı.ı". V uyandım, afağın nisbi serinliği i ba doğru hızlı bir yürügyülâien;:d;:: : duk. Hınk hayvanları istirahat ettir- mek için durmayı Mmünasip gördü. — Bu hayvanların huylarını mü- kem'mel bilmek iddiasında değilim, dedi, fakat atlara yapıldığı gibi ken - dllnrine iyi muamele edildiği takdir- gelince rakamı öğrendik : 80,000 o- j | p - «i gü e G

Bu sayıdan diğer sayfalar: