A e ğ —a Almanların fatbik değil fakat izah elttikleri Hayat sahası “DEUTSCHE DİPLOMATİSCHE POLİTİSCHE KORRESPONDENZ” dan siyasette bugün ku- vetle hüküm süren anlaşmazlıklar bir çok u- mumi mefhumların türlü türlü tefsirlere maruz bı- rakılmasına ve bu yüzden efkârı umumiyenin aldatıl- masını neticelendirecek va ziyetler çıkmasına sebebi- yet vermektedir. Bu suret- le hâdiselere başka bir çeh re verilmekte ve hunun ne ticesinde de kendilertlt muayyen bazı prensipler çizmiş olan bir kısım mem- leketlere tamamen haksız o larak hiç bir zaman mevcut olmıyan gay:ler isnat olun maktadır. Hayat sahaları - na dokurulmaması hakkın da Almınya tarafından va- ki haklı arzu. bile yabancı ülkelerde bu mefhumun i - fade ettiği mânânın taban tabana zıddı olan bir tefsi- re uğramış bulunmaktadır. “ Hayat sahası” bir mille - tin kendisi için istediği her hangi bir siyasi saha değildir. Hayat sahası, bir memleket halkının serbest- çe inkişafı ve vücudunun bakası için o millete her zaman açık bulunması lâ- zım olan sahadır. Ana vatanın yüksek ya- şayış imkânlarını temin e- den ingiliz cihan impara- torluğu ile ana vatan ara- sındaki irtibat bakımından İngiltere için en başta ge- len şart, bütün denizler ü- zerinde serbest seyrüsefer- dir. İngilterenin can da- marı olan denizlere matuf herhangi bir hücum veya tehdit ingilizler tarafından mevcudiyetlerine tevcih e- dilmiş bir tehlike gibi te- lâkki edilmektedir. İngi- Hizler bu suretle kendi si- yasi sahaları, yani kendi imparatorlukları içinde bol bol mevcut iktısadi imkân- lardan istifade ederek in- gilik milletinin mevcudi- yetinin muhafazası bakı- * mından ana vatan ile ser- best bir rabıta temin eden tedbirlerle iktifa edebile- cek bir vaziyette bulunduk lari halde alman milleti i- çin kendi siyasi sahasında hayati ihtiyaçlarını kâfi derecede tatmin edebilmek imkânı mefkut bulunmak - tadır. Bu eksikliği de, Al- manya ile her iki tarafın nefine olarak seyyal bir eş- ya mübadelesine girişmiş bulunan cenubu şarki dev- letleri bir dereceye kadar gidermekte ve bu güç vazi- yette umumiyet itibariyle bir tevazün teminini müm- kün kılmaktadır. Bu dev- letler arası iş birliğinin bo zulmasını ve böyle bir iş birliğinin gelişmesine ma- ni olmayı istihdaf ” her hangi harici bi”Tüda- halenin Almanyr'4 B0T - ceği mukabele Mgilizlerin hayati yollar'” tehdit e- dilmesi h7 nde İngiltere'- hi gös,receği mulfa_bcle- CP ?mdır. Onun için a - u,-oakımından siyasi hiç pe iddiasa olmıyan hayat sahası meselesi esasen an- cak hususi bir kasıtla teh- dit edildiği andan itibaren bir mesele şeklinde tezahür etmektedir. ir hayat sahası ne ka- dar ârızasız işlerse, siyasi münakaşalarla iddia- lara da o kadar az bir im - kân birakılmış olur. Ren nehrinin denize aktığı yer lerde hiç bir vakit sun'i manialar ihdas edilmemiş olması ve “müşterek hayat sahasının,, milli hâkimiyet düsturu-ile pekâlâ kabili telif bulunması hasebiyle alman hinterlandı için si - yasi bakımdan Ren nehri- nin mansabı hakkında bir mesele bile bahis mevzuu olmamıştır. Bu yüzden me selâ almanların Rotterdam üzerinde herhangi bir id - diaları ne kadar yersiz o- lursa, her hal ve vaziyette hinterlandının iktısadi ih- tiyaçlarını karşılamağa ha zır olan Danzig şehri üze- İki protokol Sancak'ın Türkiye'ye terki üzerinde duracak deği- liz. Bu ülkenin bizde uyandırdığı hisler ve hatıralar ne olursa olsun, olan olmuştur. Esasen, iki seneden- beri, — hususi bir rejimden istifade eden — İskende- run Sancak'ı aşikâr bir şekilde Türkiye'nin kontrolü altına geçmişti. Diğer taraftan, Sancak'ın terki, Tür- kiye'nin bundan böyle Suriye'ye ve orada bizim icra ettiğimiz mandaya karşı idame etmeyi taahhüt ettiği durumu tam bir sarahatle tayin etmesini intaç etmiş- tir. B. Georges Bonnet bu hususta fransız hükümeti namına hiç bir yanlış anlamaya mahal vermiyen be- yanatta bulunmuştur : “Fransa, demiştir, Suriye'de ve Lübnan'da icra ettiği misyondan bir başkası lehine feragat etmek niyetinde katiyen değildir.” Bu muhtelif taahhütleri kaydedelim. İskenderun faslını kapıyarak bunun bize başka bir fasıl açtığını görelim; şarki Avrupa ile Akdeniz'de sıkı bir fransız - türk işbirliği faslı. İmdi, bu işbirliği büyük bir ehemiyet arzeder. Bu- nu anlamak için hartaya bir göz atmak kâfidir. Onun içindir ki İskenderun'un gölgesi dünkü günü karart- mamalıdır, bugün diplomasi sahasında büyük ve me- sut bir gündür. E. M. de Vogü&â demiştir ki “Gölge nedir? Bir gü - neşin delili.” WLADİMİR D'ORMESSON LE FİGARO AOKTIUUCUTUIUCUĞAICIUOIAA AU AUO UAO TADADADUTUDUNTA DN Fransız - Türk anlaşması | FRAnsIZCA LE TEMPS GAZETESİNDEN; | rindeki L&h arazi iddial rı da o kadar haksızdır. Diğer taraftan bir mil - letin iktısadiyatından başka siyasi can damarına ve emniyetine de müessir bir sürette dokunacak bir şekilde ve fena bir kasıtla herhangi bir hayat sahası dahilinde bozgunluklar ih- das etmek imkânı da var - dır. Açık bir surette İn- giltere'yi yıkmak ve tehdit etmek peşinde koşan müs- takil bir İrlanda devleti Büyük Britanya için nasıl imkânsız bir yük olursa, büyük Almanyanın içine sokulmuş ve her türlü düş manlığı * yapmağa hazır müstakil bir Bohemya da Almanya için çekilmez bir yük halini almıştı. Esasen Almanya'nın coğrafi bün - yesinden bir parça olan Bohemya'nın siyast alman sahası içine alınması ile “hayat sahası,, meselesi a- rasında doğrudan doğruya hiç bir münasebet yoktur. Müşterek bir hayat sa- hasında yaşıyanların hepsi kendi menfaatleriyle bera- ber dürüst bir surette dis ğer alâkalıların da menfa- atlerini gözetmeli ve bu su retle bütün sahaya hizmet etmelidir. Böyle bir hayat Dün Paris'te imzala - nan fransız - türk müşterek beyanınamesi ve Ankara'da imzalanan İs - kenderun sancağına ait an- laşma Fransa ile Türkiye arasında, yalnız senelerden beri iki memleketin müna - sebetleri üzerine ağır ba - san bir mahalli vaziyeti ka- ti surette tesviye etmek i- çin değil, fakat bilhassa pek nazik olan şarki Akde- niz havzasında müdafaa sahası hiç bir zaman baş- kalarına karşı kapısını ka- pamak demek değildir; fa. kat aynı zamanda alâkalı - lardan herhangi birisinin bir diğerine karşı, bilerek, hariçten gelecek düşmanca hareketlere ve bozguncu - luk manevralarına iştirâk etmemesini de âmirdir. Bu prensip dünyada Monroe doktrininde olduğu gibi a- nalojik olarak ne kadar fazla tatbik edilir ve na- zarı itibare alınırsa, devlet ler arası münasebetlerdeki ağır neticeli ihtilâfların se bepleri de o kadar-azalmış olur./Bundafnı da anlaşıl - maktadır ki, hayat sahası düsturu, tecavüz plânları - na karşı esas itibariyle bir ter inat teşkil etmektedir. Digbi elinde bir tabak ve bir kaşık- sistemini kuvetlendirmek maksadiyle Birişilmiş olan uzun ve çalışkan müzake - relerin neticelendiğini ifa- de etmektedir. Bunun siya- si kıymetini ve pratik şü - mulünü anlamak için hâdi- seyi bu zaviyeden takdir etmek lâzımdır. Müşterek beyanname ve İskenderun sancağına müteallik anlaş- ma bir bütündür, biri diğe- rini izah eder, ve bu itibarla bundan böyle fransız - türk münasebetlerine sağlam bir temel veren ve iki memle - ketin aynı derecede bağlı bulundukları sulh dâvası - na müessir surette hizmet eden, bu neticeden dolayı ancak memnuniyet duya - biliriz. İki memleketin girişmiş oldukları teahhütler İngil- tere ile Türkiyeyi birbirine bağlıyan teahhütlerin ay - nıdır, bu da gösterir ki fran sSız -türk ve ingiliz - türk münasebetleri şimdi tama - men aynı seviyededir ve muayyen şartlar içinde, ay nı neticeleri doğuracak bir işbirliğine götürecektir. F- ransa ile Türkiye milli em- niyetleri menfaatine karşı- lıklı teahhütleri muhtevi uzun vâdeli bir anlaşma ak- tedmek üzere mutabık kal- mışlardır. Fakat bu kati an- laşmanın akdine intizaren, fransız hükümeti ve türk hükümeti bir harbe müncer olacak bir tecavüz halinde filen işbirliği etmeyi ve kar şılıklı olarak birbirlerine ellerinden gelen yardımı yapmayı teahhüt etmekte - dirler. Mütesavver kati an- laşma gibi bu beyanname - nin, hiç bir memlekete mü - teveccih olmadığı, fakat ga yesi Fransa ile Türkiyeye lüzumlu görüldüğü halde karşılıklı bir yardım ve mü- zaharet temin etmek oldu - ğutasrih edilmiştir. Hiç kimsenin mânası üzerinde hüsnü niyetle yanılamıya - cağı ve iki devletin birbi - rine karşı teahhütlerinin mühasıran tedafüi karak - terini tebarüz ettiren bu müşterek beyanname, şim - diden harp halinde Türki - yenin bütün kuvetleriyle Fransa ve İngilterenin sını fında bulunacağına tam bir emniyet vermektedir. nlaşmanın “Akdeniz havzasında bir harp» i gözettiği kaydi ehemiyet- lidir. Bir ingiliz - fransız - türk askeri, deniz ve hava işbirliği sahası bu suret_le sarahatle tahdit edilmiştir. Akdeniz havzasında asıl Akdeniz, boğazlar, sahildar memleketler ve balkanlar dahildir. Bu sonuncu nok - tada yanılmak mümkün 0'1 r maması için, beyanname | - ki hükümetin balkanlarda da emniyetin tesisi lüzum - lu olduğunu, ve bu gayeye kabil olduğu kadar süratle erişmek üzere müşaverede olduklarını ifade etmek - tedir. Balkanlarda — yalnız türk unsurunun mevzuuba- his olamdığı — malümdur. Sulh cephesine bütün bal - kan antantını ithal etmek lâzımdır. Romanya ve Yu - nattistan için teminat €sa - sen verilmiş bulunmakta - dır. Yalnız Yugoslavyanın , vaziyeti şüpheli kalmakta - dır; fakat fransız -türk ve ingiliz - türk anlaşmaları - nın akdini Yugoslavyanın totaliter devletlere doğru pek mahsus surette meyil etmesine mâni teşkil :de_ » bileceği sanılabilir. Türki . ye başvekili B. Refik Sğy S dam, dün —Ankara milli meclisi huzurunda söyledi. ği bir nutukta aktedilen an laşmalarla, İngiltere, Fran, sa ve Türkiyenin — sulhüp muhafazası için tek bir Ctp he teşkil ettiklerini tebari, ettirmiştir. Türkiye y. Fransa demiştir, her İkişj nin de takip ettikleri bi Yükteşebbüste yanyana yeş almaktadırlar, İdealist türk milletiyıg onun k'hl'lman ordusunun,çanında, kahra- manlık ve kütetle dolu fran sız millet ve Ordusu, &ynı ideale kendilerini Naktot - mişlerdir- Türk hükümeti reisi AkdeniziniKi ucunda sulhun sadık muhafızları o- lan Fransa ile Türkiyenin: *“Tecavüze kar" Yükselen yenilmez birliği iki sutu - nu” olduğunu İlâve etmiş - tir. Bu sözler yapılmış olan anlaş bncün â ni tebarüz ettirMekte ve B. Georges Bonrtt ile B, Suad Davaz'ın dün fransız dış ba kanlığında söylemiş olduk- ları pek hargf€tli nutukla - rın iki - hüküMetin ve iki milletin hişl€Tine tercüman olduklarını t€yid etmekte - dir. Harp ekofomisi ve dış polilika Hitler'in Almanya'dl ik- tidar meykiine gelmesiyle iktısadi sâhada başlamış olan büyük tebeddülât, si- yasi sahadâ enternasyonal iş birliğitin terkedilmesi . nin bir meticesi olmu$tur, Nasyonalist tahrikler Otar- şik temâYülleri doğurdu. İktısaği Ploklar — teşekkül etti: takAS ticaretinin hâ - kim Gıduğu memleketler bloku, beyhude yere mMmüba- deleleri kolaylaştırmıya mâtuf çÇâteler araştiran li- beraj plok, Âyni Mübadele titareti, kontenjanlar, gümrük set - lerinin Yükselişi, iktısadi bir gefetberlik — zaruretin- den döğmuş tedbirlerdir. EnterNasyonal — cepheleri itihariyle hasım ekönomile Tih ye8âne gayesi de artık AlmaNya ile italyan iktı - Saği Muhtariyetlerinin ta - hağkükuna mâni Olmaktı. Buü €nternasyonal çılgın- 1-7-1939 Radyo Difüzyon Postaları 'TÜRKİYE Radyosu ANKARA Radyosu * DALGA UZUNLUĞU 1648 182 Kes./120 Kw. T A. 0 19.74 m. 15145 Kes./ 20 Kw m, . AP. 81.70 m. 9465 Kes./ 20 Kw KAR A CUMARTESİ — 1-7-1939 13.30 Program 13.35 TÜRK MÜZİĞİ : 1 — Rast peşrevi 2 -— Nuri bey - Rast şarkı - Mailim bir nazlı yare . 3 — Sadi Hoşses - Rast şar - kı - Elâ gözlüm. 4 — -—0 Rast şarkı - Ça- lıma bak efede 5.— Kâzım Us - Bayatiara - ban şarkı - Ayrılık ne - kadar acı 6 — Hüseyin Fahri - Tahir şarkı - Uzaktan baktı geçti. 14.00 Memleket saat ayarı, a - jans ve mettoroloji haberle- fi, 14.10-15.30 MÜZİK (Dans mü- ziği - PL.) 18.30 Program 18.30 Program ıs.ğıs)MOZIK (Bir uvertür - 1845 MÜZİK (Küçük Örkes - tra - Şef: NECİP AŞKIN): 1— Emmerich Kalman - Ho- landalı kadın öperetin - den (Potpuri) 2— J- Strauss - Şark hikâ - yeleri (Vals) 1915 TÜRK MÜZİĞİ : (İncte saz faslı 20.00 Memleket saat ayarı, a - jans ve meteoroloji haber - leri. 20.10 Neşeli plâklar - R. 20.15 TÜRK MÜZİĞİ : 1 — -----—- Hicaz peşrevi 2 — Refik Fersan - Hicaz şarkı - Mahmür — ufuk - larda batan gün. 3 — Melek Hiç - Hicaz şar- kı - Çıkmadın bir lahza kalbimden. 4—Lemi - Hicaz şarkı - Severim her güzeli sen- PoE tahrot ) .T Ü RKİYE i den eserdir. 5— Şemsettin Ziya - Hicaz şarkı - Ne bahtımdır ne . Yyâri bi amandır. 20.35 TÜRK MÜZİĞİ (Halk “türküleri) 20.50 Konuşma (Dış politika hâdiseleri) 2105TEMSİL... , 22.00 Haftalık posta kutusu Ecnebi dillerde) 22.30 MÜZİK (Operet seleks- yonları - PI.) 23.00 Son ajans haberleri, zi - raât, esham, tahvilât, kambi- yo » nukut borsası (Fiyat) 23.20 MÜZİK (Cazband - P1.) 23.55-24 Yarınki program AVRUPA OPERA VE OPERETLER : 19 Berlin — 20 Paris - Eyfel kulesi — 21 Milâno, Varşova ORKESTRA KONSERLERİ VE SENFONİK KONSER- LER: 18.10 MÜnih — 20.50 Brno — 21 Brüksel — 21.15 Strazburg. ODA MUS%KISİ: 18.30 Sarb- ük TI NEFESLİ SAZLAR (Marş v. 8.): 5 Breslav — 16 Kopen « hag — 18 Frankfurt — 18.30 Prag — 19 Hamburg — 19.30 Breslav — 20.15 Berlin, Sar- brük — 21 Laypzig. ORG KONSERLERİ VE KO- ROLAR: 18 Viyana — 18.30 Hamburg. HAFİF MÜZİK: 16 Sarbrük — 18 Berlin — 20.10 Kolon- ya — 20.15 Doyçland Zen - der, Laypzig — 22.40 Kolon- ya, HALK MUSİKİSİ: 11.30 Ştüt gart — 12.40 Beromünster — 20 Belgrad (Sigan Orkes- trası) DANS MÜZİĞİ: 18.15 Layp - zig — 20.15 Hamburg — 21 Strazburg — 21.10 Stokholm — 21.15 Bükreş, Floransa — 21.40 Sofya — 22 Budapeşte — 22.10 Floransa, Brüksel — 2215 Belgrad, Sottens, Stokholm — 22.30 Münih — 22.30 Droytviç — 2240 Kö- nigsberg — 22.45 Sottens — 23 _Florınu. Lüksembure, Paris, Roma — 23.10 London - Recyonal — 23.15 Varşoova — 23.30 Droytviç — 24 Mi - Inoo. derecede daralması hâdise- si her memlekette müşahe- de edilmiştir. Bununla be- raber, istihsalin. artması, ham maddeler istihlâkinin artmasına meydan vermiş - tir. Bu yüzden mübadelele- rin artması icabederdi. Hal böyle olmamıştır. Bu da gösterir ki mâmul emtia mübüdelekini 1 i ki yüzünden otarşik olmuş devletlerle, bir de iktısadi zaruretler yüzünden otar- şik olmuş devletlerle mü - badelelerin inkişafı hangi şartlara bağlıdır? Bu suretle vazedilen me- -seleye verilecek yegâne cevaplar şunlardır: karr Siyasi — telâkkileri ğan neticesi ne ştur? Şiflar faaliyet' normalr yartlar içinde yaşıyan bazı memleketlerde 1929 sevi- y,.ini 9, 50 ye yakın bir nisPette aşacak derecede inkişaf ederken dünya ti - çaretinin seyri bu inkişafa ayak uyduramadı. Müşahede çök doğrudur. Bu hususta karakteristik birkaç rakam Verelim: Alman istihsali 1938 de 1929 randımanından 94 26 nispetinde fazla iken Al- manyanın İhracatı 9, 48 nispetinde â$ağı düşmüştü. Sovyetler Birliğinin is- tihsali 1929 a nazaran V 375 nispetinde artmışken ihracatı Yo 34 azalmıştır. Fransa 1938 ge 1929 da- kine nazaran o5 23 noksan istihsal ediyordu. fakat ihracati 74 32 nispetinde düşmüştü. Bu misalleri çoğaltmlk mümkündür, Buna yerimiz müsait değildir. Sadece şu- nu söylemekle iktifa ede- lim ki mübadelelerin aşırı mıldiğımdan daha büyük- #iğa 4 NAKUAÜCCTCE M Hravun nasyonal mübadelesi ise a- zalmış değildir. Enternasyonal sendika- lar federasyonunun Tapo- runda deniliyor ki: “bu gayrimüsavi inkişafın sebe bi, birçok memleketlerde iktısadi faaliyetin, 1933 denberi, tipik Ssurette bir iç konjonktür vechesinde inkişafı olmuştur.,, Otarşi, silâhlanma, dış ticaretin kontrolü, kambi - yo kontrolü, bütün bunlar nasyonalizmin dış ticaret yolunda yükselttiği bir sü- rü setlerdir. Gelecek 10 temmuzda Birmingham'da “enternas- yonal mübadeleler komite- inden otarşik olan dev letlerle ticar? mübadelele- Zei UĞi G GERARA U kişafı mevzuubah olamaz, çünkü bizzat kendileri bu- na muhalefet edeceklerdir. 2 — Zaruret yüzünden o- tarşik olmuş memleketleri dünya ticaretine avdet et- tirmek için bir şartın ta- hakkuku lâzımdır: onları dünya ticaretinden uzak- laştıran sebeplerin ortadan kalkması. Kısacası: her tarafta o - tarşik iktısatla mücadeleye girişmek lâzımdır, çünkü mübadeleci prensipler na- mına onunla işbirliği etmi- ye kalkışmak mantıksız ©- lur! Muhtelif memleketlerin ekonomisini canlandıran iç dinamizma — değişmiş, ve ıı nin senelik b şinci iç- timaına iştirâk edecek mu- ruhhasların tetkik edecek- leri müteaddit meseleler a- 'asında otarşik memleket- lerle ticaret mevzuu da var dır. Bunların faaliyet pro- Bramı ortaya şu dâvayı va- zetmektedir: siyasi telâk- S Y vaz D GR T SA LA TTLAA TR enternasy 1 iktısadi mü- nasebetleri tâdil etmiştir. Bu yüzden yeni problem - ler ortaya çıkmıştır, bun - lara klâsik çareler tatbik edilemez. Orijinal çarele - re ihtiyaçları vardır. Sammy Böracha La Röpubligue MAVİ SU Yazan: Major WREN VI Mutat saatte, uşak David, sıcak su- yumu getirerek beni uyandırdı. — Saat yedi buçuk, bay, güzel bir gün bugün. — Teşekkür ederim, David. Neden hoşnutsuz uyanmıştım? Ah! Sahi, geceki gülünç macera. Maykı! ne müthiş bir sukutla gözümden düş- müştü. Güneşin üstünde bile lekeler var, bir adam da her zaman asâletini mu- hafaza edemez. Yüz meziyeti görmi- yerek, neden bir tek kusur üzerinde durmalı? Fakat pek az kibarca olan bu muziplik, bu lüzumsuz yalanlar, bü- tün bunlar Maykıl'a ne kadar az yara- san şeylerdi. ' Giyindikten sonra, biraz golfe ça- dışmak için bahçeye indim. Gül bahçesinde sabah kahvaltısına daima geç kalan Klodia'ya rastladım. Canı sıkılmış göründüğüne dikkat et- tim, fakat beni görünce, yüzü birden- bire aydınlandı. Komedi, diye düşün- düm. K — — Ncerkenci delikanlı! âa — 26 — — — Ne demek istiyorsunuz? — Renginiz soluk, canınız sıkılmışa benziyor. — Ne münasebet! Klodia bana arkasını çevirdi. Böyle bir zamanda pek mantıksız bir şey olmasına rağmen golf oynu - yordum, Bir çeyrek sonra bundan bık- tım, Ellerimi cebime sokarak, can sı- kıntısiyle köşke döndüm. Maykıl'ı düşünüyordum. Eve gelince, Burdon'un, gongun çekici elinde olarak holden geçtiğini gördüm. Bakır kutu gene pırıl yordu. Ellerimi yıkadıktan sonra yemek odasına girdim. Ocakta büyük bir ateş yanıyordu. Masada semaver fokurduyordu, Gü- müş tabakların ısıtılmakta olduğu bü- feden nefis bir koku geliyordu. Geniş salon bütün konforuyla birlikte göze çarpıyordu: Devon'un en güzel man- zarasına hâkim uzun pencereler, bü- tün meşe parkeyi kaplıyan türk halı- ları, Camlardan odaya bol ışık dolu. piril parlı- la dolaşıyordu. Büfenin yanında ayakta duran Au- gustos bütün kapakları kaldırıyor, sonra tabağına sosisler, yumurtalar ve saire dolduruyordu. İsobel masaya geçmişti bile. Ona hizmet etmek isterdim, Fakat bir şeye ihtiyacı yoktu. O zaman onun yanına oturdum. Elini yavaşca elimin üstüne koydu ve elimi sıktı. — Patricia, teyzeyi bekliyorum, de- di. 'Tam o sırada içeri giren Maykıl: — Teyze aşağıya indi mi? diye sor- du. Neden sonra hatırladı: — Herkese bonjur, dedi, Digbi: — Hayır, teyze gelmedi, dedi. Ba- na bak, kahvaltı edince arabayı çeki- yorum. Teyzeye hemen şimdi rastla- mak istemiyorum. Maykıl, Digbi'nin sözlerine ehemi- yet vermeden: — Ya Klodia? diye sordu. — Bahçede rastladım. ? — Gidip kahvaltının hazır olduğu- nu kendisine söyliyeyim. b Mübahase bir lâhza durdu. Birdenbire Digbi hepimizin büyük endişesine tercüman oldu: — Mücevherin bulunmuş olduğl_”.',“l ğ P A tahmin ederim. — — onu beyhud€ yere açımy; çalıştım. — Her şey Yerli yerinde dedim. Güstos homMürdanarak: fa;tE;in miSin? Gördün mü? dedi, lki göremi f karanliki; B yecek kadar etra: —- Hâyır örmedi; Skünieü gö , fakat bundan — Tabit eminsindir. Diğgbi haykırdı: — Süs, Korkunç Yöksa yediklerini burnundan getiririm: Avgustos sükünetl€ Mukabele etti; — Kaba herif! D'g:;l ı::lnldandı: — Vay! vayı mık $ bağlyor Ollan BayiM - küştahlığa .Fllhâkikı Augüustoş'un favımları be- ni hayrete düşürüyordu. Hiç bir ü man bü derece kendindefi €Min hu kadar enc_fiik görünmemişti. Mlyhı'_ ın pek güze) müşahede ettiği Bibi, ancak haksız bir şüphe altırıda kalma, sıdır ki önda kö lebi Şişiktik vü . cuda getiru,i!â? irlerbiS GAğiSiknik Kapı açıldı, Klodia ardında Maykıl olduğu haj. de içeri girdi » Yüzü çok sararmıştı. . Klodia bize; ç — Bonjür, dedi. Teyze indi Mi? Diğbi kaşığiyle trampeta çalarak; - — Hayır, dedi, henüz inmedi. yin ve gidin. &i h ha ae ae aet Maykıl Klodia'ya kahvaltısını ver- di, sonra Kahve cezvesiyle süt kabını alarak fincanını doldurdu. Yüzünün ifadesini okumaya imkân yoktu. Jest- leri metin ve emindi. Bununla bera - ber gözleri gözlerimle karşılaşınca-i- çinde BgâyYTi tabii bir şeyler geçtiğini hissediyordum. — Boönjur, iyi uyudun mu? — Evet, Güzel, nahoş bir rüyaya rağmen çok iyi uyudum. Maykıl homurdandı: — Hım! Beyhude yere bu “hım”ı tefsire ça- lışıyordum., Kendi de yüzü kadar mu- ammalıydı. Patricia teyze kapıyı açtı. Ona bir iskemle takdim etmek için hep ayağa kalktık. Taş kesilmiş gibiydik. Bir sineğin uçtuğu bile işitilirdi. Odanın ortasında durdu. Daha ağ- zını açmadan, ne söyliyeceğini bili - yordum; esasen hislerini saklamıya çalışmıyordu. — Hiç birinizin, ama hiç birinizin bugün evden ayrılmamasını istemiye Beldim, Meğer ki içinizden biri henüz V_ıkit geçmemişken : ben bir ahmağım, bir yalancıyım diye itirafta bulunsun, Heritz mücrim kelimesini kullanma, dığiM! gsrüyorsunuz. Kimse X Maykil'la ben göz göze bakışıyor. KA dlaakknlökilede ( Brandon:devabi e&îs'ğ'i Ziğ el bana iade edilmeden bu odadan çıkar- sam merhametsiz davranacağım. Hır- sız — her kim olursa olsun — bir hır- sıza lâyik olan cezaya çarpılacaktır. Bir süküt. Sert, hiddetli nazarı bi- rer biter benim, Augustos'un, May- kıl'ın, Digbi'nin, İsobel ve Klodia'nın üzerinde durdu. Bir dakika süren yeni bir süküttan sonra Leydi Brandon devam etti: — Bir şey daha. Hizmetciler bu hâ- diseden haberdar değildirler ve olma- malıdırlar. Bu itibarla altınızdan biri- nin bir hırsız, bir alçak, bir nankör, bir yalancı olduğunu, kabil olduğu kadar uzun müddet yalnız siz bilecek- siniz, Maykıl tashih etti: — Dördünüzden biri, deyin, Patri- cia teyze, — Mersi, Maykıl. Dördünüz de bu altı kişi arasındasınız. Bundan böyle tâbirlerimi seçmekte dirayetinize ih tiyacım olunca size müraca.aâ etmeyi ihmal etmem. Cüretkâr Augustos atıldı: — Üç kardeşten biri, diyebilirsiniz. Leydi Brandon devam etti: — Susun! Ne diyordum, ha gazete- ler hirğniiîu resmiyle sayfalarını süs- leğinnçya kadar hizmetciler — ne ön- i d